• Sonuç bulunamadı

Etkisini Kaybeden Sol ve Aşırılaşan Ana Akım

II. 3.1.2 11 Eylül-Londra-Madrid Saldırıları

II.5. Etkisini Kaybeden Sol ve Aşırılaşan Ana Akım

II. 5. 1. Etkisini Kaybeden Sol

Soğuk Savaş döneminde birçok Avrupa ülkesi, hem çıkabilecek devrimci ve evrimci sosyalizme engel olmak hem de kapitalizmi dönemin şartlarında korumak amacıyla refah politikalarını uygulamıştır. Bu doğrultuda yürürlüğe konan Keynesyen görüş de refah devleti politikalarına kolaylık sağlamıştır. Ancak, 1970’lerden itibaren ortaya çıkan petrol krizleri, Bretton Woods sisteminin çöküşü ve Doğu Asya’da yükselen ve endüstrileşen ülkelerin yarattığı rekabet ortamı dengeleri değiştirmiştir. Özellikle, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve beraberinde Varşova Paktı’nın da yok olması ile komünizm ortadan kalkmış hem de ona karşı geliştirilen refah politikaları da arka plana itilmiştir. Maastricht Anlaşması ile ortaya konan kıstaslar ve amaçlanan Avrupa Parasal Birliği de Keynesyen ekonomik modelin bırakılmasına zemin hazırlamıştır. Avrupa Birliği hükümetleri de, refah politikalarının terk edilmesi, kamu harcamalarında kesintiye gidilmesi veya tamamen kaldırılması yönünde kararlar alınmıştır. Örneğin, 1992 yılında İtalyan Sosyalist Parti’nin başbakanı Amato, sağlık harcamalarında ve emekli maaşlarında kesintiye gitmiştir. Benzer uygulamalar; Hollanda’da, Fransa’da ve İspanya’da da tercih edilmiştir227

.

Hedeflenen Parasal Birliğin gerçekleştirilmesi doğrultusunda atılan adımlar ve hükümetlerin sosyal harcamalarında kısıntıya gitmesine neden olan gelişmeler karşısında, halk da kayıtsız kalamamış ve karşıt sesler yükselmeye başlamıştır. Maastricht Anlaşması’nın hedeflediği tarih yaklaşırken hükümetlerin uyguladığı

226Yılmaz, Avrupa’da Irkçılık, s.64 227

87

kesintilere tepki olarak başta İtalya, Fransa ve Almanya olmak üzere birçok ülkede grevler gerçekleştirilmiştir. Tepkiler sadece bu boyutuyla kalmayıp yapılan seçimlerde kendini göstermiştir. Tabii ki refah politikalarını terk eden sosyalist hükümetler de bu tepkiden payını almıştır. Örneğin, 1993 yılında Fransa’da gerçekleştirilen seçimlerde Sosyalist Parti’nin oyları neredeyse yarı yarıya düşerek %17 seviyesini görmüş, İtalya’da ise Sosyalist Parti 1994’te yapılan seçimlerde meclis çoğunluğunu kaybetmiştir. Bu seçimler doğrultusunda, neoliberal politikaları uygulayan “Avrososyalistler” güç kaybetmiştir228

.

Avrupa’da yaşanan köklü değişimi anlayamayan merkezdeki sağ ve sol partiler gerekli çözümü üretememiş; üretemedikçe partilerin programları birbirlerine benzemiştir. Politik söylemler aynı paralelde yol almıştır. Aynılaşan merkezdeki sol partiler, bu durumdan epeyce yara almış; tarih boyunca sol ile özdeşleşen eşitlik ve adil paylaşım gibi ilkeler yeni düzende farklılaşmıştır. Artık yeni oyuncularla sahnelenen uluslararası siyaset, küreselleşen dünyada rekabetin arttığı ve işgücü tasarrufuna gidildiği bir dönemi temsil etmektedir. Yeni koşullara uyum sağlayamayan sol partiler, refah devletinin sürdürülememesi nedeniyle yalpaladılar ve hareket kabiliyetleri giderek azaldı. Avrupa toplumlarını artık kendi şemsiyesi altında toplayamayan sol partiler, kimseye yaranamadı. Buna karşılık, yeni yeni seslerini duyurmaya başlayan aşırı sağ partiler, solun zayıflığını da ustalıkla kullanmışlardır. Ekonomideki değişimin ve kapitalizmin etkisiyle işlerini kaybeden sol seçmen ise aşırı sağ partilere yönelmişlerdir229

