• Sonuç bulunamadı

D. İLAHİYAT ( METAFİZİK)

3- ESERİ TÜRKÇE HARFLERE AKTARILMADA TAKİP EDİLEN METOD

çevrilmiştir. Ancak transkripsiyon şeklinde değil sadece Latin harfleriyle yazılmıştır.

1- Çalışmada Osmanlıca ifadeler okunduğu gibi yazılmıştır. Herhangi bir değişiklik yapılmamıştır.

2- Metinde geçen ayetler arap harfleriyle ve koyulaştırılarak yazılmış ve kaynakları tespit edilerek dipnot olarak verilmiştir. Arapça ifadelerdeki konu başlıkları Türkçe ifadelendirilirken ayrı bir başlık altında verilmeyip koyulaştırılmamıştır.

3- Eserde geçen Ebheri’ye ait olan Arapça bölümler Ankara’da Milli Kütüphane’de 0502616 no’da kayıtlı olan Hidayetü’l Hikme’den alınmıştır.

4- Metinde bulunan Arapça ifadeler arap harfleriyle koyulaştırılarak yazılmıştır.

5- Konular içinde, yazarın kendine ait olan düşüncelerini diğerlerinden ayırmak için paragraflar kullanılmıştır.

III. BÖLÜM

MUKADDİME

//2// ﺎﻬﻨﻤهﺪﺣاو

ﻞﻌﺟو ﺖﻳﺮﺻﺎﻨﻌﻟا ﺖﻄﻴﺴﺒﻟا مﺎﺴﺟﻻاو ﺖﻳﻮﻠﻌﻟا ماﺮﺟﻻا ﻖﻠﺧ ﻦﻣ نﺎﺤﺒﺳ

ﻩدﻮﺟو بﻮﺟو ﻲﻠﻋ ﺎﻬﺑ لﺪﻴﻟ ﺖﻴﺒﻴآﺮﺘﻟا ﺖﺜﻠﺜﻟاﺪﻴﻟاﻮﻤﻟا

سﻮﻔﻨﻟﺎﻓﺮﺷو ﺖﻴﻧاﺪﺣﻮﻴﻠﻋﺎهدﺎﺴﻓ مﺪﻌﺑ ﺪﻬﺸﻳو

ﺖﻘﻳﺮﻃ ﻢﻬﻟ ﻦﻴﺒﻴﻟ مﺎﻧﻻا ﺖﻓﺎآ ﻲﻟا ﻪﻠﺳرا ﻦﻣ ﻲﻠﻋ تﻮﻠﺼﻟاو ﺖﻴﻠﻤﻌﻟاو ﺖﻳﺮﻈﻟا ﺖﻤﻜﺤﻟﺎﺑ ﺖﻴﻧﺎﺴﻧﻻا

ﻞﻘﻌﻟا بﺎﺑراو ﻞﻘﻨﻟا بﺎﺤﺻا ﻖﺒﻃاﺪﻘﻓ ﺪﻌﺑو مﻼﻈﻟاو ءﻮﻀﻟا مادﺎﻣ ﻪﺑﺎﺤﺻاو ﻪﻟا ﻲﻠﻋو ماﺮﻜﻟا تﺮﺒﻟا

