• Sonuç bulunamadı

1. Varlık Araştırmasının Konusu Olarak Doğa

1.2. Doğaya Dönüşte Ontolojik Kavrayış

1.2.2. Felsefede Kesinlik

Genel olarak İlkçağ filozoflarının doğa ile insan arasında gördükleri bağıntı ile Spinoza’nın da benzer bir bağıntıya istinaden doğa kavrayışını geliştirmiş olması bu iki felsefe arasındaki karşılaştırmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Spinoza’nın felsefesini anlayabilmenin diğer kaçınılmaz uğrağı ise elbette ki Spinoza ile diğer 17. yy. filozoflarını karşılaştırmak olacaktır. Bu yüzyılın felsefi özgünlüğü insan ve doğa araştırması açısından felsefede ve özellikle de doğa felsefesinde bir eşiği temsil ediyor olmasıdır. Bu eşiğin filozofları ise Descartes, Leibniz ve Spinoza’dır. Spinoza’yı Descartes ve Leibniz’le ilişkili olarak ele almak hem Spinoza’yı anlamak açısından hem de 17. yy.’ın genel düşünce tarzını anlamak açısından önemli gözükmektedir.

Varlık araştırmasının teolojik araştırmaya istinaden sürdürüldüğü Ortaçağ felsefesinden kopuşta ve modern düşüncenin kuruluşunda Descartes’ın belirleyici bir rolü olduğu bilinmektedir. Descartes, doğa ile düşünce arasındaki ayrıma dair yüzyılını belirleyecek bir kavrayış geliştirir. Varlık ve düşünce ele

34

alınırken Descartes’ın felsefesindeki ve genel olarak 17. yy. düşüncesindeki en temel özelliğin geometrik yöntemin belirleyiciliği olduğu söylenebilir. Kesinlik niteliği ile düşünmenin güvencesi olarak görülen geometri, dönemin tüm felsefelerinde etkili olmuştur. Spinoza'nin geometrik yöntemi kullanması onun felsefedeki tüm mistisizmi ortadan kaldırmasına ve bilgiyi ortaklaştırmasına, her insan için ortak bir olanak hale getirmesine yardımcı olur. Yöntem “önermelerin açık ve seçik ideaları anlatan tanımlardan ve kendiliğinden açık belitlerden çıkarsanması ise öyle görünür ki yöntem hiç kuşkusuz Spinoza’nın gözünde gerçek felsefeyi geliştirmenin yanılmaz bir aracı” (Copleston, 1996 : 13) olarak da işgördü. Ancak yine de aynı yöntemi kullanmalarına rağmen Spinoza’nın Descartes’la olan derin ayrımı ortadan kaldırmaya yetmedi.

Descartes’ın töz kavrayışı onun geometrik yöntemine koşut olarak geliştirilmiştir. Geometrinin kesinliğin dayanağı olarak iş görmesi ruhun da geometrik bir kavrayışla kesin bilgiye ulaşabilmesinin güvencesi olmuştur. Descartes’a göre ruhun geometrik kesinliğe ulaşabilmesinin olanağı aynı biçimde kendisinin kökenini araştırma düzlemini de teşkil eder. Bu yöntemle birlikte düşünce ve uzam birbirinden mutlak biçimde ayrılır. Ona göre “her tözün temelli bir özniteliği vardır, ruhunki düşünce, cisminki de uzamdır” (Descartes, 1998 : 90). Felsefede geometrik yöntemin kullanılması düşüncenin de maddenin de geometrik bir düzen içinde olduğu ve geometrik yöntemle birlikte bunların her ikisinin de bilgisine ulaşılabileceği yönündeki eğilimin 17. yy. felsefesinin genel eğilimi olduğu söylenebilir.

