(31. Ayet)
Geleneğin şekillendirdiği Yusuf kıssasının en efsanevi olayı, hiç şüphesiz Yu-suf’un güzelliğine hayran kalıp, bıçakla ellerini kesmelerine rağmen bunun far-kına varmayan kadınların anlatıldığı olaydır. Geleneğe göre bu olayı anlatan ayet ise şimdi ele aldığımız ayettir. Bu ayeti ve kelimeleri incelemeye başlamadan şunu belirtelim ki, bu ayetin öncesinde ve sonrasında Yusuf’un destansı güzel-liğine dair herhangi bir ima dahi yoktur. Aslında bu ayette de yoktur ama gele-nek, ayette geçen ٌميِرَك ٌكَلَم ّلِإ اَذَٰه ْنِإ اًرَشَب اَذَٰه اَم ِ ّ ِلل َشاَح َنْلُقَو ّنُهَيِدْيَأ َنْعّطَقَو ُهَنْرَبْكَأ ُهَنْيَأَر اّمَلَف cümlesini” Kadınlar Yusuf’u görünce şaşıp ellerini kestiler ve “Allah’ı tenzih ederiz haşa, bu insan değil ancak çok güzel bir melektir” dediler”314 şeklinde çe-virmiş ve buradan Yusuf’un kadınlara ellerini kestirip farkına vardırmayacak ka-dar güzel olduğu sonucunu çıkarmışlardır.
Hakikaten Yusuf bu kadar güzel miydi?
Yusuf’un güzelliği hakkındaki tüm söylemler rivayet kaynaklıdır. Fakat, bu ayetten yola çıkan müelliflerin tamamı Yusuf’un güzelliğinin kadınlara el kesti-recek kadar olduğunu söyleyebilmişlerdir. Razi Yusuf’un güzelliği hakkında tüm alimlerin ittifak halinde olduğunu söylemiş ve arkasına Allah resulüne atfedilen şu hadisi eklemiştir.
“Hz. Peygamber (s.a.s)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir; Semaya yükseltildiğim gece, Yusuf’a tesadüf ettim. Bunun üzerine Cibril’e, “bu kimdir?” dediğimde, o,
“Bu Yusuf’tur” dedi. Bunun üzerine kendisine, “Ey Allah’ın Resulü, onu nasıl gördün?” dediğinde, Hz. Peygamber, “O tıpkı, ondördüncü geceki bir dolunay gibiydi” cevabını verdi.
314 DİB – Diyanet İşleri Başkanlığı Meali
Yine, tıpkı güneş ışığının duvarlar üzerinde görülmesi gibi, Yusuf, Mısır’ın ara sokaklarında yürüdüğünde, yüzünün parıltısının duvarlara vurduğu da söylen-miştir. Şu da ileri sürülmüştür: O, Allah’ın kendisini yarattığı gündeki Adem’e benziyordu. Bu görüş üzerinde ittifak edilen görüştür.315
Yusuf’un güzelliği hakkında inceleyeceğimiz ayet bağlamında söylenenleri birazdan aktaracağız ama yukarıdaki alıntıda alimlerin üzerinde ittifak ettiği Yu-suf tıpkı Âdem’in yaratıldığı gündeki gibi güzeldi” görüşüne biraz değinmek is-tiyoruz.
Aklın sınırlarını zorlayan bu ittifak(!) nasıl oluşmuştur bilmiyoruz, fakat böy-le bir şeyin söyböy-lenebilmesi için Âdem ve Yusuf’un görülmüş olması veya güzel-likleri hakkında kesin delil olması gerekmektedir. Kur’an’da Âdem’in kıssası pek çok yerde anlatılmaktadır. Bu anlatımlar arasında Âdem’in destansı bir güzelli-ğe sahip olduğuna dair tek bir işaret yoktur. Öyleyse bu ittifak nasıl oluşmuştur?
Yusuf’un bu kadar güzel olması durumunda sadece o kadınlar değil, Mısır’da Yusuf’u gören tüm kadınlar etkilenmiş olmalıdır. Her görenin elini kestiği ve üs-telik farkına dahi varmadığı bir güzelliğe sahip kişinin, Mısır sokaklarında dolaş-ması herhalde doğal bir afet gibi olmalıdır. Sadece Aziz’in kadını değil tüm ka-dınlar ona sahip olmak için can atmış olmalıdır.
