• Sonuç bulunamadı

2. er-RAHMÂN VASFIYLA ĐLGĐLĐ ÂYETLERĐN MUHTEVA BAKIMINDAN

2.1. Ontolojik Muhtevalı Âyetlerde er-Rahmân

2.1.2. er-Rahmân’ın Yaratması

2.1.2.2. er-Rahmân’ın Sevgiyi Yaratması

“Vüdd” ve “mevedde” kelimeleri Kur’ân’da insanlardaki sevgi duygusunu ifade etmek için kullanılır.218 Fakat insanlar bu sevgiyi bazen yanlış yönlendirirler. Meselâ; mü’minlerin Allah’a ve mü’minlere düşman olanlara duyduğu sevgi,219 inkârcıların batıl inançları uğruna birbirlerine duydukları sevgi220 bunlardan başlıcalarıdır. Bununla birlikte Kur’ân’da insanların toplum hayatı içinde birlik ve beraberlik içinde yaşayabilmeleri için zorunlu olan sevgiden de bahsedilir. “Kaynaşmanız için size kendi

cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi (mevedde) ve merhamet peydâ etmesi de O’nun varlığının delillerindendir.”221 âyeti ve “Olur ki Allah sizinle düşman olduklarınız

arasında yakında bir dostluk (mevedde) meydana getirir.”222 âyetini bu guruba dâhil edebiliriz.

Konumuzla doğrudan bağlantısı olan ﻝا 6ﻝ &'5* ت#Kﻝ#Wﻝا او اAﻡا یLﻝا نإ" ادو

" “Đman edip de iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için Rahmân

(gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.”223 âyet-i kerîmesinde de yine aynı sevgi türü işlenmektedir. Yukarıdaki âyetlerde bahis konusu yapılan sevginin (vüdd ve mevedde) Yüce Allah’ın bir lütfu olduğu şeklinde karşımıza çıkması dikkat çekmektedir. Aynı şekilde bu sevgi ister vüdd-mevedde, isterse hubb-mahabbe şeklinde ifade edilsin Allah’ın sevgisinin zâtına ait olduğu; insanların sevgisinin ise hâdis ve Allah’ın yaratmasıyla olduğu anlaşılmaktadır.224

Gazzâlî rahîm ve vedûd kelimelerinin yakın anlamda olduklarını, rahîmin ihsânı için zayıf ve kendisine acınan bir varlık olması gerektiğini vedûd için ise böyle bir varlığın olması gerekmediğini, doğrudan doğruya sevgi neticesinda ihsân edildiğini söyler.225 Taberî’de yer alan bir rivâyette ise el-Vedûd, er-Rahîm ile tefsir edilmiştir.226

218 Đsfahânî, Müfredât, “vdd” md., s.860; Yurdagür, Esmâi Hüsnâ, s. 168.

219 el-Mümtehine 60/1.

220 el-Ankebût 29/25.

221 er-Rûm 30/21.

222 el-Mümtehine 60/7.

223 Meryem 19/96.

224 Polater, Kur’ân’da Rahmet, s.36.

Hattabî el-Vedûd ismini Allah Teâlâ’nın itaatkâr kullarını mahlûkata sevdirmesi şeklinde açıklar. Râzî ise Allah Teâlâ’nın, belli vasıflara haiz olan mü’minler için kalblerde bir sevgi yaratacağını söyler. Ayrıca Allah Teâlâ mü’minlerin kalblerinde bu sevgiyi onların herhangibir gayretleri olmadan, değişik vesilelere tevessül etmeden yeşerteceğini ifade eder ve bu görüşü müfessirlerin çoğunun paylaştığını nakleder.227 Yukarıdaki âyeti teyid eder mahiyette Rasulullah’ın (sav) da şöyle buyurduğu rivâyet edilir: “Allah Teâlâ bir kulunu sevince Cibrîl’e nidâ eder: “Ey Cibrîl! ben falanı seviyorum sen de sev.” Cibrîl de o kimseyi sever ve gök ehline nidâ eder: “Allah falanı seviyor siz de o kimseyi sevin.” Onlar da onu severler. Sonra o kimse için yerdekilerin o sevgiyi kabul etmeleri sağlanır ve yerdekiler de onu severler.”228

