2. YAŞADIĞI DÖNEMİN TASAVVUFÎ DURUMU
3.2 BAZI TASAVVUFÎ MESELELERLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ
3.2.2 Amelî Tasavvuf ile İlgili Olanlar
Tasavvufî düşüncede, âlemi idare ettiklerine inanılan veliler topluluğuna ricâlu’l-gayb denir. Bu konuya en geniş şekilde yer veren mutasavvıf İbn-i Arabî’dir.1151
Birîfkânî “gayb erenleri” veya “bilinmeyen Hakk dostları” diyebileceğimiz ve tasavvufta “ricâlu’l-gayb” adı verilen1152
bu zatlardan ve bu zatların sayı, yetki, görev ve özelliklerinden uzun uzadıya bahsetmektedir.1153
1143
Nûreddin Birîfkânî, s. 110
1144
Nûreddin Birîfkânî, s. 288, 290, 311; Zahid Birîfkânî, a.g.e. (a.a.b.k.), s. 72, 74, 93
1145 Nûreddin Birîfkânî, s. 288; Zahid Birîfkânî, a.g.e. (a.a.b.k.), s. 73 1146 Nûreddin Birîfkânî, s. 290; Zahid Birîfkânî, a.g.e. (a.a.b.k.), s. 74 1147 Bkz. Aclûnî, C. 2 s. 229
1148
Nûreddin Birîfkânî, s. 296; Zahid Birîfkânî, a.g.e. (a.a.b.k.), a.y.
1149 Buhârî, 81, Rikāk, 38 (C.4 s. 192)
1150 Nûreddin Birîfkânî, s. 310; Zahid Birîfkânî, a.g.e. (a.a.b.k.), s. 92 1151 Türer, s. 145
159
Birîfkânî’nin el-Budûru’l-Celiyye’sinde toplu olarak kendilerinden bahsettiği gayb ehli kimseler şunlardır:
Aktâb, eimme, evtâd, abdâl, nükabâ, havâriyyûn, recebiyyûn, hatem, Âdem Aleyhisselam’ın kalbindeki üçyüz kişi, Nuh Aleyhisselam’ın kalbindeki kırk kişi, İbrahim Aleyhisselam’ın kalbindeki yedi kişi, Cebrail Aleyhisselam’ın kalbindeki beş kişi, Mikail Aleyhisselam’ın kalbindeki üç kişi, İsrafil Aleyhisselam’ın kalbindeki bir kişi, Davud Aleyhisselam’ın kalbindeki velîler, ricâlu’l-ğayb, on sekiz nakîb, ricâlu’l- fütüvvet, ricâlu’l-Hannân lakablı on beş kişi, ricâlu’l-heybeti ve’l-celâl lakaplı dört kişi, ricâlu’l-feth lakaplı yirmi dört kişi, ricâlu’l-meârifi’l-aliyyi lakaplı yedi kişi, ricâlu’l- imdâdi’l-ilâhiyyi ve’l-kevniyyi lakaplı üç kişi, bazı halleriyle abdâllara benzeyen üç kişi, ayrı ayrı olarak özelliklerini saydığı dört kişi, ricâlu’l-ğaniyyi billahi lakaplı iki kişi, büdelâ adı verilen on iki nakîb, ricâlu’l-iştiyâk adı verilen beş kişi, özelliklerini saydığı altı kişi, melâmetiyye, fukarâ, sûfiyye, ibâd, zâhir ve bâtının sâlihleri olan sâhibu’s-sebeb ve târikû’s-sebeb, zühhâd, ricâlu’l-mâ’, efrâd (mukarebûn), emîn olanlar (ümenâ), kurrâ’, ahbâb, halîller (ahillâ’), muhaddesûn, semrâ’, verese…1154
3.2.2.2 İstimdad, Tevessül ve Teveccüh
İstimdâd, “Meded yâ şeyh!”, Meded yâ gavs!”diye maneviyat üstadlarından yardım isteme olayı1155
; tevessül, bir şeyi veya bir şahsı Allah için aracı ve vasıta kılmak, şefaatçı ve vesile edinmek1156
; teveccüh ise, müridin mürşidine yönelip gönlünü bağlaması veya mürşidin müridini tam karşısına alıp ona nazar ederek, hiç konuşmadan başbaşa kalmaları1157
demektir.
Tasavvufta başta Hz. Muhammed olmak üzere şeyh veya benzeri mânevîyat büyüklerinden yardım isteme, doğrudan onlardan bir talep demek değildir. Belki onların Allah katındaki değerlerinden yararlanmak için bir tevessüldür.1158
Bu konuyla ilgili 1152 Yılmaz, a.g.e., s. 318 1153 Nûreddin Birîfkânî, s. 175-217 1154 Nûreddin Birîfkânî, s. 175-217 1155
Cebecioğlu, s. 323. Ayrıca bkz. Yılmaz, a.g.e., s. 323-324
1156 Yılmaz, a.g.e., s. 325 1157 Yılmaz, a.g.e., s. 326 1158 Yılmaz, a.g.e., s. 323
160
yapılagelen tartışmalara girmeksizin Birîfkânî’nin bu konuyla ilgili görüşlerini ortaya koymaya çalışacağız.
