• Sonuç bulunamadı

Gazzali’nin Mucize Bağlamında İbn Sina’nın Nefsin Yetileriyle İlişkili Olarak Ortaya

I. BÖLÜM

2.4. Gazzali’nin Mucize Bağlamında İbn Sina’nın Nefsin Yetileriyle İlişkili Olarak Ortaya

Gazzali, Tehafütü’l-Felasife adlı eserini metafizik (ilahiyyat) ve tabiat bilimleri (tabiiyyat) şeklinde iki kısma ayırır. Tabiat bilimlerinin bölümlerini saydığı ikinci bölümün mukaddimesinde de felasifenin nübüvvet teorilerini özetleyerek asıl meseleyi mucize konusuna getirir.502 Bu anlamda, Gazzali’nin felasifenin nübüvvet teorilerine ilişkin eleştirilerini ortaya koyarken, daha çok mucize bağlamında hareket ettiği görülmektedir.503

Gazzali, burada filozofların tabiattaki olağan akışı değiştiren mucizeleri, hayal gücüyle (mütehayyile) ilgili, sezgi gücüne dayanan teorik akıl gücüyle ilgili ve nefsin pratik (muharrike) gücüyle ilgili olmak üzere üç noktada kabul ettiklerini belirtir.504 Görüldüğü üzere, Gazzali’nin saydığı bu üç çeşit mucize, yukarıda etki ve edilgi konusu çerçevesinde İbn Sina’nın söz ettiği üç çeşit mucizedir. Mucizenin bu üç çeşidi, aynı zamanda İbn Sina’da vahyin psikolojik temellendirilişinde ortaya konulan ‘Nefsin Yetileriyle Bağlantılı Olarak Gerçekleşen Vahiy Türleri/Peygamberlik Biçimleri’dir.

Gazzali, esasında felasifenin mucizeyi böylesi bir bakış açısıyla ortaya koymalarına itiraz etmediğini, bunları peygamberlere özgü nitelikler olarak kabul edebileceğini söyleyerek asıl itirazının felasifenin determinist bir anlayışla konuyu ele almalarına olduğunu açıkça belirtmektedir. Düşünürümüze göre felasife, tabiattaki sebeplerle (esbab) sebepliler (müsebbebat) arasındaki ilişkiyi zorunlu bir ilişki olarak görmektedir. Onların Tanrı’nın kudretiyle ilgili bu sınırlamacı anlayışlarını reddettiğini vurgulayan Gazzali, asıl amacının da Müslümanların mutabık oldukları ‘Allah’ın her şeye gücünün yettiğine’ dair görüşün desteklenmesi olduğunu belirtir.505

502 Gazzali, Filozofların Tutarsızlığı, s. 163 vd.

503 Mesut Okumuş, Kur’an’ın Felsefi Okunuşu-İbn Sina Örneği, Araştırma Yay., Ank., 2003, s. 203. 504Gazzali, Filozofların Tutarsızlığı, s. 163. Felsefenin Temel İlkeleri (Makasıd el-Felâsife), çev.

Cemaleddin Erdemci, Vadi Yay. İst. 2002, s. 301-304.

Bu anlamda Gazzali “Biz ilkelerin işlevlerini seçerek (ihtiyar) yapmadığı ve yüce Allah’ın fiillerini iradesiz yaptığı görüşünü kabul etmeyiz.”506 Diyerek her zamanki gibi Fail-i Muhtar Allah anlayışını öncelemektedir. Nitekim, yukarıda vahyin unsurlarında da belirttiğimiz üzere Gazzali’ye göre felasifenin kabul ettiği anlamda bir Tanrı-alem ilişkisi modeli ortaya koymak, kendiliğinden işleyen kör bir tabiat düzenine ve deist bir Tanrı anlayışına kapı açmak demektir. Böylesi bir anlayış içerisinde kelimenin asıl anlamıyla mucizeye yer olmadığı gibi vahye yer açmak da mümkün olmayacaktır.

