• Sonuç bulunamadı

Çocuğu bir büyüğün okşaması veya herhangi bir şe-kilde fiziksel temasta bulunması, onun için bir mükafattır.

Bu temas başını veya yanaklarını okşama, sırtını sıvazlama, kucağına alma, öpme, elini tutma şeklinde olabilir. Çocuk böyle bir dokunuşla sevildiğini anlar, dokunan insanın kendine olan yakınlığını hisseder. Aynı zamanda kendini güvende hisseder, dokunan insan tarafından korunduğunu fark eder ve yalnız olmadığını anlar.

İnsanlar arası iletişim açısından da fiziksel temas çok önemlidir. Dokunma ve fiziksel temas sözsüz iletişim aracı olarak kabul edilir. Böyle bir temasla kişi duygularını daha kolay ifade edebilir. Özellikle çocukların gelişimi açısından dokunma çok önemlidir ve aynı zamanda onlar için psiko-lojik bir ihtiyaçtır. Bazı araştırmalar kucağa alınıp sevilme-yen ve okşanmayan çocukların bir takım ruhî hastalıklara sahip olduklarını ortaya koymaktadır.

Dokunma bir insana, “sen benim için önemlisin”, “ben senin yanındayım, seni yalnız bırakmayacağım” mesajını verir. Hiçbir söz böyle bir mesajı verme konusunda do-kunma kadar etkili değildir. Bir babanın veya öğretmenin, çocuğun başını şefkatle okşaması, saatlerce konuşmaktan daha etkili olabilir. Anne babalar ve öğretmenler, çocuklara sevgilerini sadece sözlerle ifade etmekle yetinmemelidirler.

Çocuğa dokunarak, başını ve yanaklarını okşayarak, sırtını sıvazlayarak onlara olan sevgilerini daha yakından ifade et-mek gerekir. Dokunma, sözlerle ifade edilemeyen duygula-rı ortaya koyacaktır.

Kâinatın Efendisi (s.a.s.)’in, yukarıda bahsedilen olay-da, Rafi’ b. Amr’ın başını okşaması çok şey ifade etmekte-dir. Suçlu olarak karşısına getirilen çocuk, korku içerisin-dedir ve belki de kendisine verilecek cezayı beklemektedir.

Böyle bir durumda çocuğun başını okşama, ona sevgisini ifade etmenin yanında, “korkma! ben senin yanındayım, seni koruyacağım” mesajı da verebilir. Böylelikle çocuk, korkularından emin olacak ve kendini güvende hissedecek-tir. Aynı zamanda böyle bir mesaj ve böyle bir yakınlaşma suçların önüne geçme açısından da önemlidir. Çünkü ken-disine şefkat ve ilgi gösterilen çocuk, bunu karşılıksız bı-rakmayacak ve kendisine yakınlık gösteren insanları mah-çup etmemeye çalışacaktır.

Sonuç

Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in insanlara tesir etmesi ve onlar üzerinde büyük değişiklikler icra etmesinin sebep-lerinden birisi de, eğitime dair metot ve ilkeleri çok güzel uygulamasıdır. O’nun kullandığı metot ve ilkeler, sadece yukarıda bahsettiğimiz birkaç hususla sınırlı değildir. Al-lah Resulü (s.a.s.)’in hayatına baktığımızda, çocuk eğitimi açısından çok zengin bir kaynak olduğunu görebiliriz. Eği-tim faaliyetlerine örnek olması için, Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in hayatı dikkatli bir şekilde incelenmeli ve günü-müze ışık tutabilecek prensipler değerlendirilmelidir.

* Harran Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi aakinci@yeniumit.com.tr

KAYNAKÇA

ADLER, Alfred, İnsan Tabiatını Tanıma, T. İş Bankası Yayınları, 1998.

AYDIN, Mehmet Zeki, Ailede Çocuğun Ahlak Eğitimi, D.E.M. Yayınları, İstanbul, 2005.

BAŞARAN, İbrahim Ethem, Eğitim Psikolojisi, Sevinç Matbaası, Ankara, 1985.