Düşünce ile uzam arasındaki ayrım ruh ile beden arasındaki ontolojik ayrımın da dayanağını oluşturur. Bu ayrım, bir yandan ruh ile bedeni iki bağımsız töz olarak ele alabilmenin koşulu olurken diğer taraftan da Tanrının uzamsal niteliğinin olamayacağı yönündeki argümanı destekler. Descartes’a göre, Tanrının uzamsal olmadığı uzamın bölünebilir olması ve bölünebilir olmanın da bir eksikliğe ya da muktedirsizliğe göndermede bulunuyor olması ile temellendirilebilir. Buna rağmen uzam, Descartes’ta töz olarak kabul edilir. Ancak Descartes’ın genel olarak töz kavrayışına bakıldığında uzama atfedilen bu tözselliğin varlık araştırması açısından hiyerarşik olmayan yani yatay bir düzlemi

35

temin etmediği görülür. Zira Descartes, uzamsal olanı da düşünsel olanı da nihai olarak Tanrıyla ilişkilendirir. Özü düşünmek olan insan, varlığını Tanrıya borçludur. Descartes töz kavrayışında, tözler arasında tanımsal olarak doğrudan bir ayrıma işaret etmese de bir yandan Tanrı ve diğer tözler arasında bir yandan da düşünce ile uzam arasında niteliksel bir ayrım gözetmekten imtina etmemiştir. Descartes, tözü “var olmak için ancak kendine gereksinen bir şey” (Descartes, 1998 : 89) olarak tanımlarken tözlerin niteliklerinin farklı olduğunu vurgulayarak tözleri birbirinden ayırt etme yoluna gider. Burada bu niteliksel farklılığın yarattığı bölünmelerden biri olarak ruh ve beden ikiliği Batı felsefesinin genel eğilimini temsil ettiği gibi Descartes’la birlikte yeni bir tözsel dayanağa yerleşir.

Descartes’ın beden ve ruh ayrımı uzam kategorisiyle ilişkilendirilerek kurulmuştur. Bedenin uzamsal varlığı ona sınırlandırılabilir ve bölünebilir niteliği verirken düşünce ise bir ve bütün olma niteliğini taşır. Bu durumda kendindelik (ens) kategorisi doğanın bir kategorisi olmayacaktır: “[D]oğa ile, genel olarak alındığında, şimdi ya Tanrının kendisinden başka ya da Tanrının yaratılmış şeylere verdiği düzenden başka hiçbir şeyi anlamam; ve özel olarak kendi doğam ile anladığım şey yalnızca Tanrının bana verdiği şeylerin tümünün bir bileşimidir” (Descartes, 1997 : 136). Descartes’ta da görüldüğü üzere doğa ile insan doğası kavramları bağlaşık bir ilişkiden ziyade doğa kavrayışının birincilliğini anlatmaktadır. Yani doğa kavrayışı insan doğası tanımlamasını da koşullamaktadır. Ancak Descartes töz kavrayışıyla tutarlı bir tarzda ruhun doğasıyla bedenin doğasını birbirinden ayırarak önemli bir bölünmeye işaret eder. Öyle ki bölünmenin de ötesinde karşıtlık içeren bir ilişkiyi benimser: “[R]uh ve bedenin tabiatları sadece birbirinden başka olmakla kalmayıp bir bakıma birbirinin zıddıdırlar” (Descartes, 1967 : 117).

Descartes ve Spinoza arasındaki ayırımlardan birisi beden kavrayışıdır. P. Van der Hoeven, Spinoza’nın kartezyen fizik ile bağıntısını ele aldığı makalesinde iki filozofun beden kavrayışındaki ayrımı şöyle özetler:

“Spinoza, onun Duygu Üzerine İncelemesi’nde görüldüğü gibi, Descartes’ın insan bedeni üzerine görüşleriyle mutabık değildir [...] Descartes felsefesinde insan bedeninin yapısı zihin ile etkileşimine

36

tamemen uyarlanmıştır. Beden, zihin için uygun olarak hazırlanmış bir araçtır. Bu nedenle bilginin odağı onun ifadesinin en çarpıcı aracıdır. Ama Spinoza için madde ve zihin her biri Tanrının özünü onun kendi yoluyla ifade eden bütünüyle farklı iki sıfattır. Bir sıfat tanımlamada bir başkasını kullanımı yapılmaz. Bu yüzden Spinoza insan bedeninin maddi yapısını düşüncenin dışında bırakır” (Hoeven, 1974 : 118).