Gazzali, öncelikle sebep-sonuç arasındaki ilişkiyi (iktiran) alışkanlık sonucunda zaruri bir ilişki olarak kabul edenlerin aksine, böyle bir ilişkinin zorunlu olmadığını vurgulayarak mucize probleminin tahliline başlar. Ona göre, iki şeyden birinin varlığı veya yokluğu, diğerinin varlığını veya yokluğunu zorunlu kılmamaktadır. Örneğin, su içmek ile suya kanmak, yemek ile doymak, ateşe dokunmak ile yanmak, Güneş’in doğmasıyla aydınlık, boynunu kesmek ile ölmek, ilaç içmekle iyileşmek ve müshil ile ishal olmak arsında bir zorunluluk ve değişmezlik ilişkisi yoktur. Bunların böyle olması, Allah’ın ezeldeki takdiri gereği, birbiri ardınca yaratılmalarından dolayıdır. Bununla birlikte, yemek yemeden de tokluğu, boyun kesilmeden de ölümü yaratmak veya boynu kesildiği halde hayatı devam ettirmek Allah’ın kudreti dahilindedir.507

Bu anlamda ateşle pamuk örneğini ele alan Gazzali, kendisinin ateşle pamuğun birbirlerine dokundukları halde, pamuğun yanmamasını mümkün gördüğünü; hatta ateşe dokunmadan da pamuğun yanıp kül olmasının imkân dahilinde olduğunu kabul ettiğini; fakat filozofların bunu imkansız saydıklarını belirtir. Gazzali’ye göre felasife, yakma fiilini gerçekleştirenin yalnız ateş olduğu anlayışına sahiptir. Onlara göre ateş, isteyerek yakıcı olmayıp, doğası gereği yakıcı olduğundan yanabilecek bir şeye dokunduğunda, onun doğal işlevini yerine getirmesi engellenemez. Reddettiği anlayışın da işte bu anlayış olduğunu vurgulayan Gazzali’ye göre durum, bunun tam aksinedir. Bu anlamda o, yakma fiilini yapanın, pamukta siyahlığı yaratanın, parçalarının dağılmasını sağlayıp yanıp kül haline getirenin Yüce Allah olduğunu

506Gazzali, Filozofların Tutarsızlığı, s. 169. 507Gazzali, Filozofların Tutarsızlığı, s. 166.

belirtir. Allah böyle bir fiili ya melek gibi bir vasıtayla yaratır; ya da vasıtasız yaratır, ateşe gelince o cansız bir şey olup hiçbir etkinliği yoktur. 508

Gazzali, burada filozoflara yakma fiilini yapanın ateş olduğuna dair delillerinin ne olduğunu sormaktadır. Bu anlamda düşünürümüz, filozofların elinde, ateşin dokunmasıyla yanma olayının gerçekleştiğine dair gözlemden (müşahede) başka bu konuda hiç bir delilin olmadığını belirtir. Kaldı ki Gazzali’ye göre söz konusu gözlem, yanmanın ateşe dokunmakla meydana geldiğini gösterir; ancak ateş sebebiyle gerçekleştiğini göstermez. Çünkü yanmanın Allah’tan başka sebebi yoktur. Bu anlamda Gazzali’ye göre, babanın rahme spermayı bırakmak suretiyle oğlunu meydana getirmediği, onun hayatının, görmesinin, işitmesinin ve ondaki bütün hayati işlevlerin faili olmadığı konusunda da herhangi bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Bütün bu işlevlerin babada bulunduğu bilindiği halde, hiç kimse bunların baba tarafından var edildiğini söylememektedir. Aksine bu işlevler ya vasıtasız ya da bu tür olayları meydana getirmekle görevli melekler vasıtasıyla Allah tarafından yaratılmıştır.509

