• Sonuç bulunamadı

Efsanelerde Bağımlılık Maddeleri

B. Mensur Türlerde Bağımlılık Maddelerine Genel Bir Bakış

B. 2. Efsanelerde Bağımlılık Maddeleri

Ali Berat Alptekin efsaneyi "dinî, inandırıcı, kısa ve nesir şeklindeki halk anlatmaları" olarak tanımlar. Ona göre efsaneyi diğer halk anlatmalarından ayıran en önemli özellik dinî ve inandırıcı olmasıdır (Alptekin 2014: 11).

Muğla efsaneleri üzerine çalışan Mehmet Naci Önal efsaneyi pek çoğu tarihin bilinen veya bilinmeyen dönemlerinden günümüze kadar gelebilmiş bir yönüyle kutsal olan hikâye olarak tanımlamaktadır. Efsanelerin inanılır olması onların en önemli özelliğidir. İnsanlığın en gizemli hikâyelerinden olan efsaneler, hayatın hemen her alanında kendine yer bulur. İnsanlar gerçek veya gerçeküstü olaylar çerçevesinde kendilerinden farklı olan her şeyi her zaman merak etmişlerdir. Bu merak insanları bilinmeyenleri izah eden hikâyelere sıkı sıkıya bağlamıştır. Efsanelerde öğütlenenler, inanan insanlar için bağlayıcı yükümlülükler getirebilir. Kimi efsaneler birer tembihtir. Efsanelerin önemli bir kısmı, nedenleri sonuca bağlar (Önal 2013: 9), şeklinde yaptığı açıklamadan yola çıkarak bizde çalışmamızın konusu olan bağımlılıklarla ilgili bazı efsaneleri inceleyeceğiz.

Araştırdığımız onlarca kaynak içerisinden okuduğumuz yüzlerce efsanenin arasından konumuzla ilgili birçok efsane tespit ettik. Birbirinin benzeri olan efsaneleri almamayı uygun gördük.

53

Ali Berat Alptekin’in Efsane ve Motifleri Üzerine adlı eserinin bitkilerle ilgili efsaneler bölümünde, tütünün şeytanın toprak üzerinde bıraktığı pislikten oluştuğuna dair bir efsaneden bahsedilmektedir (Alptekin 2015: 129).

Mehmet Naci Önal’ın Muğla Efsaneleri adlı kitabındaki metin şu şekildedir: Avcı iken gidip bakıyordum herkes çaput bağlamış. Meke köyünde erene çok yakın olan taş ocağında işçiler rakı içerken, işçinin biri iyice sarhoş olmuş. Bir de bakmışlar ki Zihni kaybolmuş. Aramışlar, aramışlar sonunda Zihni’yi uzak bir dağda bulmuşlar. Koca eren içki içilmesini istememiş. Zihni'yi uçurmuş, karşı dağa usul kondurmuş (Önal 2013: 258).

Muhsine Helimoğlu Yavuz’un Diyarbakır Efsaneleri adlı kitabındaki "Cembeli ile Benefşe Narin" efsanesinde iki sevdalı baharda buluşmak üzere sözleşip ayrılırken kız oğlana bir hançerle bir tütün tabakası hediye eder. Daha sonra bazı sebeplerle ayrı düşen sevdalılar birbirlerini o tabakadan tanımıştır (Yavuz 2013: 279-280).

Rahime Özdoğan'ın hazırlamış olduğu Amasya'da Adak Yerleri ile İlgili Halk Anlatıları adlı yüksek lisans tezinde alkol ile ilgili dört efsane belirledik. Efsanenin birinde kocası alkolik olan Kümbet Hatun’un kocasının eziyetlerine katlandığı için erdiğine inanılmaktadır (Özdoğan 2006: XCII). Bir diğer efsanede Kuş Şeyhi, Horasan’dan Şahinler Köyü’ne gelir. Orada Ermeniler tarafından bir düğüne davet edilir. Düğün esnasında rakkaslar dans etmekte içki su gibi akıtılmaktadır. Kuş Babanın Müslüman olduğunun anlaşılması üzerine Ermeniler tarafından katledilir. Anlatıcı bu Ermeni halkının 3 yıl kuraklık ve kıtlığa maruz kaldıktan sonra açlığa ve susuzluğa daha fazla dayanamayıp teker teker öldüklerini ve cesetlerinin vahşi hayvanlar tarafından parçalandığını söylemektedir (Özdoğan 2006: XVI). Bir diğer efsane şu şekildedir: Şeyh Mehmet Abdal Türbesi’nin yakınındaki bir evde içkili düğün yapılır. Köylüler evliyanın vasiyetini unutup eğlenme olayını abartıp kendilerinden geçerler. Düğünün son günü tepedeki kayalıklardan köyün üstüne koca koca taşlar yuvarlanır (Özdoğan 2006: XXII). Dördüncü ve son efsane ise adamın biri içki içmek için Akbilek adak yeri olan türbeyi kendine mesken yapar. Bir gece türbe içinde açılan ekrandan adam cehennemi görür ve içkiye tövbe eder (Özdoğan 2006: XXIX).

