• Sonuç bulunamadı

Erkeklik kavramının kesin bir tanımını yapmak çok zordur. Çünkü erkeklik deyince erkeklerin davranışları mı, kimlik olarak mı erkekliğin inşası, ilişkisel olarak temsil edilen erkeklik mi, imge olarak sunulan erkeklik mi, bir söylem olarak erkek- liğin mi kastedildiği ya da doğrudan yaşanan, gözlenen ve pratik olarak icra edilen

erkeklikten mi bahsedildiği açık değildir (Sancar, 2009:20). Bu yüzden, toplumların kültürel bir toplumsal cinsiyet algısı olsa da üzerinde uzlaşılmış bir erkeklik algısı yoktur (Connell, 2005:67).

Erkeklik kavramı, Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünde2

, erkek olma durumu, bir erkeğin fizyolojik görevini yerine getirme gücü, cinsel iktidar, yiğitlik ve mertlik gibi biyolojik temelli bir yaklaşımla tanımlanmıştır. Ancak, erkeklik, toplumsal cin- siyetten ayrı olarak ele alınamaz. Zira erkeklik, erkek bireylerin, salt erkek oldukla- rından dolayı ne tür davranış kalıpları geliştirmesi gerektiğiyle ilgili toplumsal bek- lentileri içermektedir. Bu nedenle tek bir erkeklik idealinden söz edilemez. Erkeklik, farklı toplumlarda ve zamanlarda, farklı özellikler yüklenerek idealleştirilen bir top- lumsal cinsiyet örüntüsüdür. Bu anlamda erkeklerin toplumda nasıl düşünüp, duyup, davranacağını belirleyen bir kavram olarak erkeklik, erkeklerden beklenen rolleri, tu- tumlarını da kapsar. Yani erkeklik sadece biyolojik değil aynı zamanda kültüreldir, doğal değil, bir tarihselliğe sahiptir ve bu tarihsellik bir iktidar pratiğini içerir (Atay, 2004:14). Erkeklik, erkeklerin sahip oldukları biyolojik cinsiyeti gerekçe göstererek toplumsal yaşamda oynamaları gereken rolü, ne hissedip nasıl ifade etmeleri gerekti- ğini anlatan bir yönergeler toplamıdır. Erkeklik tamamıyla söylemsel bir kurgudur. Toplumda erkeğin nasıl olması gerektiğine dair savlar süreç içerisinde değişmektedir (Uçan, 2014:17). Sonuç olarak erkeklik toplumsal olarak inşa edilen bir kurgudur ve eril kimlik, karmaşık kültürel etkileşimlerin bir ürünüdür. Erkeklik kültürel olarak evrensel kabul edilmemekte ve tek biçimli bir kategori olarak değerlendirilmemekte- dir. Bu nedenle erkekliğe yüklenen anlamlar bireylerin yaşamı boyunca farklılık gös- terebilir (Türk, 2011:170). Erkekliğin biyolojik değil, kültürel bir olgu olması; verili değil, kazanılan bir durum olması ve her an yeniden oluşturulması, erkeklerin de- vamlı olarak erkekliklerini ispatlamasını mecbur kılmaktadır (Zeybekoğlu, 2013:95). Erkekliği açıklamaya çalışan önemli yaklaşımlardan biri habitus kavramı çer- çevesinde yürütülen tartışmalardır. Habitus, var olan koşullanmaların nesnel mantı- ğını yeniden üretmeye yönelen koşullanmaların bir ürünüdür. Ancak, onu aynı za-

2

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.53456b7b150216.50 106681

manda bir dönüşüme maruz bırakır; kendi üretimimizin toplumsal koşullarını üret- memizi sağlayan dönüştürücü bir makinedir. Ancak, bu dönüşümü yaparken, üretim koşullarının bilinmesinden ürünlerin bilinmesine basitçe ve mekanik olarak geçile- meyecek bir şekilde yapar. Böylece, bu dönüşüm süreci fark edilmez (Bourdieu, 1997:122). Toplumsal yapı ve koşulların yeniden üretimi ancak onların gerekliliğini habitus biçiminde içselleştirmiş olan eyleyenlerin işbirliğiyle gerçekleşebilir (Bour- dieu, 1995:171).

