• Sonuç bulunamadı

Fotograf: Kültigin Yazıtı Üzerinde Bulunan Dağ Keçisi Damgası

Haluk Bekmen dağ keçisine eski zamanlarda oğlak dendiğinden bahseder. Oğlak kelimesi hakkında bilgi verirken dağ keçisine Türklerin yükledikleri anlamın da kaynağını göstermiş olur. “Bu sözcüğün yapısında oğ (yükselme) kök sözcüğü ve –lak takısı vardır. Ek kısmındaki -lak takısı bir eylem sözcüğünü sıfata dönüştürmektedir. Örneğin, parlamaktan parlak, çatlamaktan çatlak gibi pek çok sözcük bulunabilir” (Berkmen, www.astroset.com). “Eski Türklerde bazı boyların totemi ve tabusu keçidir. Hitit mitolojisinde de keçi motifi vardır. Kırgızlarda keçileri koruyan bir varlığa inanılır ve bu varlık "Çıçan Ata" olarak anılır” (Armutak, 2002: 41). Hayvanların koruyucusu

169

anlayışı çeşitli Türk topluluklarında yaşamaktadır. Kendisine yüklenen anlamlar dolayısı ile “Köktürkler dağ keçisi–teke’yi damga olarak kullanmışlar onu Bengü Taşların en üst kısımlarına yerleştirmişlerdir” (Alyılmaz, 2005: 17).

Dağ keçisinin kullanıldığı ve önemli bir yer tuttuğu alanlar içerinde sözlü edebiyat da bulunmaktadır. Altay bölgesinde yaşayan Türkler arasında yaşayan efsaneler içerisinde yer alan Tufan efsanelerinde birisinde tufanın olacağını ilk gören demir boynuzlu bir gök yeleli bir keçidir. İnsanları uyarmak için yedi gün yeryüzünde dolaşır ve zelzelenin nasıl olduğunu anlatır (Uraz, 1994: 256).

“Kococaş destanında kutsal ve sihirli yetenekleri olan hayvanlar (totemistik hayvanlar) çoktur. Destan, avcı Kococaş ile bu hayvanların mücadelelerinden ibarettir. Bunların içinde Sur Ecki -bazı kaynaklarda çift toynaklı yabani hayvanların koruyucusu olan dağ keçisi olarak geçer – önemli bir karakterdir. Sur Ecki’nin yavrularını öldüren Kococaş onun bedduasıyla olur. Çünkü Sur Ecki kendi soyunun devamını istemektedir. Kendi soyunun devamını isteme motifi popüler Kırgız edebiyatında da görülür” (Yılmaz, 2008:998).

Atasözlerimiz içerisinde de keçiye rastlanmaktadır. “Keçi geberse de kuyruğunu indirmez; Keçi nereye çıkarsa oğlağı da oraya çıkar. Bu atasözlerinden de keçinin inatçı, azimli, kararlı oluşu; atasının, büyüğünün yolundan gitmesi, atalarını örnek alması itibariyle Türk’ün genel karakteriyle örtüştüğü söylenebilir”(Sarı-Balkan, 2009: 2394). Dağ keçisinin damga olarak kullanılması onun çeşitli nesneler üzerinde devam etmesini sağlamıştır. Günümüzde halı, kilim vb. gibi dokumalar üzerine de işlenmektedir. Bu işlemeler tarihsel kökenler dikkate alındığında kültürün devamlılığını göstermesi bakımından önem arz etmektedir. Türkler her gittiği coğrafyada kendi mühürlerini kullandıkları çeşitli damgalar aracılığı ile vurmuştur.

3.11.6. Gül

Türk mimarilerinde süsleme unsurları içerisinde güle de yer verildiği görülmektedir. “İslam geleneğinde Hz. Muhammed’in, Hz. Ali’nin ve Mevlana Celaleddin’in gülle ilgili olumlu sözleri rivayet edilir. Sufilik’te ruhsal aydınlanmanın ve ‘kalp gözü’nün açılmasının sembolüdür. Kimilerine göre gülün kat kat olan taç yaprakları ile ruhun manevi organı ve sezgi kapısı olan kalbin kat kat olması arasında bağlantı vardır” (Pilici, 2008: 40).

170

Mimaride karşılaştığımız gül motifi taş oymada üç butlu oyulduğu ve doğal bir görünüşe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Mimari yapılarda karşılaştığımız doğal görünümlü gül motiflerinin yanında güneşin gül şeklinde stilize edilerek işlendiği örneklerde vardır. “Bugün Anadolu’nun pek çok yöresinde stilize edilmiş “güneş gülü” damgalarının kullanılması ve bu işaretin “saadet, bolluk, bereket” manalarına geldiğinin ifade edilmesi Türk kültür tarihi açısından önemli bir belgedir” (Gülensoy, 1989: 46) .

“Merkezi, dairesel bir yapılanma gösteren gül, her şeyden önce, merkeze ulaşılmış olmayı simgeler. Dış çalışmayla değil, ancak uzun bir iç çalışma (duygularını, düşüncelerini, imajinasyonunu, niyetlerini denetleyebilme vs.) sayesinde edinilebilen bir şuur halini, yani nefsaniyetini yenmiş, kendini her bakımdan denetleyebilen, aydınlanmış, uyanmış insanın şuurunu, kısaca, ruhani (sprituel) aydınlanmayı, varlığın ‘ruhani tesir’i kendi başına çekip aktarabilecek duruma gelmesini ve bu duruma erişen varlığı simgeler. Eş merkezli iç içe ‘daire’ler sembolizmini de taşıyan bu çiçeğin bir baksa özelliği kokulu, fakat dikenli olmasıdır” (Salt, 2006: 138; Pilici, 2008: 41).

