• Sonuç bulunamadı

Divan edebiyatında şairlerin en çok tercih ettikleri tamlama türü Farsça tamlamalarıdır. Şairlerin Farsça tamlama tercih etmelerinin nedeni Klâsik şiirin Fars etkisiyle gelişim göstermesi ve Farsça tamlamanın Türkçeye kolay uyum sağlamasıdır. Farsça tamlamalar, tamlayan ve tamlananın ya da sıfat ile ismin yer değiştirip kelimeye ‘-ı, -i, yı, yi’ şeklinde bağlama unsurunun bulunduğu yapılardır.

Erbilli Âmâ Yusuf Garîbî Efendi Dîvânı’nda Farsça tamlamalar ikili, üçlü, dörtlü ve beşli şekillerde tercih edilmiştir. Dîvân’da Farsça tamlamalar Arapça tamlamalara göre oldukça fazla yer almaktadır. Farsça tamlamalara örnekler:

Mahv itmek içün kendini seyl eyle sirişkin

Kim bahr-ı serâb içre habâbın yeri yokdur (G 76/5)

Hasret-i rûyınla dilden ârzû eksük degil

Yâd-ı vaslınla gözümden kanlu yaş eksük degil (G 186/1)

Oldum misâl-i şuʿle-i cevvâle bî-karâr

Bir kez bakınca zîver-i destâr-ı âline (G 256/3) Deşt-i gamda kim ider ehl-i cünûnı teskîn

Halka-i silsile-i pür-şikeninden gayrı (G 272/2)

Bin Mısr cemâli Meh-i Kenʿân’ına kurbân

Bin Yûsuf-ı dil-i çâh-ı zenehdânına kurbân (G 219/1) Tabʿ-ı yârâna Garîbî kim olur tesliye-bahş

Nazm-ı pâkîze-i dürr-i sühanından gayrı (G 272/7)

Oldum üftâde-i sevdâ-yı şeb-i zülf-i bütân

Dest-i kazâ-yı Sâniʿ-i rûz-ı ezel meger

Hâk-i çemenden eylemiş îcâd ʿandelib (G 17/2)

2.1.1.7. Ünlemler

“Ünlemler, konuşanın korku, sevinç, acıma, şaşkınlık gibi her türlü duygu ve heyecanını etkili ve kısa bir biçimde anlatmaya, seslenmeye, çağırmaya yarayan ve kısmen bağımlı kelimeler sınıfına giren kelime veya kelimelerdir (Korkmaz, 2003: 224).” Bu kelimelerden birkaçı şöyledir: a, ee, eh, ey, eyvah, haydi, hayır, hey, işte, sakın, vay, yahu, yaşa, yazık, sakın ha, tövbe tövbe, tüh be, yeter be vb. gibi.

Ünlemler, tek başlarına anlam taşımamaktadır. Kelimelerle birlikte kullanıldıkları takdirde bir anlam kazanır ve herhangi bir anlamı çağrıştırırlar. Ünlemler kullanıldıkları yere göre değişiklik gösterebilirler. Bu durum bazen bir hitap, bazen bir sitem, hayal kırıklığı ve mutluluk olabilir. Bundan dolayı şairin kullandığı ünlemleri ve bu ünlemlerin ne sıklıkta kullanıldığını tespit etmek şairin psikolojik durumunu ortaya çıkarabilmektedir.

Türkçede sık kullanılan ünlemlerden biri olan ‘ey’ kelimesi özellikle hitap anlamında, gerek yazı dili gerekse konuşma dilinde kullanılan bir ünlemdir. Divan şiirinde şairlerin hitap olarak en çok kullandıkları ‘ey’ ünlemidir.

Erbilli Âmâ Yusuf Garîbî Efendi Dîvânı’nda en sık kullanılan ünlem ‘ey’ kelimesidir. Şairin seslenişi Hz. Muhammed’e, sevgiliye, Şeyh’e ve kendi gönlünedir.

