• Sonuç bulunamadı

Fıkralarda Bağımlılık Maddeleri

B. Mensur Türlerde Bağımlılık Maddelerine Genel Bir Bakış

B. 4. Fıkralarda Bağımlılık Maddeleri

Pertev Naili Boratav 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı adlı kitabında fıkralar için; kısa yoğun bir anlatı tekniği uygulanan herhangi bir düşünceyi örnek vererek güçlendirme amacı güden, karşısındaki insana kendisine inandırmak ya da direnişinde yanıldığına tanık göstermek, herhangi bir durumu açıklamak gibi vesilelerle anlatılan hikâyelerdir, şeklinde açıklamada bulunmuştur. Ona göre hem sözlü gelenekte hem de yazılı gelenekte zengin bir birikime sahip olduğumuz fıkralar, gereğince derlenmemiş incelenmemiş ve değerlendirilmemiştir (Boratav 2015: 95).

Fıkraların bir çeşidine ayıp saydıkları için kitaplar kapılarını kapamışlardır. Onların alın yazıları da yazmalarda gizlenip kalmak ve ağızdan ağıza dolaşmak olmuştur. Ama anlatanla dinleyicilerin birbirinden çekinmeyecek kadar teklifsiz oldukları meclisler, hele köy çevreleri bu türlü yapmacık utançları hiçe sayıp o fıkralara da kendi kelimelerinin ve deyimlerinin hakkını vermeyi yeğler (Boratav 2015: 96).

Boratav fıkraları iki ana bölüme ayırır. Bunlardan birincisi kişileri belli halk tipleri olan fıkralardır. Bu bölümde kendi içinde iki ayrı bölümden meydana gelir. Birincisi; ünlü adlar taşıyan ve gerçekten tarihe mal olmuş sayılan kişilerdir; Bekri Mustafa, İncili Çavuş gibi. İkinci alt başlık ise özel adlarla anılmayıp bir toplum zümresini temsil eden kişilerdir; Bektaşi, Yörük gibi. İkinci ana başlık, belli bir toplumluk tip, ünlü bir kişi söz konusu

60

olmaksızın ortadan insanların güldürücü maceralarını konu edinen fıkralardır (Boratav 2015: 96).

İncili Çavuş döneminin aksayan taraflarını alaycı bir dille yansıtır. Bizim konumuz itibariyle İncili Çavuş’tan ziyade Bekri Mustafa ve hakkında anlatılan fıkralar ziyadesiyle önemlidir. Başlı başına bir çalışma konusu olan, yaşadığı dönemde olsun günümüzde olsun hakkında yazılan yazılar ve dönemindeki eserlerde Bekri Mustafa’dan bahsedilmesi onun önemini ortaya koymaktadır.

Bekri Mustafa sarhoşluğun timsali ve sarhoşların şahı olarak tanınmıştır (Kaygılı 2007: 3). İlk defa Bekri Mustafa adı birinci dereceden kaynak olarak değerlendirilebilecek Evliya Çelebi seyahatnamesinde karşımıza çıkmaktadır. Dimitri Kantemir ve George Jacob’un da eserlerinde Bekri Mustafa'ya yer vermesi hayatı hakkında ana hatlarıyla da olsa fikir sahibi olmamıza sebep olmuştur. Bekri Mustafa rivayetlere göre Sultan 4. Murad’ın nedimlerindendir. 4. Murat henüz şehzade olduğu zamanlarda Bekri Mustafa'nın meziyetlerini işittiği ve tahta çıkması ile birlikte Bekri Mustafa'yı nedimleri arasına aldığı söylenmektedir. Bir rivayete göre Sultan 4.Murat'ı ayyaşlığa alıştıran Bekri Mustafa’dır. Hakkında çok fazla bilgi olmamasına rağmen iyi bir insan olduğu ve erken yaşta zatürreden vefat ettiği yazılı kaynaklarda mevcuttur (Emeksiz 2010: 1-4).

