• Sonuç bulunamadı

SOSYOLOJİK YAKLAŞIM: FİLM İNCELEMELERİ

4.1.1. Geleneksel ve Kültürel Yozlaşma

Sibel ailesinin baskılarından kurtulmak için intihara teşebbüs ederek, bileklerini kesmiştir. Klinikte ailesinin ziyareti sırasındaki sahnede Sibel abisi tarafından babasını üzdüğü gerekçesiyle tehdit edilir. Abisi Sibel’e: –“Seni temizlerim!” (11:08) diyerek, değersiz ve ortadan kalkmasının aile için olumlu olacağını “temizlemek” kelimesiyle bağdaştırarak kullanır. Sahnenin devamında annesiyle baş başa kalan Sibel sigara paketinden sigara alır ve annesiyle birlikte ortamdaki erkekler gidince ikisi de rahat bir şekilde sigara içerler. Annesi Sibel ile daha samimi bir şekilde konuşmaya başlar. Sibel’e neden intihar ettiğini sorar diyalog şu şekilde gelişir:

Sibel: “Beni rahat bırakacaklarını sandım.”

Anne: “Demek ki sana bir şey öğretememişim.” (11:12)

88

Sibel, ailesindeki erkeklerden gördüğü baskının azalacağı umuduyla intihar eyleminde bulunduğunu annesine itiraf eder; ancak, annesinin cevabı baskıdan kurtulmanın umudunu bile taşımanın boşuna olduğunu ve durumu kabullenmek dışında başka bir çıkış yolu olmadığını ima eder. Annenin yıllarca kızını yetiştirirken temelde vermek istediği mesaj, baskıdan kaçıp kurtulamayacağıdır.

İntihar etmenin bile aile baskısından kurtulmak için bir seçenek olmadığını gören Sibel için artık Cahit’le evlenmek dışında deneyebileceği başka yol kalmamıştır. Cahit ile evlilik planı yapan Sibel’in evlilikteki amacı evli bir kadın olacağı için aile baskısından kurtulma ümididir.

Türk geleneklere uygun biçimde başlayan düğünde, kadının konumu ve Sibel’in temel olarak nelerden kaçınmak istediği gösterilir. İstanbul’dan gelen ve filmdeki diğer Türk kadın karakterlere kıyasla daha modern bir yaşam tarzı süren Sibel’in kuzeni Selma’da durumu vurgular. Cahit’e düğün öncesi gelin alma töreninde “sana emanet” diyerek toplum tarafından kadının babadan kocaya geçen emanet, korunmaya muhtaç varlık olarak görüldüğünü vurgular. Kadın geleneklere göre, önce babasının sonra da kocasının malıdır ve “sana emanet” demek geleneğin desteklendiğini gösteren bir ifadedir.

Mekanlar değişse de kültürün baskıcı tutumu Almanya’da hala devam etmektedir. Sözel ifadelerle kendini yaşatmaya devam eden gelenekler kostümler üzerinden de görülmektedir. Düğün sahnesinde Sibel’in gelinliğinin üzerine bağlanan kırmızı kurdele Türk geleneklerine göre, gelinin bakire olduğunun sembolüdür.

Kırmızı kurdele, dile yansıyan tutumlarla örtüşerek kadının babasından kocasına bir meta olarak değer biçildiğinin göstergesidir. Kadın baba evinden kocasının evine bakire olarak teslim edilmekte ve herkese düğün günü açık şekilde gösterilerek, kadın toplum önünde küçük düşürülmektedir.

Yönetmenin geleneksel sahnelere önem vermesi, Almanya’da yaşayan Türk kökenli göçmenlerin, kültürel bağlamda Türk kültürüyle olan bağlarının ne ölçüde devam ettiğinin görülmesi açısından, filmin ilerleyen kısımlarına “foreshadowing”

(önden gönderme) yapmaktadır.

Yabancı ülkede yaşarken yozlaşma korkusu taşıdığı için Türk göçmen aileler, gelenekleri daha baskın şekilde devam ettirmektedir. Özellikle Almanya’ya göç etmiş birinci nesil, ilerleyen dönemlerde kendi öz kültürüne yabancılaşma korkusu

89

yaşamaktadır. Birinci kuşak olarak tabir edilen ilk göçmen gruplar, daha kapalı ve kendi kültürünü taşıyan insanlarla, yıllar içinde dar sosyal yaşam alanı oluşturmuştur.