ﺗﻮﻗا ﻲﻔﺘﻳﺮﺸﺒﻟا سﻮﻔﻨﻟا ﻞﻴﻤﻜﺘﺑ مﺎﻤﺘهﻻا ﻲﻠﻋ

بﺎﺤﺻا ﻦﻜﻟ ﻦﻴﺘﻳﺎﻐﻟا ﻲﻟا لﻮﺻﻮﻟا ﻖﻳﺮﻄﺑ ﺖﻳﺎﻨﻌﻟاو ﻦﻴ

ﻮﻌﺒﺗا ﺪﻗ ﻞﻘﻨﻟا

ﻢهاﻮها ﻮﻌﺒﺗا ﺪﻗ ﻞﻘﻌﻟا بﺎﺑراو ﻢهاﺪها

Ma’lum ola ki, bu fakir Muhammed Akkirmâni der ki Medine-i İzmir’de kaza ibtilâ’ ve mustebe’ hükümate i’tilâ ile imtihan muamelesine giriftar olduğum halâlde kuvveti kudsiye ve rutbe-i hadsiyeyi ahraz eden zat cihanzâde Abdulâziz efendi demekle şehir azizallâh şana ve sana ama şana cihetinden vürud eden mesâil hikemiye ve kavanin-i kelâmiyeden avsat abiye ve müşkilâ-ı hafiye ki istikşaf sadedinde tahrir buyurduklârı dekâyıka nazar olan kamileye hayret ve mübesser olan mihreye ibret vermekle cinsi beşerde bu rütbeye vasıl olmaz. illâ zümre-i mücerredata inzimam ve süluk müfârata intizam ile olur diye bazılârı;

ﺰﻳﺰﻌﺑ ﷲا ﻲﻠﻋ ﻚﻟاذ ﺎﻣﻮﻬﻠﻟا نﺎﺤﺒﺳ

demekle istiğrab ve bazılar;

ﺪﺣاو ﻲﻓ ﻢﻠﻌﻟا ﻞﻌﺠﻳ ناﺮﻜﻨﺘﺴﻤﺑ ﷲﺎﻨﻣ ﺲﻴﻟ و

demekle ol rütbeyi istihab zemzemesiyle medh ve sena ile tertil olunmuş idi. Ve ba’du burhetun minez-zaman mesâil müstekşifeye nazar olunduğunda hikmet hidâyesinde olan mesâili müstevibe olmaklâ ba’del istihara vel meşure Hidâye kitabında olan mesâili ve şerhinde olan cerh ve ta’dili türki lisan ile tercüme etmek murad ettim ki istifade amme ehven olub felâsifenin muradlârı kema yembeği fehm olunmaklâ ve vartai delâletlerinden necat esir ola da ve dahi şerh ve ta’vil ve cerh ve ta’dile müteallık olan kelimat Mevâkıf ve Makâsıd ve Tavâli’ ve Metâli’’ ve Tecrid ve Hikmetü’l-Ayn ve bunlârın şerh ve hevaşisinden ahz olub ba’del neşr ve zam tercüme-i mezbûreye zam olundu şibhe olundukda me’huz mezkûreye müracaat oluna ba’del tamam tercümeye iklilü’t-terâcim diye tesmiye olundu. Vellâhul müstean ve aleyhit-tekelan

Ma’lum ola ki, saadeti uzma ve mertebe-i ulya nefs-i natıka için Allâh Teâlâ yı cem’i cihetten Vâcibü-l Vücud lizâtihidir ve nekayısdan biri ve alel vech illâ savb fezeyanı fizan hayra menba’dır diye marifettir. Ba’dehu //3// u’kul-u mücerrede ve nüfus-u felekiyye ve ecram-ı semaviyyeyi ve kâinat-ı unsuriyyeyi ma’rifettir. Hatta nefsi natıkada suveri mevcûdat nefsü-l emirde bulunduğu tertib üzere mürtesime ola da alem- i ruhani ve alem-i cismâniyi müşabehe bir alem-i mücerred ola ve bu idrak ba’de-l mevt nefsi natıkaya hâsıl olmaklâ lizatı akliye kendiye hâsıl ola ve dahi bu muarrakatı tahsil etmeye târik ikidir. Biri ehli nazar ve istidlâl târikatidir, ikincisi ehli riyazât ve mücâhide târikatidir. Târikat-ı ulâya sâlik bulunur. Milel-i enbiyadan bir milleti iltizam ettiler ise onlâr Mütekellimindir, etmediler ise hükemâ-i meşşâiyyundur. Târikat-ı sâniyeye sâlik olanlâr riyâzâtlârında ahkâm-ı şeria’te muvâfakat ettiler ise onlâr sufiye müteşerriundur, etmediler ise hükema-i işrâkiyyundur. Bu tafsili Seyyid Şerif Hâşiye-i Metâli’’nde zikr eyledi.

