• Sonuç bulunamadı

2. YAŞADIĞI DÖNEMİN TASAVVUFÎ DURUMU

1.1.6 Fetret ve İnzivâ Dönemi

Çoğu Allah dostunun hayatında yer eden bir inzivâ, insanlardan uzak durma ve sulûk dönemi olduğu gibi Seyyid Nûreddin’in de hayatında bir fetret ve inzivâ dönemi olmuştur.

Seyyid Nûreddin tahsilden döndükten sonra ilmî ve tasavvufî irşadına başlar.224

Çalışmalarını fetret ve inzivâ dönemi olarak isimlendirebileceğimiz on yıllık bir devre hariç azim ve kararlılıkla hayatının sonuna kadar devam ettirir.225

1.1.6.1 Fetret Dönemi

Seyyid Nûreddin bazı şiirlerinde ve sözlerinde -kendi bakış açısıyla inhiraf saydığı- cüz’î inhiraflarını ve hakikate dönüşünü anlatır.226

Sulûk ehli insanlar bu durumlarını “fetret” olarak adlandırırlar.227

Keznî araştırmaları sonucu söz konusu fetretin meydana gelişi, tarihi ve sebebi konusunda önemli bilgiler vermektedir. Hasan Habbâr’ın Feyzu’l-Cemâl isimli kitâbından faydalanarak şunları nakleder:228

“(Seyyid Nûreddin’in) sözlerini şerhedenler, bu fetretin sebebi olarak, (Seyyid Nûreddin’in) Şeyh Abdulvehhab-ı Sûsî’den Nakşbendiyye tarîkatı alması olduğu

218 Keznî, s. 33, 42; Selefî, C. 3 s. 1043 219 Keznî, s. 33

220

Şelâl, s. 13. Ayrıca bkz. Mahmut Bırifkani, s. 186

221 Vahîdüddin Birîfkânî, el-Âlimu’r-Rabbânî, s. 12; Yusuf, s. 97; Şelâl, s. 13; Zahid Birîfkânî, a.g.e., s.

19; Vahîdüddin Birîfkânî, el-Esrâr ve’l-Meânî, s. 2; Abdurrahman, s. 79;. Ayrıca bkz. Mahmut Bırifkani, a.y.

222

Şelâl, s. 13-14

223 Vahîdüddin Birîfkânî, el-Âlimu’r-Rabbânî, a.y.; Şelâl, s. 14; Vahîdüddin Birîfkânî, el-Esrâr ve’l-

Meânî, a.y.; Abdurrahman, a.y. Ayrıca bkz. Mahmut Bırifkani, a.y.

224 Keznî, s. 42 225

Keznî, s. 42, 51-52

226 Örnekler için bkz. Keznî, s. 49-50 227 Keznî, s. 50

28

konusunda ittifak etmişlerdir. (Bu konuda ittifak eden şârihler), bu tarîkat alma ve sulûkun inhirafa sebep olma keyfiyeti konusunda (ihtilaf etmişlerdir):

Bazıları şöyle demişlerdir: Fetretin sebebi (Seyyid Nûreddin’in Nakşbendiyye) tarîkatını alması değildir. Belki (fetretin) sebebi, şeyhi Şeyh Abdulvehhab’ın fetrette olmasıydı. Şeyhinin fetreti de (Şeyh Abdulvehhab’ın) büyük şeyhi Mevlânâ Halid’in ona kızmasını gerektirmişti. Çünkü Şeyh Nûreddin tarîkatı Şeyh Abdulvehhab’tan almıştı. O da Mevlânâ Halid’den almıştı. Abdulvehhab fetreti dolayısıyla tardedilince, Abdulvehhab’ın tardedilmesinin etkisi, kendisini öğrencisi Şeyh Nûreddin’de de gösterdi.

