• Sonuç bulunamadı

3. TÜRK EDEBİYATINDA HİKÂYELERİN TASNÎFİ

3.3. Fıkralar ve Latîfeler

Güldüren, neşelendiren, hoş ve güzel söz anlamlarına gelen Latîfeler/Letâifnâmelerin Türk edebiyatının İslâmî dönem ilk örneklerine Dîvânu Lügati’t-Türk, Kutadgu Bilig ve Dede Korkut Hikâyelerinde rastlanmaktadır. “Klâsik edebiyatımızda hoşa giden, beğenilen konuları ihtiva eden pek çok esere bu ad verilmiştir. Bazen uzun hikâyelere de lâtife adı verilmiştir.”25 “Birer nükteye dayanan fıkralar ve latifeler (şakalar) anlatım bakımından hikâye, gülünçlük yönünden de gülmece karakteri taşır. Bu özelliği ile her iki tür arasında yer alır.”26 Altunel ise latîfeler ile ilgili şu bilgileri vermektedir: “Latifeler söylendikleri dönemin dil ve üslûp özellikleriyle halk deyim ve söyleyiş unsurlarını içermeleri yanında cemiyet hayatına ve tarihî edebî sîmalara ışık tutmalarıyla da önem taşır. Bunların içinde zaman zaman

maksadı aşan anlatımlara ve müstehcen olanlara da rastlanmaktadır.”27

Edebiyatımızdaki en önemli Letâifnâmeleri şu şekilde sıralayabiliriz: Bursalı Cinânî’nin Bedâyi’ül-Âsâr’ında yer alan Letâif-i Cinânî, Menâkıb-ı Hamsîn, Abdurrahman Hıbrî Efendi’nin Hadâyiku’l-Cinân’ı, Zâtî, Lâmî, Derviş Ahmed Dede, Azmî’nin Letâifleri, Gelibolulu Bahrî Mehmed Paşa’nın kaleme aldığı Latîfe Mecmuası, Nuh bin Mustafa tarafından derlenen Büstân-ı Kuds ve Gülistân-ı Üns, kimin yazdığı belli olmayan Râz-nâme, Veysî adlı bir şahsın derlediği Hikâyât-ı Garîbe en önemli latîfeler olarak kabul edilir.28

25 Kavruk, age., s. 149.

26 Levend, age., s. 156.

27 İbrahim Altunel, “Latîfe” Ankara TDV İslam Ansiklopedisi. TDV Yayınları, Ankara 2003, C.27. s.

107.

28 Bk. Agah Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1998, s. 156.;

Hasan Kavruk, Eski Türk Edebiyatı’nda Mensur Hikâyeler, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1998, s. 149; Hasan Kavruk, İskender Pala, “Hikâye”, TDV İslâm Ansiklopedisi,TDV Yayınları,Ankara 1998, C.17, s. 492.

14

I.BÖLÜM

TEMÎMÜ’D-DÂRÎ’NİN HAYATI

1. TARİHÎ HAYATI 1.1. Doğumu Ve Nesebi

Temîm, Filistin bölgesinde yetişmiş bir Hıristiyan din adamı iken daha sonra İslam’ı seçmesi, mescide kandili ilk getiren kişi olması, mescitte ilk vaaz veren sahabe olması ve gayba dair bazı rivayetlerinin bulunması sebebiyle İslam dünyası açısından önemli bir yere sahiptir. Temîm Filistin’de doğmuştur. Temîm’in doğum tarihi ve İslamiyet’i kabul etmeden önceki yaşamı ile ilgili kaynaklarda ayrıntılı bilgi olmamakla beraber kaynaklar, İslam’ı seçtikten sonraki yaşamıyla ilgili ise doğrudan ya da dolaylı rivayetlerle kendisinden bahsetmişlerdir. Temîm’in yaşamıyla ilgili Arapça, Farsça, İngilizce ve Türkçe kaynaklar çeşitli bilgiler vermekle birlikte konuyla ilgili müstakil bir makale kaleme alan Mahmut Yeşil, Temîm ile ilgili en kapsamlı çalışmayı Makrizî ve İbn Âsâkir’in yaptığını ifade eder.29