Ma’lum ola ki hikmet kitaplârından Hidâye namı kitap muhakkik, kâmil, mudakkik, fâzıl, esirü-ddin mufazzal bin Ömer Ebheri’nin müellifâtından olup muhtasar ve müfid olmaklâ beynel fazilâ-i kerem mu’teber olmuştur. binâen’aleyh tercümeye ihtiyar olundu. Kezâlik Şârihi Hüseyin binmuayyen-dinil meybedi şurrah beynindehe ve ta’dile ihtimam-ı tam ile şerh etmekle ol şerhi dahi tercüme etmek murad olundu. Hatta musannıfın merâmı kema yembeği vazih ola ve dahi muslihiddin Muhammed el Lâri el

Ensâri havâşisinden cerh ve ta’dil sual ve cevaplâr izâfe olundu ki sevap hatadan mütemeyyiz ola.

Ma’lum ola ki metni Hidâye hükemadan erbab-ı istidlâl mesleğine mübteni olmaklâ irsitata leyse mezhebi ihtiyar olunmuştur ki ehli nazar ve istidlâldandır. Üstad-ı Eflâtun gibi ehli riyazâtten değildir. Yani Aristo meşşâiyyundur, işrâki değildir. Bu mezkûrdan sonra ittifak-ı fazılâ vardır ki bir ilme şuru’ murad eden kimseye şuru’dan ol üç nesne Lazımdır. Evvelâ ol ilmi vücuhdan bir vecihle tasavvur etmek gerektir ki meçhulü mutlâkı taleb muhaldir. Sâniyen ol ilmin faide-i mu’teberesi vardır. onu tasdik gerekdir. Sâlisen ol ilmin mevzûunu yani filân şey bu ilmin mevzûudur diye tasdik Lazımdır ki u’lumun birbirinden temyizi mevzûuylâdır. Bes imdi Şârih murad ettiği ilmi hikmeti ta’rif eyleye ve ilmin fâidesine ve mevzûuna işaret eyleye. Ta’rif-i muhtar budur:ﺖﻳﺮﺸﺒﻟا ﺖﻗﺎﻃا رﺪﻘﺑ ﺮﻣﻻا ﺲﻔﻨﻔﻬﻴﻠﻋ ﻲهﺎﻣ ﻲﻠﻋ تادﻮﺟﻮﻤﻟا نﺎﻴﻋا لاﻮﺣﺎﺑ ﻢﻠﻋ ﺖﻤﻜﺤﻟا

Ma’lum ola ki esma-i fünun üç manaya gelir. Meselâ hikmet mesâil-i mahsûsa ve tasdik bil mesâil ve tasdîkât mezkûrayı tekrardan hâsılâ olan melekeye ıtlâk olunur. Lâkin muteber olan bu üç manadır. Her birinde delilden hâsıl olmak gerektir ki ilim olup sahibine alim denile. ve illâ hükemaya ve haki denilir. İlim kelimesi de bu üç manada müşterektir. Lâkin müşterek lâfzı ta’rifde isti’mal olunmak caiz değildir. Bu makamda ta’rifde vaki oldu. Karine dahi yokdur denilirse cevap oldur ki müştereki ta’rifde ahz caiz olmadığı meânilerden her birini irade caiz olmadıkda her birini irade sahih oldukda isti’mal caiz olur. Evvelki manaya göre ta’rifin manası hikmet mesâil-i mahsûsadır ki ahval-i mezkûraya müteallıktır. İkinci manaya göre hikmet ahval-i mezkûraya müteallık mesâili tasdikdir. Üçüncü manaya göre hikmet ahvali mezkûraya müteallıka mesâili tasdîkini tekrardan hâsılâ melekedir. Sual olunur ki bu üç manadan her birine göre tasavvurâtı ma’rifet hikmetten hariç olur. Şeyh Reis Şifa’sı müftetahında

ﻪﻘﺑﺎﻄﻤﻟا تﺎﻘﻳﺪﺼﺘﻟاو ﺖﻠﻣﺎﻜﻟا تارﻮﺼﺘﻟﺎﺑ ﺖﻴﻨﻠﻴﺴﻧﻻا ﺲﻔﻨﻟا لﺎﻤآ ﺖﻤﻜﺤﻟا

demiştir. Tasavvurâta ma’rifet hikmetten olduğunu göstermiştir. Cevap oldur ki ma’rifet tasavvur hikmetten denilir. Târif mezkûrayı demez denilir. Mari’fet tasavvur hikmettendir demez.

