• Sonuç bulunamadı

3.2. İncelenen Hikâyelere Göre Ak Sakallı İhtiyar, Derviş ve Hızır Tipler

3.2.2. Ad Verme Fonksiyonu

Bir önceki bölümde de belirtildiği üzere, hikâyelerde çocuğu olmayan padişah ya da bey, veziriyle birlikte yolculuğa çıkar. Pınar veya ağaç yanı gibi farklı yerlerde, Hızır, pir, derviş, ak sakallı ihtiyar başta olmak üzere muhtelif adlar altında karşılaştıkları ilâhi tipler, onların kim olduğunu, niçin yolculuk ettiklerini bilir ve onlara elma vererek ya da yerine getirilmesini istediği bazı şartlar sunarak bir anda

159 Saim Sakaoğlu ve diğerleri, Meddah Behçet Mahir’ in Bütün Hikâyeleri II, s. 72-73. 160 Saim Sakaoğlu ve diğerleri, Meddah Behçet Mahir’ in Bütün Hikâyeleri II, s. 75.

161 Türk mitolojisi ve inanışlarında ağaçtan türeme motifine dair geniş bilgi için bkz. Yaşar Çoruhlu,

ortadan kaybolur. Elmayı alan, yiyen ve kendisinden istenilen bazı şartları yerine getiren padişahın, çocuğu olduğu gibi çocuğu olmayan vezir ya da yardımcısının da aynı şekilde çocuğunun olduğu görülür. Doğumdan sonra yapılanlar içerisinde, şüphesiz en önemli geleneklerden biri de doğan çocuğa ad koymak olacaktır. Çocuğun olmasıyla birlikte bazı hikâyelerde bu yardımcılar, çocuğun ismini de kendisinin koyacağını belirtir. Bunun üzerine çocuğa ad verilmez. Çünkü derviş, daha sonra gelip çocuğa isim vereceğini belirtmiştir. Bazı hikâyelerde bu şekilde 3-4 yıl ve hatta 15 yıl beklenir. Çocuğun adı olmadığı için ona “adsız” denilmeye başlanır. Çevredekilerin arzusuyla çocuğa isim koymak için ileri gelen kişiler, bilgeler ile bir meclis toplandığında derviş, birden çıkagelir, çocuğa adını koyar ve ortadan kaybolur.

“Kutlu doğan bahadırın adını, yine Tanrı tarafından gönderilen kutlu kişi koyar. Bu da Tanrı kutunun sembolüdür.”162

Burada, kahramanın doğumunda görüldüğü gibi, doğan kahramana ad vermenin de Tanrı kutunun sembolü olduğuna dair bir inanç görülür. Tanrı’nın isteğiyle kahramanın kutlu doğumuna vasıta olan ilâhi tipler, yine Tanrı tarafından kutlu doğan bahadırın adını koyma işlevini de yerine getirir. Ve yine tüm bunları Tanrı adına yaparlar.

“Ad; insanın bireysel ve toplumsal kişiliğinin yanı sıra büyüsel, gizemsel gücünü de gösteren bir simgedir.”163

Bu sebeple hikâyelerde ad vermenin gelişigüzel yapılmadığı görülür. Derviş, Hızır, pir gibi ilâhi tipler de bunu yaparken günümüzde olduğu gibi birtakım değerlere ve niteliklere bağlı olarak bunu gerçekleştirir. Nitekim bunu Tanrı adına yapıyor olması da bunu gerektirir.

İncelenen hikâyelerden “Kirmanşah”, “Tahir ile Zühre” ve “Elif ile Mahmut” hikâyelerinde bu ilâhi tiplerin, doğan çocuğa ad verdiği görülür.

162 Pervin Ergun, a.g.e., s. 244

163 Sinan Gönen, “Dede Korkut Hikâyeleri’nden Günümüze Yansıyan Doğum Âdetleri”, Türklük

Örneğin, “Kirmanşah” hikâyesinde, Hurşut Şah ve vezirinin bir nehir kenarında karşılarına çıkan pir, Hurşut Şah’a çocuk sahibi olabilmesi için bazı şartlarda bulunmuştur. Pir’in Hurşut Şah’a bulunduğu yedi şarttan üçüncüsü, doğacak çocuğa ismi kendisinin vermesidir. Aradan dört kadar yıl geçer, çocuk doğar, Hurşut Şah kendisinden istenen tüm ikmalleri yerine getirir; fakat pirler nevinden kimse görünmez. Vezirler de bir gün, dört yaşına gelen çocuğa, şahın da izniyle bir ad koymak ister. Baş vezir ve şah, meclise çocuğun doğumunda görünen Hazreti Hızır’ın kendilerine ifade verdiğini, bu çocuğun adını gelip kendisinin koyacağını her ne kadar söyleseler de meclis, Hızır dünya mekânı içinde şimdi kim bilir nerededir, hangi yurttadır bilinmez deyip çocuğa ad vermek istediklerini yinelerler. O sırada, Hazreti Hızır bir anda gelerek, çocuğu bacaklarının arasına alıp okur, üfler, göğsünü sıvazlar ve şöyle der:

“Ey şahım bundan sonra bu çocuğin dalıni yere getiren hiçbir fert olmayacak, bu çocuğun adıni Kirmanşah goydum.”164

“Kirman”, büyük kale, hisar anlamlarını taşır165

ve Hızır, ad verdiği bahadırın kolunu, omzunu yere getirecek fert çıkmayacak derken bir nevi yıkılmaz, fetih olunmaz kaleleri akıllara getirerek ad verme işini, hiç de tesadüfî gerçekleştirmediğini gösterir.

“Elif ile Mahmut” hikâyesinde ise, bir pınar yanında karşılaştıkları ak sakallı ihtiyar, derdini ve kim olduğunu bildiği padişaha, uzandığı daldan kopardığı kırmızı bir elma verir, dokuz ay on gün sonra da padişahın bir oğlu olur. Derviş, ayrıca Murat Han’a bu karşılaşmalarında, kendi gelesiye değin çocuğa ad koymamalarını, onun adını kendisinin vereceğini de tembihler.166

Bu hikâyede, çocuk doğduktan sonra haberi alan Murat Han’ın Semerkant’ ta bulunan amcası, çocuğa bir ad koymak ister. Murat Han, araya girerek çocuğa ad

164 Saim Sakaoğlu ve diğerleri, Meddah Behçet Mahir’in Bütün Hikâyeleri I, s. 50. 165 Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük, C. 3, Ötüken Neşriyat, Ankara 2007, s. 2685. 166

verecek kişinin kendisine görünen derviş olduğunu ve onu bekleyeceklerini bildirir. Aradan on beş yıl kadar geçer, çocuk, kılıç kuşanıp ata binmek, hüner göstermek ister; fakat Murat Han’ın dayısı, at binenin, kılıç kuşananın bir adı olmalı, lakin bu oğlanın bir adı yok, Hızır bugüne kadar görünmedi deyip, çocuğa ad vermek ister. O sırada divandan içeri aynı derviş girer ve oğlanı görmek ister. Oğlan, meclisten içeri girip dervişi selamlar, öper. Derviş, çocuğa ad vermeden önce, birkaç muamma soracağını bildirir. Derviş’in sorduğu tüm muammalara doğru yanıtlar veren oğlana, derviş tarafından “övülmeye değer” anlamına gelen “Mahmut” adı verilir.167

Bu hikâyede de derviş, çocuğu sınadıktan sonra ona hünerlerine yakışır bir ad vermiştir.

“Elif ile Mahmut” hikâyesinde de görüldüğü gibi, inanışlarda ad vermenin gelişigüzel gerçekleştirilmediği görülür.

“Ad, hiçbir zaman gelişi güzel seçilmez. Çocuğun doğduğu gün, zaman, ay ve mevsim; doğum yapılan yer; doğduğu sıradaki olaylar, kimi kişilere karşı duyulan hayranlık, şükran ve minnet duyguları; gelenekler; ailenin varsıllığı, yoksulluğu; daha önce kardeşlerinin yaşayıp yaşamadıkları; moda; kültür değişmeleri, vb. etmenler adın seçilmesinde birinci derecede rol oynamaktadır.”168

Yine, “Elif ile Mahmut” hikâyesinde görüldüğü gibi, ad koymanın bazen birtakım ritüellerle gerçekleştiği, erişkin hale gelen bireyin hüner sergilemeden, kahramanlık göstermeden ad almasının münasip olmadığı görülmektedir.

Ad koymanın, birtakım gerekli şartları yerine getirme ve bazı ritüeller ile birlikte gerçekleştirilişinin en eski örneklerine, Dede Korkut boylarındaki ad verme törenleri örnek gösterilebilir.169

167 Adnan Binyazar, a.g.e., s. 27.

168 Sinan Gönen, a.g.m., s. 109. 169

Ayrıca, “Elif ile Mahmut”ta olduğu gibi, “Dede Korkut” hikâyelerinde de dikkat çeken noktalardan biri, Boğaç Han’ın on beş yaşında ad almasıdır. Görülüyor ki eski Türk inançlarında çocuk, kaç yaşında olursa olsun kahramanlık gösterene kadar adsız gezer ve bir kahramanlık gösterdiğinde ulu bir kişi gelir ve çocuğun adını koyar.