.

Popülist, yabancı düşmanı ve milliyetçi aşırı sağ partiler milliyetçiliği sonuna kadar istismar ederken, komünizmin çöküşü ile güven bunalımına giren sol partiler, etkili muhalefet sunamamışlardır. Siyasetçilere duyulan güvensizlik, seçimleri boykot etmesi ve sol partilerin kendi görüşleri dışında hareket etmeleri aşırı sağcı partiler için verimli bir alan yaratarak Fransa’da Le Pen’e eski komünist seçmenlerden oy gelmesine neden olmuş öte yandan Yunan sosyalist partisi PASOK’un milliyetçiliği kullanarak oy kazanmasına yol açmıştır. 1970’lerden

228 A.g.e., s.157

229

88

itibaren sağ partilere karşı, zayıf ve minimal devlet kartını kullanan sol partiler “daha fazla özgürlük, daha az devlet” sloganını zayıflatmış, böylece hayal kırıklığına uğrayan geleneksel düşük seçmenler, sosyal demokrat eğilimlerden vazgeçmeye başlamışlardır230

.

1980’lerde Avrupa’da demokrasiler “temsil krizi” bunalımı yaşıyordu. Seçmenler artık sağ ve sol merkez partilere sıcak bakmıyor ve sandığa gitmiyordu. Bir yandan cazibesini kaybeden merkez partiler, diğer tarafta ise bu durumdan faydalanan popülist aşırı sağ partiler. 1984 yılında Le Pen Avrupa Parlamentosu seçimlerini kazanınca bu yıl aşırı sağ partilerin miladı olmuştur. Fransa’dan sonra Avusturya’da da; Avusturya Özgürlük Partisi 1999 yılındaki seçimlerde neredeyse oylamaya katılan seçmenlerin üçte birini kendi safına çekmiş ve koalisyon ortağı olarak iktidarı Sosyal Demokrat Parti ile paylaşmıştır231

.

Sol partiler, ideolojik olarak milliyetçiliğin aşırı yansıması olan ırkçılık karşıtlığı ile özdeşleşmiştir. Ancak, sol yapıların daha önce bahsedilen nedenlerin etkisi ve kendi içindeki parçalı yapısından dolayı solun, ırkçılık karşıtı hareketleri etkisini kaybetmiş, böylelikle karşı bir gücün eksikliği aşırı sağ partilerin yolunu açmıştır. Donald Sossoon, Soğuk Savaş Sonrası Avrupa Sosyalizmi’ni ele aldığı kitabında, komünizmin çökmesini tektipleşmeye doğru bir yönelim olduğunu iddia etmiştir. Bunun nedeni ise, ortaya çıkan siyasi belirsizliğin politikaları birbirinden ayıracak bir yapıda olmadığını ve bu yüzden sağ ve sol partilerin tektipleştiğini ifade etmektedir. Sossoon, hem muhafazakâr hem de sosyal demokrat partilerin neoliberal politikalar etrafında birleştiğini belirtirken, tam istihdam ve refah devleti politikalarını benimsemiş sosyal demokrasinin, küresel değişimlerin etkisinde kalarak solun geleneksel değerlerinden uzaklaştığını iddia etmiştir232

.