Ma’lum ola ki a’yanıl mevcûdat-ı ayniye demektir. Sıfatın mevsufuna izâfetidir. Yani hikmet mevcûdat-ı ayniyyenin ahvalına ilimdir demek olur. Sual olunur ki umuru amme hikmettendir, ayandan değildir. Kezâlik aded hisabbın mevzûudur. Ayandan değildir. Kezâlik devair-i mevhumeden heyette bahs olunur. Ayandan değildir. Heyet ilim hikmettendir. Kezâlik hikmette vücudu zihniden bahs olunur. Kezâlik ma’dumattan bahs olunur. cevap oldur ki

Bu cevap târifde olan ilim idrak mutlâk manasına olduğuna mebnidir. //4//Umuru amme bahsinde bizim idrakımız umuru ammeye tasdik üzere taalluk ederUmuru amme ayan ahvalinden olmuş olur. elvücud-u zaid fil mümkün kavlimizde tasdik mahmul ile mevzû’ beyninde olan nisbeti idrakederler. Felâ cereme misali mezkûrda tasdik vücuda taalluk eyledi. Vücud âyânın ahvalindendir. Bazılârı misale mesâil-i maklubedendir. El vücud zaide filmümkün demek mümkün mevcûd bivücud zaid demektir,dedi. Kezâlik ilim hisabda idrakımız adede tasdik üzere taalluk eder. Aded ayanın ahvalindendir. Ama bahsi devair istidrad üzere mubahistir. Ahval feleki marifet devaire tevakkuf etmekle devairden bahsolundu. Kezâlik vücudu zihniden bahs ve madumattan bahs tabiîyet üzeredir. Bu üç suale cevap târifde olan ilim sâir manaya

hamlolunsa dahi caizdir. Seyyid Şerif şerh-i Metâli’de vücudu zihniden bahs vücudu hariciden bahistir. vücuddan nev-i uhra varmıdır diye cevap vermiştir. Lâkin Muhaşşi Lâri reddeylemiştir. Sual olunur ki târifi mezkûrda olan ahvalden murad cemi ahval olursa bir kimse hakîm olmamak Lazım gelir. Ve müdevvini hikmet olmamak lazım gelir. Eğer fil cümle ahval demek olursa bazı ahvale alim, hakîm olmak lazım gelir. Eğer cemi ahval müdevvine murad olunursa bir hakîm ahvali uhrayı tedvin eylese hakîm-i sabık hakîm olmamak Lazım gelir. Zîrâ cemi ahvali müdevvineden bahsetmedi. Cevab oldur ki murad cemi ahvali müdevvinedir. Bir kimse hakîm olmamak lazım geldiği memnu’dur. Müdevvini(mudun) hikmet olmamak lazım gelir, dediği mahzur değildir. Müdevvin hikmetten ba’z olmuş olur. Zarar yoktur. Belki cemi ulumun meseleleri mahsûra değildir. Bu cevap ilimden murad teh-i tamm manasına meleke olmaya mebnidir. Eğer bikudretit- taka ilme müteallık olursa bu sual varid olmaz.

Ma’lum ola ki mantık hikmetten midir, değimlidir ihtilâf olundu. Hikmeti hurucul nefs ilâ kemalihel mümkün fi canibil ilim vel amel diye târif edenler, mantık hikmettendir, dedi. Belki nefsi ilme dahi hikmettendir dedi. Kezâlik ayan kelimesini târifden terk edenler mantık hikmettendir dedi. Ama târif-i sabıka göre mantık hikmetten değildir. Zîrâ mantık makulâtı sâniyeden bahseder. Makulât-ı sâniye hariçde mevcûd değildir. Lâkin sual gelir ki umuru amme hariçde mevcûd değildir. Bâhusus hikmette onlârdan bahsolunur. Cevap oldur ki umur ammeden mebadi iştikale murad olunursa vahdet, kesret, vücud, imkân gibi hariçde mevcûd olmadığı müsellemdir. Eğer müştekat murad olunursa vahid, kesir, mevcud mümkün gibi hariçde mevcûd olmadığı memnudur. Bu suale sabıkda cevab-ı ahar zikrolunmuş idi. Ma’lum ola ki efdalil müteahhirin Muhammed bin Mübarek Şah en-Neccar Hikmetü-l Ayn şerhinde hikmeti târifde derki;

