• Sonuç bulunamadı

de, ‘‘Her an

başımıza bomba

ya da IŞİD’in

askerlerinin

gelip boğazımızı

kesmesinden

iyidir’’ diyorlar

125

B

i

r

l

i

r

a

SERT VE SOğUK ARAlıK AYı VE GÜNlERDEN

pAZAR. SAAT 10.39’U GÖSTERİYOR. FATİH’İN

DAR SOKAKlARıNDAN BİRİNDE KÜçÜCÜK

SURİYElİ BİR KıZ çOCUğU pAçAMA YApışMış

BOZUK BİR TÜRKçE İlE “BİR lİRA” DİYOR.

“pARAM YOK” DİYORUM ANlAMıYOR, ıSRARlA

“BİR lİRA” DEMEYE DEVAM EDİYOR. YÜZÜNE

BAKıYORUM ÖYlE SEVİMlİ Kİ. CEBİMDEN

çıKARTıp BİR lİRAYı BU TATlı YÜZÜN SAHİBİNE

VERİYORUM. BİZİM BURAlARDA çOCUKlARA

pARA VERMEK YANlışTıR.

Ö

yle bir gülümseme yayılıyor ki yüzüne. Bir lira neymiş! Bu gülümsemenin yayılışına şahit olmanın yaşattığı his paha biçilmez bir şey diyorum kendi kendime. Bir liraya karşılık dünyaya fazla gelen bir mutluluk... Gökyü-zünü gülümseten bir çocuk yüzü...

Bir çocuğu sevindirme yanlışlığı. Çelişkiler coğraf-yası; ölümün, kanın, yetim ve öksüz kalmanın ço-cukların öz kardeşi olan coğrafya... Bu coğrafyada çocuğa para vermek yanlışmış!

Ancak o da ne? Bu küçük olaya şahit olan onca Suriyeli çocuk sarmalayıveriyor etrafımı... Hep bir ağızdan “bir lira, bir lira, bir lira” demeye başlıyorlar. Bakkal “işte şimdi yandın!” dercesine bakıyor bıyık altından gülerek. Evet evet bu gülümsemeyi de bili-yorum; esnaf kurnazlığı!

O sırada aralarında en küçük olan, ağzı burnu yara bere içinde bir erkek çocuğu başlayıveriyor ağla-maya. O an göğsümü yarıp yüreğimi veresim geldi o yurtsuz çocuklara. Hem bir çocuğun gözyaşından hangi yürek daha değerli ki!!!

Birilerinin mutluluğu, birilerinin mutsuzluğu oluveri-yor yine. Bir çocuğa bir lira vererek yanlış yapmadım bir yanlış varsa eğer, diğer çocuklara para vermeme yanlışlığıdır.

Zulüm hiç bitmiyor

İstanbulluların caddelerde, sokaklarda, meydanlar-da, kafelerde, restoranlarmeydanlar-da, toplu taşıma araçla-rında her gün şahit olduğu manzaralar... Savaşın sa-dece tanığı değiliz bu çocukları görünce aynı zaman da sanığıyız da. Dünya hepimizin ise o zaman neden

birileri hep mülteci oluyor? Politika halkın huzuru içinse neden emperyal politikalar birilerini hep yer-siz yurtsuz bırakıyor? Zulüm neden hep çocuklara öz kardeş oluyor?

Zulüm hiç bitmiyor aslında, yalnızca yer değiştiri-yor. Ülkesindeki zulümden kaçan insanlar, kendile-rini burada başka bir zulmün içinde buluyorlar. Aklı-ma, geçen sene bindiğim İstanbul’a mülteci taşıyan o otobüs geliyor.

Saat sabahın dördü. Ankara Şehirlerarası Otobüs Terminali (AŞTİ) buz gibi. Çığırtkanın biri bağırıyor. “İstanbul, İstanbul, İstanbul...” “Ne kadar” diyorum, “Otuz lira” diyor. “Tamam” diyorum , “Gel benimle,” diyor. Düşüyorum peşine. Benimle birlikte üç kişi daha geliyor çığırtkanın ardından. Hep birlikte oto-garın dışına çıkıyoruz. Yol kenarında bir otobüs bek-liyor. Hatay’dan geldiğini anladığım bu otobüse bin-diğimizde muavinin Türkçe bilmediğini farketmem sorduğum soruya Kürtçe-Arapça karışık bir cevap almamla uzun sürmüyor. Kaçak bir mülteci otobü-süne binmiş olmanın heyecanıyla hemen bulduğum boş bir koltuğa oturuyorum. Yaslanır yaslanmaz arkada oturan adamın dizinde buluyorum kendimi. Koltuk bozuk, otobüs çok kötü kokuyor, çocuklar ağlıyor...

