• Sonuç bulunamadı

1.2. Dayanışma Olgusunun Sosyolojik Yönelimi: Klasik ve Çağdaş Eğilimler

1.2.2. Çağdaş Eğilimler: “Toplumsal Dayanışma”dan “Sosyal Dayanışmalar"a

1.2.2.5. Fukuyama: Toplumsal Sermaye, Güven ve Dayanışma

Toplumsal dayanışmanın bir ölçüde, hem sebebi hem de sonucu olarak düşünülebilecek olan güveni, değişip farklı formlara bürünen toplumsal ilişkiler ekseninde ele alan Francis Fukuyama, sanayi sonrasında artarak çözülmeye devam eden toplumsal ilişkiler sorununa odaklanmıştır. Ona göre büyük çöküş olarak ifade edilen 1960’lı ve 1990’lı yıllar arasında sanayileşmiş ülkelerin pek çoğunda benzer bir dizi sosyal problem ortaya çıkmış, özellikle batı toplumlarını etkileyen bu durum, bireyselleşme sürecinin bir yansıması olarak aile ve akrabalık gibi kadim kurumların oldukça olumsuz tecrübeler geçirmesini ve bu çerçevede toplumsal bağların yozlaşmasını beraberinde getirmişti. Fukuyama’ya göre (2009: 19, 20), günümüzde insanların birbirleriyle daha az ilişki içerisinde olduklarına dair herhangi bir kanıt olmasa da, karşılıklı bağlar genellikle daha kısa ömürlü, daha zayıf ve daha küçük insan gruplarıyla sınırlıdır. Gerçekte, bilgi çağında pazardan laboratuvara toplumun birçok alanında yeniliklere ve büyümeye yol açan aşırı bireycilik kültürü, toplumsal normlar alanını aşarak neredeyse bütün otorite unsurlarını aşındırmış; aileleri, mahalleleri ve ulusları bir arada tutan bağları zayıflatmıştır.

Fukuyama, 1990’lı yıllarda internetin ortaya çıkmasına ayrı bir önem atfederek, bilgi çağının nihai başarısını gerçekleştirdiğini ifade etmektedir. Bilginin artışı ile birlikte özgürlük ve eşitlik taleplerinin de artması, bireyler üzerinde bağlayıcı olması gerektiği düşünülen toplumsal kuralların kısıtlayıcı baskısında kurtulma fikrini ortaya çıkarmıştır. Ancak evlilik dışı ilişkiler, gayrı meşru çocuklar, aile içi istismar, boşanma ve suç oranlarının giderek artmasıyala beraber “öz saygı” ekseninde talep edilen sınırsız bireysel isteklerin yani kuralları çiğnemenin neredeyse

32 tek kural haline gelmesi, çok geçmeden insanları ahlak kurallarının öyle gelişigüzel kısıtlamalar olmadığı sonucuna vardırmıştır. Sözü edilen kısıtlamalar Fukuyama’ya göre(2001: 31, 34), idda edilenin aksine, gerçekte her türlü ortak girişimin ön koşuludur. Toplumbilimcilerin gittikçe “toplumsal sermaye” olarak, toplumun ortak değerler birikimini adlandırmaya başlaması aslında tam da böyle bir sürecin etkisinde gerçekleşmiştir. Toplumsal sermaye kısaca, bir grubun üyelerinin birlikte paylaştığı ve bu kişilerle işbirliği yapılmasına imkan tanıyan gayrı resmi değerler ve normlar kümesidir. Grubun üyeleri, diğerlerinden güvenilir ve dürüst davranışlar sergilemesini bekleyeceğinden, güven bu ilişkinin temel boyutlarından birini oluşturacaktır. Güven olgusunu Fukuyama bu noktada, “herhangi bir topluluğun işleyişini daha verimli hale getiren kayganlaştırıcı bir madde” şeklinde ifade etmektedir. Dolayısıyla, ortak girişimin ön koşulu olarak toplumsal kurallar ve ahlaki değerlerin toplumsal sermayenin en önemli unsurlarından birisi olduğu vurgulanırken, toplumsal dayanışmanın öneminin söz konusu tartışmalarda belirginleştiği görülmektedir.

Fukuyama’nın özellikle aile olgusuna odaklanarak ele aldığı toplumsal dönüşüm konusundaki düşüncelerinde toplumsal değerler önemli rol oynamaktadır. Bu düşünceye göre, doğal sivil bağlar ve dinsel bağlar olmadan ekonomik bağlar tek başına hiçbir anlam ifade etmez. Bu bağlar olmadan ne ailelerin ne de bireylerin kendi aralarında, ne de onlarla devlet arasında dayanışmanın sağlanabilmesi mümkün değildir. Gerçekte; dürüstlük, güvenilirlik, işbirliği ve diğer insanlara karşı görev bilinci gibi bazı toplumsal eylemler Fukuyama’ya göre (2005: 64) bireyin oluşumunda kritik bir önem taşır. Söz konusu bireysel erdemler en iyi şekliyle, sosyal dayanışma derecesi yüksek toplumlarda olgunlaşan aile, okul, işyeri gibi güçlü grup ortamlarında ortaya çıkabilecektir.