ﻪﻴﻠﻋ ﺎﻣو ﻪﺴﻔﻧ ﻲﻓ دﻮﺟﻮﻟا ﻪﻴﻠﻋ ﺎﻣ ﻞﻴﺼﺤﺘﺑ ﺖﻴﻧﺎﺴﻧﻻا ﺲﻔﻨﻟا لﺎﻤﻌﺘﺳا ﺖﻤﻜﺤﻟا

ﻲﻠﻘﻌﻟا ﻢﻟﺎﻌﻠﻟ ﺖﻴهﺎﻀﻣ ﺖﻠﻣﺎآﺮﻴﺼﺘﻟ ﻲﻐﺒﻤﻳ ﻻ ﺎﻣو لﺎﻤﻋﻻﺎﻨﻣ ﻞﻤﻌﻳ نا ﻲﻐﺒﻤﻳ ﺎﻤﻣ ﺐﺟاﻮﻟا

ﺖﻳوﺮﺧﻻا يﻮﺼﻘﻟا تدﺎﻌﺴﻠﻟ ﻚﻟاﺬﺑﺪﻌﺘﺴﺗو

ﺖﻳﺮﺸﺒﻟا ﺖﻗﺎﻄﻟا ﺐﺴﺤﺑ

Seyyid Şerif Hikmeti-l Ayn

Hâşiyesinde der ki; bu târif delâlet eder ki ilim hikmet ilmidir. Yoksa hikmet ilim değildir. İstikmal kelimesini mastar manasına haml etmiş Eğer istikmal ma yestekmel bihi manasına haml olunsa ve hikmet dahi ilim manasına olsa ve yahut meleke manasına olsa mirzacen tahkik ettiği üzere Seyyid Şerifin suali def olur. Bu târife göre hikmet bir ilimdir ki nefsi insâniye onunlâ istikmal olunur. ve ol istikmal mevcûd nefsül emirde ne ahval üzere ise ol ahvali tahsil etmek ile olur. ??fiil ya terki efali hamideden ve efali zemimeden ki vaciptir. Onlârı yerine götüre velhâsıl hakîm ol kimsedir ki ilme lâyık olan eşyaya alim ola ve ameli lâyık olan eşya ile amil ola ve ameli ve terki lâyık olan eşyayı terk eyleye de böyle ilim ve amel ile kemalât-ı ilmiye ve ameliye bil fiil hâsılâ olan ukulâ müşabehe ola da saadet-i uhreviyyeye müsteid ola ki ba’de hara bul beden saadet ve ruhaniye-i bakiye ve behcet-i daime dir. Bu târife göre mantık hikmete dâhil görünür. Lâkin ahval //5// kaydıylâ hariç olur. Târifi sabıkda alâ mahiye aleyhi kavli cehli mürekkebi ihraç eder. Zîrâ ilim cehli mürekkebe şamildir ve hikmetten değildir. Târifde nefsül emir eammdır. Nefsül emirde nefsil emir olmaktan ve za’mda nefsil emir olmaktan hikmet-i işrakiyye ve meşşaiyyeye târif-i sadıktır. Zîrâ her biri nefsi-l emirde olan eşyaya ilim da’va eder. Lâkin za’mda nefsi-l emirde bulunur. Nefsi-l emirde nefsi-l emre muvafık olmak dahi olur. Lâkin bu ta’mime göre cehl-i mürekkeb dahi zumda nefsi-l emre muvafık ilimdir. Târifde bikaderi takatil beşeriyete zikr olundu. Cemi ahval marifet lazım değil ve cemi mevcûdatın ahvalini marifet lazım değil ve ilmi yakinin alâ mertebesi lazım değil. Yakinde şiddet ve zaaf câridir. Dinlere göre ve nefsi-l emre mütabakat lazım değil. Takat şahsa göre mutabakat kafi olduğuna işaret içindir. Bu makamda bahs olunur ki eğer gayet kemalde olan insanın takatı murad olunursa

