• Sonuç bulunamadı

1.2. KRİZLERİN SINIFLANDIRILMASI VE TÜRLERİ

1.2.2. Finansal Krizler

Özellikle 1990’lı yılların başından itibaren yaşanmaya başlayan finansal krizler hem sayı hem de etkileri bakımından vahim sonuçlar doğurmuş ve yüzyılımızda en yaygın görülen kriz türleri olarak dünya gündeminde geniş araştırma konusu olmuştur (Biggs, 2006: 260-262).

Dünyada liberalleşmenin ve küreselleşmenin hız kazandığı 90’lı yılların başında bazı gelişmekte olan ülkelere yoğun sermaye girişleri yaşanmaya başlamasıyla birlikte bu ülkelerde aniden finansal krizler meydana gelmeye başlamıştır. Örneğin finansal serbestleşme sürecinde yükselen piyasalar olarak anılan Brezilya, Türkiye, Arjantin, Meksika ve Tayland gibi ülkelere, 90’lı yılların başından itibaren yoğun bir şekilde uluslararası sermaye akımlarının yönelmesinin hemen ardından söz konusu ülkelerde çeşitli finansal krizler yaşanmıştır (Edwards, 2001).

Genel olarak finansal krizler; bankacılık sektöründe yaşanan olumsuzluklar, hisse senedi piyasalarında görülen hızlı ve keskin düşüşler ile ödemeler dengesindeki sıkıntıların döviz kurları üzerinde oluşturduğu ani fiyat değişikliklerinin bileşiminden oluşmaktadır (Bastı, 2006:7).

Bununla birlikte kar ve arbitraj peşinde koşan kısa süreli yatırımların ve menşei belli olmayan sıcak paranın son yıllarda artan oranlarda hareketleri, finansal krizlerin derinleşmesinde önemli bir faktör olarak görülmeye başlamıştır. Dolayısıyla finansal krizlere neden olan faktörler türlerine göre incelenmeli ve bu dönemlerde meydana gelen sermaye hareketleri ile yaşanan finansal kriz arasında anlamlı ilişki olup olmadığına bakılmalıdır (Janus ve Riera, 2010).

Bu açıdan literatürde finansal kriz türleri incelenerek aşağıdaki başlıklar altında kısaca özetlenmiştir.

1.2.2.1. Bankacılık Krizleri

Günümüz ekonomilerinin genelinde bankalar ekonomik hayatın vazgeçilmezi, neo- liberal ekonomik sistemlerin temel finansman kaynağı ve olmazsa olmaz aktörleri olarak kabul edilmektedir.

Bu yüzden tüm dünya ülkelerinde insanların belirli miktarlardaki mevduatları devlet güvencesi altına alınırken, yüksek sermaye sahipleri de bankadaki mevduatlarını sigorta araçlarıyla güvence altına almaktadırlar. Bu yüzden bir ekonomide bankacılık krizinin yaşanmasının en temel sebebi bazı bankaların ve hükümetlerin yasa dışı işlere girmesi, bu yolla bankaların sahip olduğu varlıkları kötüye kullanması ya da doğrudan çalmasıyla meydana geldiğini söylemek mümkündür (Serin ve Bastı, 2001:1218).

Literatürde ise bankacılık krizleri, bankaların yükümlülüklerini yerine getiremeyerek başarısızlıkları ve iflasları hallerinde mudilerin mevduatlarının ödenemeyeceği algısına kapılıp bankadan kaçışları ya da hükümetlerin söz konusu durumu engellemek adına kurtarma, kamulaştırma yoluyla müdahale etmesi durumunda dönmeyen kredilerin varlığı neticesinde ortaya çıkan bir finansal kriz türüdür (Yay vd., 2001:20‐21)

Bankacılık krizlerinin sebepleri dört ana başlıkta toplanmaktadır: Söz konusu sebepler; Makroekonomik şoklar, bankaların riskli faaliyetlerde bulunması, bankaların bankalar arası ve diğer mali kurumlarla artan rekabeti ve kamu bankalarının yönetimlerinin elde ettikleri yüksek oranlı karları belirli çevreler için kötü kullandırmalarıdır (Yay vd., 2001:21; Akdiş, 2006:83;Orhan, 2006:8).

Bu dönemlerde gerek reel piyasalarda gerekse finansal piyasalarda likidite sorunu baş göstermeye başlar, piyasanın beklentilerine cevap vermek için piyasaya nakit sağlaması gereken bankalar bu ihtiyacı karşılamayınca insanlar panikle paralarını geri istemeye başlayarak banka kapılarına dizilirler. İlk etapta nakit varlıklarıyla bu taleplere yanıt veren bankalar sonrasında bu taleplere cevap vermeyince ya iflasını açıklar ya da hazine devreye girerek bankaya el koyma kararı alır (Birinci, 2001:42).