Fukuyama’nın mikro ölçekteki grup dayanışması ile ilgili fikirleri, toplumsal dayanışma yaklaşımının aksine daha olumsuz vurgular barındırmaktadır. Fukuyama, sermayenin farklı biçimlerini değerlendirirken özellikle sosyal sermayenin yapısı gereği negatif dışsallıklara daha çok eğilimli olduğunu ifade eder. Bunun anlamı; sosyal sermayenin birileri için kazanç durumundayken diğerleri için kayıp anlamına da gelebilmesidir. Bu anlamda, Fukuyama’ya göre (2001: 8,9) örneğin insan topluluklarında grup dayanışması genellikle grubun dışındakiler için “düşmanlık

33 bedelinin sipariş edilmesi” dir ki bu, tıpkı siyasetin temeli olduğu gibi, dünyadaki doğal insan meylinin “dost ve düşman” şeklinde ikiye ayrılmasının en basit sebeplerinden birisidir. Diğer taraftan bu etkiyi sosyal sermayeyi ölçerken de göz önünde bulundurmak gerekir. Çünkü grup içindeki dayanışma, grubun üyelerinin dışarıdaki üyelerle iş birliği yapma kabiliyetini zayıflatabilmektedir.

Fukuyama kendi fikirlerini temellendirirken sıklıkla ifade ettiği toplumsal kurallar ve ahlaki değerler, gerçekte de toplumsal dayanışmanın temel kaynağı iken, “ortak girişim” şeklinde ifade edilen olgu, dayanışmanın toplumsal ilişkilerde eylemlilik boyutuyla somutlaşmış hali olarak düşünülebilir. Dolayısıyla daha çağdaş toplumsal ilişkileri ve bu ilişkilerin ürettiği değeri anlamak için kullanılan “toplumsal sermaye” kavramının, toplumsal dayanışmayı da tarihsel süreçte değişip dönüştüğü ölçüde günümüz şartlarına atfen karşıladığı söylenebilir. Diğer taraftan “toplumsal dayanışma”nın, tarihsel süreç içerisinde “sosyal dayanışmalar”a dönüştüğü odağındaki fikirlerin yanı sıra, gündelik ilişkilerde bireyüstü toplumsal değerleri önceleyen “toplumsal sermaye” düşüncesi ile de makro sosyolojik boyutta bir dayanışma belirlemesine tekrar yaklaşıldığı görülmektedir.

Çalışmanın bu kısmına kadar, toplumsal ve tarihsel yansımalarıyla birlikte teorisyenlerin ele alış tarzları eksininde bir çerçeve çizilmeye çalışılan dayanışma olgusunun sosyal ilişkilerdeki önemi, literatürde çeşitli biçimlerde ele alınıyor olsa da “toplumsal dayanışma” konusuna sosyolojik ilginin günümüzde daha az olduğunu söylemek mümkündür (Crow, 2010: 53). Klasik sosyologların modernleşme tecrübesi ekseninde ilgilerini yönelttikleri ve daha bütünsel olarak ele aldıkları dayanışma olgusunun, zamanla kendi içinde bölünerek iki farklı temel yönelim gösterdiği ifade edilebilir. Bunlardan ilki, dayanışmanın daha önce de bahsedildiği gibi kimlik ve hak talepleri ekseninde sosyal hareketlerde görüldüğü biçimi iken diğer eğilim aile, akrabalık, komşuluk ilişkilerinde yine modern kentsel ilişkilerin dönüşümü bağlamında değişen haliyle var olan dayanışma olgusudur. “Toplumsal dayanışma” ve “sosyal dayanışmalar” şeklinde ifade edebileceğimiz bu temel iki yönelimde görece romantik bakış açısının hakimiyeti hissedilmektedir. Modernleşmenin olumsuz sonucu olarak nostaljik bir vurguyla konuşlandırılan, “sosyal bağların gittikçe eski gücünü ve işlerliğini kaybettiği” düşüncesi, hak talebi bağlamıyla “siyasal”, yatay kurumsal ilişkiler bağlamıyla “sosyal” olarak

34 adlandırabileceğimiz bu her iki dayanışma yöneliminde etkili olmuştur. Fakat modern üretim ve tüketim ilişkilerinin beraberinde getirdiği bireyselleşme gibi birtakım sonuçlar nasıl bazı daha küçük ölçekli dayanışma ilişkilerini “yeni formlar” olarak ortaya koyuyorsa, aile ve akrabalık, komşuluk ve arkadaşlık gibi birtakım enformel ilişkilerin de değişip dönüştüğü ölçüde, dayanışma ihtiyacını farklı şekillerde karşıladığı görülmektedir.

Benzer Belgeler