ekmeli enbiya Aleyhisselâm gibi lazım gelir ki ondan gayrı kimse hakîm olmaya. Eğer nakıs belâdette nihayete baliğ insan takatı murad olunursa fesadı zahirdir. İhtimali sâlise murad olunursa mümtaz olmaz. Zîrâ ahdi bilinmez. Cevap oldur ki murad nefs-i kudsiye ile gayet belâdette olunur ki beyninde mutavassıt olan insanın takatidir ki şekl-i evvelde olan kıyasın mukaddematından neticeye intikal etmeye kadir olan kimsedir. Târifde vaki olan a’yan ya efal a’mal dir ki vücudu kudretimiz ve ihtiyarımız iledir. Yahut vücudu kudretimiz ile değildir. Evvelin ahvaline ilmi meaş ve meadımızın salâhına eysal eylediği haysiyetten hikmet i ilmiye tesmiye olundu. Sâniyenin ahvaline ilmi hikmeti nazariye tesmiye olunur. Bu iki nev’in her biri üç kısımdır. Ama nev’i evvelki hikmet ilmiyedir. Eğer şahsı müinin mesalıhına müteallık olup ahlâk-ı hamide ile tehli ahlâk-ı rezileden tehli için olursa böyle maslâhata ilmi tehzib-i ahlâk tesmiye olunur. Eğer bir cemaat ki menzilede müteşârik ola valid ve veled, malik ve memluk gibi bunlârın maslâhatına ilmi tedbiri menzil tesmiye olunur. Eğer bu cemaat ki medinede müteşârik ola. Bunlârın maslâhatına ilmi siyaset-i medeniye tesmiye olunur.

Ma’lum ola ki tehzib ahlâk dedikleri hikmet-i ameliye de fâide budur ki şahıs ahlâk-ı fazileyi derk edip iktisabıylâ ve ittisafıylâ nefsine rütbe-i kudsiye gelmektir ve ahlâk-ı rezileyi dahi derk edip tevki ve ihtiraz etmekle nefsini onlârdan tadhir etmektir ve tedbiri menzil dedikleri hikmet-i ameliyede fâide ehli menzil beyninde lâyık olan keyfiyet müşareketi derk edip maslâhat-ı menzileye intizam bulunmaktır ve siyaset-i medeniye dedikleri hikmet-i ameliyede fâide nas beyninde olan müşareket keyfiyetini derk edip mesalih-i ebeden ve beka-i nev’i insan üzre ianet etmektir. Şârih hikmetü-l ayn derki bazılârı hikmeti medeniyeyi iki adade taksim edip mülk ve saltanata müteallik olursa ilmi siyaset derler. Nübüvvet ve şeraite müteallik olursa ilmi nevamis derler. Hatta hikmet-i ameliye dört kısımdır dediler. Lâkin bu kavil hikmet-i ameliye üç kısımdır diyenlere muhâlif değildir. Zîrâ bu iki kısım bir kısım tahtında dâhildir. Ama hikmet-i nazariye üç kısım olduğu Zîrâ hikmet-i nazariye hariçde ve taakkulde maddeye muhtaç olmayan şeyin ahvaline ilimdir. Bâri Teâlâ gibi yahut vücud-u hariçde maddeye muhtaç lâkin taakkulde muhtaç olmayan eşyanın ahvaline ilimdir. Küre gibi yahut hariçde ve taakkulde maddeye muhtaç olan eşyanın ahvaline ilmdir. İnsan gibgi. Evvelki kısım ilmi a’lâdırki mevzûu eamdır. Zîrâ mevcûd min haysu huve mevcûd ilmi ilâhide mevzûdur. Yahut ilmi a’lâ olduğu mesâil-i şerife olduğundandır. Bâri Teâlâ’nın ve mevcûdatın ahvalinden bahs eder. Bu kısma ilmi ilâhi dahi derler ki ebvabından eşref olanın ismiyle tesmiyedir. Zîrâ Bâri Teâlâdan gayrı mücerredattan dahi bahs vardır. Felsefe-i ulâ dahi derler. Felsefe lugat-ı yunaniyyede ilmen ve amelen Bâri Teâlâya teşbih demektir. Bu ilim ile ittisaf teşbihi mezkûra mucîb olmaklâ felsefe denildi. Ulâ olduğu umumda ol umuru mevcûddur ki bu ilmin mevzûudur ve vücutta evveli Emrullâh-ı Teâlâdır. Bunlâra müteallık olan ilme ulâ denildi. Muhakemat sahibinin takriri bu vecih üzeredir. Bazılârı felsefe filâ sufadan muhaffefdir. Filâ muhabbet demektir. Sufa hikmet demektir. Filozof muhib hikmet demek olur dedi. Bu kısma ilmi külli dahi derler. Maddeden münezzeh olan eşyaya müteallik olduğundan Zîrâ şeyin cüz-i olmasına illet maddedir. bu kısma mâ ba’de //6// tabiat dahi derler. Zîrâ insan hevasıylâ ibtidada mahsûsatı derk eder. Sâniyen makulâtı derk eder. Mahsusat ilmi tabiînin müteallikidir. İnsana nazarlâ tabiî mukaddem olur. Ma ba’det- tabia dedikleri müvecceh olur. Kahice bu kısma ma kablet-tabia dahi derler. Zîrâ nefsül emirde ilmi ilâhinin ma’lumatı bizzat veya bişeref belki cem’i vücuh tekaddüm ile mukaddemdir. İkinci kısım ki hariçde maddeye muhtaç taakkulda olan küll olan eşyanın ahvaline ilimdir,lmi evsattır. Riyazi derler, ta’limi dahi derler ki hükema müteallimin olanlâra emr ederler ki bu ilim ile nefislerin riyâzât edeler. İlmi evsattır ki ilâhi ile tabiî