Ümmîd-vâr-ı lütf-ı Hak ol ağla ey gönül

Hasret-keşân-ı vasl ider efgâna ibtidâ (G 1/6)

Olmuşum ser-tâ-kadem müstağrak-ı bahr-i günâh

Bî-nevâyım dut elim ey Şâfiʿ-i rûz-ı ceza (G 5/7) Bilmez nice yetsün dehenin sırrına ʿâşık

Ey şeyh sakın tekyede incitme mürîdi

Takdıkca anı sîh-i kerâmâte yarak bas (G 126/4)

Garîbî Dîvânı’nda sıklıkla geçen, isimlerin sonuna gelerek seslenme ünlemi görevini gerçekleştiren ‘â’ ekidir. Dîvân’da ‘â’ ekinin ünlem olarak kullanıldığı ‘cânâ’ kelimesini örnek gösterebiliriz. ‘Cânâ’ kelimesi ‘sevgilim, canım’ vb. gibi anlamlarına gelmektedir.

Ömrüm dükendi olmadı bir kez şifâ-pezîr

Cânâ derûn-ı sînede bilmem ne yâredir (G 86/6) Cânâ hulâsa çâre ne mümkin o fitneden

Kimse esîr-i gamze-i cellâdın olmasun (G 234/5) Bilmem nedir ey cânâ hüsnünde bu hikmet kim

Göz gördi gönül sevdi ʿakl oldı perakende (G 259/6)

Dîvân’da en çok kullanılan ikinci ünlem ‘yâ’dır. ‘Ey’ anlamına gelen ‘yâ’ kelimesi 14. ve 15. gazellerin rediflerinde ‘Rab’ kelimesiyle birlikte kullanılarak ‘Yâ Rab’ olarak kalıplaşmıştır. Garîbî Efendi, ‘yâ’ seslenme ünlemini 22. gazelde mısra başında kullanmıştır.

O hâtırda ki gam var hîç mesrûr olmasun yâ Rab

Harâb-ı ʿaşk olan vîrâne maʿmûr olmasun yâ Rab (G 14/1) Bu haste Garîbî’ye eyler mi şifâ laʿlin

Bî-çâresine başka tedbîr ide mi yâ Rab (G 15/7) Yâ Rab hemîşe mihrini sînemde muzmer it

Derd ü belâ-yı ʿaşkını başımda efser it (G 22/1) Yâ Rab dil-i Garîbî-i bî-çârede müdâm

2.1.1.8. Edatlar

“Edatlar, yalnız başlarına anlamları olmayan, ad ve ad soylu kelime ve kelime gruplarından sonra gelerek anlam bakımından bunlarla sıkı sıkıya bağlı bulunan, gramer bakımından onlara hâkim olan ve eklendikleri kelimeler ile cümlenin öteki kelimeleri arasında çeşitli anlam ilişkileri kuran görevli sözlerdir: için, ile, gibi, kadar, göre, doğru, başka, dolayı, beri, ötürü, öte, yana, itibaren, nazaran vb. (Korkmaz, 2009: 1052).”

Garîbî Dîvânı’nda en çok kullanılan edat ‘ile’ dir. Kalıp ifadelerle kullanımı dışında tespit edilen ‘ile’ kelimesi 572 defa kullanılmıştır. ‘İle’ edatı ayrıca kelimelerle ‘-yla, -yle’ şeklinde ek olarak ‘vaslıyla, arzusıyla, tiğıyle, giryeyle vb.’ şekillerde sıklıkla kullanılmıştır. ‘İle’ edatının Dîvân’da kullanım sayısı oldukça fazladır. Ayrıca şair, 254. gazeli ‘ile’ redifi ile yazmıştır.

Sevdâ-yı ser-i zülfi ile câna irişdin

Kendin yeter üftâde-i efkâr-ı muhâl it (G 27/2)

Dil-dâde-i visâlin subh-ı bahârı n’eyler

Pervâne-i cemâlin şemʿ ile nârı n’eyler (G 54/1) Tîr-i müjgânıyla kasdı oklamakdır ʿâşıkı

Gûşe-i ebrû ile ger itse bir îmâ galat (G 136/7) Hûn-ı sünbül çekilüb hâme-i ʿOsmâni ile

Mushaf-ı hüsni yazıldı hat-ı reyhâni ile (G 254/1)

Maraz-ı ʿaşka Garîbî nice mümkin sıhhat

Gelse Lokmân-ı felek üstüne dermânı ile (G 254/7)

Dîvân’da en sık kullanılan bir diğer edat ‘gibi’ dir. ‘Gibi’ edatı 289 defa benzetme unsuru olarak kullanılmıştır. Garîbî’nin 283, 285. ve 286. gazellerinin redifi ‘gibi’ edatıdır.