Sovyetler Birliği’nin dağılması ve komünizmin çökmesi eski Demir Perde Ülkeleri’nde solu dayanıksız ve slogansız bırakmıştır. Başka bir ifadeyle solun yol göstericilerinin etkisini yitirmesi sol partileri savunmacı stratejiye yöneltmiştir.

230 Noi, s.158

231 Atikkan, s.99 232

89

Bugünün solu “kapitalizmi sona erdirmek” gibi söylemlerden uzaklaşmış ve savunmacı bir pozisyona eğrilmiştir. Bu pozisyon geçmişte kazanılan değerlerin korunması ve kapitalizmin altında geliştirilmesi politikalarını içermektedir233

.

II. 5. 2. Aşırılaşan Ana Akım

Aşırı sağın giderek yükselen etkisi, sadece seçimlerle sınırlı kalmayıp siyasal ve toplumsal alanda da nüfuzunu hissettirmektedir. Bu durum karşısında ana akım siyasi güçler, bir yandan gelişmeleri çıkarları doğrultusunda kullanırken bir yandan da şaşırtıcı derecede kayıtsız kalmışlardır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya konan ortak mutabakatın önemli dayanaklarından biri, aşırı ideolojilerin siyaset arenasından uzak tutulmasıydı. Başarılı geçen otuz yıldan sonra aşırı güçler marjinalleştirilmiş, kamudan ve meşruiyetten mahrum bırakılmışlardır. Özellikle 1980’lerden itibaren kendi konumundan sıyrılmaya çalışan aşırı sağ partiler, meşru ya da gayri meşru iktidar koalisyonlarında yer bulmaya başlayınca siyasetin yasaklı bölgesinden kurtulmaya başlamışlardır. Burada asıl önemli olan; ana akım partilerin, medyanın ve elitlerin aşırı sağın retoriğinde yer alan temaları ‘benimseyerek’ ve ‘normalleştirerek’ bunların yaygınlık kazanmasına neden olmalarıdır. Bu doğrultuda göçmenlere yönelik daha sert tedbirler, sosyal hizmetlerden ve imkânlardan yararlanmasını önleme gibi uygulamalara giden ana akım hükümetlerin, aşırı düşünceden faydalandığından söz edebiliriz. Bu tarz uygulamalar ile ana akım partiler, aşırı sağcılarla ittifak yapmasalar bile, onların görüşlerine tehlikeli şekilde yaklaşmakta ve meşruiyet sağlamaktadırlar. Böylece aşırı sağcılar ile ana akım arasındaki sınır belirsizleşirken, bu durum aşırı sağ partilere oy oranında çok bir şey katmasa da siyasi gündemi belirleme açısından ciddi bir avantaj sağlamaktadır234

.

Ana akım partilerin durumundan dolayı, aşırı sağ partilerin yerel, ulusal ve Avrupa genelinde aldığı oylar kısmen doğru analiz yapmamızı sağlar. Çünkü herhangi bir seçimde aşırı sağın kaybettiği oyları, ana akım partiler seçimlerde aşırı sağın söylemlerini de kullandıkları için kendi saflarına çekmiştir. Ayrıca, aşırı sağın uğradığı seçmen kaybı bir sonraki seçimlerde siyasi oluşumlarla veya göreceli

233 A.g.e., s.161

234

90

kazanımlarla telafi edilebilir. Aşırı sağ partilerin seçmen sayısı ve toplumsal tartışmalar ele alındığında her iki açıdan da pozisyonlarını sağlamlaştırmışlardır. Cas Mudde, aşırı sağın yükselişini “patolojik normallik” kavramıyla açıklamaktadır. Yani, “patolojik normallik” ana akım temsilcilerinin ve toplumunun sürekli parçası olan veya son zamanlarda daha kabul görmüş inanç ve değerlerin radikalleşmesini ifade eder. Haliyle “patolojik normallik” sadece ana akım için değil ana akımında sahip olduğu bir problemdir235.

Benzer Belgeler