• Sonuç bulunamadı

2. EVLĠYA ÇELEBĠ SEYAHATNAMESĠ‟NDE ĠNCĠ

2.2. EVLĠYA ÇELEBĠ SEYAHATNAME‟SĠNDE ĠNCĠ YERĠNE

Seyahatnâme‟de tamamen sade bir dil kullanılmıĢ değildir. Yabancı kelime

ve terkipler bakımından devrin orta dilli metinlerini aratmayacak ölçüde zaman zaman yabancı unsurlarla örülü ifadelere rastlanmaktadır. Bu bakımdan eseri orta dilli eserler sınıfına dahil etmek mümkündür.203

Evliya Çelebi inciyi: incü, lü‟lü, dürr, dürr-i beyz-âsâ, dürr-i beyzâ, dürr-i yetîm, dürr-i yektâ, dürer-bâr, dürr-i meknûn, dürr-i girân-mâye, dürr-i gevher, dürr-i cevâhir, dürr-i nâ-Ģükûfte, dürr-i nâ-süfte gibi kelime ve terkiplerle kullanır. Bu kullanımların aynı zamanda Klasik Türk Ģiirinde de kendisine yer bulduğu görülür.

2.2.1. Dürr-i Yektâ

Arapça inci anlamına gelen “dürr” ve Farsça tek, eĢsiz, benzersiz anlamlarına gelen “yektâ” kelimeleri ile oluĢturulan “eĢsiz inci” anlamına gelen “dürr-i yektâ” terkibi, Evliya Çelebi‟nin çağdaĢı Nâbî‟de (ö.1712) de kullanılır. Nâbî, sevgiliyi eĢsiz bir inciye benzetir ve sevgilinin bir defa kıyıya yönelmesini, kucağına gelmesini arzular. Arzuların dalga dalga coĢkunluğu hep sevgili içindir:

“Ne var bir kerre meyl itse kenāra ey dür-i yek-tā HurūĢ-ı mevc-mevc-i ārzūlar hep senü ‟çündür”204

Evliya Çelebi ise Sultan Ahmed Camii‟nin vasıflarını anlattığı bölümde camiyi eĢsiz inciye benzetir. Ayasofya yakınında At meydanı adlı mahallede yüksek bir yerde, kıblesi Çatladıkapı tarafında denize bakan geniĢ yerde yeni bir cami

203

Fahir İz, a.g.m., s. 73-74. 204 A. Fuat Bilkan, a.g.e., s.625.

77

olduğunu ve caminin sanki delinmemiĢ, eĢsiz bir inci olduğunu “dürr-i yektâ” terkibini kullanarak ifade eder:

―Ayasofya kurbünde Atmeydânı nâm mahalde bir mürtefi‗ yerde kıblesi Çatladıkapu tarafında deryâya nâzır bir câ-yı vâsi‗de bir câmi‗-i cedîddir kim gûyâ bir nâ-münkab bir dürr-i yektâdır.‖205

2.2.2. Dürr-i Yetîm

Sedefinde tek olarak çıkan, iri, büyük inci206

anlamına gelen dürr-i yetîm, aynı zamanda istiare ve teĢbih yoluyla Hz Peygamber için kullanılan mecazdır. Necatî Bey, dizelerinde aĢkın etkisi ile acı çeken gönlünün karĢısında sevgiliye dür-i yetim diyerek seslenecektir:

“Gönlüm hârâretinde usan ey dür-i yetim Bu gözlerim denizine gel âĢinalığ et”207

Evliya Çelebi de Tokatlı DerviĢ Ömer‟i “dürr-i yetîm” terkibini kullanarak sedef içindeki eĢsiz inciye benzetir. Evliya Çelebi‟nin saraya girip Sultan Gazi Murad Han‟a kapılanmasını ve huzurunda yaptığı Ģaka yollu sözleri ve de baĢından geçenleri anlattığı bölümde XVI. yüzyılda yaĢamıĢ olan Halvetiyye-GülĢeniyye tarikatının kurucusu, Ģair Ġbrahim GülĢenî dergâhında bulunan DerviĢ Ömer diye bir kimseden bahseder. On yedi sene bu dergahta hizmet eden DerviĢ Ömer kâr, savt ve zikirleri okumaktadır. Bu derviĢ sırrını fâĢ etmeden önce gâh hâcethâneci, gâh meydancı, gâh mihmândar ve gâh aĢçıbaĢı ve nihayet daha sonra zâkirbaĢı olup dergahta yedi senesini doldurduğunda bir gün Ġbrahim GülĢenî hazretleri onu keĢfeder. GülĢeni onun bu durumunu sedef içre eĢsiz bir inciye benzetir ve Ģöyle der: "Ey Tokatlı DerviĢ Ömer, sedef içre eĢsiz bir inci gibi gizlendin, yürü Rum'da