Belirlediğimiz bu dört efsaneden birinci efsanede kadının alkolik olan kocasına katlanması neticesinde kendisine verilen bir mükâfat vardır. Bu mükâfat sonucunda Kümbet Hatun tayyimekân yapıp Kâbe'yi tavafa gitmiştir. Naci Önal'ın söylediği "Kimi efsaneler birer tembihtir", sözü bu efsanede birebir gözlenmektedir. İkinci ve üçüncü efsanede evliyaların içki içilmesinden rahatsız olması ve sonucunda içki içilen yerin veya içki içen

54

halkın bir cezaya tabi tutulması söz konusudur. Dördüncü ve son efsanede türbede içki içen adamın içkiye tövbe etmesinin nedeni türbede cehennemin gösterilmesidir.

Recai Bazancir’in yapmış olduğu Bingöl Efsaneleri adlı yüksek lisans tezinde Şemo

Deresi isimli efsanede bir zamanlar sağı solu rahatsız eden Şemsettin isimli 1 kişi ölmüş,

Şemo Deresi denen yere gömülmüştür. Bu derede de hep içki içilmektedir. Geceleri içki içenlerin peşine bu Şemsettin isimli şahsın takıldığı ve onları kovaladığı söylenir (Bazancir 2010: 103-104). Bu efsanede de görüldüğü üzere ölüler yaşayan insanların çevrelerinde içki içmesinden rahatsız oldukları için onları yanlarında istemezler. Tabii bu durumun halk içerisindeki anlamı, kavrayışı bu şekildedir.

Hakan Acar'ın Burdur Efsaneleri üzerine yapmış olduğu yüksek lisans tezinde Hacı

Rahmi Sultan isimli efsanede bir keramet söz konusudur. Hacı Rahmi Sultan talebeleri ile

yolda giderken rakı içen insanlara denk gelirler. Rahmi Sultan rakı içen insanlardan bir bardak rakı rica eder ve rakıya parmağını batırıp talebelerden birinin boynuna sürer. Talebe onun gül yağı kokusu olduğunu söyler. Her talebeye rakıdan sürer ve her talebe ayrı birer koku aldığını söyler. Bunun üzerine Hacı Rahmi Sultan "Desenize kokunun kaynağı biziz." demiştir (Acar 2013: 219). Bu efsanede Rahmi Sultan'ın rakının anasonlu kokusunu gül yağı, sümbül yağı, idrişah gibi kokulara çevirmesi kerameti vardır.

Metin Türktaş’ın Denizli Efsaneleri isimli çalışmasında tütünün kökenine dair bir efsane vardır. Bu efsaneye göre tütün çok eski zamanlarda cennette çok güzel kokan bir çiçekmiş. Şeytan bu çiçeğin kokusunu kıskanıp dibine çişini yapmış. Şeytanın idrarının kokusu ve içindeki zararlı maddelerin tamamı bu bitkiye geçmiş. O zamandan beri tütün bitkisi hem çok pis kokar hem de onu içen insanlara çok büyük zararlar verirmiş (Türktaş 2012: 265-266). Bu efsane de tütünün meydana geliş şekli anlatılmıştır. Efsanenin anlatılış özelliği olarak bünyesinde inandırıcılık unsuru barındırdığından dolayı insanların tütün ve türevlerini tüketmemesi için ortaya atılmış olması muhtemeldir.