İşte bu yüzden kimi zaman para krizi bankacılık krizine yol açarken, kimi zaman da bankacılık krizi para krizine sebebiyet verebilmekte, Türkiye’de 2001 yılında yaşandığı gibi ikiz krizin meydana gelmesine neden olabilmektedir (Varlık, 2009:165).

1.2.2.2. Döviz Krizleri

Merkez bankasının da aşırı döviz artışına karşı döviz rezervlerini piyasaya sürerek dövizin artışını engellemeye çalışması sonucunda, merkez bankasının rezervlerinde meydana gelen azalmayla ortaya çıkan krizler “döviz krizi” olarak nitelendirilmektedir.

Kriz literatürünün babası kabul edilen Krugman (1979)’ın teorik düzeydeki çalışmasında, mali açığın finansmanı için emisyona giden ve sabit kur sisteminde parasını korumaya çalışan hükümetlerin resmi rezervlerinin tükenmesinin, büyük miktarlarda borçlanma ve yurt içi kredilerde genişleme sorunlarıyla karşılaşılabileceğini vurgulamaktadır(Krugman, 1979:311).

Bir ülke döviz kurunu sabitlediğinde, spekülatif ataklar ile birlikte bu kurdan resmi rezervler tedricen azalmaya başlamaktadır (Frankel ve Rose, 1996: 354). Daha sonra rezervlerin eşik noktasında rezervleri tamamen tüketecek ani spekülatif ataklar başlamakta, bu noktada hükümet kuru sabit tutma yetisini kaybetmekte ve sabit kur sistemini terk etmek zorunda kalmaktadır (Kaminsky vd., 1998:3-4; Obstfeld, 1996:1038).

Krugman’ın daha sonra geliştirdiği yeni bir bakış açısında ise, krizler merkez bankalarının döviz yükümlülüklerinin çökmesiyle ortaya çıkmamakta, bunun yerine krizler, yurt içi kredilerine spekülatif hücumların başlamasıyla birlikte, yatırımcıların ellerindeki varlıkları merkez bankasına satmaları sonucu, merkez bankasının ulusal varlıklarında ani bir artışla döviz krizi oluşmaktadır (Kumhof, 2000: 195-197).

Öte yandan iktisat literatüründe sabit kuru sürdürmek için yurt içi faizlerde artış yapmanın piyasalardaki finansman maliyetlerinin yükselmesine yol açarak devalüasyona neden olacağı ifade edilmektedir (Velasco, 1987; Calvo vd., 1995). Özellikle bu tür kriz potansiyelinin ortaya çıkmasında iç ve dış sermaye hareketleri etkili olmakta, döviz krizinin belirginleşmesiyle birlikte çıktıkları piyasaya geri dönüş yaptıkları bilinmektedir (Frankel ve Rose, 1996:351).

Bunlara ek olarak bu tür krize maruz kalan ülkelerin aşırı borçlanmaları, ülkenin tercih ettiği para politikalarının ülkelerin ekonomileri üzerindeki etkileri, ülke şartlarına uymayan kur sistemlerinin tercih edilmesi, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi ve özel kesimin borçlanması gibi faktörler gelişen ülke ekonomilerinde daha büyük krizlere sebep olmaktadır (Kansu, 2006: 62 ).

Birinci nesil modeller, sabit kurun uygulanamaması sonucu ortaya çıkan krizlerdir. İkinci nesil modeller, ülkenin kendi piyasasında yaşanan olumsuz beklentilerden dolayı

ortaya çıkan krizlerdir. Bu olumsuz beklentiler daha da ileri safhada döviz krizlerine neden olmaktadır. İkinci nesil modeller, hükümetlerin sabit kur politikasını devam ettirmek veya bırakmak konusunda tam bir karar verememeleri sonucu ortaya çıkan krizlerdir. İkinci nesil modeller makroekonomik dengeler kötü durumda olmadığı halde piyasada oluşan olumsuz beklentilerden kaynaklanmaktadır. Üçüncü nesil modellerde ise ülkenin mali, parasal ve borç krizlerinden birinin içine girmesi krizin en belirgin özelliğidir (Özkan ve Sutherland, 1995).

Üçüncü nesil modellerde finansal serbestleşme söz konusudur. Aşırı ve riskli yurt dışı borçlanmalar, aynı zamanda borç alan ülkenin sağlıklı bir maliye ve para politikasına sahip olmaması üçüncü nesil krizlerin temel sebeplerdir (Kansu, 2006: 16, 17).

