Divan edebiyatında şairlerin en çok tercih ettikleri tamlama türü Farsça tamlamalarıdır. Şairlerin Farsça tamlama tercih etmelerinin nedeni Klâsik şiirin Fars etkisiyle gelişim göstermesi ve Farsça tamlamanın Türkçeye kolay uyum sağlamasıdır. Farsça tamlamalar, tamlayan ve tamlananın ya da sıfat ile ismin yer değiştirip kelimeye ‘-ı, -i, yı, yi’ şeklinde bağlama unsurunun bulunduğu yapılardır.
Erbilli Âmâ Yusuf Garîbî Efendi Dîvânı’nda Farsça tamlamalar ikili, üçlü, dörtlü ve beşli şekillerde tercih edilmiştir. Dîvân’da Farsça tamlamalar Arapça tamlamalara göre oldukça fazla yer almaktadır. Farsça tamlamalara örnekler:
Mahv itmek içün kendini seyl eyle sirişkin
Kim bahr-ı serâb içre habâbın yeri yokdur (G 76/5)
Hasret-i rûyınla dilden ârzû eksük degil
Yâd-ı vaslınla gözümden kanlu yaş eksük degil (G 186/1)
Oldum misâl-i şuʿle-i cevvâle bî-karâr
Bir kez bakınca zîver-i destâr-ı âline (G 256/3) Deşt-i gamda kim ider ehl-i cünûnı teskîn
Halka-i silsile-i pür-şikeninden gayrı (G 272/2)
Bin Mısr cemâli Meh-i Kenʿân’ına kurbân
Bin Yûsuf-ı dil-i çâh-ı zenehdânına kurbân (G 219/1) Tabʿ-ı yârâna Garîbî kim olur tesliye-bahş
Nazm-ı pâkîze-i dürr-i sühanından gayrı (G 272/7)
Oldum üftâde-i sevdâ-yı şeb-i zülf-i bütân
Dest-i kazâ-yı Sâniʿ-i rûz-ı ezel meger
Hâk-i çemenden eylemiş îcâd ʿandelib (G 17/2)
2.1.1.7. Ünlemler
“Ünlemler, konuşanın korku, sevinç, acıma, şaşkınlık gibi her türlü duygu ve heyecanını etkili ve kısa bir biçimde anlatmaya, seslenmeye, çağırmaya yarayan ve kısmen bağımlı kelimeler sınıfına giren kelime veya kelimelerdir (Korkmaz, 2003: 224).” Bu kelimelerden birkaçı şöyledir: a, ee, eh, ey, eyvah, haydi, hayır, hey, işte, sakın, vay, yahu, yaşa, yazık, sakın ha, tövbe tövbe, tüh be, yeter be vb. gibi.
Ünlemler, tek başlarına anlam taşımamaktadır. Kelimelerle birlikte kullanıldıkları takdirde bir anlam kazanır ve herhangi bir anlamı çağrıştırırlar. Ünlemler kullanıldıkları yere göre değişiklik gösterebilirler. Bu durum bazen bir hitap, bazen bir sitem, hayal kırıklığı ve mutluluk olabilir. Bundan dolayı şairin kullandığı ünlemleri ve bu ünlemlerin ne sıklıkta kullanıldığını tespit etmek şairin psikolojik durumunu ortaya çıkarabilmektedir.
Türkçede sık kullanılan ünlemlerden biri olan ‘ey’ kelimesi özellikle hitap anlamında, gerek yazı dili gerekse konuşma dilinde kullanılan bir ünlemdir. Divan şiirinde şairlerin hitap olarak en çok kullandıkları ‘ey’ ünlemidir.
Erbilli Âmâ Yusuf Garîbî Efendi Dîvânı’nda en sık kullanılan ünlem ‘ey’ kelimesidir. Şairin seslenişi Hz. Muhammed’e, sevgiliye, Şeyh’e ve kendi gönlünedir.
Ümmîd-vâr-ı lütf-ı Hak ol ağla ey gönül
Hasret-keşân-ı vasl ider efgâna ibtidâ (G 1/6)
Olmuşum ser-tâ-kadem müstağrak-ı bahr-i günâh
Bî-nevâyım dut elim ey Şâfiʿ-i rûz-ı ceza (G 5/7) Bilmez nice yetsün dehenin sırrına ʿâşık
Ey şeyh sakın tekyede incitme mürîdi
Takdıkca anı sîh-i kerâmâte yarak bas (G 126/4)
Garîbî Dîvânı’nda sıklıkla geçen, isimlerin sonuna gelerek seslenme ünlemi görevini gerçekleştiren ‘â’ ekidir. Dîvân’da ‘â’ ekinin ünlem olarak kullanıldığı ‘cânâ’ kelimesini örnek gösterebiliriz. ‘Cânâ’ kelimesi ‘sevgilim, canım’ vb. gibi anlamlarına gelmektedir.