Gülşah Yüksel'in yapmış olduğu Kastamonu Efsaneleri adlı çalışmada, Hepkebirler Camisi hakkında yer alan bir efsaneye göre Kastamonu'da içkinin yaygınlık kazandığı bir dönemde ayyaşlar her caddede yürüyebiliyor fakat Hepkebirler Cami’nin yanındaki daracık yoldan geçemiyorlarmış. Sebebi ise bu daracık yolda beyaz saçlı, kafasında yeşil sarık üstünde bembeyaz kıyafeti ile etrafına nur saçan bir adamın sarhoşları uyarmasıymış. Bu durumun sarhoş bir adamın içkiye tövbe etmesine neden olduğu anlatılmaktadır (Yüksel 2011: 144).

Yine aynı çalışmada geçen bir başka efsanede ise Şenpazar adının kökeni hakkında bilgi verilmiştir. Efsaneye göre Şenpazar ilçesi ve civarı eskiden üzüm bağları ile kaplı imiş.

55

Şenpazar ilçesinin kurulu olduğu vadi üzerinde de bir şaraphane kurulmuş. Buradan hareketle vadiye Şarbani denildiği belirtilmektedir. Daha sonra bu yer Şenpazar adıyla anılmıştır (Yüksel 2011: 160).

Mardin Efsaneleri adlı yüksek lisans çalışmasında Baba Ömer adlı efsanede Mardin'e bağlı Alagöz Köyü’nde bir ziyaret yeri bulunmaktadır. Bu ziyaret yerinin yakınlarına içki içmeye giden insanların çarpıldığı rivayet edilmektedir (Sancak 2018: 77).

Nevşehir Efsaneleri üzerine yapılan bir çalışmada taşındıkları evde karıncalar sayesinde çok zengin olan ancak adamın bir başka kadına gitmesini ve alkol almaya başlamasından sonra karıncaların eve gelmediğini ve zenginliklerinin azaldığını anlatan bir efsane vardır. Bu Efsaneye göre zenginliklerinin azalmasının nedeni eşinin alkol almasıdır (Alptürker 2013: 178-179).

Nizip Efsaneleri üzerine yapılan yüksek lisans tezinde türbe ziyaretinde bulunan iki kişinin dönüşte Aksakallı yaşlı bir adama rastlamaları sonucunda içlerinden içki içen kişinin içkiyi bırakması söz konusudur. Başlarına gelen doğaüstü olaylar sonucunda namaza başlamışlar ve içki içen kişide bir daha içki içmemiştir (Başarkanoğlu 2010: 56-57).

Efsane İstanbul kitabında yer alan Süleymâniye Camisi’nin Ses Düzeneği

Efsanesive Yenikapı Semtinin İsim Efsanesi (Esendemir vd. 2009: 65, 41-45) adlı iki

efsanenin tamamı bizim konumuzla ilgili olduğu için kısaltmadan almayı uygun gördük.

Örnek Metin 1: Süleymâniye Camisi’nin Ses Düzeneği Efsanesi

Süleymâniye Camisi inşa edilirken Mimar Sinan’ın mihrapta nargile içtiği söylentisi yayılmış. Öyle ki bu söylenti Kanuni'nin kulağına kadar gitmiş. Mihrapta nargile içmeyi bir saygısızlık olarak addeden Kanuni, meselenin içyüzünü öğrenmek için inşaata bir gün ansızın bir baskın yapmış. Bakmış ki, Mimar Sinan gerçekten de söylendiği gibi mihrapta nargile fokurdatıyor. Padişah, Mimar Sinan'a:

-Mimarbaşı ne yaparsın böyle, diye sormuş. Mimarbaşı:

-Sultanım, görüyorsunuz ya, nargilemi fokurdatıyorum, diye cevap vermiş. Padişah: -Mimarbaşı, camide nargile içilir mi; sen bu işi yapmazdın, hikmeti nedir ki bunun, diye tekrar sormuş. Bunun üzerine Mimar Sinan:

-Sultanım, bakın nargilemde tütün yoktur. Bununla suyun kaynamasından meydana gelen sesin cami içerisindeki dağılımını kontrol ediyorum. Burada suyun fokurdamasından meydana gelen sesin caminin her tarafına eşit şekilde dağılmasıyla, yarın hoca efendinîn bu

56

mihraptaki sesinin 60-70 metre gerilerde duracak cemaat saflarına kadar ulaşıp ulaşmadığını anlayacağız, diye cevap vermiş (Esendemir vd. 2009: 65).