Birîfkânî’ye göre mürîdin mümkün olduğu kadarıyla şeyhiyle olan bağlantısından gafil olmaması ve şeyhinin şeklini hatırından çıkarmaması gerekmektedir. Birîfkânî, bu bağlamda mürîdin her gün ve her gece Abdulkadir Geylânî’den istimdâdda bulunması gerektiğini ifade eder. Bu istimdâdda bulunma durumu daha önce de belirtildiği gibi Kur’ân’dan bir bölüm okunduktan sonra yapılır. Mürîd Abdulkadir Geylânî’ye “Ey bu yolun şeyhi olan Gâvs Gâvs! Ey âriflerin kutbu! Bu tarîkatta bana yardım et. Sen benim Âlemlerin Rabbi’ne olan vesîlemsin.” diye seslenir. Mürîd ikinci gün Ma’ruf Kerhî’den istimdâdda bulunur ve ona da “Ey âriflerin imâmı! Ey efendim! Ey Rabb’ime olan vesîlem! Ey şeyhim! Ey (mânevî) babam! Ey yardım edenim! Sen yakın olan gavs ve uzak olan dayanağımsın. Bu tarîkatta Âlemlerin Rabbi katında bana yardım et.” şeklinde seslenir. Üçüncü gün bu sefer Cüneyd Bağdâdî’den istimdâdda bulunur ve ona da “Ey âriflerin imâmı! Ey tarîkatlerin efendisi! Ey hazretin nâzırı! Ey yüce derece sahibi Gâvs Gâvs! Bu tarîkatta bana yardım et. Sen benim Âlemlerin Rabbi’ne olan vesîlemsin.” diye seslenir. Dördüncü gün ise Seriyy Sakatî’den istimdâdda bulunur ve ona da “Ey şeyhim! Ey mürşîdim! Ey imâmım! Ey hâdiru’l-mürîdîn! Ey dinin ziyâsı! Ben senin tarîkatının fakirlerinden ve sana tâbi olanların zayıflarındanım. Şefkat nazarıyla bak. Sen benim babam ve bu tarîkatta Âlemlerin Rabbi’ne olan vesîlemsin.” diye seslenir. Birîfkânî’ye göre mürîdin bu zatları unutmaması gerekmektedir. Çünkü bu kimseler mürîde yakın ve ona bakmaktadırlar. Mürîd bu zatların dualarının bereketiyle Allah’a yaklaşır.1159
Birîfkânî yukarıda naklettiğimiz görüşleriyle Allah dostlarından yardım istemeye, onları Allah’ın bereketine vesile kılmaya ve onlara teveccüh etmeye verdiği önem göze çarpmaktadır. Birîfkânî naklettiğimiz gibi istimdâdda bulunduğu bu kimseleri sadece birer vesile kıldığını açıkça ifade etmektedir.
3.2.2.3 Râbıta
Tasavvufî bir kavram olarak râbıta, mürîdin zihnî planda, tefekkür ve muhayyile gücünü kullanarak mürşidiyle “beraberlik” halinde olmasına denir. Nakşbendiyye
161
tarîkatinde râbıta önemli konumda olsa da, bir asıl değildir. Sâlikin belli bir mertebeye geldikten sonra şeyhiyle olan râbıtasına son verip Allah ile râbıta yapması gerekmektedir. Râbıtanın diğer tarîkatlerde ismen olmasa bile, mana olarak bulunduğunu görmekteyiz.1160
Birîfkânî râbıtayı Nakşbendiyye tarîkatinin güzel taraflarından biri olarak görmektedir. Çünkü râbıta, şeyhin hem varlığında hem de yokluğunda mürîdi terbiye etmesi demektir. Ona göre bu yönüyle râbıta tüm tarîkatlerde büyük bir asıldır.1161
Birîfkânî, halvet âdâb ve usûlünü anlattığı yerde râbıtaya da değinmektedir. Ona göre mürîdin mümkün olduğu kadarıyla şeyhiyle olan bağlantısından (râbıta) gafil olmaması ve şeyhinin şeklini hatırından çıkarmaması gerekmektedir.1162
Birîfkânî’ye göre bir mürşid-i kâmilin yüzüne bakmak, zikirden daha etkilidir. Râbıtanın meşhur bir yöntem olduğunu ifade eden Birîfkânî, şeyhin nefsinden fâni olması hâlinde, râbıtanın zikirden daha faydalı olduğunu belirtmektedir.1163
Yukarıda da gördüğümüz gibi Birîfkânî, râbıtadan övgüyle bahsetmiştir. Fakat Vahîdüddin Birîfkânî’nin ifadesine göre Birîfkâniyye kolu içerisinde, mana olarak olsa bile, Nakşbendiyye’de olduğu gibi sistematik bir râbıta uygulaması bulunmamaktadır.1164
3.3 BAZI USÛL, ÂDÂB VE ZİKİRLER