Ömrüm dükendi olmadı bir kez şifâ-pezîr
Cânâ derûn-ı sînede bilmem ne yâredir (G 86/6) Cânâ hulâsa çâre ne mümkin o fitneden
Kimse esîr-i gamze-i cellâdın olmasun (G 234/5) Bilmem nedir ey cânâ hüsnünde bu hikmet kim
Göz gördi gönül sevdi ʿakl oldı perakende (G 259/6)
Dîvân’da en çok kullanılan ikinci ünlem ‘yâ’dır. ‘Ey’ anlamına gelen ‘yâ’ kelimesi 14. ve 15. gazellerin rediflerinde ‘Rab’ kelimesiyle birlikte kullanılarak ‘Yâ Rab’ olarak kalıplaşmıştır. Garîbî Efendi, ‘yâ’ seslenme ünlemini 22. gazelde mısra başında kullanmıştır.
O hâtırda ki gam var hîç mesrûr olmasun yâ Rab
Harâb-ı ʿaşk olan vîrâne maʿmûr olmasun yâ Rab (G 14/1) Bu haste Garîbî’ye eyler mi şifâ laʿlin
Bî-çâresine başka tedbîr ide mi yâ Rab (G 15/7) Yâ Rab hemîşe mihrini sînemde muzmer it
Derd ü belâ-yı ʿaşkını başımda efser it (G 22/1) Yâ Rab dil-i Garîbî-i bî-çârede müdâm
2.1.1.8. Edatlar
“Edatlar, yalnız başlarına anlamları olmayan, ad ve ad soylu kelime ve kelime gruplarından sonra gelerek anlam bakımından bunlarla sıkı sıkıya bağlı bulunan, gramer bakımından onlara hâkim olan ve eklendikleri kelimeler ile cümlenin öteki kelimeleri arasında çeşitli anlam ilişkileri kuran görevli sözlerdir: için, ile, gibi, kadar, göre, doğru, başka, dolayı, beri, ötürü, öte, yana, itibaren, nazaran vb. (Korkmaz, 2009: 1052).”
Garîbî Dîvânı’nda en çok kullanılan edat ‘ile’ dir. Kalıp ifadelerle kullanımı dışında tespit edilen ‘ile’ kelimesi 572 defa kullanılmıştır. ‘İle’ edatı ayrıca kelimelerle ‘-yla, -yle’ şeklinde ek olarak ‘vaslıyla, arzusıyla, tiğıyle, giryeyle vb.’ şekillerde sıklıkla kullanılmıştır. ‘İle’ edatının Dîvân’da kullanım sayısı oldukça fazladır. Ayrıca şair, 254. gazeli ‘ile’ redifi ile yazmıştır.
Sevdâ-yı ser-i zülfi ile câna irişdin
Kendin yeter üftâde-i efkâr-ı muhâl it (G 27/2)
Dil-dâde-i visâlin subh-ı bahârı n’eyler
Pervâne-i cemâlin şemʿ ile nârı n’eyler (G 54/1) Tîr-i müjgânıyla kasdı oklamakdır ʿâşıkı
Gûşe-i ebrû ile ger itse bir îmâ galat (G 136/7) Hûn-ı sünbül çekilüb hâme-i ʿOsmâni ile
Mushaf-ı hüsni yazıldı hat-ı reyhâni ile (G 254/1)
Maraz-ı ʿaşka Garîbî nice mümkin sıhhat
Gelse Lokmân-ı felek üstüne dermânı ile (G 254/7)
Dîvân’da en sık kullanılan bir diğer edat ‘gibi’ dir. ‘Gibi’ edatı 289 defa benzetme unsuru olarak kullanılmıştır. Garîbî’nin 283, 285. ve 286. gazellerinin redifi ‘gibi’ edatıdır.