4. Murat içki yasağı koyduğu yıllarda dahi Bekri’nin ayyaşlığını hoş görmüş kendisinden iltifatları esirgememiştir. Bekri Mustafa'nın bu içki yasağı devirlerine ait pek çok fıkrası vardır. Bir gece kendisini içki masasında yakalayıp şişesi ile birlikte Bostancıbaşının huzuruna çıkarmışlar. Bostancıbaşı şişeyi elinde sallayarak hiddet içinde bağırmış; "Şu zıkkımı nasıl içersin be adam!". Hiç istifini bozmayan Bekri şişeyi Bostancıbaşının elinden alıp koynundan kadehini çıkartıp "Önce bu şişeyi alır sonra içindekini kadehe boşaltırım ve kadehi de işte böyle yudumlarım." diyerek bir yudumda içmiş. Bostancıbaşı onun bu cüretkâr hâli ve hazır cevaplılığı karşısında diyecek söz bulamamış ve kendisini affetmiş. Bir başka fıkra ise; "Konu komşu bütün mahalleli ve devletin ileri gelenleri, Bekri Mustafa'yı içinde bulunduğu durumdan kurtarmak amacıyla çare ararlarken akıllarına onu Küçük Ayasofya Cami imamlığına getirmek gelmiş. İyi bir hafız olan, medrese görüp okuyan ve bu işe yatkın olduğundan şüphe olmayan Bekri Mustafa için bu hiç de yadırganacak bir iş sayılmaz. Hem de ortada kendisini içkiden kurtarmak gibi önemli sebep varken. Bekri Mustafa, Sultan Murat'ın da onayladığı bu görevi mecburen kabullenir. İşe başladığı gün öğle namazından sonra kaldırılan bir cenazenin namazını kıldırdıktan sonra tabuta doğru eğilip bir şeyler söylemiş. Bu davranış bütün cemaatin dikkatini çekmiş birisi dayanamamış sormuş; "Merakımızı uyandırdın ağa, neler söyledin öyle?" Bekri Mustafa her zamanki gibi kendinden

61

emin bir şekilde konuşmuş; "Öteki dünyadan haber sorarlarsa Bekri Mustafa imam oldu de, anlarlar dünyanın hâlini. dedim." şeklinde anlatılır. Görüldüğü üzere Bekir Mustafa'nın içki müptelası olması tüm İstanbul eşrafı tarafından bilinmekte ve çare aranmaktadır. Hatta bir gün kendisine neden bu kadar çok içki içtiği sorulduğunda öldükten sonra kıyamete kadar geçen sürede içkisiz kalamayacağı için çok içtiğini söylemiştir (Kaygılı 2007:4-5).

Konumuz itibariyle Bektaşi fıkraları da oldukça önemlidir. Bektaşiler genelde insanın içine önem verirler. Bir insanın içki içmesi, kumar oynaması onlar için önemli değildir. Onlara göre önemli olan insanın kalbidir. Bu yüzden özellikle Bektaşilerde içkinin çok içildiği toplum tarafından bilinmektedir. Bu durum özellikle Bektaşi fıkraları adı altında günümüze kadar anlatılagelmiştir.

Dursun Yıldırım'ın yazmış olduğu Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları adlı eser alanında yapılmış en temel çalışmalardan biridir. Cemiyet hayatından Bektaşi tipine, dinî ayrılıklardan doğan çatışmaların tenkidi düşmüştür. Binaenaleyh tipin etrafında teşekkül eden fıkraların çoğunluğunda bu tarz vakalar vardır. Fakat bu tip zamanla, sarayın bozuk idaresini, içtimai hayatta görülen başka zıtlıkları ve aksaklıkları, beşerî kusur ve eksiklikleri de tenkit etmek görevi yüklenir. Böylece Bektaşi tipi yalnız dinî bir zümreyi temsil etmekten çıkarak, bütün cemiyeti temsil eden umumiye bir tip hâline gelir (Yıldırım 2016: 74).

Özellikle bütün bir cemiyeti temsil etmesi, bu fıkraların sosyolojik olarak incelenmesi gerektiğini bir kez daha ortaya koyar. İçen benim, sen mi sarhoş oldun? fıkrasında Bektaşi bir su kenarına kurulmuş içki içmekteymiş. Bu sırada sert bir fırtına çıkmış her şeyi altüst etmiş. Şişe devrilmiş kebap ocağı sönmüş, her taraf toz duman içinde kalmış. Bektaşi gözünü göğe dikerek "Hey Allah'ım, içen benim; sen mi sarhoş oldun?" demiş (Yıldırım 2016: 129). Görüldüğü gibi insanların tek başına söylemekten korktukları, karşılığında Allah'tan ceza alacaklarını düşündükleri Allah’a sarhoşluk vasfı yükleme durumunu Bektaşi’ye yükleyerek onun aracılığıyla söylemeye çalışmışlardır.