Yâd-ı ruhsârınla cânâ şîşe-i pür-mey gibi

Gözlerinden hûn-ı dil ser-şâr kendin gösterür (G 78/3)

Menzil-i dâr-ı fenâ ʿayn-ı ferâgat yeridir

Dil-i ʿuşşâk gibi âh-ı nedâmet yeridir (G 89/1)

Fahre sezâyuz ki Garîbî gibi

Bende-i der-gâh-ı şehe ʿâdilüz (G 105/7)

Pây-mâl itdi beni âmed ü reft-i sitemin

Rûy-ı kâlîde olan heyʾet-i tasvîr gibi (G 283/2) Yılda bir dil-bere dil virmeden ikrâh oldum

Baʿzı hükkâmın olur mansıbı tahvîl gibi (G 285/8) Künc-i gamda bulamam zerrece tahrîk-i mecâl

Çîn-i dâmânım olub pâyıma zencîr gibi (G 286/3)

Erbilli Âmâ Yusuf Garîbî Efendi Dîvânı’nda ‘gibi’ edatı görevi görmekte olan Farsça ‘-âsâ, -veş ve –vâr’ ekleri ile Türkçe ‘-cileyin’ eki ve Arapça ‘-misâl’ bulunmaktadır.

Gir sahn-ı gülistândan al bûy-ı hakîkat

İtme tiken-âsâ ser-i dîvâra teşebbüs (G 29/2) Dutmaz karâr şîşe-i hâtırda bir zamân

Mey-reng-vâr cünbiş-i mevc-i hayâli şûh (G 35/2)

Tulûʿ itmez saʿâdet burcuna baht-ı siyâhım âh

Açılmaz gonçe-veş gâhî dil-i nâ-şâddan feryâd (G 36/2) Yûsuf-misâl zâde-i tabʿ-ı Garîbî’ye

Dutdı sevâd-ı aʿzamı maʿnâ-yı nazmımız

Lîkin Garîbî sencileyin şâʿir olmadık (G 156/5)

Bunların dışında Garîbî Dîvânı’nda sık kullanılan bir edat da ‘mı; mi’ soru edatıdır. Dîvân’da 213 defa kullanılmıştır ve 84, 202, 247. gazellerin redifi ‘mı; mi’ soru edatıyla kaleme alınmıştır.

Peyvend-i muhabbetle ʿuşşâkını bağlar mı

Dîvânesine zülfin zencîr ide mi yâ Rab (G 15/2) Oldun mı siyeh hâli gibi zülfüne meftûn

Ey dil heves-i dâne ile dâma mı düşdün (G 172/3)

Yetmez mi bu âşüfteligin ey dil-i şeydâ

Sevdâ-yı perî-veşler ile ber-taraf oldun (G 179/5) Yâd-ı vatan eyler dil dîvâne midir bilmem

Keyfiyyet-i gurbetden bî-gâne midir bilmem (G 202/1)

Bahsedilen edatlar dışında Garîbî Dîvânı’nda ‘belî, çü, içün, çün, denlü’ edatları da kullanılmıştır.

2.1.1.9. Bağlaçlar

“Türkçede çok geniş bir yer tutan bağlaçlar; kelimeleri, kelime gruplarını, cümleleri ve kimi zaman da paragrafları şekil ve anlam bakımından birbirine bağlayan ve yüklendikleri işlevleriyle, bağlandıkları sözler arasında türlü anlam ilişkileri kuran gramer ögeleridir (Korkmaz, 2007: 923).”

“‘Kim’ bağlacı ki’nin Türkçesi olarak Osmanlı Türkçesinin sonuna kadar onunla yan yana kullanılmış, sonunda yerini tamamen ki’ye bırakarak Türkiye Türkçesinde kullanıştan kalkmıştır (Ergin, 1962: 343).” Garîbî Dîvânı’nda en sık kullanılan bağlaç ‘ki(m)’dir. Dîvân’da ‘ki(m)’ bağlacı kimi zaman mısra içerisinde bağ kurmakta,

Figân kim ol büt-i raʿnâ dil-efkâr oldıgım bilmez

Hevâsında o gül-pîrâhenim zâr oldıgım bilmez (G 102/1) Kettân gibi efsürde olur cism-i zaʿîfi

Ş’ol gam-zedenin kim gözi meh-veşlere düşmüş (G 121/6) kimi zaman ise mısralar arasında bağlantı kurmaktadır.