Eagleton’a (2011:208), göre habitus, insanlarda belirli pratiklere yol açan bir dizi inşa edilmiş, kalıcı eğilimler aşılayan bir yapıdır. İnsan eylemleri, bu inşa edil- miş eğilimler sayesinde bir birlik ve tutarlılık kazanabilir. Bu açıdan bakıldığında, alışkanlıklarla kazandığımız davranışlarımızın “kendiliğindenliği” içinde, derinlerde yer etmiş örtük bazı norm ve değerleri yeniden üretiriz. Yani habitus, zihinsel ve top- lumsal yapıların günlük toplumsal yaşam içinde var olmasını sağlayan nakledici veya taşıyıcı mekanizmadır.

Habitus, tarihsel olarak inşa edilmiş, kurumsal olarak kök salmış, dolayısıyla toplumsal olarak değişkenlik gösteren, üretici bir matristir (Bourdieu ve Wacquant, 2012:27). Habitusun, sürekli bir değişim içerisinde olması, bu değişimin toplumsal koşullarla birlikte olması, eyleyicilerinde benzer şekilde biçimlenmesi nedeniyle, Bourdieu, habitusu “alan” ve “sermaye” kavramıyla birlikte değerlendirmektedir. Alan, “konumlar arasındaki nesnel bağlantıların ağıdır.” Alanlar, maddi kaynakların ve toplumsal olarak kıt değer ve malları edinme araçlarının dağılımı tarafından oluş- turulur. Bu anlamda, içlerinde farklı iktidar türlerini barındırır. Bu iktidar türlerine sahip olmak o alandaki ve o alanla bağlantılı faydalara erişimi belirler (Bourdieu ve Wacquant, 2012:17,81).

Bir alanda eyleyenler ve kurumlar farklı güçlerle ve bu alanı oluşturan kuralla- ra göre, alandaki özgül kârları sahiplenmek için çatışırlar. Alana hâkim olanların, alanı kendi yararına işletme imkânları vardır; ama ezilenlerin direnişini de dikkate almak zorundadırlar. Egemenlerin, ezilenlerin tepkilerini ve direnişini yok etme imkânı olduğunda, söz konusu alan araç haline gelir. Alandaki güç ilişkilerini alt üst eden devrimler olabilir. Ancak, bu devrimlerin olabilmesi için yeni yatkınlıklar geti-

renlerin ve yeni konumlar dayatmak isteyenlerin, hem ifade ettikleri hem de ürettik- leri yeni kitlelerde bir destek bulmaları gerekir (Bourdieu, 1997:124,193).

Bu ilişki içerisinde sermaye kavramı da ayrı bir öneme sahiptir. Sermaye, alan içindeki maddi kaynakların dağılımını ifade eder. Bourdieu, ekonomik, sosyal, kültü- rel ve sembolik sermaye gibi çok çeşitli sermaye türleri geliştirmiştir. Sermayenin eşitsiz dağılımı bir iktidar mücadelesini ortaya çıkarır (Etil ve Demir, 2014:336). Böylece, simgesel bir sistem, yani ayırt edici işaretler sistemi olarak algılanma eğili- mi gösterir: Otomobillerin, sporların, oyunların dağılımları ortak algı için her prati- ğin bir değere sahip olduğu simgesel sistemlerdir. Farklılıkların gerçek temellerinin ve süre gitmelerini mümkün kılan ilkelerin tanınmaması, toplumsal dünyanın, birbi- rine düşman çıkar gruplarının çatışma ya da rekabet yeri olarak değil “toplumsal dü- zen” olarak algılanmasını sağlar (Bourdieu, 2014:200).

Bu anlamda, erkeklik kültürel değerlere göre değişiklik gösterdiğinden bir ha- bitus olarak işler. Erkeklerin bedenlerine kazınan davranışlar, yaşamlarının her ala- nında tekrarlanır. Erkek birey erkek olmanın gereklerini zaman içinde içselleştirir. Bu gerekler yürümekten, kadeh tutmaya, konuşmaktan omuz atmaya uzanan bir ara- lıkta değişiklik gösterir. Ancak, habitus içinde, geçmiş, gelecek ve şimdiyi barındır- dığı için bu hareketler değişkendir. Erkek olmanın göstergesi bir zaman iyi dövüş- mek iken, başka bir bağlamda iyi dans etmek, başka birinde iyi içki içmek olabilir. Özetle, her toplumsal kesimin ayrı bir erkeklik algısı ve pratiği vardır. Erkeklik bir yandan da piyasanın isteklerine göre şekillendirilir ve erkeklik denen kurgunun ken- disi de bu sistemin öznesi konumuna gelmektedir. Erkek kişiliğini piyasanın isteği doğrultusunda oluştururken aslında erkeklik durumunu bütün bir set olarak alır, ko- nuşması, yürüyüşü, ciddiyeti ve akla dayalı/duygusuz davranışları bu setin içinde yer alır ve anlam kazanır. Böylece erkek farkında olmadan sistemin gereklerine göre davranan, toplumsal eşitsizleri ekonomik alanın dışında cinsiyet alanında da yeniden üreten bir “tür” haline gelmiş olur (Cengiz vd., 2004:57,68).