Bazıları ise şöyle demişlerdir: Onun Şeyh Abdulvehhab’tan aldığı Nakşbendiyye tarîkatındaki sulûku ve ona nisbetle ondan el alması konusunda, (Seyyid Nûreddin’in) ruhu nefsinin isteklerine uymuş, (nefsi ruhuna) tahakküm etmişti. Bu durum (nefsinin) kendisini çağırdığı şeye meyletmesi ile olmuştu. Bu çağırdığı şeyler ise, (tarîkatın) bazı nafile ve virdlerini terketmesi ve fetretle telebbüsü türünden olan rahatlıktı.”229

Seyyid Nûreddin el-Budûru’l-Celiyye’sinde Abdulvehhab Şûşî ile ilgili olarak şunları söylemektedir:

“Ben zikri geçen Şeyh Abdulvehhab’ın tarîkatına beş gün kadar dâhil oldum. (Tarîkatın) faydalarını ve hususiyetlerini gözlemledim. Çünkü ben sadakatli bir azim ve halisane bir niyetle idim. Kendimde onun çokça nurlarını görüyordum. Lâkin bende nefsanî hisseler vaki oldu. İnsanlara buğzetmeye (başladım). Bize nasihat edenler olmalarına rağmen, benden (onları) inkâr edenler (kabul etmeyenler) hakkında kötü sözler vaki oldu.”230

Yine başka bir yerde şöyle söylemektedir:

“Kemal iddia eden nakıs birinin eliyle birkaç gün Nakşbendiyye tarîkatına dâhil oldum. Hem rüyada hem de gerçek hayatta elli kereden daha fazla o (kişi)den ayrılmayı bana vacip kılan şeyler gördüm.”231

229 Keznî, s. 50

230 Nûreddin Birîfkânî, s. 31; Keznî, s. 51 231 Nûreddin Birîfkânî, s. 62-63; Keznî, a.y.

29

Keznî yukarıda verdiğimiz bu alıntılara dayanarak bu fetretin Seyyid Nûreddin’in hayatının erken dönemlerinde, sulûkunun bidayetinde meydana geldiğini ifade eder.232

1.1.6.2 İnzivâ ve Sulûk Dönemi

Seyyid Nûreddin kalb ve sulûk ehlinin sukut ve fetret olarak nitelendirdikleri o hayatının erken yaşlarındaki devresinden sonra hızlı bir şekilde kendine gelir. Daha sonra riyâzet, sulûk, ibâdet, tâat, zühd, terk-i dünya ve insanlardan uzak durmayı kapsayan bir inzivâ dönemi başlar. Yaklaşık olarak on sene boyunca dağlarda ve mağaralarda yaşar. Bu devresinde en yakınları dâhil bütün insanlardan uzak durur.233

Seyyid Nûreddin dördüncü ceddi Şemseddin Ahlâtî’nin bir şiirini şerhederken uzletinden, uzlet mekânı ve bunun etkisinden ve uzlet hâlinde mazhar olduğu fetih ve keşiflerden şu şekilde bahsetmektedir:

“…Cedd(im Şemseddin Ahlâtî) Kuddise Sirruhû çoğunlukla köy(ümüz)ün dağlarında uzlette bulunmaktaydı. Çünkü köyümüz yüksek, ferah, geniş ve açıktır. Dağları ise yüksek ve yüksek dağlardan uzaktır. Dolayısıyla bu dağlardan hiçbiri onları kapatıp (gölgede bırakıp) sakinlerini çevreleyip bunaltmaz. Bundan dolayı sen sakinlerini özellikle yaz mevsiminde gayet mutlu, ferah, gönül rahatlığı, kalb inşirâhı içinde görürsün. Dağları yüksek olup mu’tedil bir havaya sahiptir. Gece yarısı kuşların terennümleri işitilir. Enfes manzaralı bu dağların dillerinin damgasıyla nefsi damgalanır. Bunlar onu kendine çeker. Kuşları, dağları ve ağaçlarının dilleriyle (hiç susmaz ve) konuşmaya devam eder. Bunun gibi bu (hâl) fethimin ve keşiflerimin mahalli olan Mâm-sîn Dağı’nda bende de gerçekleşti. Bundan dolayı uzlete çekilmiş olanların nefislerindeki damgalanmaların farklılığı, uzletin gerçekleştiği mekânların farklılığındandır. Dağlarda uzlete çekilenleri neşeli; çöllerde uzlete çekilenleri üzüntülü ve hüzünlü görürsün. Çünkü nefis yüksek bir yerde olmasıyla ferahlanır. (Bunun gibi) özellikle yaz mevsiminde çorak, susuz ve havasız bir yerde olmasıyla da daralır. Ben derim ki, Mâm-sîn Dağı’nda uzlet hâlimde sayısız harikalar müşâhede ettim. Uzletimdeki başka harikaları başka bir mekânda da (müşâhede ettim). Bunların biri