CÜCELOĞLU, Doğan, İnsan İnsana, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1987.

FİDAN, Nurettin, ERDEN, Münire, Eğitime Giriş, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Ankara, 1994.

İBN MACE, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvini, Sünen-i İbn Mace, Haleb, 1954.

KANAD, Fikret, Ailede Çocuk Terbiyesi, Ankara, 1946.

ÖCAL, Mustafa, Din Eğitimi ve Öğretiminde Metodlar, T.D.V. Yayınları, Ankara, 2003.

TİRMİZİ, Muhammed b. İsa, el-Camiu’s-Sahih, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992.

YAVUZER, Haluk, Çocuk Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1987.

T

evâzu kelimesi genellikle, huşû ve kibir kavramlarıyla birlikte ele alın-maktadır. Ucup, gurur, şımarıklık, riya, ihlâs, zillet, meskenet, katı kalp-lilik, tahdis-i nimet, küfran-ı nimet vb. kelimeler de tevâzu ile ilgilidirler. Bu durum, sadece tevâzu konusunun önem ve camiiyetini göstermekle kal-mıyor, konunun bir makalede ele alınmasının zor-luğuna ve mutlaka sınırlandırılması gerektiğine de işaret ediyor. Biz de yazımızda, mümkün oldu-ğunca, sadece tevâzu kavramını işlemeye çalıştık.

Tevâzu kelimesi, çok isabetli bir şekilde dili-mize, alçakgönüllülük olarak tercüme edilmiştir.

Böylece tevâzuun kalbe, gönüle, iç âleme ait, an-cak emareleri dışarıda da görülebilen bir özellik olduğu; gönülde yer etmedikten sonra, omuz dü-şüklüğü, bel büküklüğü, yırtık veya yamalı elbise, el bağlama, ikide bir ‘estağfirullah’ çekme, dilde tevâzu kavramının eksik olmaması, konuşmaya

‘biz’ diye başlama... vb. göstergelerin, tevâzu-dan çok tevâzu kılığına bürünmüş sinsi bir kibrin alametleri olduğu vurgulanmış olmaktadır. Öyle ise kalpte bencillik, nefsini beğenmişlik ve kibir

varken, dildeki tatlı ifadeler ve yüzdeki sahte te-bessümler tevâzu değildir. Bu hale korkaklık veya yağcılık demek mümkündür. Meyvesi de izzet değil, zillettir. Bu tipler tevâzu gösterisinde bu-lundukça belki dünya mal ve makamını kazanırlar, ancak dinlerinden kaybeder; belki insanlara yakla-şırlar fakat Allah’tan uzaklayakla-şırlar.

Tevâzu bir terim (ıstılah) olarak, ahlakla ilgili eserlerde, daha çok da tasavvuf edebiyatında geniş olarak ele alınmış ve tarifleri yapılmıştır. Ezcümle tevâzu için şu kayıtlar düşülmüştür:

— Hak karşısında gerçek yerinin şuurunda olup, ona göre davranma ve halk arasındaki durumunu da bu anlayış zaviyesinden değerlendirip, kendini insanlardan bir insan veya varlığın herhangi bir parçası kabul etme,

— Kendini kapının alt eşiği, meskenin sergisi, yolların kaldırım taşı, ırmakların çakılı, başakların samanı kabul etme,

— Kendinde zâtî hiçbir kıymet görmeme,

— İnsanları, insana yakışır saygıyla karşılayıp on-larla muamelesinde mahviyet içinde bulunma, YENi ÜMiT

Prof. Dr. Abdulhakim YÜCE *

Temmuz / Ağustos / Eylül - 2006 / 73

— İlâhî inayetle fevkalâde bir muameleye tâbi tutulmazsa, kendini halkın en şerlisi görme,

— Benlik hesabına içinde beliren büyük-küçük her çeşit iç kıpırdanışa karşı hemen harekete geçip onu olduğu yerde boğma cehd ve gayreti,

— Hakk’a itaat etme, ona boyun eğme, kim söylerse söyle-sin hakkı kabul etme,

— Hizmette fark gözetmeme,

— Ne dünyada ne ahirette hiç kimsenin kendisine muhtaç olmadığı kanaatini besleme,

— Hakk’a teslim olma, O’nun hükmüne itiraz etmeme,

— Evinden çıkıp dışarıda karşılaştığı herkesin kendisinden daha faziletli olduğunu düşünme,

— Bir hal olduğunu; insanın kendi içinde kendini yenmiş-liğinin ifadesi ve kibirden, çalımdan; gururdan vazgeçme-nin adı olduğunu düşünme...