Yâd-ı ruhsârınla cânâ şîşe-i pür-mey gibi
Gözlerinden hûn-ı dil ser-şâr kendin gösterür (G 78/3)
Menzil-i dâr-ı fenâ ʿayn-ı ferâgat yeridir
Dil-i ʿuşşâk gibi âh-ı nedâmet yeridir (G 89/1)
Fahre sezâyuz ki Garîbî gibi
Bende-i der-gâh-ı şehe ʿâdilüz (G 105/7)
Pây-mâl itdi beni âmed ü reft-i sitemin
Rûy-ı kâlîde olan heyʾet-i tasvîr gibi (G 283/2) Yılda bir dil-bere dil virmeden ikrâh oldum
Baʿzı hükkâmın olur mansıbı tahvîl gibi (G 285/8) Künc-i gamda bulamam zerrece tahrîk-i mecâl
Çîn-i dâmânım olub pâyıma zencîr gibi (G 286/3)
Erbilli Âmâ Yusuf Garîbî Efendi Dîvânı’nda ‘gibi’ edatı görevi görmekte olan Farsça ‘-âsâ, -veş ve –vâr’ ekleri ile Türkçe ‘-cileyin’ eki ve Arapça ‘-misâl’ bulunmaktadır.
Gir sahn-ı gülistândan al bûy-ı hakîkat
İtme tiken-âsâ ser-i dîvâra teşebbüs (G 29/2) Dutmaz karâr şîşe-i hâtırda bir zamân
Mey-reng-vâr cünbiş-i mevc-i hayâli şûh (G 35/2)
Tulûʿ itmez saʿâdet burcuna baht-ı siyâhım âh
Açılmaz gonçe-veş gâhî dil-i nâ-şâddan feryâd (G 36/2) Yûsuf-misâl zâde-i tabʿ-ı Garîbî’ye
Dutdı sevâd-ı aʿzamı maʿnâ-yı nazmımız
Lîkin Garîbî sencileyin şâʿir olmadık (G 156/5)
Bunların dışında Garîbî Dîvânı’nda sık kullanılan bir edat da ‘mı; mi’ soru edatıdır. Dîvân’da 213 defa kullanılmıştır ve 84, 202, 247. gazellerin redifi ‘mı; mi’ soru edatıyla kaleme alınmıştır.
Peyvend-i muhabbetle ʿuşşâkını bağlar mı
Dîvânesine zülfin zencîr ide mi yâ Rab (G 15/2) Oldun mı siyeh hâli gibi zülfüne meftûn
Ey dil heves-i dâne ile dâma mı düşdün (G 172/3)
Yetmez mi bu âşüfteligin ey dil-i şeydâ
Sevdâ-yı perî-veşler ile ber-taraf oldun (G 179/5) Yâd-ı vatan eyler dil dîvâne midir bilmem
Keyfiyyet-i gurbetden bî-gâne midir bilmem (G 202/1)
Bahsedilen edatlar dışında Garîbî Dîvânı’nda ‘belî, çü, içün, çün, denlü’ edatları da kullanılmıştır.
2.1.1.9. Bağlaçlar
“Türkçede çok geniş bir yer tutan bağlaçlar; kelimeleri, kelime gruplarını, cümleleri ve kimi zaman da paragrafları şekil ve anlam bakımından birbirine bağlayan ve yüklendikleri işlevleriyle, bağlandıkları sözler arasında türlü anlam ilişkileri kuran gramer ögeleridir (Korkmaz, 2007: 923).”
“‘Kim’ bağlacı ki’nin Türkçesi olarak Osmanlı Türkçesinin sonuna kadar onunla yan yana kullanılmış, sonunda yerini tamamen ki’ye bırakarak Türkiye Türkçesinde kullanıştan kalkmıştır (Ergin, 1962: 343).” Garîbî Dîvânı’nda en sık kullanılan bağlaç ‘ki(m)’dir. Dîvân’da ‘ki(m)’ bağlacı kimi zaman mısra içerisinde bağ kurmakta,
Figân kim ol büt-i raʿnâ dil-efkâr oldıgım bilmez
Hevâsında o gül-pîrâhenim zâr oldıgım bilmez (G 102/1) Kettân gibi efsürde olur cism-i zaʿîfi
Ş’ol gam-zedenin kim gözi meh-veşlere düşmüş (G 121/6) kimi zaman ise mısralar arasında bağlantı kurmaktadır.