beynindedir. Taakkulda maddeye muhtaç olmaklâ tabiîden mümtazdır. Hariçde maddeye muhtaç olmaklâ ilâhiden mümtazdır. Maddeye muhtaç olmadığı madde-i mahsûsaya muhtaç değildir, demektir. Zîrâ küreviyet fehm olunur. Zehebden ya hadidden ya ahşabdan olmasına ihtiyaç yoktur. Yoksa küreviyeti taakkul elbette maddede olur. Lâkin madde-i mahsûsa istemez. İlmi heyette feleki samin kürevi olduğu kevakibi sevabit-i devairi mütevaziye üzere taharrik etmekle küreviyete delâlet eder. Felek-i samin için madde-i mahsûsa taakkulune hacet yoktur. Ama ilmi tabiîde feleki sâminin küreviyeti besatet ile sabite olur. Elbette madde-i mahsûsaya hacet vardır. Böyle istidlâl olunur ki her ne zaman feleki bâsiti evvele küreviyeti lazım olur. Lâkin felek basittir. Yani ecsam-ı muhtelifeden mürekkeb değildir. Lâ cereme feleki madde-i mahsûsasıylâ taakkul lazımdır ki besâteti ma’lum ola. Bu burhan burhan-ı limmi olur. Ama evvelki suret her zamanki felekte sevabiti devair-i mütevaziye taharruk eyleye. Feleki kürevi olmak lazım olur. Lâkin mukaddem olur. Kezâlik tali bu burhan burhan-ı inni olur. Şeyh Reis küreviyet-i sema tabiî ile riyazi beyninde müşterktir. İmtiyazlârı burhan iledir, dedikleri kelâmın manası zikrettiğimiz tasvirdir. Ma’lum ola ki ilmi riyazi dört aded ilmdir. Heyet, hendese, hesab,musiki bunlârdır. Cümlesi taakkulde madde-i mahsûsaya muhtaç değildir. Üçüncü kısım ki hariçde ve taakkulde maddeye muhtaç olandır. İnsan gibi. Bu kısım ilmi ednadır. Maddeye ihtiyacı olmaklâ edna denildi. Tabiî dahi derler ki tabiat sahibi olan cisimden bahs eder. Bazılârı hikmet-i nazariyeyi dahi dört kısım kıldı. Zîrâ maddeye muhtaç olmayan ya hiç maddeye mukarin değildir. Mutlâka yani ne alâ vechi iftikar ve zatı Bâri Teâlâ gibi ve ukul ve nüfus gibi bu kısma ilmi ilâhi dediler. Yahut maddeye muhtaç değil Lâkin mukarin olur. Vahdet ve kesret gibi, vesâiri umuru amme gibi bunlâr gâh madde ile bulunur, gâh maddesiz bulunur. Maddeye müftekir olmaz. Bu kısma ilm-i külli ve felsefe-i ulâ dediler. Bu mezkûrat-ı aksam hikmetin mecmuudur. Her kimin ki nefsini bu mecmu’lâ istikmal eyleye kendiye hayrı kesir ihsan olunmuş olur. Tahkik-i makam bu vecihledir ki nefsi insâniye için iki cihet vardır. Bir ciheti alemi kudsidir. Bu cihetle nefsi mebadii aliyeden müstefidedir ve bir ciheti