Bir ahlak ve tasavvuf terimi olarak bu şekilde tarifleri yapılan tevâzuu Yüce Rabb’imiz seçkin kullarının bir

sı-fatı olarak bize bildirmekte ve mütevazı olmamızı em-retmektedir: “Rahmân’ın has kulları onlardır ki, yerde

tevâzu ile yürürler ve cahiller kendilerine laf atarsa

‘selametle!’ derler.” (Furkan, 25/63). (Ayrıca bakınız:

Hac, 22/34. Ahzab, 33/35).

Fakirliğe düşme endişesi ile evlatları öldür-meyi (bu yüzden çocuk aldırma da buna gi-rebilir), zina etmeyi, adam öldürmeyi, yetim

malına el uzatmayı, ölçü ve tartıda haksızlık yapmayı, bilinmeyen şeyin peşine

düşme-yi yasakladığı yerde Allah (c.c.), sözünü şöyle tamamlıyor: “Kibirli kibirli

yürü-me! Zira ne kadar kibirlensen kibir-len, ne yeri yarabilirsin ne de dağ-ların boyuna erişebilirsin.” (İsra,

17/37).

Tevâzu ve Kulluk

Allah’a kul olmak hem en yüce insanlık

mertebe-sidir hem de tevâzuun en mükemmel şeklidir. Zira kul, her hangi bir varlığı olmayan, kendi güç ve kuvveti dâhil her şeyden kopup uzaklaşan, sadece Allah’a dayanan ve tes-lim olan; sadece nefsine değil, Allah dilemedikçe hiç kimse-ye fayda ve zarar veremekimse-yeceğinin şuuruna varan kimsedir.

Bundan ötürü, başta Kâinatın Efendisi olmak üzere, Allah (c.c.) kendisine en yakın kişileri kulları olarak tavsif ve teb-cil etmiştir. Ezcümle İsra, Furkan ve Kehf surelerinin ilk ayetleri şu şekildedir: “Bir gece kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammed’i, Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren O zatın şanı ne yücedir.” (İsra, 17/1) “Hamd o Allah’a mah-sustur ki, kuluna kitabı indirdi ve onun içine tutarsız hiçbir şey koymadı.” (Kehf, 18/1) “O da kuluna vahyetmek istediği her şeyi vahyetti.” (Necm, 53/10)

Efendimiz (s.a.s.)’in tevâzuu seçerek, kulluğu me-likliğe tercih etmesi ise şöyle anlatılıyor: “Allah Rasûlü, Cibril’le oturmuş sohbet ediyordu. Kim bilir kaç günden beri ağzına bir şey koymamıştı. Cibril O’nun en sadık dostuydu. Zayıf bir rivayette Allah Resulü’ne şöyle de-mişti: “Ben, Sen’den sonra, yeryüzüne ancak birkaç defa ineceğim”. Çünkü Hz. Muhammed (aleyhisselam)’sız bir dünya Cibril’e de hicran olur. Ve Cibril’e bu durumunu söyledi: “Günlerdir ağzıma bir şey koymadım.” Birden gök gürültüsü gibi bir ses duyuldu. Bir melek iniyordu.

(Taberanî onun İsrafil Aleyhisselam olduğunu söyler).

