• Sonuç bulunamadı

Enerji Tüketimi ile Ekonomik Büyüme İlişkisi

2.1. Enerji Tüketiminin Belirleyicileri

2.1.1. Enerji Tüketimi ile Ekonomik Büyüme İlişkisi

Sanayi devrimi ile birlikte dünyada makineleşmenin artması, II. Dünya Savaşı sonrasında uygulanan refah ekonomi politikalarının getirdiği yüksek büyüme oranları ve özellikle 1970’li yılların başında yaşanan enerji krizleri, enerjinin ekonomik ve sosyal yaşam üzerinde olan etkisini ortaya çıkaran temel olaylar olarak bilinmektedir (Öncel vd., 2017: 399). 1970’li yıllarda yaşanan enerji krizleri, petrol fiyatlarının yükselmesini beraberinde getirmiştir. Enerji fiyatlarındaki yükseliş özellikle gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyümesini azaltmış ve ekonomilerin küçülmesine neden olmuştur. Enerji fiyatlarının büyüme üzerinde ortaya çıkardığı bu olumsuzluk, 1970’li yılların sonunda enerjinin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini araştırma konusu haline getirmiştir (Aydın, 2010:320).

Enerji, bir ülkenin ekonomik büyüme ve sosyal kalkınmasını gerçekleştirmesinde temel üretim faktörlerinden bir tanesini oluşturmaktadır. Üretim

miktarını artırmak isteyen bir ülkenin enerjiyi bir girdi olarak kullanması da kaçınılmaz olmaktadır. Şüphesiz sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirebilmek, enerji tüketiminin artırılmasını gerektirmektedir. Enerji tüketiminin artırılması ise dolaylı bir şekilde ekonomik büyümenin artması ve üretim faktörleri artışının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır (Bilginoğlu, 1991:124-125). Bu durum üretim miktarlarını, enerji tüketimini ve ekonomik büyümeyi artıran bir üçlü sarmalı ortaya çıkarmaktadır.

Klasik ve Neoklasik İktisatçıların Enerjiye Bakışı:

Klasik iktisatçılar, tarımda emek ve sermaye maliyetinin yanı sıra, bir fazlalığın varlığını açıklamak için toprağın ekonomiye katkısını araştırmışlardır. A. Smith “doğanın doğurganlığından”, D. Ricardo, “toprağın üretken ve yok edilemez güçlerinden” çalışmalarında bahsetmektedirler. J. McCulloch “birçok malzeme ve elementin bir arada karıştığı ve üzerinde çalıştığı harika bir kimya atölyesi” olarak doğanın ekonomiye yapmış olduğu katkıyı, enerjinin varlığı olarak net bir şekilde açıklamaktadırlar. Benzer bir şekilde, John Stuart Mill (1848), “maddenin iş birliği içinde çalıştığı ve hatta ikame olarak kullanılabildiği aktif enerjileri içerdiğini” yazmaktadır. Aynı şekilde Frédéric Bastiat (1850) ışık, ısı, elektrik, bitki ömrü, rüzgâr, esneklik, yerçekimi gibi - enerjinin üretime katkıda bulunduğu farklı biçimlerinin varlığından bahsederken bu güçlerin hem tarımda, hem de imalatta kullanıldığını açıklamaktadır (Alam, 2006: 5).

Neoklasik büyüme modelleri temelde üç grupta değerlendirilmektedir. Bu büyüme modellerinden ilki Solow (1956) tarafından geliştirilen büyüme modelidir. Solow büyüme modeline göre, ekonomik büyüme sadece teknolojik gelişmenin artırılması yoluyla gerçekleştirilebilmektedir. Bu modelin eksik yönü teknolojik gelişmenin nasıl gerçekleşeceğini açıklayamamasıdır. İkinci grupta Arrow (1962) tarafından geliştirilen büyüme modeli yer almaktadır. Bu modele göre ekonomik büyümenin kaynağı olarak yalnızca doğal kaynaklar görülmektedir. Bu modelde sınırsız olan doğal kaynaklar ile insanın üretmiş olduğu sermayenin birbiri yerine ikame edilerek ekonomik büyümenin gerçekleşebileceğini ortaya koymaktadır. Son grupta yer alan büyüme modelinde ise teknoloji ve doğal kaynaklar büyümenin temel faktörü olarak değerlendirilmektedir. Her üç grupta yer alan model de enerjinin

ekonomiye olan katkısını üretim maliyeti olarak dikkate almaktadır. Bu nedenle Neoklasik büyüme modellerinde enerji, birincil bir üretim girdisi olarak değil ara mal olarak değerlendirilmektedir (Stern ve Cleveland, 2004: 8-10).

Neoklasik iktisadi düşünürler, enerjiyi ekonominin tamamen dışında tutmaktadırlar. Neoklasik iktisadi görüşe göre bir ülkenin ekonomik olarak büyümesi, emek ve teknoloji kullanımındaki artışa bağlı olmaktadır (Yurdakul, 2018: 51). Neoklasik iktisatçılar enerjiyi bir hammadde ya da ara mal olarak kabul etmektedirler ki bu düşünceleri hatalı görülmektedir. Çünkü enerji ve hammaddenin ekonomide gerçekleştirdiği işlevde temel bir ayrımı görmezden gelmektedirler. Petrol, demir cevherini demire, çeliğe ve nihayetinde binlerce nihai çelik ürününe dönüştürmektedir. Bu nedenle enerji, hammaddeleri nihai ürüne dönüştüren işi yönlendirmektedir (Alam, 2006: 6). Bu açıdan bakıldığında Neoklasiklerin enerjiyi ekonominin dışında tutan görüşleri eleştiri konusu olmaktadır. Öte yandan ekonomide makineleşmenin artmasıyla birlikte, makinelerin hızlanması üretim artışını ve ekonomik büyümeyi beraberinde getirmektedir. Bu nedenle enerji ile büyüme arasında doğrudan bir ilişkinin varlığı söz konusu iken hız kavramı ise enerji ile tamamen alakalı bir kavram olmaktadır (Alam, 2006: 4-6).