Erkeklik, Gutmann’a (1997:386) göre, erkeklerin yaptığı ve düşündüğü her- hangi bir şey, erkeklerin “erkek olmak için” yaptıkları herhangi bir şey, bazı erkekle- rin doğuştan veya sonradan yakıştırılarak diğer erkeklerden “daha erkek” oluşu du- rumu ve kadın-erkek ilişkilerini gözeterek kadınların yapmadığı herhangi bir şeydir.

Maral’a (2004:140) göre ise, erkeklik, erkeklere mal edilen özelliklerin, düşün- ce ve yaklaşım biçimlerinin toplumlara ve zamana göre değişebilen bir toplamıdır. Başka bir tanıma göre, erkeklik, kendisinin kadınlığa karşı tanımlandığı bir toplum- sal cinsiyet düzeni içinde, kadınlar ve erkekler arasındaki iktidar ilişkilerini sürdüren toplumsal bir yapılanmadır. Bu yüzden erkeklik diye tek bir şey yoktur. Erkekler ara- sındaki iktidar ilişkileri kadar, kişilik gelişiminin farklılıkları da farklı erkeklikleri in- şa eder (Kandiyoti, 2013:200). Bu anlamda, erkeklikler, öznenin biyolojik cinsiyetine bağlı “doğal” ve “değişmez” bir kategori teşkil etmez. Aksine, her toplumsal yapı içerisinde birbirinden farklılık gösteren, rekabet eden, birbiri ile çelişen erkeklik öğ- retileri, modelleri ve anlatıları vardır. Çoğul erkeklikler, bir eşitlik değil, hiyerarşik bir düzen yaratmaktadır. Toplumdaki erkekliklerden en az bir tanesi erkek öznelere en doğru, en mantıklı, sağlıklı, normal, faydalı ve makbul olarak aktarılmakta, övül- mekte ve erkek öznelere bu tip bir erkekliği benimsemenin, hayata geçirmenin, ona benzemenin menfaatlerine olacağına inandırılmaktadır (Özbay, 2013:186).

Çoğul erkekliğin yarattığı hiyerarşik düzende, erkekler arasında bir iktidar iliş- kisi ve iktidar savaşından söz etmek mümkündür. Çünkü erkeğin toplumdaki statü- sünü belirleyen faktörler vardır. Statünün ona sunduğu ayrıcalıklardan vazgeçmek is- temeyen erkek, her alanda hep “en iyi” olma, “en iyiye sahip olma” yarışı içindedir. Erkek toplumsal yaşamda kendini hem kadına, hem de birlikte çalıştığı erkeklere ka- nıtlamak, onlardan daha iyi konumda olmak zorunda hisseder (Bülbül, 2014:7). Er- keğin hep “en iyi” olma isteği içinde yaşadığı toplum tarafından dayatılan normlara uymak isteyişinden de kaynaklanmaktadır. Uymadığında onaylanmayacağı korkusu- nu taşımaktadır. Erkeklik kazanılan bir durum olduğundan her an yeniden oluşturul- mak zorundadır. Bu nedenle statüsünün gereğini yerine getirmesi ve beklentileri uy- gun davranması hayati önem taşır (Demez, 2005:129).

Erkeklik kavramının doğrudan tanımlamaya çalışan görüşlerin yanında onun ne olmadığını tanımlamaya çalışan görüşler de vardır. Bu durumda erkeklik ve kadınlık kavramları bu tanımlamayı yaparken kullanılan karşıt kavramlardır. 1970 ve 80’lerden sonra yaygın bir araştırma konusu olan erkeklik ve kadınlık kavramları de- ğişik yöntem ve yaklaşımlarla tanımlanmaya çalışılmıştır. Erkeklik ve kadınlığı ta- nımlama girişimleri erkeksi ve kadınsı davranışları belirlemeye çalışan biyoloji, ana-

tomi, psikoloji temelli çalışmalar kapsamında da ele alınmıştır (Sancar, 2009:28-29). Çalışma içerisinde bu tanımlama biçimlerinin ayrıntılarına yer verilecektir.