Cibril, Efendimiz’e bu meleğin, dünyaya ilk defa indiğini haber verir. Melek Cenâb-ı Hak’tan selam getirmiştir. Al-lah (c.c.) sormaktadır: “Melik bir peygamber mi, yoksa kul bir peygamber mi olmak istersin?” Allah Resulü, Ce-nâb-ı Hak’tan gelen bu teklif karşısında tahayyürle Cibri-l’e bakar. Cibril Allah Resulü’ne işaret eder ve şöyle der:

“Ey Allah’ın Resulü! Rabbine karşı mütevazı ol! Allah Resulü de aynı şeyi talep etti. “Kul bir peygamber olmayı isterim!” (Müsned, 2/231; Kenzü’l-Ummal, 7/191)

O kulluğu tercih edince, Allah (c.c.) da O’nun kul-luğunu O’na baş tacı yaptı. Yukarıda geçtiği gibi Kur’ân O’nu birçok yerde hep kulluğu ile anlatır. Müslümanlar da şahadet getirirken, O’nun, Allah’ın kulu ve Resulü ol-duğuna şahitlik ederler. Evet O, evvela Allah’ın kulu son-ra da Resulü’dür. Zison-ra kulluk risaletten önce gelir.

Bu ayet ve hadisler, kullukla tevâzuun bir bütünün ay-rılmaz iki parçası olduğunu belirtmekte, kulluk şuurunu taşımayanda tevâzuun olamayacağını, olsa da bir anlam taşımayacağını; mütevazı olmayanın ise kulluk zevk ve tadını almasının mümkün olmayacağını göstermektedir.

Efendimiz (s.a.s.)’in Tevâzuu

Büyüklerde büyüklüğün alâmeti tevâzu ve mahviyettir.

Küçüklüğün emaresi ise tekebbürdür. Allah Resulü insan-lar içinde en büyük insandır. Öyle ise tevâzuu da öyle ol-malıydı.

Mescid yapımında, herkes bir kerpiç taşırken iki ker-piç taşıyan, hendek kazma işinde herkes karnına bir taş bağlarken iki taş bağlayan, karşısına gelen ve mehabetin-den dolayı sıtmalı gibi titreyen bir adama, “Kardeşim, korkma, ben de senin gibi, anası kuru ekmek yiyen bir insanım” diyen Allah Resûlü hiç şüphesiz insanların en mütevazısıydı. Bu tevâzu hem selim fıtratından kaynakla-nıyor hem de Allah’ın emrine imtisalin eseri olarak ikinci bir fıtrat halinde tezahür ediyordu. Zira Yüce Rabb’imiz O’na şöyle hitap etmişti: “Sakın o kâfirlerden bir kısmına geçici bir zevk olarak verdiğimiz dünya nimetlerine göz dikme! Onların iman etmemelerinden ötürü üzülme ve müminlere kol kanat ger, onlara alçak gönüllü ol.” (Hicr, 15/88). “Sana tabi olan müminlere (merhamet) kanadını indir.” (Şûarâ, 26/215).

Bundan ötürü hayatını hep bu çizgide geçirmişti. Nite-kim O:

* Çocuklara uğrar, onlara selâm verir;

* Herhangi biri elinden tutup bir yere götürmek isteyin-ce, tereddüt etmeden kalkıp gider;

* Ev işlerinde hanımlarına yardım eder;

* Herkes bir iş görürken, O da iştirak ederek, onlarla beraber olmaya çalışır;

* Ayakkabılarını tamir eder, elbisesini yamar, koyun sa-ğar, hayvanlara yem verir;

* Sofraya hizmetçisiyle beraber oturur;

* Meclisini her zaman fakirlere açık tutar;

* Dul ve yetimleri görür-gözetir;

* Hastaları ziyaret eder, cenazelerde hazır bulunur ve kö-lelerin davetine icabet ederdi.

Fiili bu olan İnsanlığın İftihar Tablosu, tevâzu hakkında-ki sözleriyle de şu incileri saçar gönül gözlerimizin önüne:

1. Allah bana, tevâzu ve mahviyet içinde bulunmanızı..

ve kimsenin kimseye karşı fahirlenmemesini emretti.

2. Size ateşin kendine ilişmeyeceği insanı haber vereyim mi? Ateş; Allah ve insanlara yakın, yumuşak huylu, herkesle geçimli ve rahat insanlara dokunmaz.