Câm-ı meye cân virdigimin vechi budur kim

Dil-berde olan dîde-i mestâneye benzer (G 93/5)

Biz şâʿir-i sarrâf-ı nükûd-ı sühanüz kim

İnşâ ile ârâste-i kevn ü mekânuz (G 96/5)

Garîbî Dîvânı’nda en fazla kullanılan ikinci bağlaç ‘u, ü, ve, vü’ bağlaçlarıdır. Bu bağlaç kelime, kelime grupları ve cümleleri bağlayan ve günüz Türkçesinde ‘ve’ anlamına gelmektedir.

Vahşet-zede’em kûh u beyâbân vatanımdır

Âşüfte-dilim hâr-ı mugaylân çemenimdir (G 68/1) Ey Garîbî o perî-zâdenin âvâreleri

Sûret-i şûh u büt ü hüsn-i sanem bilmezler (G 85/7) Giçdi zamân-ı revnakı bâzâr-ı hüsnünün

Şimden gerü bu cilve vü nâza ne iʿtibâr (G 87/3)

Yukarıda geçen bağlaçlar dışında Dîvân’da sık kullanılan diğer bağlaçlar şunlardır: “ammâ/ ammâ ki, anca/ ancak, de/ da, dahı, eger/ eger ki(m)/ egerçi, ger/ gerçi, hele, hem, ile, lâkin/ lîk, meger, ne…ne…” vb. gibi.

2.1.1.10. Deyimler ve Atasözleri

“Deyimler, gerçek anlamından farklı bir anlam taşıyan ve çekici bir anlatım

özelliğine sahip kelime veya kelime grubudur

K.GTS.5cdd3ad52edf42.11642895, 2019).” Türkçede deyimler şekil olarak genellikle birleşik fillerden oluşmaktadır. Bir sözü detaylı olarak ifade etmek yerine o sözcüğü bir deyim, atasözü ya da kalıplaşmış bir sözle anlatmak, anlamı daha etkili kılmaktadır.

“Atasözleri anonim özellik taşıyan, atalardan kaldığı kabul edilen ve toplumun yüzyıllar boyunca geçirdiği gözlem ve denemelerden, ortak düşünce, tutum ve davranışlarıyla dünya görüşünden oluşan, genel kural niteliğindeki kısa, özlü,

kalıplaşmış sözlerdir

(http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bilimsanat&arama=kelime&guid=TD K.GTS.5cdd3b081c60d3.10976962, 2019).”

Erbilli Âmâ Yusuf Garîbî Efendi Dîvânı’nında deyimler oldukça fazla yer almaktadır. Ancak deyimlerin aksine atasözlerine Divân’da pek rastlanmamaktadır. Bu bölümde Garîbî’nin hangi deyimleri ve atasözlerini kullandığını tespit etmek ve şairin özgünlüğü kaynaklardan1

yararlanılarak ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Deyimlerin kullanımına bakıldığında sözcüklerin yer değiştirdiği ve arada başka sözcüklerin olduğu görülmüştür. Ayrıca divan da bazı deyimlerin redif olarak kullanıldığına rastlanmaktadır ‘el çek-, heves et- vb. gibi’.

2.1.1.10.1. Deyimler

Ağzı sulanmak: İmrenmek; yeme, içme isteği artmak.

Sulandı ağzımız endîşe-i nâzik yanağında

Ki gûyâ sulu şeft-âlâ yaraşmış hüsn-i bağında (G 258/1)

1 Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, TDK

Yay.,Ankara; Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB. Yay., İstanbul; TDK, Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler, TDK Yay., Ankara; TDK, Deyimler

Sözlüğü, TDK Yay., Ankara; TDK, Atasözleri Sözlüğü, TDK Yay., Ankara; Necmiye Dönmez, Açıklamalı Türkçe Deyimler ve Atasözleri, Milliyet Yay., İstanbul; Abdülbaki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İnkılap Yay., İstanbul.

Âh itmek: Acı ile içini çekmek.

Âteş-i zulm ile pervâneyi yandırdığına

Çeşmine eşk-i nedâmet gelüb âh itdi çerâğ (G 147/5)

Arkasına düşmek: Birini gözden ayırmayarak arkasından gitmek.

Düşme kovarak ardına ol vahşi-nigâhın

Âhûyı yatağında görünce uyarak bas (G 126/3)

Ayak basmak: Girmek, gelmek, uğramak.

Gel meclis-i rindâna ayak basma sözüm dut

Zâhid katı çok sana rezâlet var içinde (G 261/7)

Arzu eylemek: Birine veya bir şeye karşı istek duymak.