Câm-ı meye cân virdigimin vechi budur kim
Dil-berde olan dîde-i mestâneye benzer (G 93/5)
Biz şâʿir-i sarrâf-ı nükûd-ı sühanüz kim
İnşâ ile ârâste-i kevn ü mekânuz (G 96/5)
Garîbî Dîvânı’nda en fazla kullanılan ikinci bağlaç ‘u, ü, ve, vü’ bağlaçlarıdır. Bu bağlaç kelime, kelime grupları ve cümleleri bağlayan ve günüz Türkçesinde ‘ve’ anlamına gelmektedir.
Vahşet-zede’em kûh u beyâbân vatanımdır
Âşüfte-dilim hâr-ı mugaylân çemenimdir (G 68/1) Ey Garîbî o perî-zâdenin âvâreleri
Sûret-i şûh u büt ü hüsn-i sanem bilmezler (G 85/7) Giçdi zamân-ı revnakı bâzâr-ı hüsnünün
Şimden gerü bu cilve vü nâza ne iʿtibâr (G 87/3)
Yukarıda geçen bağlaçlar dışında Dîvân’da sık kullanılan diğer bağlaçlar şunlardır: “ammâ/ ammâ ki, anca/ ancak, de/ da, dahı, eger/ eger ki(m)/ egerçi, ger/ gerçi, hele, hem, ile, lâkin/ lîk, meger, ne…ne…” vb. gibi.
2.1.1.10. Deyimler ve Atasözleri
“Deyimler, gerçek anlamından farklı bir anlam taşıyan ve çekici bir anlatım
özelliğine sahip kelime veya kelime grubudur
K.GTS.5cdd3ad52edf42.11642895, 2019).” Türkçede deyimler şekil olarak genellikle birleşik fillerden oluşmaktadır. Bir sözü detaylı olarak ifade etmek yerine o sözcüğü bir deyim, atasözü ya da kalıplaşmış bir sözle anlatmak, anlamı daha etkili kılmaktadır.
“Atasözleri anonim özellik taşıyan, atalardan kaldığı kabul edilen ve toplumun yüzyıllar boyunca geçirdiği gözlem ve denemelerden, ortak düşünce, tutum ve davranışlarıyla dünya görüşünden oluşan, genel kural niteliğindeki kısa, özlü,
kalıplaşmış sözlerdir
(http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bilimsanat&arama=kelime&guid=TD K.GTS.5cdd3b081c60d3.10976962, 2019).”
Erbilli Âmâ Yusuf Garîbî Efendi Dîvânı’nında deyimler oldukça fazla yer almaktadır. Ancak deyimlerin aksine atasözlerine Divân’da pek rastlanmamaktadır. Bu bölümde Garîbî’nin hangi deyimleri ve atasözlerini kullandığını tespit etmek ve şairin özgünlüğü kaynaklardan1
yararlanılarak ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Deyimlerin kullanımına bakıldığında sözcüklerin yer değiştirdiği ve arada başka sözcüklerin olduğu görülmüştür. Ayrıca divan da bazı deyimlerin redif olarak kullanıldığına rastlanmaktadır ‘el çek-, heves et- vb. gibi’.
2.1.1.10.1. Deyimler
Ağzı sulanmak: İmrenmek; yeme, içme isteği artmak.
Sulandı ağzımız endîşe-i nâzik yanağında
Ki gûyâ sulu şeft-âlâ yaraşmış hüsn-i bağında (G 258/1)
1 Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, TDK
Yay.,Ankara; Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB. Yay., İstanbul; TDK, Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler, TDK Yay., Ankara; TDK, Deyimler
Sözlüğü, TDK Yay., Ankara; TDK, Atasözleri Sözlüğü, TDK Yay., Ankara; Necmiye Dönmez, Açıklamalı Türkçe Deyimler ve Atasözleri, Milliyet Yay., İstanbul; Abdülbaki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İnkılap Yay., İstanbul.
Âh itmek: Acı ile içini çekmek.
Âteş-i zulm ile pervâneyi yandırdığına
Çeşmine eşk-i nedâmet gelüb âh itdi çerâğ (G 147/5)
Arkasına düşmek: Birini gözden ayırmayarak arkasından gitmek.
Düşme kovarak ardına ol vahşi-nigâhın
Âhûyı yatağında görünce uyarak bas (G 126/3)
Ayak basmak: Girmek, gelmek, uğramak.
Gel meclis-i rindâna ayak basma sözüm dut
Zâhid katı çok sana rezâlet var içinde (G 261/7)
Arzu eylemek: Birine veya bir şeye karşı istek duymak.