29 Bk. Mahmut Yeşil, Temîm ed-Dârî ve Rivâyetleri, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,

Sayı 21, s.95-118; Makrizi. Dav'ü's-sari fi ma'rifeti haberi Temim ed-Dari (nşr. M. Ahmed Aşür), Kahire, 1392/1972, s.65,78-80, 83-86,88-95,98,105, 135; İbn Asakir, Tarih u Dımaşk (Amrî), Xl, 64-65, 71-73, 82; F. Krenkow, "The Grant of Land by Muhammad to Tamîm ad-Dari", İslamica, 1/4,Leipzig1925,s.529-532;D.Cook,“TamîmadDari", BSOA ( Bulletin of School of Oriental and African Studies), LXI/1 (1998). s.22; Avinoam Shalem "Temîm ed-Darî: A Portrait of him as the First Muslim Artisan” (OM, XXIIV2, 2004, s. 507-5015).

15

Temîm’in mensup olduğu Lahm, bir Arap kabilesidir. Lahmîler, hicretten yaklaşık iki asır önce Yemen’den Beytü’l-Makdis/Kudüs’e gelmişler ve Hz. Îsâ’nın doğduğu bu bölgeye yerleşmişlerdir. Lahm kabilesi birçok koldan meydana gelmektedir. Bu kollardan biri de “Dâr”dır. Dârî nisbeti ile ilgili birinci görüş budur. Bir başka görüşe göre ise bu nisbet dedesi “Dâr”dan dolayıdır. Müslüman olmadan önce ibadet ettiği Deyr isimli kiliseye izafeten “Deyreklinde de ifade edilmiş, Dârî nisbetinin denizci mânâsına geldiği de söylenmiştir.30 Ayrıca Temîm “İbn-i Rukayye” künyesiyle de anılmaktadır. Bu konuyla ilgili Halit Özkan makalaesinde şu bilgilere yer vermiştir. “Hz. Ebûbekir'in kız kardeşi Ümmü Ferve ve Nevfel b. Haris'in kızı Ümmü'l-Mugîre ile (veya ümmü Hakîm) evlenmiş, ancak künyesini kendisinden aldığı tek çocuğu Rukayye'nin hangi hanımından doğduğu kaynaklarda belirtilmemiştir.”31

1.2. Müslüman Oluşu

Temîm’in İslâmiyeti kabul etmeden önce ticaretle uğraştığı ve zengin bir kişi olduğu ifade edilmektedir. Bu vesileyle sık sık Mekke’ye gitmekte ve zaman zaman orada kalmaktadır. Bu dönemlerde Hz. Peygamber’in insanlığa bir elçi olarak gönderildiği haberini de almıştır. İbn Asâkir kitabında, Temîm’in hicretten evvel altı kişilik bir heyetle Mekke’ye geldiğini, burada Hz. Peygambere biat ettiğini, oradan Şam bölgesindeki bazı arazilerin kendilerine verildiğine dair bir belge aldığını, bu belgeyi Hz. Peygamber kendilerine verirken Alî İmran sûresi 68. âyetini32 okuduğunu

nakleder.33 Onun Müslümanlığı benimsemesi, ileriki yıllarda efsaneye dönüşecek olan

cinlerle temasına dair hikâyelerle de ilişkilendirilmiştir. Temîm, Şam'da iken Hz. Muhammed’in (sav) peygamber olarak gönderildiğini bir cinden öğrenmiş ve ardından Medine'ye gidip İslâmiyet'i kabul etmiştir.