Boratav’ın da söylediği gibi fıkralar gerekli değeri göremediği için hakkında yapılan çalışmalar da azdır. Nasreddin Hoca fıkralarının dünyaca nam salması hasebiyle hakkında yapılan onlarca çalışma vardır. Ancak Nasreddin Hoca menkıbevi bir figür olduğu için tütün, alkol, kumar gibi konular fıkralarında çok fazla konu edilmemiştir. Araştırma yaptığımız birkaç Nasreddin Hoca ile ilgili kaynakta konumuzla ilgili herhangi bir fıkraya rastlamadık. Elimizde bulunan yüksek lisans tezlerinden yaptığımız araştırmada ise aşağıdaki bilgilere ulaştık.

Birsen Akpınar'ın yapmış olduğu Sivas Fıkraları adlı yüksek lisans tezinde konumuzla ilgili olarak birçok fıkra içerisinden 8 fıkrayı incelemeyi uygun gördük.

62

İlk olarak Başga Çimse Yoh Mi? (Akpınar 2007: 197) adlı fıkrada; içinde bulunduğu zor durumdan kurtulmak için yardım isteyen birine sunulan şartlar arasında içki içmemek de vardır. Adam zor durumda olmasına rağmen sunulan şartları kabul etmez, başkasını yardıma çağırır. Özellikle içkiye olan bağımlılığın bir insanı ne denli bir zor durumda olursa olsun ondan vazgeçememesi durumu açık bir şekilde fıkrada dörülmektedir. Nah Gidersiniz (Akpınar 2007: 200) adlı fıkranın masal şeklide vardır. Orada üç ayrı şart sunulurken fıkranın kısa olmasından dolayı burada bir şart sunulmaktadır. Bir imamın bir kadınla evlenmek istemesi ve kadın bu evliliği istemediği için olmayacak bir şart sunması (cemaatin önünde rakı ve sigara içmesi) durumu vardır. İmam her şeye rağmen bu şartı yerine getirir. Bir insan bir şeyi ne kadar çok isterse en yapılmayacak şeyleri dahi yapmaya çalışacağının en büyük göstergelerinden biri bu fıkradır. İşimiz İş (Akpınar 2007: 241-242) adlı fıkrada içki içmeleri ile ünlü Bektaşilerin şaka ile karışık dünya görüşünün yanı sıra "Oooo desene o zaman öbür dünyada da işimiz iş." cümlesi ile ahiret beklentileri de gözler önüne serilmiştir.

Fıkraların özelliklerinden biri de güldürürken düşündürmek, ders vermektir.

Tanrı’dan Alacaklı (Akpınar 2007: 246) adlı fıkrada baştan sona kadar çıkar amacı güden bir

adam vardır. Metnin aslında saf köylü olarak belirtilse de hiç de saf olmayan bazı niyetleri vardır (sırf yüz lira geri alabileceğini düşünerek 10 lira vermesi gibi). Niyeti çok saf olmasa da Allah’a ve peygamberlerine hakaret edip içki içen birinin ölümüne sebep olduğu için 200 lira sahibi olmuştur. Yenice Parası (Akpınar 2007: 333-334) fıkrası oldukça trajikomiktir. Dede velisi olduğu torununun okuldaki müdürü tarafından okula çağırılır. Müdür torununun sigara içtiğini dedeye söyler ve sigara paketini dedeye verir. Beklenen tepki gelir ancak sebebi başkadır. Dede torununun sigara içtiğini zaten bilmektedir. Kızma sebebi ise pahalı sigara olan Yenice için para alıp daha ucuz sigara olan Bafra marka sigara kullanmasıdır.

Bağımlı insanlar bağımlısı oldukları unsur ne ise onu bırakmakta hayli zorlanırlar. Çünkü vücut o maddeye ihtiyaç duymakta, eğer ihtiyaç giderilmezse öleceği düşüncesi beynini sürekli meşgul etmektedir. Sefer Tasındaki Şarap (Akpınar 2007: 346-347) adlı fıkrada da buna benzer bir durum söz konusudur. Fıkranın kahramanı Nadir, şarap bağımlısıdır ve babasının tüm ikazlarına rağmen bu alışkanlığı bırakamaz. Babasının da tehditlerini yerine getireceğini bildiği için kahramanımız çare olarak şarabı sefer tasına koydurur. Babasına da pancar çorbası içtiğini söyler.

