• Sonuç bulunamadı

XIX. YÜZYIL ORTALARINDA ANTALYA’NIN İDARÎ TAKSİMATI TEŞKİLAT

2.2. ANTALYA’NIN İDARÎ TEŞKİLAT

2.2.10. Evkâf Müdürü/Vakıf Müesses

Dinin bütün toplumların manevi yaşantısı üzerinde olduğu kadar, maddi yaşantıları sonucu ortaya koydukları siyasi, kültürel ve sosyal müesseseler üzerindeki akisleri tartışmasızdır. Şüphesiz İslam toplumlarının tarih boyunca vazgeçemedikleri en önemli kurum arasında vakıflar gelmektedir. Daha önceki İslam medeniyetlerinde olduğu gibi vakıf müessesi özellikle, Osmanlı Devleti zamanında kemal dönemini yaşamıştır. Öyle ki Batılı sosyal siyasetçiler XVI. asır Osmanlı toplumu için “vakıf cenneti” tabirini kullanmaktan geri durmamışlardır.145

Vakıf hukuki bir akit olarak bir kimsenin Allah’a yakın olma amacıyla menkul ve gayrimenkul malının ve mülkünü dini sosyal ve hayra yönelik bir amaç için ebediyen tahsis edilmesidir. Vakıf tesis eden kişiye vâkıf, vakfedilen mala mevkuf, denir. Vakıf yapan kişinin

137

Özkaya, a.g.e., 141-169.

138

Kuran, E., “XIX. Yüzyılda Anadolu’nun Sosyal Tabakalaşmasında Âyânların Yeri”, Tarih ve Sosyoloji Semineri (28-29 Mayıs 1990), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırma Merkezi Yay., İstanbul, 1999, s.164-165.

139

AŞS., XII/49a Bahtılı ayanıdır.

140

AŞS., XII/50b Müteveffâdır.

141

AŞS., XII/53b.

142

AŞS., XII/134b Çandır âyânı.

143

AŞS., XII/142a ; AŞS., XII/142b.

144

AŞS:, XII/143a.

145

amaçlarını, şartlarını ihtiva eden, kurulacak vakfın nasıl yönetileceğine ilişkin esasları belirleyen ve mahkemece tescili ile birlikte vakfın vücut bulduğu senede vakfiye denir. Osmanlı sistemindeki vakıflar, vatandaşları eğitmek, onlara sağlık hizmetleri götürmek, fakirlere yardım etmek, yol, köprü gibi bayındırlık faaliyetlerinde bulunmak pekçok sosyal kurumla halka hizmet götürmekteydi.146

Osmanlı Devleti’nde vakıf iki çeşittir. Vakf-ı sahih yani vâkıfın kendi mülkü olan bir malını vakfetmesine denir. İkinci çeşit vakıf ise, hem vergilerin hem de tasarruf hakkının vakfedilmesidir ki buna da tashih veya irsadi kabilinden evkaf adı da verilir. Diğer bir deyişle eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hizmetleri gibi bazı hayır amaçlı kamu hizmetlerini finansal olarak devlete ait miri arazi gelirlerini vakıf adıyla devamlı tahsis etmektir. Osmanlı Devleti zamanında eğitim ve sağlık gibi birçok sosyal hizmetler bu neviden vakıflar yardımıyla yürütülür.147

Vakıflara ait gelir kaynakları genellikle şu şekilde işletilmekteydi. Öncelikle bu konuda İslam hukukunun şartlarına uygun olarak hareket etmek gerekmekteydi. Bunu için tek yol değişik şartlar dâhilinde ortaya çıkan icar yani kiralama sistemiydi. XVI. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan “icâreteyn” usulü, vakıf emlâkin kiralanmasında en çok kullanılan şekildi. “Çift kira” manasına gelen icâreteyn, başlangıçta artık işletilemeyecek bir hale düşmüş vakıf emlâkleri için tatbik edilmiştir. Kiracı mukavelenin yapıldığı sırada bir defaya mahsus olmak üzere vakfı idare eden mütevelliye, genellikle vakıf emlâkin gerçek değerinin yarısına yakın bir para ödüyordu. Buna “icâre-i mu’accele” yani peşin kira bedeli deniliyordu. Kiracı ayrıca her yıl mütevelliye “icâre-i müeccele” adı verilen sonradan ödenecek olan ve değişmeyen bir kira bedeli ödemekteydi. İkinci kiranın toplam bedeli, normal kira bedelinin çok altındaydı. Zengin bir vakıf mütevellisi, vakfın parasını değerlendirmek üzere vakıf adına bir gayrimenkul satın alıp, daha sonra bunu vakfın eski sahibine icâreteyn yolu ile kiralayabilirdi. İcâreteynden faydalanan kiracılar, emlâk üzerinde mutlak mülkiyet hakkına sahip olamaz, ancak bu emlakten istedikleri surette faydalanma ve üzerindeki haklarını 1867’den itibaren diğer vârislerine miras yolu ile bırakma ve mütevellilerin izni dâhilinde satma haklarına sahiptiler.148 XII No’lu Antalya Şer’iyye Sicili Defteri incelendiğinde 21 Muharrem 1280 tarihli belgede Teke Sancağı evkaf müdürü Hasan Tahsin Efendi’nin mahkemeye yaptığı takrîrde Cami-i Cedid mahallesinde bulunan çevresinde İslam hanesi olmadığı ve bu hal üzere boş bırakılmış ve yıkılmaya yüz tutmuş olan mescid-i şerifin ve ihya edilmesi için kendisi evkaf müdürü olarak bu mescid için vakf edilmiş menzilin ‘icareteyn’