Ekolojik İktisatçıların Enerjiye Bakışı:

Ekolojik iktisatçılar, hem Neoklasik Büyüme Modelleri hem de Dışsal Büyüme Modellerini, enerjiyi birincil üretim faktörü olarak dikkate almadıkları için şiddetle eleştirmişler ve enerjiye birincil üretim faktörü olarak daha büyük rol veren alternatif modeller geliştirmeye çalışmışlardır (Ayres, 2001: 820). Bu geliştirilen büyüme modelleri, Neoklasik iktisadın eksikliğini eleştirmenin yanında, GSYH’nın geçmiş verilerine son derece uyumlu olduğu için kıymetli olmaktadır. Geliştirilen yeni modeller birtakım özellikleri ortak olarak kabul eden modellerdir (Sorrell ve Dimitropoulos, 2007: 120):

 Bir üretim faktörü olarak enerji, üretim fonksiyonunda yer almaktadır.

 Neoklasik büyüme modelleri enerjiyi bir üretim maliyeti olarak dikkate almaktadır. Ancak ekolojik büyüme modelleri enerjiye üretim fonksiyonunda

yer verdikleri için, enerjinin marjinal verimliliği de üretim fonksiyonu ile tahmin edilecektir.

 Faktör verimliliğinin sabit olacağı varsayımlarında sapmalar meydana gelmektedir.

 Termodinamik dönüşüm verimliliğindeki ilerlemeler, teknolojik değişim yerine kullanılmaktadır.

Smile (1994) gibi ekonominin coğrafya ilişkisini inceleyen bazı bilim adamları ile Wrigley (1988) ve Allen (2009) gibi ekonominin tarihini inceleyen bilim adamları, enerji faktörünü sanayi devriminin en önemli faktörü olarak görürlerken, ekonomik büyüme üzerinde de çok hayati bir rolü olduğu üzerinde hemfikir olmaktadırlar. Ekonomik büyümenin artırılması konusunda enerjiyi önemli bir unsur olarak görenler daha çok Ekolojik iktisatçılardır. Georgescu-Roegen (1971); Costanza (1980); Cleveland vd., (1984); Hall vd., (1986); Grever vd., (1986); Ebohon (1996); Stern (1997, 2010); Templet (1999); Ayres ve Warr (2005) enerjinin ekonomik büyüme üzerindeki rolünü, ekonominin biyofiziksel temellerine dayandırmaktadırlar. Bu ekonomi modelleri, enerji kaynaklarını önemli bir üretim faktörü olarak kabul etmektedirler. Bu görüşe göre sermaye ve işgücü tarafından sağlanan tüm değerler enerji aktivitesinden elde edilmektedir (Çetin ve Şeker, 2012: 88).

Enerji, gerek kavram gerekse üretim faktörü olarak değerlendirildiğinde, modern anlamda ilk kez ekonomideki yerini ekolojik iktisat yaklaşımı ile almıştır. Ekolojik iktisat yaklaşımının ortaya çıkmasıyla birlikte, emek ve sermaye arasında meydana gelen faaliyet akımı ya da bir diğer deyişle Neoklasik faaliyet akımı döngüsü, küresel ekosistemin bir alt sistemi olarak görülmeye başlanmıştır. Ekolojik iktisat anlayışı küresel ekosistemin tek enerji kaynağı olarak güneş enerjisini kabul etmektedir. Güneş enerjisinin tükenmez oluşu, bu yaklaşımda enerjiyi üretimin tek birincil faktörü olarak kabul etmektedir (Usta, 2016: 182).

Enerjinin ekonomi ile olan ilişkisini ekolojik iktisatçılar, termodinamik yasalarını kullanarak açıklamaya çalışmaktadırlar. Termodinamik yasalardan ilki enerjinin yok edilemeyeceğini ve yaratılamayacağını ortaya koymaktadır. Çünkü ekosistemde kullanılabilecek olan yegâne enerji kaynağı Güneş’tir. Bu görüşe göre bir

enerji kaynağı olan Güneş ekosisteme girmekte ve tekrar ısı ve atık madde olarak ekosisteme dönmektedir (Şentürk, 2012: 10-11). Termodinamiğin ikinci kanunu enerjinin kullanıldıkça verimliliğin ya da kullanışlılığının azalması olarak adlandırılan entropi kanunudur. Ekolojik iktisatçılar, enerji kavramını entropi kanunu ile ilişkilendirmektedirler. Bu kanun, bir maddeden başka bir madde elde edebilmek için enerjiden faydalanmanın gerekliliğini ve böylelikle üretim sürecinde enerjinin diğer girdilerle olan ikamesi durumunun sınırlandırılabileceğini göstermektedir (Ockwell, 2008: 4602). Sonuç olarak gerek klasik ve neoklasik iktisatçılar, gerekse ekolojik iktisatçılar enerji ve ekonomik büyüme ilişkisini teorik olarak açıklayabilmektedirler. Bu anlamda ulusal ve uluslararası literatürde pek çok çalışma enerji tüketimi ile ekonokmik büyüme ilişkisini ortaya koymaktadır. Asafu-Adjave (2000), Wolde- Rufael (2005), Lee (2006), Karagöl vd. (2007), Lee ve Chen (2010), Pao ve Tsai (2011), Azam vd. (2015), Baek (2016) gibi pek çok çalışma enerji tüketimi ve ekonomik büyüme ilişkisini doğrulamaktadır.