Örnek Metin 2: Yenikapı Semtinin İsim Efsanesi

Rivayetlere göre IV. Murat meyi (şarap), afyonu ve fal bakmayı yasaklamış. Bundan dolayı bu işleri yapanlar ancak ve ancak gizli bir şekilde yapabiliyorlarmış. IV. Murat Bu uygulamanın ne kadar başarılı olduğunu görebilmek için bir gün kıyafetini değiştirerek halk arasına karışmaya karar vermiş. İstanbul'un Avrupa yakasına gezdikten sonra, Anadolu yakasına geçmek için Üsküdar'a giden bir gemiye binmiş. Gemideki Sandalcılardan biri yanında sarkan ipi çekerken padişah onun ucundaki testi fark etmiş ve sandalcıya:

- Ne var o testinin içinde, diye sormuş. Sandalcı: - Ne olacak mey işte, demiş. Padişah:

- Mey yasak. Padişahımız görse kafanı vurdudur; korkmuyor musun, demekten kendini alamamış. Sandalcı da hâliyle:

- Yahu padişah nereden görecek bizi denizin ortasında, demiş.

Aradan biraz zaman geçince sandalcı bu kez de teknenin tahtalarından birini kaldırıp afyon çıkarmış ve nargilesine atarak körüklemeye başlamış. Padişah ona yine yasağı hatırlatmış. Sandalcı aynı şekilde:

-Kim görecek ki bizi denizin ortasında, demiş. Biraz daha gittiklerinde, sandalcı cebinden bu sefer fal taşlarını çıkarmış. Üstelik padişaha:

-Ver beş akçe falına bakayım, demiş.

Fal taşları padişahın en çok sevmediği şeymiş. Biraz daha sabredeyim diye düşünen padişah:

-Haydi bak, demiş.

Fal taşlarını elinde sallayıp atan sandalcı padişaha: - Efendi, sorunu sor bakalım, demiş. Padişah:

-Padişah şu an nerededir, diye sormuş. Sandalcı taşlara bakıp:

-Padişah şu anda denizin üstündedir, demiş. Padişah biraz endişelenmiş gibi yaparak: -Sakın yakınımızda bir yerde olmasın, diye sormuş ve bu kez iyice bakmasını söylemiş. Sandalcı taşlara tekrar baktığında birden padişahın ayaklarına kapanarak:

-Affet beni padişahım, diye yalvarmaya başlamış. Kıyıya gelene kadar yalvarmaya devam etmiş. Sonunda padişah dayanamayarak:

-Sana bir soru soracağım. Eğer bilirsen seni affederim. Bilemezsen boynunu anında vurduracağım, demiş. Sandalcı sevinçle:

57

-Padişahım çok yaşa, demiş ve merakla soruyu beklemeye başlamış. Padişah: -Dönüşte İstanbul’a hangi kapıdan gireceğim, diye sormuş. Sandalcı:

-Affınıza sığınarak kapıyı bir kâğıda yazsam ve siz kapıdan geçtikten sonra baksanız olmaz mı, diye cevap vermiş. Padişah:

-Olur, deyince sandalcı tahminini bir kâğıda yazarak padişaha vermiş. Padişah kâğıdı cebine koymuş. Sandal kıyıya varınca surlarda nöbet bekleyen askerlere:

-Surlara yeni bir kapı açıla! İstanbul’a bu kez ben oradan gireceğim, demiş.

Emir bu ya. Kapı hemen açılıp padişah bu kapıdan İstanbul’a girmiş. Kapıdan girerken sandalcının kâğıda hangi kapıyı yazdığı merak etmiş. Kâğıdı okuyunca hayretler içinde kalmış. Meğerse kâğıtta "Padişahım yeni kapınız vatana, millete hayırlı, uğurlu olsun." diye yazıyormuş. İşte o gün bugündür bu kapı Yenikapı olarak anılmış ve kurulan semte ismini vermiş (Esendemir, vd. 2009: 41-45).

Benzer Belgeler