232 Keznî, s. 51 233 Keznî, s. 42, 51-52

30

diğerine benzemiyordu. İkisi arasındaki farklılık, haşere ile bülbül yaratılması arasındaki farklılıktır. Dolayısıyla bu (tarafta) nağme ve terennümün kesreti; şu (tarafta) ise sessizlik ve uyuşukluğun kesreti… İşte sâliklerden velî ve uzlete çekilmişlerin ihtilafı, (uzlet) mekânlarının ihtilafı hasebiyledir. Sen bunu bil ki, şâir olan ceddim köyümüzün dağlarında meskûndu. O (dağlar ise) yüceliği ve ferahlığından dolayı neşelidir. Bu yüzden onda (Şemseddin Ahlâtî’de) bülbül hâli galiptir…”234

Seyyid Nûreddin’in bu inzivâ dönemi Allah’ın onu manevî feyizlerle şahlandırıp, vâridât ve makamlarla şereflendirmesine ve onu ilim ve irfan kaynağı yapıncaya kadar devam eder.235

1.1.6.3 İrşâd Dönemi

Bu fetret ve inzivâ dönemlerinden sonra yaklaşık olarak 1230/1814-5 yıllarında şeyhi Mahmud b. Abdulcelil Huderî’nin aracılığıyla insanlara faydalı olması için halkın içine geri döner.236

İlk uğrak yeri olarak Îtût köyünü seçer ve h. 1238 yılından sonraya kadar orada kalır.237

Bu döneminde insanları irşad eder ve mürîdlerini eğitir. Her taraftan gelen insanlar ona teveccüh ederler. Seyyid Nûreddin bu gayretleriyle Kādiriyye tarîkatını büyük bir bölgeye yayar.238

Hasan Habbâr, Seyyid Nûreddin’in fetret ve inzivâ döneminden sonraki irşad faaliyetleri ve bu konudaki başarısıyla ilgili olarak şunları söylemektedir:

“ Daha sonra o, ilim ve amelle ortaya çıktı. İnsanları bu iki şeye dâvet etti ve teşvîkte bulundu. (Dönem) hicrî onüçüncü asrın başlarıydı. (Onda) mücedditliğin şartları fazlasıyla mevcuttu. Yaklaşık olarak vefatından üç yıl önce, sadece insan cinsinde onun ilim ve irşadından faydalananların sayısı 700 bin kişiydi. Halîfeleri ise çoğunluğu dünyanın ve beldelerin ufuklarına yayılmış, ma’kūl ve menkūl ilimler

234 Nûreddin Birîfkânî, s. 306-307; Zahid Birîfkânî, Dîdarê Yar (a.a.b.k.), s. 89-90 235

Keznî, s. 42

236 Keznî, s. 52 237 Keznî, s. 42 238 Keznî, a.y.

31

konusunda âlim idiler. Ve yine çoğunluğu keşif, ehvâl, davet, irşad ve şerefli olan nebevî sünnete sımsıkı tutunma ehli insanlardı.” 239

Seyyid Nûreddin’in kendi dönemindeki mürîdlerinin sayısının bir milyonu aştığı ifade edilir.240 Mürîdleri Musul, Erbil, Süleymaniye’nin bir kısmı ve Türkiye’nin daha çok Kürtlerin yaşadığı bölgelerine yayılmışlardır. Hatta Keznî’nin belirttiğine göre Seyyid Nûreddin’in bazı halîfe ve mürîdleri Hindistan’da da bulunmaktadır.241

Bunun yanında şu an Mısır, Cezayir ve Sudan’da Seyyid Nûreddin’in öncüsü olduğu Birîfkâniyye koluna mensup birçok halîfe ve mürîd bulunmaktadır.242

Kısaca özetleyecek olursak 1220/1805-06 yıllarında Abdulvehhab Şûşî’ye intisap eder. Daha sonra çok kısa bir süre bir fetret dönemi olur. Sonra kendine gelir ve pişman olur. Ardından dağlara ve mağaralara giderek, zühd ve mücâhedeyle dolu olarak sürecek on senelik bir inzivâ dönemi başlar. Sonra insanlara faydalı olmak ve irşad için 1230/1814-5 yıllarında Îtût köyüne geri döner. 1232/1816 yılında şeyhi Mahmud b. Abdulcelil Huderî’den irşad için bir icâze alır. 1239/1823-4 yıllarında -Allah’ın kendi üzerindeki nimetini beyan sadedinde- Aktabdan olduğunu; bir müddet sonra döneminin Gavsı olduğunu ilan eder. Bunları nakleden Keznî, Seyyid Nûredin’in hayatının sonlarında Ferd olduğunu; Ferd’in ise, dünya evliyasının ve aktâbının reisi ve Gavsı olduğunu söyler.243