dahi alemi şehadettir ki nefs bu cihetle tahtında olan ebdanda müessire ve mütesarrifedir. Pes nefs için her bir ciheti itibariyle bir kuvvet lazımdır ki hâli muntazam ola. Mebadi-i aliyaden istifadeye sebep olan kuvvete nazarriyye derler. Tahtında olan ebdanda tasarruf etmeye sebep olan kuvvete ameliye derler ve dahi nefs için her bir kuvveti itibariyle kemal vardır. Kuvvet-i nazariye itibariyle olan kemal idraktır. Kuvveti ameliye ile olan kemal mel ve ahlâktır ve hikmet-i nazariye tahsil olunduğu fakat nazariyeyi tekmil içindir. Ama hikmet-i ameliye tahsil olunduğu evvelâ nazariyeyi tekmil içindir. Zîrâ amel elbette ilim ile olur. Ma’lum ola ki sabıkda umuruamme zikr oludu. Hadiste mevcut olan eşya üç kısımdır. Vacip ve cevher ve ârazdır. Umuru amme bu üç kısımda bulunan şeye derler. Vahdet ve vücut gibi. Bazılârı ekserinde bulunan dahi umuru ammedir dedi. İmkan ve hudus gibi. Bazılârı mukabili ile ahz olunsa da üç kısımda bulunsa umuru ammedir dedi. Meselâ; imkân vücub ile ahz olunsa üç kısımda bulunur. Kezâlik hudus kıdem ile hudus kesret ile ahz olunsa üç kısımda bulunur. Lâkin umuru ammeden addolundu. Bâhusus mukabili olan vücud ile ahz olunsa üç kısımda bulunur, demek nice tasavvur olunur? Cevap oldur ki adem şeye âraz olmak şey’in vücudu //7// hâlinde olmak lazım değildir ve illâ imkân ile müntakız olur ki imkanın şey’e aruzi şey’in vücudunu istemez. Belki vücud ile müntakız olur ki vücut mahiyete aruz etmesi vücut istemez. Makamında mukarrerdir ki mahiyet mahiyet olduğu haysiyetten mevcut değil ve madum dahi değildir. Mahiyete vücudun ve ademin arızi mahiyet min haysu hiye hiye itibariyle oldukta içtima-i mukabilin lazım gelmez ve iki vücud lazım gelmez ve iki adem dahi lazım gelmez. Tedbir oluna kelâmda dikkat

vardır. Musannıf bu Hidâye kitabını üç kısım üzere tertip eyledi. Kısmı evvel mantık beyanındadır ki cemi uluma alet olmaklâ mantıkı takdim eyledi. Ol kısmı aded üzere bu kitaptan ifraz edip ta’lim ederler. Evvel kısım İsaguci dedikleridir. Kısmı sâni hikmet-i tabiîye beyanındadır. Kısmı sâlis hikmet-i ilâhiye beyanındadır. Tabiîyye tevkif-i olmaklâ hikmet-i ilâhiyyeyi tehir eyledi. Hikmetü-l ayn sahibi el kısmu-l evvel fil ilâhi deyip ilâhiyi takdim eyledi. Zîrâ onda mebhus anhu olan mukaddem ve eşref olduğuna

Benzer Belgeler