“Temîm’in İslâm’ı kabule sevk eden hadiselerden biri de Şam’da bir gece vakti yaşadığı olaydır. Allȃh elçisinin gönderildiği günlere rastlayan bir günde Temîm ihtiyaçlarını temin için dışarı çıkar. Gece vakti olunca kendi kendisine ‘bu gece ben

30 Bk. Mahmut Yeşil, agm., s. 92.

31 Halit Özkan (2007). "Temim-üd-Dârî''. İslam Ansiklopedisi. C.XXXX, İstanbul TDV Yayınları,

s.418-421

32 “Şüphesiz insanların İbrahim’e en yakın olanı elbette ona uyanlar bir de bu peygamber (Muhammed)

ve mü’minlerdir. Allȃh da mü’minlerin dostudur.” Ali İmran Suresi: 3 / 68.

16

önemli bir vadinin koruması altındayım’ diye düşünür. Hadiseyi kendisi şöyle anlatıyor: Yatağıma girince, görmediğim bir varlığın sesini işittim. Şöyle diyordu: “Allȃh’a sığın. Çünkü cinler Allȃh Teâlâ’ya karşı hiç kimseyi koruyamaz.” Ne söyleyerek Allȃh’a sığınacağımı sordum. Şöyle cevap verdi: “Allȃh’ın elçisi artık görev başında. Hacun’da O’nun arkasında namaz kıldık. Müslüman olduk ve Peygamber a.s.’a tâbi olduk. Cinlerin tuzağı yok oldu. Sen de Muhammed’e git ve Müslüman ol.” Sabahleyin Eyyûb kilisesine gittim. Bir rahibe başımdan geçen olayı anlattım. Dedi ki: “Sana doğru söylemişler. Peygamberi Harem bölgesinden çıkmış olarak göreceksin. O, Peygamberlerin sonuncusudur. Onun önüne geçilemez.” Bunun üzerine güçlükleri aşarak Allȃh’ın Rasûlü’nün huzuruna geldim ve Müslüman oldum.”34

İslâmiyeti kabul ettikten sonra ise Hz. Peygamberden doğup büyüdüğü köyleri kendisine vakfetmesini telep eder. Konuyu Ahmet Akgündüz bir makalesinde belgeler ışığında şu şekilde dile getirmiştir:

“Hicretin IV. yahut X. yılında Temim Dari isimli bir sahabe Hz. Peygamber'e gelir ve henüz fethedilmediği halde Filistin arazisinden muayyen bir kısım arazinin kendisine tahsis edilmesini arzu eder. Gelecekte bu toprakların Müslümanların eline geçeceğini gözle görmüş gibi bilen Hz. Peygamber, Temîm'in bu arzusuna müsbet cevap verir ve bu tahsisin yazılı bir senet şeklinde Temîm'e verilmesi için şöyle bir emirnâme de yazdırır. "Bu yazılı belgede Allȃh’ın Peygamberi Muhammed'in Temîm Dârî ailesine, Allȃh fethini nasib ettiği zaman bağışladığı ve tahsis ettiği arazi yazılıdır. Bunlar Beyt-i Aynun, Habrûn ve Beyt-i İbrahim'dir. Ebediyyen kendilerine verilmiştir. Şahitler: Abbas, Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali” 35

Hz. Peygamberin Temîm gibi bazı sahabelere çeşitli yerleri bağışta bulunmasının sebebi ya yeni Müslüman olmuş bir kimseyi İslam’a ısındırmak ya da verilen toprakların daha verimli hale gelmesini sağlamak amacıyladır.