146

Kozak, E., a.g.e., s.14-16 ; Bahaeddin Yediyıldız, “Kadı”, İ.A., C.XIII, MEB., İstanbul, 1986, s.157.

147

Akgündüz, A., “Osmanlı Hukukunda Vakıflar ve Çeşitleri”, Türkler, C.X, YTY., Ankara, 2002, s.453

148

Halaçoğlu, Y., XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, TTK, Ankara, 1995, s.158.

usûlü ile Rum milletinden Hâcce Marya bint-i Bablo oğlu Hâcı Dimitri’nin eşi vekili Sarraf Vasilaki’ya kiralandığını ve icâre-i mu’accelenin vakıflar hazinesine, icâre-i müeccelenin ise mescid-i şerifin tamiri için harcanmasına tahsis edilmesini talep etmektedir.149 Bu neviden diğer bir dava da 1 Safer 1280 tarihli mahkemeye intikal eden tefevvüz hüccetinde Antalya’nın Makbule Mahallesinde bulunan çevresinde İslam hanesi olmadığı ve bu hal üzere boş bırakılmış ve yıkılmaya yüz tutmuş olan mescidin ihya edilmesi için vakf edilmiş menzilin ‘icareteyn’ usûlü ile Saltana bint-i Ankaralı Hâcı Yorgi’ye kiralandığı ve icâre-i mu’accelenin vakıflar hazinesine, icâre-i müeccelenin ise mescid-i şerifin tamiri için harcanmasına tahsis edildiği bildirilmektedir.150

Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde vakıfların kontrolü kadılarca yapılmaktaydı. Vakıfların nezareti ile ilgilenmek üzere ilk özel teşkilat sadrazamlar tarafından Fatih devrinde oluşturulan Sadr-i âli nezâretidir. Bunu 1586’da Evkâf-ı Haremeyn Nezâreti takip etmiş, 1774’te Evkâf-ı Hamidiye idaresi bazı vakıfların idaresini üstlendi. 1826 yılında Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti kurularak bütün mazbut vakıfların idaresine el kondu ve mülhâk vakıfların nezâret görevini de üstlendi. Cumhuriyet idaresi ile vakıfların idare ve kontrol görevi önce Şer’iyye ve Evkâf Vekâletine daha sonra ise Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir.151

Tanzimat’tan sonra vakıflarda meydana gelen yolsuzluları önlemek ve vakıfların daha iyi hizmet vermelerini sağlamak amacıyla vakıflar belli bir düzenlemeye tabi tutulmuştur. VII Numaralı Antalya Şer‘iyye Sicili Defteri’ndeki, 4 Mart 1849 tarihli bir fermandan anlaşıldığına göre, vakıflarda yeni anlayışa uygun hizmetin verilebilmesi için fermanlar çıkarılmıştır. Bu fermanlar doğrultusunda her sancağa “evkaf müdürü” tayin edilmiştir.152

İncelediğimiz döneme ait XII Numaralı Antalya Şer‘iyye Sicili Defteri’nde vakıf müdürü olarak Hasan Tahsin Efendi ibn-i el-Hâcc Mehmed’in adı geçmektedir. Hasan Tahsin Efendi’nin idaresi altında Antalya ile birlikte toplam beş livanın vakıf müdürlüğünü üstlendiği incelenen belgelerden anlaşılmaktadır.153

149 AŞS., XII/80b. 150 AŞS., XII/83b. 151

Akgündüz, A., a.g.m., s.452.

152

AŞS., VII/4a.

153