Gül, Türk İslam bezeme sanatlarında, sık kullanılan bir sembol motif olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kullanımda kendisine yüklenen yukarıdaki anlamlarının yanında Hz. Muhammed’in gülün kokusunu çok sevdiği, sarığının parçalarının güle dönüştüğü ve terinin bile gül gibi koktuğu ile ilgili rivayetler sebebiyledir. Genel olarak baktığımızda gül, sevginin, aşkın, muhabbetin simgesi olarak kabul edilmiştir.

3.11.7. Hayat Ağacı

Tabiatla ilgili inançlar içerisinde yer alan ağaç kutsallığı ve ağacın sembolleştirilmesi çok eski kültürlerden günümüze kadar gelmektedir. Tabiatta bulunan bütün varlıkların birer koruyucu iyeye sahip olduğuna inanılır. Hayat ağacı, dağ, ormanlar gibi bazı varlıkların bünyesinde çeşitli iyeleri de barındırdığı inancı vardır. Ağaçlar birer canlı varlıkmış gibi kabul edilmiş ve kendi iyelerinin yanında çeşitli iyeleri de etrafında toplama gücüne sahip olduğu düşünülmüştür. İnsanoğlunun tabiatla iç içe yaşaması ağacı tabiat varlıkları içerisinde çok çeşitli yönlerden faydalanılan bir yapıya kavuşturmuş ve ağacı etrafında geliştirilen inanç pratikleri sonucu bir kült noktasına ulaştırmıştır.

“Bu anlamda, dünya ağacı (hayat ağacı) sembolizminde birçok dini fikir de bulunmaktadır. Bir taraftan o sürekli olarak yenilenmekte olan evreni, kozmik hayatın tükenmez kaynağını, kutsalın mükemmel olarak hazinesini temsil ederken, diğer yandan da gök veya gezegenlere ait gökleri temsil eder. Gezegenlere ait gök sembolü olarak, pek çok geleneklerde bulunan dünya ağacı (kozmik ağaç) sembolü

171

dünyanın kutsallığını, bereketliliğini ve sürekliliğini vurgulayarak yaratma fikri ile olduğu kadar, nihai olarak da mutlak gerçeklik ve mutlak ölümsüzlük düşüncesiyle ilişkide bulunur. Böylece dünya ağacı, hayat ağacı ya da ölümsüzlük ağacı olur” (Işık, 2004: 93).

Eski tarihlerden günümüze maddi ve manevi kültür ürünlerinde sıkça karşılaştığımız sembollerden birisi de “Hayat Ağacı”dır. Tuncer Gülensoy Türklerin ongun hayvanlar dışında kullandıkları en önemli motifinin “Hayat ağacı” adı verilen piktogramlar olduğundan bahseder.

“Türk destanlarının pek çok bölümünde yer alan hayat ağacı, Altay mitolojisine göre gökyüzüne yükselen çok büyük bir çam ağacıydı. Gökleri delip çıkan bu ağacın tepesinde ise Tanrı Bay-Tlgen oturuyordu. Şaman davullarında da bu ağacın değişik şekilleri görülmektedir. Şaman davullarındaki bu ağacın kökleri dünyada değil, daha çok göğün başladığı yerden itibaren gösteriliyordu. Altay yaratılış destanında olduğu gibi bu ağaçların “dokuz” tane de dalları vardı. Aynı zamanda “gök ağacı” adı verilen bu “hayat ağaçları” genellikle gökteki bir dağ veya tepe üzerinde oturtulmuşlardı. Ağacın bir yanında ay, diğer yanında da güneş bulunuyordu”(Gülensoy, 1989: 50).

Türkler, mitolojik bir sembol olarak kullandıkları hayat ağacını, maddi âlemde “kayın ağacı” ile sembollemişlerdir. Kayın ağacı Türk hayat tarzının vazgeçilmez bir unsuru olmuş, günlük yaşantıda kutsiyet atfedilen ağaçtan yapılma ürünlerin tamamı kayın ağacından yapılmıştır. Türkler “yurt” adı verdikleri çadırlarının içerisinde “Yedi veya dokuz dalı bulunan ağaç, gövdesi üst delikten geçecek şekilde yurt'un merkezine ekilir. Şamana evrensel yolculuğunda merdiven görevini görür”dü (Babaoğlu,1997: 76). Yurt veya ev/eb olarak isimlendirilen çadırlarının içerisinde bulundurmayı uygun gören atalarımız, zaman içerisinde Türk mitolojisinde önemli yeri olan hayat ağacını “sonsuzluğu, ölümsüzlüğü, ebediliği” sembolleyecek şekilde sonraki önemli mimari yapılara da işlendiklerini görmekteyiz. Bu ağaç sembolizminin İslamiyet’i kabul eden Türk topluluklarında çınar ağacının kutsallığı şeklinde devam ettiğini görmekteyiz.

“Ancak Erzurum Çifte Minareli Medrese (13. yüzyıl) ve Kayseri Döner Kümbet (M. 1276-77)’deki gibi, taş kabartmalarda Dünya Ağacı’nın tepesinde bulunan kartallar, Dünya Ağacı sembolizmiyle (Türk kozmolojisi ile ) ilgilidirler. Kozmolojik ekseni oluşturan Dünya Ağacı’nın tepesindeki kartal İslâmiyet’ten önce Gök Tanrı’yı da temsil ettiğine göre, burada Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak görülen hükümdara ve onun Yeryüzü hakimiyeti idealine işaret ediyor olmalıdır” (Çoruhlu, 1995:87).

172