Birçok meşâyihin kendisini “zamanının Gavs’ı” olarak gördüğü244

Seyyid Nûreddin’in manevî makamı konusunda Keznî, Ebû Abdullah Muhammed b. Circîs Nûrî Mevsılî’nin (1305/1887-88)245

şu sözlerini nakleder:

“O şeksiz ve şüphesiz olarak asrının ve zamanının müceddididir. Bunu Allah’ın kalbini ve basîretini kör ettiği hariç kimse inkâr edemez. Onun sayesinde gizlenmesi ve

239

Keznî, s. 42. Keznî bu bilgiyi Hasan Habbâr’ın Mir’âtu Hakāiki Hakki’t-Tarîk isimli eserinden nakletmektedir.

240 Mahmut Bırifkani, s. 187; Vahîdüddin Birîfkânî, “Nûreddin Birîfkânî” konulu görüşme. 241 Keznî, s. 48

242

Mahmut Bırifkani, “Nûreddin Birîfkânî” konulu görüşme

243 Keznî, s. 52 244 Korkusuz, s. 80

32

ortadan kaybolmasından sonra Kādiriyye tarîkatı ortaya çıkmıştır. Bu, günün ortasındaki Güneş gibi zâhirdir…”246

M. Şefik Korkusuz’un Asım b. Alaaddin Ohinî’nin Bereketu’l-Kelimât isimli yazma eserinden naklettiğine göre, Abdurrahman Tâhî247 (1304/1886) Sibğatullah Arvâsî’nin248

(1287/1870) manevî makāmını anlatma meyanında Seyyid Nûreddin’den de şu şekilde bahsetmektedir:

“Yemin ederim ki, O (Sibğatullah Arvâsî) Ğavs’tır. Çünkü ben Ebdalıyım, Ebdal’ler ise ancak Ğavs’ın emri altında olur. Hatta bazen Ebdallerini bir emir üzere bir yerlere gönderdiğinde toprak ayaklarımızın altında büzülür, bazen ayaklarımız taşlara, dikenlere çarpar ve acı hissetmezdik, görevden geri dönünce de görürdük ki Ğavs’ın ayakları kanıyor.

Bir müddet sonra da Ğavs hazretleri –Kutb’ul ‘amm- lığa yükseldi. Ancak buna yemin etmiyorum, çünkü o ALLAH’la (c.c.) kul arasında bir rütbedir. Buna da delilim şudur: “Ğavs, Kutb’ul Umum’un emri altındadır. O dönemin Kutb’ul Umum’u Seyyid Taha idi ve ondan Ğavs’a çeşitli emirler geliyordu. Seyyid Taha vefat edince, kutubluk Mevlana Halid’in halifelerinden Şeyh Osman Et Tavili’ye geçti ve Ğavs önemli şeylerde ondan istifade ederdi.

Şeyh Osman’ın vefatından sonra da kutubluk, Kadiri meşayihinden Seyyid Nureddin’i Bırifkani’ye geçti ve Ğavs önemli konularda ondan istifade etmeye başladı.

Seyyid Nûreddin’in vefatından sonra ise Ğavs kimseye müracaat etmedi o zaman anladım ki, Kutbiyet makamına Ğavs geçti.”249

Fakat bizim bu naklin sıhhati konusunda bazı tereddütlerimiz bulunmaktadır. Çünkü bu nakil bir takım tarihî yanlışlıkları içermektedir. Çünkü bu nakilde Osman Tavîlî’nin (Sirâceddin-i Evvel), Seyyid Nûreddin’den daha önce vefat ettiği söylenmektedir. Hâlbuki Osman Tavîlî 1283/1867, Seyyid Nûreddin ise 1268/1851

246

Keznî, s. 52

247 Abdurrahman Tâhî hakkında geniş bilgi için bkz. Korkusuz, s. 75-175 248 Sibğatullah Arvâsî hakkında geniş bilgi için bkz. Korkusuz, s. 41-73 249 Korkusuz, s. 47-48

33

yılında vefat etmiştir. Yani Osman Tavîlî, Seyyid Nûreddin’den 16 yıl sonra vefat etmiştir.