Bu anlamda Gazzali, filozofların Hz. İbrahim’in ateşe atılması meselesinde, ateşe atılışı ve ateşin yakma özelliğine rağmen onu yakmayışını kabul etmediklerini belirtir. Gazzali’ye göre felasife, bu hadiseyi ancak ya ateşten yakma özelliğinin alınarak ateş olmaktan çıkarılmasıyla; ya da Hz. İbrahim’in taşa ya da ateşin etki etmediği başka bir şeye dönüştürülmesiyle açıklamışlardır ki, sonuçta her iki durumun da imkânsız olduğunu kabul etmektedirler. Nihayetinde Gazzali’ye göre tabiattaki olağan akışı sağlayan sebep-sonuç ilişkisini vazgeçilmez bir zorunluluk ilişkisi olarak kabul eden kimse, asanın ejderhaya dönüşmesi, ölünün diriltilmesi ve Ay’ın ikiye bölünmesi gibi olağanüstü mucizeleri imkânsız görmüş olacaktır. Nitekim Gazzali’ye göre felasife, Kur’an’daki ölülerin diriltilmesiyle ilgili ayetleri tevil ederek “Allah, ölüm mesabesindeki cehaleti hayat mesabesindeki ilimle gidermiştir.” Şeklinde bir anlayış geliştirmişlerdir. Onlar, asanın sihirbazların sihir yaptığı ipleri yutmasını da, Hz. Musa’nın elinde bulunan ilahi kanıtın (hüccet) inkarcıların şüphelerini geçersiz kılması şeklinde tevil etmişlerdir. Gazzali, yine

508Gazzali, Filozofların Tutarsızlığı, s. 166 vd. 509Gazzali, Filozofların Tutarsızlığı, s. 167.

ay’ın ikiye bölünmesi meselesinde de filozofların belki de bunun hiç gerçekleşmediğini veya tevatür derecesinde bir haber olmadığını ileri sürmüş olabileceklerini belirtir.510

Esasında Gazzali, felasifenin mucizeleri inkar ettiklerini, fakat bunu söylemeye cesaret edemedikleri için tevile başvurduklarını düşünmektedir. Gazzali, bu anlamda adeta “Sizler şayet vahye inanıyorsanız onun söylediklerine de (mucizeye de) inanmak zorundasınız.” demektedir.511 Dolayısıyla Gazzali’ye göre felasife, Kur’an’ın haber verdiği bu mucizeleri kabul etmemekle, Kur’an’ı, dolayısıyla vahyi kabul etmemiş olmaktadırlar. Buradan hareketle Gazzali’nin de mucize ile vahyi özdeş saydığını mı kabul etmemiz gerekir?

Hemen ifade edelim ki, İbn Sina’nın aksine Gazzali’nin mucizeyi vahiyle özdeş saymadığı anlaşılmaktadır. Nitekim, onun, Kelam-ı Nefsi’ye, Kelam’a delalet eden şeyin yaratılması, peygamberin risaletini doğrulayan şeye ait hususlar olarak mucizenin imkânından söz ettiği görülmektedir.512 Ona göre aynı kaynaktan gelmiş olsalar da mucize ile vahiy, birbirlerine irca edilemezler.

Bu anlamda Gazzali’nin mucizeyi harici bir kanıt olarak vahiyden ayrı bir fenomen olarak değerlendirdiğini söyleyebiliriz. Peki Gazzali, vahyin bir delili olarak mucizeyi nasıl ele almaktadır? Gazzali, vahyin, nübüvvetin doğruluğu için yegane delilin mucize olduğunu mu düşünmektedir?

2.4.1.Gazzali’ye Göre Mucizenin Vahye Delil Oluşu

Peygamberin doğruluğunu nasıl test etmemiz gerektiğine dair endişeleri irdeleyen Gazzali, bu bağlamda şu soruların gündeme gelebileceğini belirtir: “ Bizim gerçekten bir Rabbimiz var mıdır? Eğer varsa, peygamberler gönderecek, sorumluluk yükleyecek, yasak kılacak ve emir verecek şekilde konuşması mümkün müdür? Eğer konuşması mümkün ise, itaat ya da isyan ettiğimiz zaman, bizi mükafatlandırmaya veya cezalandırmaya gücü yeter mi? Eğer gücü yeter ise “Ben size peygamber

510Gazzali, Filozofların Tutarsızlığı, s. 163 vd..; Gazzali, Batıniliğim İçyüzü, çev. Avni İlhan, Türkiye

Diyanet Vakfı Yayınları, Ank. 1993, s. 36.