Dil-fezâ-yı hüsnün eyler ârzâ ammâ ne sûd

Âşıka ezhâr-ı lütfundan ʿalâmet kalmamış (G 113/4)

Ateş urmak: Tutuşturmak, ateş içine sokmak.

Gör gül-şene ne âteş urur hüsn-i dil-keşi

Bir kez ol âfitâb-ı nikâbın cemâlin al (G 193/2)

Ayru düşmek: Birbirinden uzakta kalmak.

Âteş-i hasret-i hâl-i leb-i cân perverine

Cennet-i hüsnden ayru düşen âdem yansun (G 214/5)

Baş çekmek: Herhangi bir konuda önde gitmek, önayak olmak.

Bûse-i ruhsârın istedim baş çekdi hatt

Kanda görsem iki hem-dem bir ʿadû eksük degil (G 186/6)

Başa çıkmak: Bir şeye gücü yetmek.

Sevdâ-yı ser-i zülfi ile başa çıkılmaz

Ağyâr ile husûmet idüb başa çıkmadık

Şimden gerü tevessül ü ibrâma kaldı iş (G 124/ 3)

(Birinin) başına çalmak: Bir şeyi öfkeyle, nefretle geri vermek.

Vâʿiz mezemmet eyler imiş ehl-i ʿaşkı hep

Çal başına Garîbî elinden kitâbın al (G 193/7)

Bî-tâb olmak: Çok yorulmak, yorgun düşmek.

Sitem-i ʿaşk ile cânâ katı bî-tâb olduk

Girye-i hasret ile garka-i hûn-âb olduk (G 154/1)

Can almak: Öldürmek.

Âlemi kırdı kodı nâz ile bir ânlı güzel

Pençesi cân alıcı hançer-i bürrânlı güzel (G 188/1) İşvesi cânlar alur kaddi kıyâmet koparur

Nâz ile şîve-i reftârı hırâmânlı güzel (G 188/6)

Canı ağzına (boğazına) gelmek: Büyük bir tehlike karşısında ölecekmiş gibi

bir korkuya kapılmak; aşırı duygulanmak, çok heyecanlanmak. Bir kez o pençe leblerin ol mâh-talʿatın

Vehm eyledim ki cânım irişdi dudağıma (G 248/3)

Can virmek//viren: Ölmek, bir şeyi çok istemek, ruha güç vermek.

Yeter ey şûh-ı cefâ-pîşe dirîğ itme visâl

Virdi cân teşne-i laʿlin bir içim su diyerek (G 162/8) Garîbî rıhlet-i cândır ʿadem vehmiyle Mecnûn’dan

Canını yakmak: Acı verecek bir biçimde cezalandırmak.

Çok kimse yakdı cânını nâr-ı muhabbete

Hergiz Garîbî sen gibi pervâne görmedik (G 173/7)

Cezasını bulmak: Hak ettiği kötü sona uğramak.

Zâlim de gerek zulmi dadar bulsa cezâsın

Dâmânı dutan hâr olamaz sûzene mahsûs (G 125/3)

Dehâna sakız misal düşmek (Birinin ağzına sakız olmak): Dedikodusuna

konu olmak.

Virdim cünûn-ı ʿaşk ile şöhret zamânaye

Düşdüm sakız misâli bu halkın dehânına (G 263/7)

Dil uzatmak: Bir kimse veya bir şey için kötü söylemek.

Yüze durdı dil uzadub diler itsün daʿvâ

Kâkül-i şuʿbede bâzına belâ-câ diyerek (G 162/2) Başında belâ kâkül her cânib uzatmış dil

Yâ turre açub sünbül ya müşg-i Hoten’dir bu (G 238/4)

Dil (gönül) virmek: Sevmek, âşık olmak; bir şeyi sevmeye, istemeye veya

yapmaya içten yönelmek, meyletmek.

Hançer-i müjgânına dil virdigim bî-câ degil

Bu fenâdan menzil-i ʿukbâya rıhletdir garaz (G 132/4) Dil virme sakın dil-ber-i yek-sâleye zinhâr

Câhiller arasında kitâbın yeri yokdur (G 76/2)

El çekmek: Vazgeçmek.