Önceki jenerasyondan farklı ortamda dünyaya gelen ikinci kuşak göçmen çocukları ve aileleri arasında büyük kültür boşluklarına rastlanmaktadır. Sibel ve ailesinin yaşadığı sorunlar, temelde boşluktan kaynaklanmaktadır. Sibel Berlin’de doğup büyümüş, dışarıda Alman evde ise Türk kültürüyle yetiştirilmeye çalışılmış bir genç kızdır. Sibel dışarıdaki hayatta gördüğü Alman yaşıtları gibi karşı cinsle ilişki kurma ve cinselliği istediği gibi yaşamak istemektedir. Ancak Sibel’in ailesinin baskılarına maruz kaldığı görülmektedir.

Cahitle tanıştıktan sonra bara gittikleri sahnede burnunun şeklini göstererek:

– “Abim kırdı, beni birisiyle el ele gezerken yakalamıştı.” (14:15) diyerek ailesinden gördüğü baskı nedeniyle intihara kalkıştığını ve eğer Cahit’le planladığı evliliği yapmazsa bunun ölmekle aynı anlama geldiğini anlatır. Barda kırdığı şişeyle kolunu keserek, Cahit’e ne kadar ciddi olduğunu gösterir. Sibel’in ilk ve ikinci intihar girişimi ve Cahit’le acele evlenmeye çalışmasının temelinde kültürel baskı yatmaktadır.

Kültürün baskıcı etkisi Sibel ve Cahit’in rehabilitasyon merkezinde kaçtıkları gece otobüste sahte evlilik planlarıyla ilgili konuştukları anda tekrar ortaya çıkar.

Sibel Cahit’e eğer evlenirlerse bunun gerçek bir evlilik olmayacağını, sadece evliymiş gibi davranacaklardır; anne ve babasının evinden ayrılmanın tek yolunun bu olduğunu söyler. Cahit’le özellikle evlenmek istemesinin nedenini de Türk olması ve ailesinin sadece Türk biriyle evlenmesini kabul edeceğini söyler. İkisinin de Türk olduğunu anlayan otobüs şoförünün tepkisiyle karşılaşırlar;

Otobüs Şoförü: İnin aşağı!

Sibel: Ne demek istiyorsun

Otobüs Şoförü: Size inin aşağı dedim!

Sibel: Niye?

Otobüs Şoförü: Çünkü, sizin gibi Allah’ını, dini, kitabını tanımayan köpeklerin otobüsümde işi yok! İn aşağıya! (16:26)

Sahne, Sibel’in tam olarak nelerden kaçmak istediğinin özeti gibidir.

Otobüste olduğu gibi içinde bulunduğu toplum onu nereye giderse gitsin, Türk

90

kimliği ile yaşamaya devam ettiği sürece, hayal ettiği hayatı yaşamasına izin vermeyecektir.

Her ne kadar Almanya’da yaşasalar da hem Cahit hem de Sibel, toplum tarafından Türk olarak değerlendirilip ona uygun değer yargıları içinde değerlendirilecektir. İki zıt karakterin mekanlara uyumsuzluğu, yönetmenin gözünden kültür karmaşı ekseninde verilmeye çalışılmıştır.

Geleneksel kültür bağlamında mekânsal incelemeler yapıldığında, filmde Sibel’in ailesinin yer aldığı sahnelerde, özellikle kız isteme sahnesinde, arka planda 1960’lar Türkiye’sinden kalma ve genelde kırsal kesimde kullanılan dekoratif aksesuarlar göze çarpmaktadır. Cahit ve Şeref eve geldiğinde, TV’de Türk kanalları izlenmektedir. Zamanla kültür ve gelenekler kısmen değişse de 2000’li yıllara gelindiğinde özellikle sahnede, göçmen ailelerin hala 60’lar Türkiye’sini yaşadığına vurgu yapılmıştır. Belki de Sibel’in yaşamış olduğu kültürel çatışmayı 60’ların kırsal ve geleneksel Türkiye’si ile 2000’ler Almanya’sı derinleştirmiştir.