• Sonuç bulunamadı

2.2. Erken Yaşta Yabancı Dil Eğitimi

2.2.1. Erken Yaşta Yabancı Dilin Önemi

Dilbilimcilerin görüşleri ve dünya genelinde ülke örnekleri incelendiğinde yabancı dil öğretimine başlama yaşı konusunda farklı düşüncelere sahip olunduğu görülmektedir. Ancak erken yaşta yabancı dil öğrenimine ve öğretimine olan ilgi ve verilen önem gün geçtikçe artmaktadır. Bu durum ülkelerin eğitim programlarından, özellikle son yıllarda programlarda yapılan değişiklikle daha erken yaşlarda verilmeye başlanılan yabanı dil derslerinden, bu alanda yeni yapılan ve yapılmış olan çalışmaların geliştirilmesinden anlaşılmaktadır. Son yıllarda eğitim müfredatlarında güncelliğini koruyan erken yaşta yabancı dil eğitimi konusunda çok farklı görüş ve araştırmalar mevcuttur.

Dil edinimi sürecinde, bireyin gelişiminde hem anadil hem de yabancı dil de yaş ile bağlantılı olarak değişen ve bu durumun bilimsel olarak kanıtlanabildiği bazı “kritik dönemler” mevcuttur. Anadil ve yabancı dil öğreniminde, kritik dönemin varlığını, dilbilimi, biyoloji, nöroloji, fizyoloji ve psikoloji gibi bilim dalları ve bu alanların birbiriyle örtüştüğü alanlarda yapılan çalışmalar kanıtlar niteliktedir (Demirezen, 2003). Erken yaşta yabancı dil öğreniminin önemi ve gerekçeleri ile ilgili bilimsel birçok araştırma yapılmış, bulgular ve sonuçlar ortaya konmuştur. Özellikle Nörobiyoloji ve Nörodidaktik alanında yapılan çalışmalar, erken yaşta yabancı dilin önemini vurgulamakta ve erken yaşta yabancı dil öğrenimini desteklemektedir (Roth, 2009; Spitzer, 2009; Seyhan Yücel, 2014). İnsan beyninde öğrenme sürecinde 18 milyar kadar nöron aktif olmaktadır. Oluşumuna beyinde başlayan konuşma, anlama, dinleme, işitme merkezlerinin, buluğ çağı öncesinde ve süresince beynin sağ ve sol yarım küresine odaklandığı, odaklanmanın buluğ çağı sonrasında tamamlandığı bilimsel bir gerçekliktir. Bu odaklanmanın tamamlanması bitmeden bir yabancı dili öğrenmeye başlayan öğrencilerin, o yabancı dili hiç zorlanmadan öğrenmeye çalıştıkları dili, ana dili olarak yazan ve konuşan bireylerin beceri düzeyinde öğrenebildikleri ifade edilmektedir (Demirezen, 2003).

Beyinde yaşanan odaklanma ve bölgeleşme konusunda birçok araştırma yapılmış ve erken yaşta yabancı dil öğreniminin gerekliliği bilimsel temelde

gerekçelendirilmiştir. Krashen (1973), odaklanma (lateralization) ve bölgeleşmenin (localization) 2-5 yaşları arasında gerçekleştiğini, çocukların dil gelişiminin de 2 yaşında başladığını ve bu gelişimin ergenlik dönemine kadar sürdüğünü açıklamaktadır. Bu dönemde çocuk yabancı dil öğrenmeye başlarsa yabancı dili de ana dili gibi rahatlıkla öğrenebilir görüşündedir. Lenneberg (1967), odaklaşmanın bireyde 2 yaş civarında başladığını ve 12-13 yaşlarında tamamlandığı görüşünü savunmuştur. Bu nedenle dil öğrenimi için biyolojik olarak verimli yılları, ergenlik çağına kadar olan yıllar olduğunu belirtmiş, bir yabancı dili çocukların yetişkinlere göre daha kolay öğrendiği tezini ileri sürmüştür. Biketençayev’ e (2005) göre, çocukların beyin fonksiyonlarının en yoğun olduğu dönem 0-5 yaş dönemidir ve çocuğun bu evrede öğrendiği dil neredeyse ana dili kadar iyi olmaktadır. Bu nedenle dil edinim açısından 0-5 yaş döneminin hayati öneme sahip olduğu görüşündedir. Jacobs (1988), geç öğrenilen bir dil için beyinde yeni bir yapıya ihtiyaç olduğu, bunun ise ileriki yaşlarda çok zor gerçekleştiği görüşündedir. Demirezen (2003), sağ ve sol yarım küresel denetimin 2 yaşında oluşmaya başladığını ve 10-12 yaşlarında odaklanmanın tamamlandığını bu nedenle yabancı dil öğrenimine erken yaşlarda başlanılması gerektiğini savunmuştur.