Rakîbi yâr ile gördik o meh-sîmâdan el çekdik

Garîbî rişte-i maksûdı bulduk hatt u hâlinden

Heves-kârî-i zülf ü kâkül-i sevdâdan el çekdik (G 178/7)

El virmek: Yardım etmek; eskiden tarikatlarda mürşit, bir müride,

başkalarına yol gösterme izni vermek.

El virdi yine himmet-i pâşâ-yı mükerrem

Biz ʿömr-i rakîbânı melâmetle giçürdik (G 161/8) Bu gün el virdigi zevki burakma fikr-i ferdâya

Gel imdi sîneye bir hûr-peyker mâh-manzar çek (G 165/6)

Elden gitmek: Bir şeyi yitirmek, o şeyden yoksun kalmak.

Gideli dâmen-i dârûy-ı visâlin elden

Ten-i efsürde degil derd ü elemden fâriğ (G 145/2)

Esir eylemek/ itmek/ olmak: Tutsak durumuna getirmek.

Müselsel kâkülün ʿuşşâkı öldürmez esîr eyler

Kerem kıl gamze-i hûn-hˇârı cellâd eyle sultânım (G 206/6) Kimin kim gönlüni şeh-bâz-ı çeşminle esîr itdin

Fedâ-yı hâlin olsun dir dil-i dîvâneden giçdi (G 271/3)

Fark olunmak: Seçilip ayırt edilmek, anlaşılmak, sezilmek.

Kadr-i ehl-i cehl ü dânâ ʿâlem-i fânîde bir

Fark olunmaz kıymeti har-mühreden gevherlerin (G 167/3)

Fedâ olmak: Uğrunda yok olmak.

Cânım ol cevher-i zât-ı dür-i yektâya fedâ

Ömrüm ol vâsıta-i hilkat-i eşyâya fedâ (G 3/1) Bin cân olursa bende şehâ eylemem dirîğ

Feryâd itmek: Yüksek sesle haykırmak.

Bana çarh-ı sitem-kâr itdigi bî-dâddan feryâd

Bu devr-i âsiyâ-yı dehr-i bî-bünyâddan feryâd (G 36/1)

Sirişkim katre katre hasret-âmîz-i tavassuldur

İder dest-i firâk-ı Dicle-i Bağdâd’dan feryâd (G 36/3)

Fırsat virmek: Bir işi yapmak için uygun, elverişli şartı sağlamak.

Var imiş kasdı meger ʿâşıka bilmezlik idüb

Galat itdim nigeh-i mestine fırsat virdim (G 209/5)

Meded-âlâde-i hûn itme dâmân u girîbânı

Kerem kıl virme fırsat gamze-i hûn-hˇâra gel cânâ (G 7/6)

Firâr eylemek: Kaçmak.

O şûhun vaslına ʿâşık nice ümmîd-vâr olsun

Ki mirʾâta nazar kıldıkda ʿaksinden firâr eyler (G 70/5)

Gam/casına çekmek: Tasalanmak, kaygılanmak, üzülmek.

Zulmet-i şebde esîr oldıgıma gam çekmem

Bâz olur perde-i ruhsâr-ı seher çok gitmez (G 103/6)

Gönlüm kalmış (Gönlü kalmak): İsteyip de edinemediği bir şeyi istemekten

vazgeçmemek, gücenmek.

Kalmış diyâr-ı yârda gönlüm Garîbî-veş

Söylen o meste hâtır-ı efkâra degmesün (G 232/7)

Gönlüm alsa (Gönül almak): Sevindirmek, kırılan bir kimseyi güzel bir

Bir de ne var ohşayarak alsa gönlümi

Sultân terahhum itse gedâya ʿaceb degil (G 184/5)

Gönül virmek: Sevmek, âşık olmak; bir şeyi sevmeye, istemeye veya

yapmaya içten yönelmek, meyletmek.

Her bir sanemin hüsnüne bir gûne gönül vir

Sille urılur kâʾidedir sûrete lâyık (G 157/3)

Her bir sanemin hüsnüne bir gûne gönül vir

Her nağme-i eşcârda tebdîl-i makâm it (G 28/4)

Gönülde kalmak: Çok istediği hâlde ulaşamamak, elde edememek.

Kaldı gönülde hasret-i bâlîn-i ʿâfiyet

Râm olmadı Garîbî’ye bir kerre hˇâb-ı hüsn (G 217/7)

Gözden geçirmek: Okumak, niteliğini anlamak için bir şeyin her yanına

bakmak, incelemek, muayene etmek.