Beden ve ruh arasındaki ayrım bilindiği üzere Descartes’ın ben kavrayışını doğrudan belirlemiştir. Descartes’a göre “düşünen bir şey olarak” Ben’in varlık nedeni sonsuz töz olan Tanrıdır. Bu nedenle maddi varlığı yani bedeni benin bir dayanağı olamayacağı gibi “düşünen bir cevherle cismani bir fiil arasında hiçbir münasebet de yoktur” (Descartes, 1967 : 168). Dahası, şayet insanın sonsuz bir töz tarafından yaratılmasına rağmen neden yanıldığı sorulursa bunun nedeni de yine bedene referansla açıklanabilir. Öyle ki insan, bedene sahip oldukça yanılmaktan da kaçınamayacaktır. Daha ileride görüleceği üzere beden sorunu Spinoza’da Descartes’tan oldukça farklı bir biçimde ele alınır. Spinoza ile Descartes arasındaki diğer ayrım ise etik alanındadır. Jonathan Bennet’e göre Spinoza ve Descartes arasındaki ilişki farklılığın da ötesindedir: “Spinoza’nın

İyileştirme’deki (Emandation) pratik ve etik amaçlar Descartes’ın

Meditasyonlar’da giriştiği tasarı ile çarpıcı biçimde çelişiktir” (Bennet, 1984 : 8).

Descartes, erdemden bahsederken koşulsuz biçimde Tanrıya gönderme yapmak kanısındadır. Hatta Tanrının varlığı erdemin dolaysız koşulu gibidir: “[B]u yaşamda büyük ödüllerin çoğu kez erdem için olmaktan çok erdemsizlik için önerilmesi ölçüsünde, eğer ne Tanrı korkusu ne de bir başka yaşamın beklentisi tarafından kısıtlanmamış olsalardı, çok az insan doğru olanı yararlı olana yeğlerdi” (Descartes, 1997 : 79).

Meditasyonlar’a gönderme yaparak Descartes ve Spinoza ayrımına işaret

eden diğer düşünür ise Aaron V. Garrett’tir. Spinoza’nın yöntemine ilişkin derinlemesine bir araştırma yürüten Garret’ye göre

“Spinoza her moda uygulayabildiği daha geniş terim olan içsel (internal) nedenden farklı olarak içkin (immanent) nedeni yalnızca Tanrıya ya da töze uygular. Bu durum Descartes’tan dikkate değer bir farklılığa işaret eder. Meditasyonlar’da, Tanrı hem içte hem dıştadır – Tanrı ideası zihinlerimizin her birindeyken, bendeki idea’nın nedeni olarak Tanrı zihnimizin dışındadır” (Garrett, 2003 : 59).

37

Spinoza’daki içkin ve kendi kendinin nedeni olan Tanrının ya da töz olarak doğanın aksine Descartes Tanrıya aşkınlık niteliği atfettiği gibi doğa ve insanı da bu aşkınlığa tabiyeti ile niteler: “[D]oğa ile, genel olarak alındığında, şimdi ya Tanrının kendisinden başka, ya da Tanrının yaratılmış şeylere verdiği düzenden başka hiçbir şeyi anlamam; ve özel olarak kendi doğamdan anladığım şey yalnızca Tanrının bana verdiği şeylerin tümünün bir bileşimidir” (Descartes, 1997 : 136). Descartes her ne kadar doğayı da töz araştırmasına dahil etse de bu tözsellik Spinoza’daki gibi kendi kendinin nedeni olan doğadan tümüyle farklıdır. Hiçbir aşkın kategoriye başvurmaksızın ortaya konulmadığı için de bu Spinoza ile Descartes’ın doğa anlayışları arasında sadece yöntemsel bir analoji olabileceğini göstermektedir.

Benzer Belgeler