Uyuyamıyorum haliyle. Kulağım sürekli ne anlama geldiğini tahmin edemediğim kelimelere takılıyor. Uyumak, konuşmalar kesildiğinde de mümkün ol-muyor. Çünkü ya bir çocuk ağlamaya başlıyor ya da burnumun alıştığını zannettiğim koku yeniden can-lanıyor ve daha güçlü bir hal alıyor. Bu koku ne yazık ki, “insan kokusu”. İnsan olabilmenin kokusu...

127

Bombaların ve mermilerin arasında, elektiriği-suyu olmayan, harabelere dönmüş evlerinden, mülteci kamplarından, soğuk misafirhanelerden, izbe do-laplardan, TIR konteynerlerinden hayatta kalmayı başarabilmiş ve bir umut yolculuğuna çıkmış, bir otobüs dolusu insanın kokusu.

Saatler geçiyor, bir damla uyku yok. Ama Fatih Sul-tan Mehmet Köprüsü’nü nasıl geçtiğimizi hatırla-yamıyorum. Esenler Otogarı’na geldiğimizde bizim muavin bozuk bir Türkçe ile uyandırıyor. “Geldik abi, kalk!”

Otobüsten indiğimde, o perona giren tüm ama tüm otobüslerin içlerinin aynı olduğunu fark etmem uzun sürmüyor. Evlerinden alabildikleri kadar eşyayı çu-vallara, hurçlara, patlamış bavullara doldurup ge-tirmiş bu insanlar. Yol bilmeden, yordam bilmeden, beş kuruş parayla ya da parasız çok geçmeden İs-tanbullu oluyorlar. İstanbul bu ya! Sindiriyor herke-si işte. Sindiriyor herke-sindirmeherke-sine de, bir şu Suriyeliler battı boğazına!

Ve çok geçmeyecekti...

Artık yemek isteyenler pataklanacaktı!

Bu çocuklar sağda solda dilenip paçanıza “bir lira” diye yapışacaklardı.

Körolası açlıktan bir lokanta masasındaki artık ye-mekleri yemek isteyenler pataklanacaktı.

İtilip kakılıp hor görüleceklerdi. Belki tecavüze uğrayacaklardı.

Ebeveynleri asgari ücretin altında ve sigortasız, bir-birinden ağır işlerde köleler gibi çalıştırılacaklardı. Kimse onlara ev vermeyecek, verenler de fahiş fiyat

uygulayacaktı.

Misafirhanaler, depolar, parklar, kaldırımlar alt alta-üst alta-üste Suriyelilerle dolacaktı.

Belki faşist saldırılara maruz kalacaklar, mahalleleri taşlanacak, sopalarla dövüleceklerdi.

Bir bombalama haberini televizyondan veya orada-ki yakınlarından öğrenip sevdiklerini kaybettiklerini anlayınca ağıtlar yakacaklardı ve bu bizim pek de umrumuzda olmayacaktı.

Sonra bu zulümden de kurtulmak için, biriktirdikle-ri tüm parayla, ailecek bir tekneye, lastik bota binip umuda doğru yol alırken Ege açıklarında boğularak öleceklerdi.

Küçük bir Suriyeli çocuğun cesedi karaya vuracaktı. Çok geçmemişti, hepsi olmuştu.

Demiştim ya. Zulüm sona ermemişti, sadece yer de-ğiştirmişti.

Fatih sokaklarında kendine bir lira verilen çocuğun gülümsemesi tüm bunları bir an olsun unutturabi-lecekken, bir lira için gözyaşlarına boğulan o küçük çocuğun gözleriyse hiçbir zaman bu hafızadan silin-meyecekti.

Yazılan bu tarih, bu insanlık ayıbı, bu suç, bu dram... Hiçbir zaman unutulmayacak ve sonsuza dek evre-nin tüm karanlık dehlizlerinden hiç durmadan başa dönerek oynayacak bir film haline gelecekti.

Her gün, her saat, her saniye... Evrenin karanlık bi-linmezlerinin her milimetre karesi, o küçük çocuğun hıçkırık sesleriyle yankılanacaktı ve her birimiz bu filmin prodüksiyonunda belki büyük, belki küçük bir rol almış olmanın vicdan azabını ömrümüz boyunca yaşayacaktık.

“Mahalle kültürünü

Benzer Belgeler