Penfield ve Roberts (1959), yabancı dili en kolay biçimde öğrenebilmek için öğrenmenin, yaşamın ilk on yılı içinde gerçekleşmesi gerektiğini söylemiştir. Bu doğrultuda, bu yaşlardan sonra beynin elastiki yapısının değişmekte ve sertleşmekte olduğuna, sağ ve sol yarım kürelerin birbirinden daha bağımsız hale geldiğine dikkat çekmiş, dilsel becerilerin ise daha çok sol yarımkürede gerçekleşmekte olduğunu ifade etmiştir. Bu nedenle beynin sinirsel yapısı ergenlikten sonra değiştiği için bu dönemi geçiren bireyin, dil edinirken daha fazla zorlukla karşılaşacağını öne sürmüştür. Durum söz dizimi açısından incelendiğinde elde edilen veriler, 9 yaşından itibaren bireyin beyin sisteminin ikinci dilin sözdizimine uyabilme yatkınlığının gitgide azaldığını ortaya koymaktadır. Fransa’da 2000 yılından itibaren uygulanan yabancı dil politikalarının çıktısı bu duruma kanıt niteliğindedir. Peech (2005), ilköğretimde yabancı dil olarak Almanca öğrenen çocuklar ile orta öğretimde kolejlerde yabancı dil olarak İngilizceyi öğrenen çocukların sözlü ve yazılı iletişim

becerileri kıyaslamış ve ilköğretimde Almanca öğrenen çocukların daha başarılı olduklarını belirtmiştir (Le Figaro, 2005).

Cohen (1977), 7 yaşından sonra çocuklarda öğrenmenin yavaşladığını, vurguları kullanmanın zor olduğunu, 11 yaşından sonra yabancı dil öğrenen çocuklarda hala aksanlarının yerleşmemiş olduğunu ve dil öğreniminde zorlandıklarını bildirmekte, yaş ilerlediğinde birey zihinsel esnekliğini ve işitim organlarının uyarlanabilirliğini kaybedeceğinden yabancı dilin daha zor öğrenileceğini savunmaktadır. Cohen, araştırma esnasında gözlemlediği yabancı ailelerin çocuklarının küçük yaşlarda o dili mükemmele yakın konuştuklarını tespit etmiştir. 3 yaşından küçük çocukların kısa sürede iyi Fransızca konuştuğunu belirtmiştir. Hagege, (1996) dil öğrenme kapasitesinin en yüksek olduğu yaşları 3-4 yaş ve 10-13 yaşları olarak kabul etmekte, bir dil öğrenme temeli üzerine kurulan benzeşleşme kapasitelerinin de bu dönemde yüksek düzeyde olduğunu dile getirmekte ve 13 yaşından sonra çocukların işitim ve eklemleme düzeylerinde gelişim olmadığını ifade etmektedir. Duuerger (1996) ise çocukta dilin yerleşmesi için en uygun yaşı, 4 olarak belirtmiştir

Mcloughlin (1984), yabancı dil ne kadar erken edinilirse, beyinde bulunan sinir bağlarının daha spesifik gelişmesinin o kadar mümkün olduğu görüşünü benimsemiştir. Ona göre bir yabancı dil, 4 yaşından sonra edinildiğinde beynin yapılanmış yapısı içine girmesi zorlaşacaktır çünkü sinir sistemindeki değişiklikler bu yaştan sonra oluşamamaktadır. Örneğin bir ülkeye gelen göçmenlerin çocuklarının o ülkenin dilini, o ülkenin yurttaşları kadar iyi yazar ve konuşurken, anne-babaların dil edinme başarısının çok düşük olduğunu gözlemlenmiştir. Asher ve Garcia (1969), çalışmalarda aksansız bir telaffuzun yalnızca ergenlik çağına gelinceye kadar kazanılabileceğini ve çocukların aksansız bir telaffuz edinmeye caba harcamadıklarını, bunun doğal olarak geliştiğini belirtmişlerdir. Jersild ve Günçe (1979), yine bu konu ile alakalı olarak çocuğun bir dili vurguyla konuşabilmesi için o dil çocuğa 13 yaşından önce öğretilmelidir tespitinde bulunmuştur. Canbulat ve İşgören (2005), yetişkinlerin ve çocukluk döneminden sonra yabancı bir dil