3. Allah için yüzü yerde olanı, Allah yükseltir de yük-seltir; aslında o kendini küçük görmektedir ama halkın gözünde asıl büyük odur.

4. Allah’ım, beni benim gözümde küçük göster!

5. Dört şey var ki onları Allah (cc) sadece sevdikle-rine verir: İbadetin ilki olan samt (sadece ihtiyaç kadar veya daha az konuşma), Allah’a tevekkül etmek, tevâzu ve dünyaya karşı zahid davranmak.

6. Bir gün Allah’ın Resulü ashabına, “Ne oluyor size ki, ibadetten zevk almıyor gibi bir hal sergiliyorsunuz?

“İbadetten zevk almak nedir?” diye sorulunca, “tevâzu”

diye cevap verdi.

7. Kerem takvadır, şeref tevâzudur, yakin gınadır.

Hakşinas Bir Batılı Gözü İle

Dünden bu güne Batı’da Efendimiz gereğine uygun tanıtılamamış ve bilinememiştir; çok azı müstesna, bilen-ler de gerçekbilen-leri itiraf etmemişbilen-lerdir. İşte o istisnalardan birinin söyledikleri: “O (s.a.s.) ciddî ve ağırbaşlı idi; çok az yer, çok oruç tutardı. Çok sade giyinir, gösterişten ka-çar, bilgiçlik taslamazdı. Sadeliği tabiî idi ve giyim gibi hususlarla ayrıcalık sergilenmesinden asla hoşlanmazdı.

Muamelelerinde âdildi. Arkadaş olsun yabancı olsun, zengin olsun fakir olsun, güçlü veya zayıf olsun, herkese adaletle muamele ederdi. Bilhassa halk kesimlerine çok yakın ilgi gösterir, onların şikâyetlerini dinler ve onlar ta-rafından çok sevilirdi.

Askerî başarıları ve kazandığı zaferler, O’nda hiçbir gurur ve kendini beğenmişlik uyandırmadı; eğer bu ba-şarılar şahsî gayelere dayanmış olsaydı, mutlaka uyandı-rırdı. Düşmanlarıyla çepeçevre sarılı olduğu zaman hangi sadelik ve tevâzu içinde idiyse, gücünün zirvesine ulaş-tığında da yine aynı sadelik ve tevâzu içindeydi. Bırakın bir hükümdar tavrı takınmayı, bir odaya girdiğinde ken-disine normalin dışında bir saygı gösterildiğinde bile çok

nimetler verilmiş, ulaşamadığım makamlara çıkmış”, cahil ise, “bu bilmeden isyan ediyor, bense bildiğim halde günah işliyorum, kimin imanla öleceği de belli değil”, kafir ise,

“belki bu daha sonra imana gelir bense küfre girebilirim”

şeklinde düşünmelidir. Bunun adı şefkattir.”

Ebû Süleyman Dârânî: “Tevâzu, yaptığın güzel işlere bakıp kendini beğenmemen ve şımarmamandır.”

Sadi: “İnsanoğlu topraktan yaratılmıştır, eğer toprak gibi alçakgönüllü olmazsa insan değildir.”

Sühreverdi, adını vermediği hikmet ehlinden birinin şu sözünü aktarır: “Kendisine, “kıskanılmayan bir nimet ve sahibine acınmayan bir belâ biliyor musun?” diye soru-lunca şu cevabı verir: “Evet, kıskanılmayan nimet tevâzu, sahibine acınmayan bela da kibirdir.”

Bediüzzaman: (Nefsine hitaben) “Hem deme ki, ‘halk içinden ben seçildim, bu meyveler benim ile gösteriliyor, demek bir meziyetim var.’ Hâyır, hâşâ! Belki herkesten ev-vel sana verildi; çünkü herkesten ziyade sen müflis ve muh-taç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi.”

Tevâzuun Çeşitleri

Araştırmalar bize, değişik tevâzu şekilleri olduğunu veya durum ve muhataba göre tevâzu konusunun değişik-lik arz edebileceğini göstermektedir. Bir kaç alt başlık şek-linde konuya kısaca açıklık getirmek istiyoruz.

Benzer Belgeler