Dil-fezâ-yı hüsnün eyler ârzâ ammâ ne sûd
Âşıka ezhâr-ı lütfundan ʿalâmet kalmamış (G 113/4)
Ateş urmak: Tutuşturmak, ateş içine sokmak.
Gör gül-şene ne âteş urur hüsn-i dil-keşi
Bir kez ol âfitâb-ı nikâbın cemâlin al (G 193/2)
Ayru düşmek: Birbirinden uzakta kalmak.
Âteş-i hasret-i hâl-i leb-i cân perverine
Cennet-i hüsnden ayru düşen âdem yansun (G 214/5)
Baş çekmek: Herhangi bir konuda önde gitmek, önayak olmak.
Bûse-i ruhsârın istedim baş çekdi hatt
Kanda görsem iki hem-dem bir ʿadû eksük degil (G 186/6)
Başa çıkmak: Bir şeye gücü yetmek.
Sevdâ-yı ser-i zülfi ile başa çıkılmaz
Ağyâr ile husûmet idüb başa çıkmadık
Şimden gerü tevessül ü ibrâma kaldı iş (G 124/ 3)
(Birinin) başına çalmak: Bir şeyi öfkeyle, nefretle geri vermek.
Vâʿiz mezemmet eyler imiş ehl-i ʿaşkı hep
Çal başına Garîbî elinden kitâbın al (G 193/7)
Bî-tâb olmak: Çok yorulmak, yorgun düşmek.
Sitem-i ʿaşk ile cânâ katı bî-tâb olduk
Girye-i hasret ile garka-i hûn-âb olduk (G 154/1)
Can almak: Öldürmek.
Âlemi kırdı kodı nâz ile bir ânlı güzel
Pençesi cân alıcı hançer-i bürrânlı güzel (G 188/1) İşvesi cânlar alur kaddi kıyâmet koparur
Nâz ile şîve-i reftârı hırâmânlı güzel (G 188/6)
Canı ağzına (boğazına) gelmek: Büyük bir tehlike karşısında ölecekmiş gibi
bir korkuya kapılmak; aşırı duygulanmak, çok heyecanlanmak. Bir kez o pençe leblerin ol mâh-talʿatın
Vehm eyledim ki cânım irişdi dudağıma (G 248/3)
Can virmek//viren: Ölmek, bir şeyi çok istemek, ruha güç vermek.
Yeter ey şûh-ı cefâ-pîşe dirîğ itme visâl
Virdi cân teşne-i laʿlin bir içim su diyerek (G 162/8) Garîbî rıhlet-i cândır ʿadem vehmiyle Mecnûn’dan
Canını yakmak: Acı verecek bir biçimde cezalandırmak.
Çok kimse yakdı cânını nâr-ı muhabbete
Hergiz Garîbî sen gibi pervâne görmedik (G 173/7)
Cezasını bulmak: Hak ettiği kötü sona uğramak.
Zâlim de gerek zulmi dadar bulsa cezâsın
Dâmânı dutan hâr olamaz sûzene mahsûs (G 125/3)
Dehâna sakız misal düşmek (Birinin ağzına sakız olmak): Dedikodusuna
konu olmak.
Virdim cünûn-ı ʿaşk ile şöhret zamânaye
Düşdüm sakız misâli bu halkın dehânına (G 263/7)
Dil uzatmak: Bir kimse veya bir şey için kötü söylemek.
Yüze durdı dil uzadub diler itsün daʿvâ
Kâkül-i şuʿbede bâzına belâ-câ diyerek (G 162/2) Başında belâ kâkül her cânib uzatmış dil
Yâ turre açub sünbül ya müşg-i Hoten’dir bu (G 238/4)
Dil (gönül) virmek: Sevmek, âşık olmak; bir şeyi sevmeye, istemeye veya
yapmaya içten yönelmek, meyletmek.
Hançer-i müjgânına dil virdigim bî-câ degil
Bu fenâdan menzil-i ʿukbâya rıhletdir garaz (G 132/4) Dil virme sakın dil-ber-i yek-sâleye zinhâr
Câhiller arasında kitâbın yeri yokdur (G 76/2)
El çekmek: Vazgeçmek.