öğrenmeye başlayanların, dil öğreniminde morfolojik ve yapı bilgisi gelişimi açısından çocuklardan daha iyi performans gösterebildiğini ancak erken yaşta yabancı dili öğrenmeye başlayan çocukların ses bilgisi açısından dili aksan sorunu olmadan kullanabildiğini tespit etmiştir. On üç yaşından sonra ikinci bir dili öğrenen bireylerin, o dili anadili olarak konuşan bireyler ile sesletim açısından aynı beceriyi gösteremediğini, kritik dönemden sonra ikinci dil edinimin gerçekleşebileceğini fakat bu edinim yaş ilerledikçe daha da zorlaşacağını ve tatmin edici düzeyde olmayacağı ifade etmiştir.

Tüm bu araştırmalar ışığında, erken yaşta yabancı dil öğreniminin gerekliliğinin bilimsel gerekçelerinin yanında çocuğun birçok açıdan gelişimine katkı sağladığı dile getirilen görüşler arasındadır. Bu katkıların bazıları, aşağıda belirtildiği gibi özetlenebilir.

Bilişsel Katkı

Erken yaşta yabancı dil eğitimi, çocuğun yabancı dil gelişimi açısından önemli olduğu gibi çocuğun bilişsel gelişimine de katkı sağladığı düşünülmektedir. 0-6 yaş arasını kapsayan dönem, çocuğun kişiliğinin oluşması ve şekillenmesi, temel bilgi, becerilerin ve alışkanlıkların kazanılması ve geliştirilmesi ve bireyin ileriki yaşamını etkilemesi bakımından, insan hayatının en kritik dönemlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Bu dönemlerde çocuğun edineceği deneyimler, ileriki hayatını etkileyeceği gibi, çocuğu; yaratıcı, bağımsız, kendini rahatça ifade edebilen bir birey yapacaktır (Oktay, 1999). Okul öncesi dönem, çocuğun bilişsel, psiko-motor, sosyal- duygusal, dil gelişimi açısından önemli gelişimler kaydettiği bir dönem olarak görülmektedir (McCollum, 1999). Bu dönemde, çocuğun gelişim kapasitesinin en üst düzeye çıkarılabilmesi için bu dönemin sağlıklı değerlendirilmesi gerekmektedir (Plaisted, 2008).

Freudenstein (1961), erken yaşlarda yabancı dil öğrenmenin küçük öğrencilerin soyut düşünme yeteneğini geliştirdiğini ve bu nedenle bu öğrencilere kavram geliştirme ve diğer birçok bilişsel beceride üstünlük sağladığı görüşündedir. Lambert’e (1972) göre anadil edinimini kazanmaya başlayan çocuğun kritik yaş

dönemini geçirmeden yabancı dil eğitimine başlaması onun ileriki eğitim hayatında akranlarına göre daha başarılı olmasına vesile olacak, erken çocukluk dönemindeki çocuklarda bulunan dil edinimine olan yatkınlık, çocukların bilişsel gelişimine de büyük katkı sağlayacaktır. Rafterty (1986), 3 ve 5. sınıfta öğrenim gören 13000 öğrenciyle yapmış olduğu araştırmada yabancı dili öğrenen çocukların, yabancı dil yerine ana diline ek olarak ana dillerinde sanat eğitimi alan çocuklara kıyasla daha üstün performans sergilediğini gözlemlemiş, yaptığı bilimsel çalışmalar sonucunda erken yaşta yabancı dil edinen çocukların, ileriki eğitim hayatlarında matematik, anadil ve sosyal bilgiler alanında hazırlanmış standart testlerde daha başarılı olduklarını ifade etmiştir. Akdoğan (2004), çocuğun beyin gelişiminin 2-5 yaş arasında gerçekleştiğini ve 6 yaşında bu sürecin tamamlandığını belirtir. Akdoğan (2004)’a göre çocuktaki dilsel bilinç te bu yaşlarda yoğundur bu nedenle verilecek olan yabancı dil eğitimi çocuğun dilsel bilinç gelişimine katkı sağlayacağı görüşündedir. Beydoğan’a (1998) göre, çocuğun dış dünyayı algılaması ve onunla etkileşime girmesi, bilişsel sürecin gelişimiyle yakından ilgilidir. Bilişsel sürecin gelişimi ise etkileşimle alakalıdır. Beydoğan’a göre bu etkileşimi sağlayan tek faktör ise dildir. Bu araştırmalar neticesinde, erken yaşta yabancı dil eğitimi, çocuğun dilsel gelişiminin yanında bilişsel gelişimine katkı sağladığı görülmektedir.