Sevgi konusuyla ilgili tasavvuf geleneğinde de dikkate değer görüşler ileri sürülmüştür. Mutasavvıflar tarafından kâinatın yaratılışına sebep olarak sevgi gösterilmiştir. Bu sevginin merkezine bazen Allah Teâlâ’nın Peygamber Efendimiz’e olan muhabbeti yerleştirilmiş ve bundan dolayı bütün varlıkların yaratıldığı ifade edilmiştir. Bazen de Cenâb-ı Hakk’ın gizli bir hazine olduğu, bilinmeye muhabbet ettiği bundan dolayı da kâinatı yarattığı şeklinde açıklanmıştır. 229 Bu konu şu şekilde de değerlendirilebilir. Bilindiği gibi Cenâb-ı Hak cinleri ve insanları ancak Kendisine ibadet etmeleri için yaratmıştır.230 Đbadetin özünde de Allah’a karşı saygı ve sevgiyle

yönelmek vardır. Birçok müfessir âyetteki “ibadet” kelimesini “bilme (marife), tanıma” anlamında yorumlamıştır.231 O halde Allah Teâlâ bütün kâinatı Kendisinin bilinip tanınması için zât-ı ilâhîsine mahsus olan bir sevgiyle yaratmıştır. O halde kulları da O’nun bu sevgisine karşılık vererek O’na sevgiyle yönelmek mecburiyetindedir. Bu yönelmenin temelinde O’na iman vardır. Fakat iman sadece bir bilme ve sadece bir

226 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, XXX, 139.

227 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XV, 412.

228 Buhârî, “Tevhîd”, 33; “Edeb”, 41; “Bed’ül-Halk”, 6; el-Müslim, Ebu’l-Huseyn b. el-Haccâc

(206/261), Sahîhu’l-Müslim, I-V, (thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî), Dârü Đhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, trs, “Birr”, 48.

229 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 132, 164, (Türer, Osman, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, Seha yay.,

Đstanbul, 1998, s.233–234’ten naklen); Eraydın, Selçuk, Tasavvuf ve Tarîkatlar, ĐFAV yay., 5. basım, Đstanbul, 1997, s.231–233.

230 ez-Zâriyât 51/56.

zihnî hal değil sevgi ve saygıyla O’na yönelmiş bir yaşayış ve davranış biçimidir.232 Böylece gerek yaratıcı gerekse yaratma eyleminin sevgiyle açıklanması isabetli görülmektedir. Buradan hareketle sevginin bütün varlığı kapsadığı; sevgi menşeli olan kemâl mertebeleri de Allah’dan südûr ettiği233 için farkında olunsa da olunmasa da bütün kevnî muhabbetlerin ve oluşumların temelinde Allah sevgisinin olduğu sonucuna çıkılabilir.

Bazı âlimler ise Allah Teâlâ’nın kulunu ya kelâm ya da irade sıfatıyla seveceğini ileri sürerler. O’nun kelâm sıfatıyla kulunu sevmesini “kuluna güzelce medh-u senâda bulunmasıyla” ifade etiğini, bu medh-u senânın O’nun kelamı olduğunu, kelamının da gayr-i mahlûk olması dolayısıyla Allah’ın (cc) muhabbetinin, O’nun kelam sıfatına ircâ edilmesini gerektirdiğini ifade ederler.234 Kelam sıfatının da kadîm bir sıfat olduğu göz

önünde bulundurulursa sevme-vedûd- de Allah’ın ezelî bir sıfatı olarak ortaya çıkar ve varoluşun temelinde sevgi unsurunun olduğu pekiştirilmiş olur. Böylece muhabbet ve sevgi ontolojik bir hüviyet kazanmış olur.235.

Sevginin Allah Teâlâ’nın irade sıfatına ircasına gelince; Bilindiği gibi muhabbet sıfatı Allah Teâlâ’nın iradesini ifade eden gazab, rıza, re’fet gibi pek çok isimden sadece biridir ve Allah’ın kadîm bir sıfatıdır. Allah Teâlâ fiilerini bu sıfatıyla irade eder. Bu sıfatla olan muhabbet de Allah’ın kuluna nimetlerini ihsan ve ikram etmesiyle ortaya çıkar.236 Bu son delilin dayandığı iki temel unsurdan biri irade diğeri ise fiildir. Đrade fiille açıklandığında bu ikisi arasında zorunlu bir bağ olduğu ortaya çıkar. Buna göre bir şeyi isteme o şey için harekete geçmeyi, onun için bir şey yapmayı gerektirir. Allah (cc) da bunu, sevdiğine ihsanda bulunarak yapar; insan da O’na karşı sorumluluklarını yerine getirir.237

232 Aydın, Hüseyin, Đlim ve Felsefe Açısından Yaratılış ve Gayelilik, 6. basım, DĐB. yay., Ankara, 2004.

233 Soylu, Zehra, “Kur’ân-Kerîm’de Sevgi”, (Yüksek Lisans Tezi), AÜSBE., Ankara 1999, s. 104,

(Dâvud el-Kayserî, er-Risâle içinde Risâle fî Mârifeti’l-Mahabbe’l-Hakîkiyye, s.141-142’den naklen).

234 Hucvirî, Ali Osman b. Cüllâbî (470/1077), Keşfü’l-Mahcûb, (tr. Süleyman Uludağ), Dergâh yay.,

Đstanbul, 1982, s.446.

235 Soylu, Kur’ân’da Sevgi, s.106.

236 Hucvirî, Keşfü’l-Mahcub, s.444.