205 Evliya Çelebi, a.g.e., I. Kitap, s.98. 206

Ferid Devellioğlu, Osmanlıca ve Türkçe Ansiklopedik Lugat, haz. Aydın Sami Güneyçal, Aydın Kitabevi, Ankara, 1993, s.230.

78

(Anadolu) seni Sarı Süleyman ister. Sigetvar gazâsında bile bulunup Süleyman'ın arzularının sonunda orada bulun ve Rum'da seccade-niĢin post sahibi ol."

"Ey Tokatlı Dervîş Ömer tîz sadef içre bir dürr-i yetîm gibi pinhân oldun, yürü Rûm'da seni Sarı Süleymân ister. Seyyidvar gazâsında bile bulunup Süleymân'ın anda netîce-i merâmında bulunup Rûm'da seccâde-nişîn post sâhibi ol"208

2.2.3. Dürer-Bâr

Evliya Çelebi, inciyi bazen Farsça inci yağdıran, inci gibi söz söyleyen209 anlamına gelen dürer-bâr Ģeklinde kullanır. Bu kullanım Klasik Türk edebiyatında da sıkça kullanılır. Mesela Müstakîmzâde Süleyman Sa„deddin Efendi (ö. 1787) “dürer- bâr”ı Ģiir için kullanır. Ona göre Ģiir, inci gibi olmalıdır. Müstakîmzâde, ġeyhülislam Hoca Sa„âdettin Efendizâde Muhammed Esad Efendi‟nin ilk beyiti için bu ifadeyi kullanmıĢtır:

“maṭla ı güftâr-ı dürer-bârlarıdur.”210

Seyahatnâme‟de de “dürer-bâr”, etkili sözler için kullanılacaktır. Evliya

Çelebi, Unkapanı'nın içinde yer alan Molla Hayreddin Camii‟nden bahsederken bu caminin yapılıĢında Molla Hayreddin‟in bazı para iĢleriyle ilgilenirken bir gün bir leyleğin gelip "Lak lak" diye feryat ettiğini, Molla Hayreddin‟in ise sinirlenerek leyleğe hitaben "Bre var hey kuĢ Ġstanbul'dan taĢraya feryat eyle"211

dediğini söyler ve Allah'ın emriyle etkisini gösteren bu sözleri inciye benzetir:

―Bu câmi‗ binâ olunurken Monlâ Hayreddîn mu‗temed-misâl nigerânda iken bir leylek murgu gelüp "Lak lak" deyüp feryâd ederken hemân Monlâ Hayreddîn

208

a.g.e., I. Kitap, s.114.

209 Ferid Devellioğlu, a.g.e., s.230.

210 Müstakimzâde, S. , Devhatü’l- Meşâyih Osmanlı Şeyhül İslâmlarının Biyografileri, Haz. Y. H. Kazıcı, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1978, s.46

211

Evliyâ Çelebi, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnâmesi 1. Cilt, haz.:, Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı YKY, İstanbul, 2003, s.262.