Sosyal-Duygusal ve Akademik Gelişime Katkısı

Erken yaşta yabancı dil eğitiminin, çocuk gelişiminde öneme sahip olan sosyal ve duygusal gelişimi desteklediğine, çocuğa ileriki yaşantısı için çok önemli kazanım edindirdiğine yönelik görüş ve çalışmalar şöyle özetlenebilir:

Okul Öncesi Dönem olarak adlandırılan 0-6 yaş arası dönem çocuk gelişimi bağlamında pek çok açıdan kritik bir dönem olarak nitelendirilmektedir. Bu dönemdeki gelişim her açıdan çok hızlı olmakta ve bu değişimler çocuğun ileriki yaşantısında kalıcı izler bırakmaktadır. Bu kritik dönemde çocuğun duyguları farklı anlam kazanmakta, çocuk içinde bulunduğu sosyal ortamda kendine yer arama çabasına girmektedir (Yaşar, 2015).

Schaumann’ ın (1975) geliştirdiği duygu kuramına göre çocukluk dönemi dil öğrenimi için büyük bir avantaj ve onların yaşamlarında bir dönüm noktasıdır. Çünkü buluğ çağına kadar olan yılların, çocukların dil öğrenebilmesi için sosyal ve duygusal açıdan çok duyarlı dönemdir. Bikçentayev (2005), erken yaşta yabancı dil öğrenen çocuk psikolojik açıdan yaşıtlarına göre daha olgundur tespitinde bulunmuştur.

Lambert (1972), çocukların anadillerinin yanında 3-4 yaşına bastıklarında veya en geç 10 yaşına kadar bir yabancı dili öğrenmeye başlandığı takdirde bu durumun çift dillilik için büyük avantaj sağladığı görüşündedir. Çift dilli öğrencilerin, kavram oluşturma da daha becerikli olduklarını ve büyük ölçüde düşünsel esneklik kazandıklarını, yine çocukluk döneminin ilk yıllarında edinilen iki dilliliğin dikkate değer bilişsel ve sosyal yararları olduğu görüşündedir. Ervin-Tripp (1974) ve Hansen- Bede(1975) gibi araştırmacıların anadil ve iki dillilik üzerine yaptıkları çalışmalara göre; çocukların ana dil ve yabancı dil öğrenme etkinliklerinde benzer strateji ve dilbilimsel özelliklerin varlığı açıkça ortadadır. Bu görüşten hareketle İlter (2007), anadili edinim süresince öğrenilen yabancı dilin, çocuğun hedef dil becerilerini geliştirmesinin yanında anadilindeki edinim sürecini de hızlandırdığı görüşündedir. Ona göre; yaşamın erken dönemlerinde yabancı bir dili öğrenmeye başlayan çocuklar, başka bir dilin varlığının farkında oldukları için anadillerini daha iyi anlayabilmektedir çünkü çocuk doğduğu andan itibaren dille âdeta oyun oynar. Dil yapılarını kendi istediği gibi kurar, genellemelere gider. Hata yapar, zamanla düzeltir. Yabancı dili öğrenirken kendi dilini de sorgular ve daha bilinçli yaklaşır (Cebeci, 2014).