İncelediğimiz nesir türlerde konumuz itibariyle dinî ögeler baskındır. Özellikle İslam dinînin yasakladığı şeylere insanların yaklaşmaması için efsaneler, fıkralar, menkıbeler anlatılmıştır. Amaç o yasaklanan unsur ne ise insanların ona yaklaşmasını engellemek, bir tabu oluşturmaktır. Topu Topu Bir Ufak (Akpınar 2007: 347-348) fıkrasında da buna benzer

63

bir durum üstü kapalı bir şekilde anlatılmıştır. Dıgılların Şükrü, hacı olduğu için içkiyi bırakmış ancak içkiye özlem duymaktadır. İki arkadaşının iyi olması karşılığında içki içeceğine dair ant vermiştir. Ancak arkadaşları ölmüştür. Kahramanımız ise bu duruma içki içemediği için bozulmuştur. Üstü kapalı olarak aktarılan durumsa adamın içki içmemesi için iki arkadaşını da kaybetmesi bilinçaltına işlenmektedir. Teşkilatı Bozdu (Akpınar 2007: 351- 352) başlıklı fıkrada keyfine düşkün insanların vurdumduymaz hâllerinden dem vurulmuştur. Bir benzinliğin lokantasını işleten Erol adlı şahsın yine bir eğlence esnasında kendisinden geçip yanında ölen adamı dahi fark etmemesi, hatta savcıya ifade verirken ölen şahsın ayıp ettiğini, eğlencesini böldüğünü söyler. Bu ne kadar komik gibi dursa da içki bağımlılığının bir insanın ölümünü dahi umursamaz hâle getireceği gözler önüne serilmiştir.

Erol Civelekoğlu’na ait Senirkent Fıkraları Üzerine Bir Araştırma adlı yüksek lisans çalışmasında, Ceza Versen De İşcen, Vermesen De İşcen (Civelekoğlu 2010: 124-125) başlıklı fıkrada SarhoşTürkmen Süleyman, sarhoşken Başkâtip Hasan Efendi’ye küfür etmiş ve sonucunda mahkemelik olmuştur. Hâkim içkiyi bırakması karşılığında onu salacağını söylese de dürüst davranan Türkmenoğlu her şekilde içeceğini söylemiştir. Hâkim tüm itirazlara rağmen Türkmenoğlu’nu salıverir. Alkolün insan sağlığına verdiği zarardan ziyade sarhoşluk hâlinin insana getirmiş olduğu durumun bireye vereceği zarar bu fıkrada gözler önüne serilmiştir.

İçkinin insan sağlığına verdiği zararı gözler önüne seren bir fıkra ile karşı karşıyayız.

Ödünç Osuruk (Civelekoğlu 2010: 152) fıkrasında içkiyi fazla kaçırdığı için gazlanan bir

adam gazını çıkaramadığı için öleyazar. Bir tanıdığı da onu güldürerek bu müşkül durumdan kurtarır ancak kurtulmasa ölecektir.

Uzun yıllardır özellikle afyon yetiştirilen bölgelerde çok ağlayan çocukları susturmak veya uyumayan bebekleri uyutmak için kullanılan en yaygın yöntemlerden biri, çocuğa afyon sakızı vermektir. Omar Sen De Mi Burdaydın? fıkrasında afyon tarlasındaki havanın dahi çocuğu uyutmaya yettiği hatta çocuğun tarlada unutulmasına sebep olduğu anlatılır. Tarlada unuttukları testi çalınmasın diye geri döndüklerinde el yordamıyla testiyi ararlarken çocuğu da bulurlar. Tarladaki afyonun kokusunun dahi tehlikeli olduğunu gözler önüne serilmektedir. Son yıllarda yapılan işlemin yanlış olduğu fark edilmesine rağmen hâlâ bu uygulamanın devam ettiği yerler vardır.

İncelediğimiz bu fıkraların yanı sıra bazı fıkralar konumuza o kadar uygun ki fıkraların tamamını almayı uygun gördük.