Rakîbi yâr ile gördik o meh-sîmâdan el çekdik
Garîbî rişte-i maksûdı bulduk hatt u hâlinden
Heves-kârî-i zülf ü kâkül-i sevdâdan el çekdik (G 178/7)
El virmek: Yardım etmek; eskiden tarikatlarda mürşit, bir müride,
başkalarına yol gösterme izni vermek.
El virdi yine himmet-i pâşâ-yı mükerrem
Biz ʿömr-i rakîbânı melâmetle giçürdik (G 161/8) Bu gün el virdigi zevki burakma fikr-i ferdâya
Gel imdi sîneye bir hûr-peyker mâh-manzar çek (G 165/6)
Elden gitmek: Bir şeyi yitirmek, o şeyden yoksun kalmak.
Gideli dâmen-i dârûy-ı visâlin elden
Ten-i efsürde degil derd ü elemden fâriğ (G 145/2)
Esir eylemek/ itmek/ olmak: Tutsak durumuna getirmek.
Müselsel kâkülün ʿuşşâkı öldürmez esîr eyler
Kerem kıl gamze-i hûn-hˇârı cellâd eyle sultânım (G 206/6) Kimin kim gönlüni şeh-bâz-ı çeşminle esîr itdin
Fedâ-yı hâlin olsun dir dil-i dîvâneden giçdi (G 271/3)
Fark olunmak: Seçilip ayırt edilmek, anlaşılmak, sezilmek.
Kadr-i ehl-i cehl ü dânâ ʿâlem-i fânîde bir
Fark olunmaz kıymeti har-mühreden gevherlerin (G 167/3)
Fedâ olmak: Uğrunda yok olmak.
Cânım ol cevher-i zât-ı dür-i yektâya fedâ
Ömrüm ol vâsıta-i hilkat-i eşyâya fedâ (G 3/1) Bin cân olursa bende şehâ eylemem dirîğ
Feryâd itmek: Yüksek sesle haykırmak.
Bana çarh-ı sitem-kâr itdigi bî-dâddan feryâd
Bu devr-i âsiyâ-yı dehr-i bî-bünyâddan feryâd (G 36/1)
Sirişkim katre katre hasret-âmîz-i tavassuldur
İder dest-i firâk-ı Dicle-i Bağdâd’dan feryâd (G 36/3)
Fırsat virmek: Bir işi yapmak için uygun, elverişli şartı sağlamak.
Var imiş kasdı meger ʿâşıka bilmezlik idüb
Galat itdim nigeh-i mestine fırsat virdim (G 209/5)
Meded-âlâde-i hûn itme dâmân u girîbânı
Kerem kıl virme fırsat gamze-i hûn-hˇâra gel cânâ (G 7/6)
Firâr eylemek: Kaçmak.
O şûhun vaslına ʿâşık nice ümmîd-vâr olsun
Ki mirʾâta nazar kıldıkda ʿaksinden firâr eyler (G 70/5)
Gam/casına çekmek: Tasalanmak, kaygılanmak, üzülmek.
Zulmet-i şebde esîr oldıgıma gam çekmem
Bâz olur perde-i ruhsâr-ı seher çok gitmez (G 103/6)
Gönlüm kalmış (Gönlü kalmak): İsteyip de edinemediği bir şeyi istemekten
vazgeçmemek, gücenmek.
Kalmış diyâr-ı yârda gönlüm Garîbî-veş
Söylen o meste hâtır-ı efkâra degmesün (G 232/7)
Gönlüm alsa (Gönül almak): Sevindirmek, kırılan bir kimseyi güzel bir
Bir de ne var ohşayarak alsa gönlümi
Sultân terahhum itse gedâya ʿaceb degil (G 184/5)
Gönül virmek: Sevmek, âşık olmak; bir şeyi sevmeye, istemeye veya
yapmaya içten yönelmek, meyletmek.
Her bir sanemin hüsnüne bir gûne gönül vir
Sille urılur kâʾidedir sûrete lâyık (G 157/3)
Her bir sanemin hüsnüne bir gûne gönül vir
Her nağme-i eşcârda tebdîl-i makâm it (G 28/4)
Gönülde kalmak: Çok istediği hâlde ulaşamamak, elde edememek.
Kaldı gönülde hasret-i bâlîn-i ʿâfiyet
Râm olmadı Garîbî’ye bir kerre hˇâb-ı hüsn (G 217/7)
Gözden geçirmek: Okumak, niteliğini anlamak için bir şeyin her yanına
bakmak, incelemek, muayene etmek.