34 Bk. Yeşil, agm., s. 96.

35 Bk. Ahmet Akgündüz, (1987), “Hz. Peygamber'in Filistinde Bir Vakfı ve Osmanlı Devleti'nin Vakıf

17 1.3. İslâm Dinine Hizmetleri

Temîm ile ilgili kaynaklar İslam tarihi açısından önem arz eden bir olaydan da bahsetmektedirler. Temîm, Medine’de Şam’dan getirdiği yağ kandillerini Mescide asar. Hava kararınca bu kandilleri tutuşturur. Hz. Peygamber mescide gelince mescidin aydınlık olduğunu görür ve bunu yapanın Temîm olduğunu öğrenince şöyle buyurur: Sen İslâm’ı aydınlattın; Allȃh da seni dünyada ve âhirette nurlandırsın ve ekler “Eğer bir kızım olsaydı onu seninle evlendirirdim, bunun üzerine orada bulunan Nevfel İbn Hâris ibn Abdilmuttalib, “ Ey Allȃh’ın Rasûlü! Benim Ümmi’l-Mugîre binti Nevfel adında bir kızım var. Arzu ettiğin şeyi ona yapabilirsin.” deyince Hz. Peygamber hemen orada bu kızı Temîm’e nikâhlamıştır. Temîm’in bir başka evliliği de Hz. Ebubekir’in kız kardeşi ile olmuştur. Ümmü Ferve adındaki bu hanım, Ezd kabilesinden birisi ile evlenmiş, ondan bir kız çocuğu olmuş, sonra da Temîm’le evlenmiştir. Kaynaklar, Temîm’in nisbetini verirken sadece bir kız çocuğu olduğunu, başka evladı olmadığını zikrederler. Kızının ismi Rukiyye’dir. Temîm bu sebeple “Ebu Rukayye” diye künyelenmiştir.”36

Yukarıda zikredilen kaynaklar, Temîm’nin, hayatı boyunca Hz. Peygamberin sünnetine ittiba konusunda hassasiyet gösterdiğini, gece namazlarını aksatmadığını, bazen sabahlara kadar ağlayarak huşu içerisinde ibadetle meşgul olduğunu ve çok fazla Kur’ân-ı Kerim okuduğunu, hatta Kur’ân-ı Kerîm’in cem’inde görev alan dört sahabeden ve Hz. Peygamber döneminde Kur’anı ezberleyen on kişiden biri olduğunu haber verirler. Temîm ayrıca hadis rivâyet eden sahabeler arasında da zikredilmektedir. O toplam on sekiz hadis rivayet etmiştir. Rivayetlerini İbn Nasırüddin Müsnedü Temîmü’d-Dârî adıyla bir araya getirmiştir ancak bu hadislerin bir kısmı sahih, bir kısmı zayıf, bir kısmının ise uydurma hadisler olduğuna dair bilgiler mevcuttur.37

Bu hadisler arasında en çok tartışılanı deccal ile ilgili olanıdır. Bu konuda muhaddisler meseleye ihtilaflı baksalar da deccal ile ilgili hadisler üzerine bir çalışma yapan Yavuz Köktaş, konuyla ilgili şu bilgileri vermektedir: “Hicretin 9. yılında

36 Bk. Yeşil, agm., s. 99.

37 İbn-i Asâkir, age., XI, s. 77, Yeşil, agm., s.101-106.; M.Yaşar Kandemir, “İbn-i Nasuriddin” TDV

18

Filistin’den Temîm ed-Darî adında bir Hıristiyan rahip gelerek Müslüman olmuş ve Hz. Peygamber’e bir gün denizde (muhtemelen Akdeniz veya Kızıldeniz) seyahat ederken ıssız bir adaya uğradığını, orada adının Cessase olduğunu söyleyen çok kıllı bir hayvan gördüğünü, bu hayvanın kendisini manastırdaki bir adama götürdüğünü, elleri ve ayakları zincirlere bağlı enteresan bir insan gördüğünü ve onun kendisine deccal olduğunu söylediğini” anlatmıştır. Hz. Peygamber bu şahsı yalanlamamış, deccalin Akdeniz’de mi, Kızıldeniz’de mi çıkacağını şüpheyle karşılayarak ‘zannediyorum ki o doğudan çıkacaktır’ demiştir.”38

Benzer Belgeler