Yapılan çalışmalarda bu yaklaşımlarda ortaya konulan tanımlama biçimlerinin yanında erkekliğin kazanımının genellikle oğlun anneden kopuşuna bağlı olduğu ifa- de edilmektedir. Çünkü erkek, kendini “kadın olmayışı” ile tanımlamaktadır. Çocuk- luk dönemi boyunca erkekler evde yani kadına ait olan ortamda yaşamaktadırlar. Bu ortamda, erkek çocuğun özel bir konumu vardır. Çocuk, erkek kimliğini kadın dün- yasında ki korku, öfke ve ezilmişlikle karışık yaşanan bir otorite olarak algılamakta, kendinde otoriter ve baskıcı özellikleri toplayan, fakat aynı zamanda da güvensizlik- ler içinde bocalayan bir kimlik olarak ortaya çıkmaktadır (Saraçgil, 2005:50-51).

Annelerin, erkek çocukların ve dolayısıyla erkekliğin gelişiminde yaptıkları başka bir etki ise, erkek çocuğun aşırı üzüntü, acı ve incinebilirlik göstermesine izin verdikleri zaman toplumdaki katı kanunlara uygun olarak çocuğun gerçek ve tümüy- le başarılı bir delikanlı olamayacağını düşünmeleridir. Anneler, oğullarını bu şekilde yetiştirerek istemeden erkek çocukların doğal duygusal durumlarına ket vurmuş olur (Pollack, 2002:99) ve böylece çocuklarda yanlış bir erkeklik bilinci gelişerek ileriki dönemlerde toplumdaki erkeklik algısını etkilemiş olurlar.

Türkiye açısından erkekliğe baktığımızda, bir beyaz yakalı erkek, hegemonik, ideal ve normatif olarak görülebilmektedir. Profesyonel ve yarı-profesyonel bir işte çalışan, belli bir seviyenin üzerinde aylık geliri olan, ev ve otomobil sahibi olan ya da almak isteyen, en önemlisi çalışan bir kadınla evli ya da evlilik yolunda ve yüzey- sel bir cinsiyet eşitliğine büyük bir oranda inanıyormuş görünen kentli bir erkek Tür- kiye’de şekillenen erkeklik tipidir (Özbay, 2013:195). Türk toplumunda hâkim olan erkeklik algısına göre erkek, her zaman başarılı; maddi, manevi ve cinsel olarak güç- lü; iktidar sahibi; her zaman kazanan taraf olmak zorundadır. Erkek, her şeye çözüm getirecek güçte olmalı, duygularını asla belli etmemeli, her zaman her konuda kadın- dan üstün olmalıdır (Zeybekoğlu, 2013:95). Bunların dışında, Türkiye’de geleneksel olarak kabul gören erkeklik kademesine varmak için dört temel aşamayı geçmek zo- runludur: 1. Sünnet, 2. Askerlik, 3. İş bulma, 4. Evlilik. Türkiye’nin pek çok bölge- sinde bu uğurda atılan her adım bir şenlik konusudur. Bu şenlik erkeğin, erkek birey olarak toplumsal kabulünü göstermek içindir. Toplumsal yapıya göre farklılaşan bi-

çimlerde, erkeklik kalıplarını toplumsallaştıran ritüeller, aynı zamanda geleneklerin, dinin, ailenin ve siyasal yapının da zorunlu bir durağı olarak kabul edilir. Bu da ata- erkinin diğer iktidar mekanizmalarıyla olan iç içeliğini göstermektedir (Selek, 2008:222).

Son dönemlerde hem dünya da hem de Türkiye’de erkek kimliğinin tanımlan- masında bazı değişiklikler olmuştur. Erkek kimliğindeki değişimler eril düzenin çiz- diği erkeklik rollerinin yalnızca kadınlar tarafından değil, erkekler tarafından da onaylanmadığını, aslında bazı erkeklerin “mış” gibi davranarak bu rolleri yerine ge- tirdiğini göstermektedir. Bu rolleri yerine getiriyormuş gibi davranmak, erkek ege- men sistemin biçtiği rolün ağırlığıyla birleştiğinde, erkeklerin işi bir kat daha zorlaş- maktadır. İktidarı elinde bulundurması, arzunun öznesi olması, hiyerarşinin en üs- tünde yer alması üstünlük, ayrıcalık gibi görünse de, tüm bunları sürdürmek için ya- şadığı kaygılar erkeğe ağır bir yük bindirir. Dolayısıyla, hem kendi cinsi hem de kar- şı cins ile tüm bu erkeklik kodlarından sıyrılarak sürdürülen bir ilişki, erkeğin bu yükten kurtulmasını ve özgür, korkusuz birliktelikler yaşanmasını sağlayacaktır (Bülbül, 2014:14).