Her gelen bir bir varak gözden geçirmiş bilmemiş

Nüsha-i mihr-i vefâ-yı çarh ser-tâ-pâ galat (G 136/ 2)

Devr-i dâʾim gibi gözden giçirür agyârı

Beni bir köhne bozuk nüsha-i takvîm itmiş (G 122/3)

Gözünden kaçırmak: Dalgınlıkla görmemek.

Nâz ile hüsnüni pervâne gözünden kaçırub

Teh-i pîrâhen-i fânûsı penâh itdi çerâğ (G 147/2)

Güftâra gelmek (Dile düşmek): Hakkında dedikodu yapılmak.

Gönül Kays-ı girîbân-çâk-ı sahrâ-yı cünûnundur

Lebinden şerbet-i sevdâyı sun güftâra gel cânâ (G 7/4)

Bir kez o perî hâl-i dilimden haber almaz

Görsün ne çeker gîsû-yı kullâb arasında (G 242/2)

Haber virmek: Bildirmek, haber ulaştırmak; bir durumun, bir olayın belirtisi

olmak.

Virür bir bir haber hâl-i derûn-ı dâğ-ı dârımdan

O seyl-âb-ı fenâ kim dîde-i hûn-âbdan geldi (G 275/6)

Telhî-i rûz-ı vaslı virür hicrden haber

Ey dil şeb-i firâkının ahşamı bellidir (G 83/6)

Harâp olmak: Bitkin, perişan olmak, kötü duruma düşmek.

Sakiyâ sun piyâle-i mey-i nâb

Ki humâr ile hâlim oldı harâb (G 20/1)

Leşker-i peyk-i hayâl ile harâb oldı gönül

Gerd-i külfetle Garîbî yine taʿmîr idelim (G 203/9)

Hasret Çekımek: Özlem duymak.

Nice bir hasret-i vaslın çekelüm gamcasına

Düşelüm gûşe-i hicrânına mâtemcesine (G 249/1)

Hâtırına gelmek: Hatırlamak, aklına gelmek.

Hayâl-i bâde-i laʿlin gelince hâtırına

Kadeh-keşîde-i çeşm-i pür-âb olur ʿâşık (G 151/4)

Heves eylemek/ itmek/ kılmak: Bir şeye karşı istek duymak, eğilimli olmak.

Ey gönül eyle ser-i zülf-i perîşâna heves

Kim bu zencîre ider gerden-i dîvâna heves (G 111/1) Gice bir yerde rakîb ile işitdim yâri

Hidmet eylemek: İş görmek, çalışmak; mec. birinin amaçlarının

gerçekleşmesini sağlamak.

Sâkî bizi de eyle ocak eskisi hesâb

Pîr-i mugâna biz dahı çok hidmet eyledik (G 180/5) Zülf-i nigâra hayli zamân hıdmet eyledik

Olduk resîde rütbe-i mûy-ı miyânına (G 263/3)

Hû çekmek: Tekkelerde, dervişler ayin sırasında sürekli olarak hu demek.

Kalur mı tekyede tesbîh ile hû çekmeden sofî

Bu bir hardır ki kırk gün çillede bâr-ı ʿamel çekmiş (G 119/4)

İcâzet virmek: İzin, onay vermek.

Zînhâr hat-ı rû-siyehe virme icâzet

Huccâc-ı Habeş Kaʿbe-i dîdâra sığışmaz (G 109/2)

İnsâfa gelmek: Acımasız ve haksız tutumdan vazgeçmek.

Cefâ vü cevr ise Allâh içün insâfa gel besdir

Beni mesrûr iken mehcûr-ı âmâl itdin ey zâlim (G 198/4)

İplik (gibi) pazara çıkmak: Kötü nitelik ve suçları ortaya çıkmak.

N’ola iplik gibi bâzâra çıksa rişte-i cânım

Ki dil bir Yûsuf-âsâ hüsn-i ʿâlem-tâba düşmüşdür (G 94/4)

Kadrin bilmek: Değerini bilmek, yararlanmak.

Hem yine Hızr bilür âb-ı bekânın kadrin

Lezzet-i bûs-ı ruh-ı sâdeyi herkes bilmez (G 107/3)

Ey serv-i nâz hâsılı yok bu hevâların

Kâm almak: Umduğunu ve istediğini elde etmek, dilediği biçimde zevk

almak, keyfini çıkarmak.

Benzer Belgeler