511Aydın Işık, “Din-Bilim İlişkisi Problemine Mucizeler Üzerinden Genel Bir Bakış: Vahiy

Nesnesinin Mucizeliği Tartışması” Kelam Araştırmaları 5: 1 (2007), s. 95.

olarak gönderildim” diyen bir şahıs, bu sözünde doğru mudur?513 Vahiy iddiasında bulunan kişinin iddiasını doğrulaması mümkün müdür?

Öncelikle vahyin doğrulanmasına yönelik söz konusu olabilecek itirazları gündeme getiren Gazzali, bunları şu şekilde aktarmaktadır: “Peygamberin gönderilmesi, kesinlikle imkânsızdır. Zira peygamberin davasında doğru olduğunu anlatabilmesi imkânsızdır. Zira Yüce Allah’ın bizzat yaratıklara hitap etmek ve onlarla açıkça konuşmak suretiyle kendilerinden, peygamberi tasdik etmelerini, doğrulamalarını istediği düşünüldüğü takdirde, ayrıca peygamber göndermesine ihtiyaç kalmayacaktır. Yok eğer yaratıklarla bizzat konuşmak suretiyle bunu kendilerinden istememiş ise, bu takdirde peygamberin doğruluğunu olağanüstü bir fiille ispat etmesi gerekecektir. Oysa olağanüstü bir fiille sihir, tılsım ve bazı seçkin kişilerin insanları hayrete düşüren acayip fiilleri arasındaki farkı kavramak güçtür. Bu gibi fiillerin ne olduğunu iyice bilmeyenlere göre bunlar da olağanüstü fiillerdir. Bu fiiller de olağanüstü birer fiil olmaları itibarıyla diğerleriyle eşit olduğuna göre, şüphesiz insanlar, bu fiile inanmazlar ve bu da, peygamberin doğrulanması için gereken bilginin meydana gelmemesine sebep olur.”514

Hemen belirtmeliyiz ki Gazzali, peygamberin doğruluğunun olağanüstü bir fiille desteklenmesi, ispat edilmesi anlamındaki mucize ile sihir, tılsım ve bazı seçkin kişilerin insanları hayrete düşüren acayip fiilleri arasındaki farkı kavramanın güçlüğüne ilişkin bir eleştiriyi kabul etmemektedir.

Gazzali, akıl sahibi hiçbir insanın, sihrin, ölüleri diriltmeye, sopanın yılana dönüşmesine, ayın iki parçaya bölünmesine, denizin yarılmasına, anadan doğma körlerin tekrar görmesine, alaca hastalığına tutulanların tekrar düzelmelerine ve bunlar gibi olağanüstü hallere sebep olabileceğini asla kabul etmeyeceğini belirtir. Gazzali, Yüce Allah’ın kudretinde olan her şeyin sihir ile elde edilmesinin mümkün olduğunu iddia eden bir kimsenin iddiasının, zorunlu olarak imkânsız olacağına işaret eder.515 Bu anlamda Gazzali, mucizenin sihirden daha güçlü bir yapı olduğunu düşünmektedir. Dolayısıyla mucize ile sihrin karıştırılması söz konusu olamaz