Günümüzde de çocuğa ad verirken bazı etkenlerin göz önünde bulundurulduğu ve genellikle çocuğa ad verenin yaşlı bir kimse olduğu dikkate alınırsa ad verme geleneğinin, bugün de hikâyelerdeki görünümünden çok da farklı olmadığı anlaşılabilir.

“Öncelikle çocuğa ad vermesi için yaşlı birisine yetki verilir ki, bu çocuğun genellikle dedesidir.”170

“Tahir ile Zühre” hikâyesinde de ad veren dervişten söz etmek mümkün olduğu gibi, bu hikâyede, “Kirmanşah” ve “Elif ile Mahmut” hikâyelerinden farklı olarak derviş, ad koymayı yıllar sonra değil, padişaha elma verdiği bir sırada gerçekleştirir:

“Derviş cebinden bir elma çıkardı, ikiye böldü, yarısını padişaha yarısını da vezire verdi. Bu elmaları bu gece yiyin, Allah’ın izniyle evlatlarınız olacak, fakat kızın adını Zühre, oğlanın adını da Tahir koyacaksınız ve birbirinden ayırmadan büyütecek, zamanı gelince de birbiriyle evlendireceksiniz.”171

Hikâyelerde karşılaşıldığı gibi, doğan çocuğa ad veren ve sonra birden ortadan kaybolan derviş tipinden, Türk Mitolojisi adlı eserinde Bahaeddin Ögel de bahseder:

170 Sinan Gönen, a.g.m., s. 109.

171

“…Çocuğa bir ad bulamıyorlar. Bu sırada post giyinmiş bir derviş geliyor, çıngıraklarını sallıyor. Ali dost, Veli dost! Eller giyer birer post, biz giyeriz ikişer post diyor. Çocuğa ad koyuyor ve kayboluyor.”172

Kayın ağacından inen Ak-Saçlı kocadan ve bunun Türk Hızır motifinin en orijinal proto-tipi oluşundan daha önce bahseden Ögel, Proto-Türk geleneklerinin kendisini özellikle ad verme motifiyle gösterdiğini; İslami tesirler ile diğer Türk dış tesirlerinin girmediği bazı anlatılarda bu işi, kayın ağacından inen gök sakallıların yaptığını, sonradan ise onların yerini ulu kişi görüntüsüyle Hızır’ın aldığını ve bunu da Tanrı adına yaptığını ifade eder.173

“…Kayın ağacından inen Ak-Sakallı Koca, oğlana ad veriyor…”174

Hikâyelerde ilahi kişi görünümünde olan dervişin, olağanüstü bir şekilde doğan çocuğa ad vermesi, bazı mitolojik anlatılarda da karşımıza çıkar. Proto-Türk geleneklerinde, ulu kişi görüntüsü ile Tanrı’nın ad verdiğine dair bir inancın olduğunu belirten Ögel tarafından alıntılanan bir Altay destanı şöyledir:

“Ay Mangus’un kendisi fakir ve öksüz. Atı ise eğersiz. Deniz kıyısındaki kayın ağacının altında yatıyor. (Bu kayın, Bay Kayın olmalıdır). Çünkü atı ona, öyle öğütlemiş. Bir ara kayın ağacının üzerindeki bir ak sakallı, yiğidi çağırıyordu: ‘Sana adını vereyim’ diyor. Ayrıca, ‘ben insanoğlu değilim’, diye de bir açıklamada bulunuyor.” 175

Hayat ağacının, İslamiyet’ten sonra Hızır inancıyla birleştiğinden ve bu motifin, hayat ağacının dibindeki sudan içerek ölümsüzleşen “ak-boz atlı ihtiyarın” kimliğinde kişiselleştiğinden bahsedilmiştir. Halk hikâyelerinde de ad koyan kişiler, bu alıntılanan destanda göründüğü gibi ak sakallı görünümünde, uhrevi dünya ile

172 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C. II, s. 94. 173 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C. II, s. 96. 174 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C. II, s. 90. 175

insanlar arasında bağ kuran, bazı koruyucu iye ve ruhların yerine geçen, tüm bunları da Tanrı adına gerçekleştiren ilahî tiptir.

İncelenen hikâyelerden “Âşık Verga”, “Şah İsmail”, “Firdevs Şah”, “Lâtif Şah”, “Kerem ile Aslı” hikâyelerinde Hızır, pir, derviş tarafından doğan çocuğa ad verildiğine rastlanmaz. Bu hikâyelerden “Âşık Verga” ve “Şah İsmail” hikâyelerinde, dini yardımcılar vasıtasıyla gerçekleşen olağanüstü doğumdan da söz edilemediği için bu tiplerin, bu hikâyelerde ad vermede de karşımıza çıkmaması manidardır.