Sonuç olarak geçmişten bugüne kadar, altın standardının kullanıldığı piyasalardan başlayarak, sabit veya dalgalı kur sistemini benimseyen tüm piyasalarda, hatta günümüzde de döviz krizi yaşanmaya devam etmektedir. Çünkü günümüzde tüm döviz kurları aynı özellikler taşımadığı gibi sürekli gelişen finansal rekabet koşullarında kar peşinde koşan küresel sermayenin oynaklığının bir garantisi bulunmamaktadır (Kaminsky vd., 1998:9).

1.2.2.3. Borsa Krizleri

Günümüzde portföy yatırımlarının çeşitlenmesi, menkul kıymetler borsalarının sayıca artmasına ve bu tür borsalarda işlem gören şirketlerin hisse senetleri fiyatlarındaki aşırı ve ani dalgalanmaların ise (hisse değerlerinin ani çakılması gibi) “borsa krizi” olarak tanımlanmasına neden olmaktadır.

Ülkelerin ekonomilerinin güçlü olduğu dönemlerde borsa endeksi yönünü yükselişe, ekonomik göstergelerin olumsuz olduğu durumlarda borsa endeksi yönünü aşağıya doğru çevirmektedir. Borsa endeksinin aşağıya doğru yönelmesi ekonomide olumsuzlukların bir göstergesi olarak algılanmaktadır.

Günümüzde birçok yabancı yatırımcı, başka ülkelerde hisse senedi satın alma şeklinde yatırım yapmaktadır. Uluslararası makroekonomik göstergelerde bir takım olumsuzlukların görüldüğü anlarda, yatırım yapılan bu ülkelerde hiçbir olumsuzluk yaşanmadığı halde, yabancı yatırımcılar hemen borsalardaki hisse senetlerini ellerinden çıkarıp güçlü parasal piyasalara doğru bir kaçışa yönelirler. Böylece ilgili ülkede bir borsa krizi başlamasına neden olurlar.

1.2.2.4. Para Krizleri

Söz konusu kriz ülke parasının döviz değeri üzerindeki spekülatif atağın devalüasyonla neticelenmesi sonucu ülke otoritelerinin uluslararası rezerv hacmini arttırıp, faiz oranlarını yükselterek yerli paranın savunmasında zorlandıkları hallerde ortaya çıkmaktadır.

Para krizleri kısaca sermaye hareketlerindeki keskin değişimle döviz kurundaki ve sermaye birikimlerindeki ani değişimlerden kaynaklanmaktadır (Angkinand vd., 2010:263). Özellikle sıcak paranın bir ekonomiyi büyük oranda terk etmesiyle görüleceği gibi, bu kaçışın sürü etkisiyle diğer yatırımcıları da sermayelerini kaçırmaya yönlendirmesiyle derinleşebilmektedir.

Sonuç olarak spekülatif ataklar, borsa hisselerinde yaşanan ani satışlar, uzun vadeli kredilerin verilmesinden vazgeçilmesi, devalüasyon sonucunda yaşanan kur farklılıkları, kısacası günümüz finansal piyasalarında yaşanan tüm olumsuzluklar, para krizlerine neden olabilmektedir (Kaminsky vd., 1998; Kibritçioğlu, 2001).

1.2.2.5.Dış Borç Krizleri

Önceden borçlarını ödeyebilen bir ülkenin ödeme ve döviz sorunlarından ötürü söz konusu ulusal borçlarının anapara ve faizlerini ödeyemeyeceğini açıklaması halinde ortaya çıkan krizdir. Söz konusu kriz genelde resmi dış borçların ödenmemesi durumunda meydana gelmektedir (Angkinand vd., 2010:265).

Örneğin Rusya’da 1998 yılında yaşanan dış borç krizi, sosyalizmden çıkan ülkenin kapitalist ekonomilere uyum sağlamak adına çok yüklü miktarlarda kısa ve uzun vadeli krediler toplamasına, ancak ülkedeki üretim kapasitesinin bu kredileri ödemek için yetersiz düzeyde olmasıyla hükümetin vadesi gelen borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etmesiyle ortaya çıkmıştır. (Meydevey, 2001).

Sonuç itibariyle dış borçlarını ödeyemeyen hükümetler için ülke ekonomisini felce uğratma pahasına iflaslarını ilan ederek, ülkedeki ulusal varlıklarını özelleştirmeler yoluyla satmak ya da kiraya vermekten başka çıkar yol bulunmamaktadır (Kumhof, 2000: 195- 197).

Benzer Belgeler