64

Örnek Metin 1: Ben İçtim, Motor Sarhoş Oldu

Sekizli’nin Halil, çevresinde hoş esprileriyle tanınan, en sıkıntılı zamanlarda bile, hayata ve olaylara gülümseyerek bakabilen bir Senirkentlidir. Dostları onu bir gün Büyükkabaca’ya düğüne davet ederler. Halil motosikletine biner ve düğüne gider, davete icabet eder. Düğün bu, dostlarla sohbet edilecek, yenilecek, içilecek, eğlenilecek. Halil de aynen öyle yapar; yer, içer eğlenir. Vakit ilerleyince de gecenin karanlığında motosikletiyle Senirkent’e doğru yola çıkar. İçkinin dozunu biraz fazla kaçırmış olacak ki gelinceye kadar yolda en az yirmi kere düşer. Eve geldiğinde üstü başı parçalanmıştır, elinden ve yüzündeki sıyrıklardan kanlar akmaktadır. Evdekiler telaş ve merakla sorarlar:

- Ne oldu sana böyle? Kavga mı ettin? Kaza mı yaptın?

Halil gayet rahat, gayet pişkin ama laflarını ağzından çıkartmakta zorlanarak cevap verir:

-Va-valla billa, be-bende bi şşşey yok. Be-ben içtim, mo- motor sar- hoş oldu. Be-ben gal-dırıyom, o dü-düşüyo. Ben gal-galdırıyom, o dü-düşüyo (Civelekoğlu 2010: 173-174).

Örnek Metin 2: Kahve Yemenden Gelir, Yolları Sapa

Eskiden kahve tiryakisi bir Senirkentli, tarla-takka, harman-bostan derken, heç eve gelmeden aylarca alacıkta yatmış, mahsulü beklemiş. İşler biter bitmez, eve bile uğramadan kahvehaneye gitmiş:

-Okkalı bi sade gâve yapın bakalım, demiş.

Gâve gelinceye kadar, tabakayı çıkarmış, özene bezene tütün sarmış. Sonra keyfini çıkara çıkara kahvesini içmiş. Fincanın kenarına her zamanki gibi "on para" koymuş. Meğer o yaz kahve kıtlığı olmuş; tabii kahve pahalanmış. İçenin haberi yok, bu arada kahveci de miktardan memnun değil! Kahveci:

"Gâve Yemen’den gelir, yolları ırak,

Beş para idare etmeyyo, on para bırak" demiş. Bizim tiryaki gayet pişkin:

"Gâve Yemen’den gelir, yolları sapa,

Beş para idare etmeyyosa, sen bu gâveyi gapa!" (Civelekoğlu 2010: 216).

Örnek Metin 3: Rengine Bak Rengine!

Uluğbey (İlegöp), Veli Baba Sultan kadar, şarabıyla da ünlüdür. Şarabının şöhretini duyan birkaç arkadaş, Uluğbey’e giderler. Uluğbeyliler onları misafir edip ağırlarlar.

65

Ürettikleri şaraplardan ikram ederler. Misafirler, daha sonra kendi aralarında içtikleri şarabın kalitesi hakkında yorum yapmaya başlarlar:

-Tadı biraz mavrı (kekremsi) gibi mi? -Yok, yok, hatta biraz fazla tatlı…

-Bana da alkol oranı az gibi geldi, falan derken, birlikte geldikleri arkadaşlarından, âmâ olanı kafayı bulunca eline kadehi alır, kaldırır ve tartışmaya son noktayı koyar:

-Heeeeyt be koçum! Rengine bak, rengine! (Civelekoğlu 2010: 222).

Örnek Metin 4: (Niçin Taciz Olsunlar)

Bektaşi’nin biri, cigara içerken sofu-meşrep hocanın biri:"Sağında ve solundaki amel defterini yazan melekleri cigaranın dumanı ile taciz ediyorsun." demiş. Bektaşi de "Hey hocam, ben yirmi otuz senedir cigara içerim. Elbet onlar da tiryaki olmuşlardır; niçin taciz olsunlar" demiş (Yıldırım 2016: 153).

C. Kalıplaşmış İfadelerde Bağımlılık Maddelerine Genel Bir Bakış

Benzer Belgeler