Sevinç (2003), okul öncesi dönemde, yabancı dil eğitiminin, öğrencilere 5 yaşından sonra, kabaca anadil ediniminden sonra verilebileceği görüşündedir. Ona göre çocuk, yabancı dil öğrenmeye ne kadar erken yaşta başlarsa, dili öğrenmesi de o kadar kolaylaşır. Okul öncesi dönemde yabancı dil derslerinin amacı; çocuğa, yabancı dili anadilini öğrendiği gibi öğretmek değil, kendi dili ve kültürü dışındaki dillerin ve kültürlerin varlığının bilincini vermektir. Küçük yaşta yabancı dil ile

karşılaşan çocuk kendi kültürel değerlerini, ilerde yabancı ülkelerdeki kültürel değerlerle karşılaştırabilecektir ve dolayısıyla daha hoşgörülü, evrensel, iletişim yanlısı, güçlü birey olabilecektir. Erken yaşlardaki dil eğitimi çocuğa bireysel, kültürel ve toplumsal gelişim de sağlayabilir (Kara, 2004). Bu görüşe paralel olarak Haznedar (2003), erken yaşta yabancı dil öğretiminin çocuğa farklı kültürleri tanıma olanağı vereceğini, kendi kültüründe algılamaya başladığı değerlerin başka kültürlerde de yer aldığını görme fırsatı tanıdığını ifade etmektedir. Böylece bireyde farklı kültürlere saygı ile yaklaşma özelliği gelişecektir. Çocuklar bu edinim sayesinde, algılamada sınırları gelişmiş, farklılıklara karşı anlayışlı ve saygılı yaklaşan bireyler olabilecektir. Erken yaşta yabancı dil öğretimi, çocukta düşünmeye yönelik kıvraklık ve esnekliği, dinleme yetisini ve hassasiyetini geliştirebilmektedir. Çocuğa insanlarla daha kolay iletişim kurma olanağı sağlayabilecektir. Yabancı dil olgusu, çocuğun zihnini diğer kültürlere açar, çocuğa diğer ülkelerdeki insanları anlama ve değerlendirmede yardımcı olur (Anşin, 2006). Ayrıca yabancı dili öğrenen çocukların kültürel bakış açıları dünyada sadece kendi kültürlerinin, kendi dillerinin ve kendi geleneklerinin önemli olduğuna inanan, tek dili konuşan çocukların bakış açılarından daha geniş olmaktadır (Titone, 2004). Cebeci (2014) ise bu konuda bireyin çocukluk döneminde henüz ön yargılarından uzak olduğunu, farklılıklara karşı olumlu tutum sergilediğini belirtmekte, bu süreçte olumlu duygu ve düşüncelerin, zaman içerisinde kazanım halini alacağını ifade etmektedir. Bu nedenle çocuğun, erken yaşta tanıştığı farklı diller ve farklı kültürler bilinciyle dünyaya bakış açısı değişirken aynı zamanda çocukta farkındalık uyandırılmış olacağı görüşünü savunmaktadır.

Başka bir dili öğrenmek çocuğun ana dilini de geliştirmektedir. Çocuklar diğer dillerin yapılarını öğrenirken anadili hakkında da birçok şey öğrenmektedir (Küçük, 2006).

Avrupa “Berlitz” dil öğretim programının (2003), çocuklar için uyarlanmış içeriğine göre; erken yaşta yabancı dil eğitimi, çocuğa gelecekteki eğitim ve öğretimi

için oldukça geniş dilsel öngörü kazandırır ve çocuğun ilerde kariyeri için olumlu çeşitlilik sağlar.

Özetle, doğal ortamda yapılan yabancı dil öğretimi çocuk psikolojisine ve gelişimine uygun hazırlanabilirse, çocuklar bu yaşlarda daha çok kolay dil öğrenebilirler. Doğru yapılandırılmış, çocuğun gelişimine, ilgi ve merakına uygun bir yabancı dil eğitimi, çocuğun zihinsel ve kişisel gelişimine olumlu katkı sağlayacaktır. Bu bağlamda, erken yaşta yabancı dil eğitim ve öğretiminde göz önünde bulundurulması gereken önemli etmenler mevcuttur. Bir sonraki bölüm, bu etmenler ile ilgili alan yazınından elde edilen bilgileri içermektedir.

2.2.2 Erken Yaşta Yabancı Dil Eğitiminde Yönelimler ve Yaklaşımlar