79 hazretleri gazab-âlûd olup, "Bire var hey tuyûr İslâmbol'dan taşra feryâd eyle" deyince bi-emrillâh nutk ı dürer-bârları vücûd bulup İslâmbol içinden cemî‗i leylek kalkup gayrı kurâ ve kasabâtlara giderler.”212

2.2.4. Dürr-i Meknûn

Arapça inci anlamına gelen “dürr” ve gizlenmek, saklanıp korunan, saklı, gizli anlamlarına gelen “meknûn” kelimeleri ile oluĢturulan “mahfazalı parlak inci”213

anlamına gelen “dürr-i meknûn” tamlaması, Klasik Türk Ģiirinde de kendini gösterir. Hüseyin Çelebi, söylemezler, söylemezler fakat bir söyleyince de ağızlarından eĢsiz inciler dökülür diyerek sözleri “dürr-i meknûn‖a benzetir:

“Söylemez söylemez ammâ dürr-i meknûn söyler”214

Evliya Çelebi Seyahatnâme‟de her ne kadar genellikle diĢleri “dürr-i meknûn” terkibi ile verse de MaraĢ‟ın sarı çizme giyip baĢlarına sâf gümüĢ tas takke ya da altınlı sivri takke takıp beyaz çarĢaf bürünen kadınlarını anlatırken güzel yüzlü ve endamlı bu kadınların kelimelerini Hüseyin Çelebi gibi “dürr-i meknûn” terkibini kullanarak verir:

―…Ve cümle zenâneleri ayaklarına sarı çizme geyüp başlarına sâfî gümüş tas takye yâhûd zerdûz sivri takye üzre endâmlarına beyâz çarşaf bürünürler. Ve gâyet hüsn-i cemâlde ve lûtf [ü] i‗tidâlde olup kelimâtları dürr-i meknûndur...‖215

2.2.5. Dürr-i Girân-mâye

212 Evliya Çelebi, a.g.e., I. Kitap, s. 142. 213 Ferid Devellioğlu, a.g.e., s.230. 214

İskender Pala, Kronolojik Divan Şiiri Antolojisi (Dîvânü’d- Devâvîn), Akçağ Yay., Ankara, 1995, s. 427.

80

Kıymetli iri inci216

anlamına gelen “dürr-i girân-mâye”, Yahya Bey (ö.1582) divanında kendisine yer bulacak ve ecel denizi beden gemisini batırdığında kendi değerinin değerli bir inci gibi anlaĢılmasını arzu edecektir:

O dem ki gark ide fülk-i vücûdı bahr-i ecel Biline dürr-i girân-mâye gibi kıymetümüz217

Evliya Çelebi, bütün ilimlerde söz sahibi olan, devrinin sanki küçük Ġmam-ı A„zam‟ı olduğunu söylediği Hamdullah oğlu Mehmed Çelebi‟nin o devirde kıymetli bir inci gibi zuhur ettiğini “dürr-i girân-mâye” terkibini kullanarak verir:

―Bu Mehemmed Çelebi ol asrda bir dürr-i girân-mâye gibi zuhûr etdi…‖218

2.2.6. Dürr-i Gevher

Dürr (inci) ve Farsça gevher (cevher, mücevher, elmas, inci) anlamlarına gelen iki kelimenin terkibi ile kurulan “dürr-i gevher”, Klasik Türk Ģiirinde de kullanılmaktadır. Baki, “dürr-i gevher” terkibini kullanarak altın ve süsün olgunluk vermeyeceğini, inci ve cevherin de Ģeref vermeyeceğini söylemektedir:

“ġeref virmez dür ü gevher kemâl olmaz zer ü zîver Hüner kesb it hüner bahr-i fazîlet kân-ı irfan ol”219

Sultan Murad Han‟ın Bağdad fethinden sonra vefatı ile Mekü ve Kotur Kalesi'ne asker konulur. Mükellef, süslü ve sağlam yapılan bu kale için Evliya Çelebi, dürr-i gevher terkibini kullanarak kaleyi beyaz bir inciye benzetir:

216 Ferid Devellioğlu, a.g.e., s.230.

217 Mehmet Çavuşoğlu, Yahya Bey Divanı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1977, g.183/4.

218

Evliya Çelebi, a.g.e., II. Kitap, s.241.

81 ―…Hikmet-i Hudâ Sultân Murâd Hân ba‗de'l-feth-i Bağdâd İslâmbol'da merhûm olup beri tarafda Kızılbaş fürce bulup cülûs-ı İbrâhîm Hân'da nakz-ı ahd edüp kal‗a-i Mekü ve bu kal‗a-i Kotur'a asker koyup eyle mükellef ü müzeyyen ve kavî eylemişdir kim gûyâ bir beyâz dürr-i gevherdir…‖220