Her gelen bir bir varak gözden geçirmiş bilmemiş
Nüsha-i mihr-i vefâ-yı çarh ser-tâ-pâ galat (G 136/ 2)
Devr-i dâʾim gibi gözden giçirür agyârı
Beni bir köhne bozuk nüsha-i takvîm itmiş (G 122/3)
Gözünden kaçırmak: Dalgınlıkla görmemek.
Nâz ile hüsnüni pervâne gözünden kaçırub
Teh-i pîrâhen-i fânûsı penâh itdi çerâğ (G 147/2)
Güftâra gelmek (Dile düşmek): Hakkında dedikodu yapılmak.
Gönül Kays-ı girîbân-çâk-ı sahrâ-yı cünûnundur
Lebinden şerbet-i sevdâyı sun güftâra gel cânâ (G 7/4)
Bir kez o perî hâl-i dilimden haber almaz
Görsün ne çeker gîsû-yı kullâb arasında (G 242/2)
Haber virmek: Bildirmek, haber ulaştırmak; bir durumun, bir olayın belirtisi
olmak.
Virür bir bir haber hâl-i derûn-ı dâğ-ı dârımdan
O seyl-âb-ı fenâ kim dîde-i hûn-âbdan geldi (G 275/6)
Telhî-i rûz-ı vaslı virür hicrden haber
Ey dil şeb-i firâkının ahşamı bellidir (G 83/6)
Harâp olmak: Bitkin, perişan olmak, kötü duruma düşmek.
Sakiyâ sun piyâle-i mey-i nâb
Ki humâr ile hâlim oldı harâb (G 20/1)
Leşker-i peyk-i hayâl ile harâb oldı gönül
Gerd-i külfetle Garîbî yine taʿmîr idelim (G 203/9)
Hasret Çekımek: Özlem duymak.
Nice bir hasret-i vaslın çekelüm gamcasına
Düşelüm gûşe-i hicrânına mâtemcesine (G 249/1)
Hâtırına gelmek: Hatırlamak, aklına gelmek.
Hayâl-i bâde-i laʿlin gelince hâtırına
Kadeh-keşîde-i çeşm-i pür-âb olur ʿâşık (G 151/4)
Heves eylemek/ itmek/ kılmak: Bir şeye karşı istek duymak, eğilimli olmak.
Ey gönül eyle ser-i zülf-i perîşâna heves
Kim bu zencîre ider gerden-i dîvâna heves (G 111/1) Gice bir yerde rakîb ile işitdim yâri
Hidmet eylemek: İş görmek, çalışmak; mec. birinin amaçlarının
gerçekleşmesini sağlamak.
Sâkî bizi de eyle ocak eskisi hesâb
Pîr-i mugâna biz dahı çok hidmet eyledik (G 180/5) Zülf-i nigâra hayli zamân hıdmet eyledik
Olduk resîde rütbe-i mûy-ı miyânına (G 263/3)
Hû çekmek: Tekkelerde, dervişler ayin sırasında sürekli olarak hu demek.
Kalur mı tekyede tesbîh ile hû çekmeden sofî
Bu bir hardır ki kırk gün çillede bâr-ı ʿamel çekmiş (G 119/4)
İcâzet virmek: İzin, onay vermek.
Zînhâr hat-ı rû-siyehe virme icâzet
Huccâc-ı Habeş Kaʿbe-i dîdâra sığışmaz (G 109/2)
İnsâfa gelmek: Acımasız ve haksız tutumdan vazgeçmek.
Cefâ vü cevr ise Allâh içün insâfa gel besdir
Beni mesrûr iken mehcûr-ı âmâl itdin ey zâlim (G 198/4)
İplik (gibi) pazara çıkmak: Kötü nitelik ve suçları ortaya çıkmak.
N’ola iplik gibi bâzâra çıksa rişte-i cânım
Ki dil bir Yûsuf-âsâ hüsn-i ʿâlem-tâba düşmüşdür (G 94/4)
Kadrin bilmek: Değerini bilmek, yararlanmak.
Hem yine Hızr bilür âb-ı bekânın kadrin
Lezzet-i bûs-ı ruh-ı sâdeyi herkes bilmez (G 107/3)
Ey serv-i nâz hâsılı yok bu hevâların
Kâm almak: Umduğunu ve istediğini elde etmek, dilediği biçimde zevk
almak, keyfini çıkarmak.