513 Gazzali, el-İktisâd, s. 38. 514Gazzali, el-İktisâd, s. 234 vd. 515Gazzali, el-İktisâd, s. 234 -236.

Bu arada, bir meydan okuma şeklinde ortaya çıkmayan ve bu anlamda mucizeden ayrılan kerametin, bir fasık vasıtasıyla da gösterilebileceğini belirten Gazzali, “Mucizenin bir yalancı vasıtasıyla gösterilmesi mümkün müdür?” sorusuna cevap arar. Gazzali, meydan okumaya bağlı olan mucizenin, Yüce Allah’ın “ Doğru söyledin, sen gerçekten benim elçimsin.” sözü anlamına geldiğini, Allah’ın da yalancıyı doğrulamasının imkânsız olduğunu ve Allah’ın, “Sen benim elçimsin.” dediği bir kimsenin de gerçekten O’nun elçisi olduğunu ve yalancı olmamış olduğunu belirtir. Bu durumu şöyle bir benzetmeyle de açıklar: Birisi padişahın huzurunda, padişahın maiyetine hitaben, “Ben padişah tarafından size gönderilmiş bir memurum, işte doğruluğuma şahit olarak padişah, âdeti hilafına üç kere kalkıp oturacaktır.” Padişah da böyle yapınca, muhataplar söz konusu kişinin davasında doğru olduğuna kesin kanaat getiririler.516

Sonuçta Gazzali, mucizenin nübüvvete delil olabileceğini düşünmektedir. Bununla birlikte Gazzali, nübüvvetin salt mucize hadisesiyle temellendirilmesi durumunda mucizelere ilişkin sorulacak sorular karşısında şaşırılacağını belirtir. Bu anlamda düşünürümüz, bir değneği ejderha yapmak, ayı ikiye bölmek gibi mucizelere bakmanın yeterli olmayacağını vurgulamaktadır. Zira sadece bu mucizelere bakıp sayılamayacak derecede çok olan ortadaki karineler göz önünde bulundurulmazsa, bu mucizelerin sihir ve hayal olarak kabul edilip, Allah’ın onunla bazı kimseleri dalalete sürüklemek istediği şeklinde bir telakkinin oluşacağını belirtir. Nitekim “Allah istediğini dalalete düşürür istediğini hidayete erdirir.“517 ayeti de buna işaret etmektedir. Esasında, mucizeyi sihirden daha güçlü bir yapı olarak kabul eden Gazzali, yine de mucizelerin bazı kimseler tarafından karıştırılabileceğini düşünmektedir.

Yine Gazzali’ye göre nübüvvete olan iman konusunda temel referansın çok düzgün ve tesirli kelamdan ibaret olması durumunda ise ona benzeyen diğer muntazam kelam ile sende şüpheler uyanır imanın yıkılır. 518

516Gazzali, el-İktisâd, s. 237, 240.; Gazzali, İhya, c.1. s. 292. 517Fatır, 35/8.

Gazzali, doğruluklarını ortaya koymak hususunda mucize gösteren peygamberlerin sözlerinin gerçek oluşu incelenmese bile, bulunduğumuz yerden veya evden çıkarken yırtıcı bir hayvanın evimize girdiğini, ondan korunmamız gerektiğini haber veren kimseden daha güvenilir olduklarını belirtir. Nasıl ki yırtıcı bir hayvanın evimize girebileceğine ihtimal verip, bize haber veren kişiye olabilir diyerek elimizi kolumuzu sallayarak evimize dönmemize imkân olmayıp; aksine böylesi bir ihtimal durumunda bile hadiseyi önemseyip tedbir almaya yöneliyorsak, kesin olan ölüm karşısında da ölümden sonrasını düşünerek ve gerekli tedbirlere başvurarak hadiseyi önemsememiz gerekir.519

Gazzali, araştırma ve inceleme sonucunda bütün bu hususların doğru olduğuna kanaat getirmemiz halinde akıllı kişiler olarak yapabileceğimiz tek şeyin ihtiyatlı davranmak, kendi nefsimizi eleştirmek ve sonsuz ebedi bir hayatın karşısında geçici hayatın esiri olmamak olduğunu belirtir.520 Gazzali, görüldüğü üzere esasında teorik reçetelerden ziyade pratik dini hayatın işlevselliğini ön plana çıkartmaktadır.

Sonuçta mucizenin vahyin doğrulanması için karinelerden bir karine olduğunu, dolayısıyla sadece mucize ile yetinilemeyeceğine işaret eden Gazzali, mucizenin