Tuhaf olan şudur ki; aşırı güzellik erkek olsun kadın olsun herkes tarafından fark edilebilecek bir şeyken, (meal ve tefsirlerin kıssayı ortaya koyuş biçimine göre) kadının kapısında karşılaştıkları Seyyid Yusuf’un güzelliğini görmemiş, Yusuf lehine şahitlik yapan kadının ehlinden olan şahidin dikkatini çekmemiştir.
Her görenin aklını yitirdiği bir güzellik nasıl oluyor da sadece Aziz’in karısının davetine gelen şehirli kadınların dikkatini çekiyor ama başka kimse bu güzelliğe dair bir imada dahi bulunmuyor!
Yusuf’un güzelliği hakkındaki bu soruları ortada bırakıp, Yusuf’un güzelliği-ne delil olan ayeti incelemeye başlayalım.
Yusuf 12/31
ٍةَدِحاَو َّلُك ْتَتآَو ًأَكَّتُم َّنُهَل ْتَدَتْعَأَو َّنِهْيَلِإ ْتَل َسْرَأ َّنِهِرْكَمِب ْتَعِم َس اَّمَلَف
َنْلُق َو َّنُهَي ِدْيَأ َنْعَّطَق َو ُهَن ْرَبْكَأ ُهَنْيَأَر اَّمَلَف ۖ َّنِهْيَلَع ْجُر ْخا ِتَلاَقَو اًنيِّك ِس َّنُهْنِم
ٌميِرَك ٌكَلَم َّلِإ اَذَٰه ْنِإ اًر َشَب اَذَٰه اَم ِ َِّلل َشاَح
Kadınların kendisini yermesini işitince onları davet etti; koltuklar hazırladı;
geldiklerinde her birine birer bıçak verdi. Yusuf’a: “Yanlarına çık” dedi. Ka-dınlar Yusuf’u görünce şaşıp ellerini kestiler ve “Allah’ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak çok güzel bir melektir” dediler (DİB meali).
Bu ayette üzerinde duracağımız ilk kelime “ellerini kestiler” anlamında
çev-315 Er Razi; Tefsir-i Kebir.c.13.s.221
rilen ّنُهَيِدْيَأ َنْعّطَقَو ve katta’na eydiyehunne ibaresindeki َنْعّطَق katta’na kelimesidir.
Kök harfleri عطق k+t+a olan bu kelime Kur’an’da 36 kez kullanılmaktadır.
Sözlükte kesmek/koparmak anlamına gelen (عطق) kelime, cisimler gibi göz-le görügöz-len bir şeyi veya varlıkları sadece akılla bilinen şeygöz-ler gibi basiretgöz-le algı-lanan şeyleri birbirinden ayırmak demektir. İnsan bedenindeki organların kesil-mesi bunun bir misalini oluşturmaktadır. Elbiseyi kesmek de bu mananın içinde yer alır.316 Bu kelimenin fiil olarak manaları kesmek, alıkoymak, kat etmek, men etmek, meyvesini toplamak, akraba ile ilişkiyi kesmek, yol almak, yolu kesmek, hasmını susturmak, aşama kaydetmek, namazı kesmek şeklindedir. İsim olarak ise kıta, bir şeyden kopan parça, parsel, mutlak, kesin, kesici dişler, kesişen, boy-kot, kesme cihazı gibi anlamlarda kullanılmaktadır.
Kelime Kur’an’da 7 defa isim olarak kullanılmıştır. Bitmez, tükenmez, kesil-mez,317 kestirip atan,318 kesilmiş,319 bütünün bir parçası,320 kıtalar321 şeklinde ge-len isimler haricinde kalan 30 kullanımın tamamı fiildir. Bu fiillerin tamamında anlam hem maddi hem de mecazi anlamda kesmektir. Neslin devamını kesmek,322 insanlar arasındaki bağları kesmek,323 Allah’ın birleştirilmesini emrettiğini kes-mek,324 ilişki kesmek,325 ateşten elbise biçmek,326 zalimlerin kökünün kesilme-si,327 herhangi bir şeyi (ağaç) kesmek,328 zalimlerin ardını kesmek,329 parçalamak,330 geçmek, kat etmek,331 ayırmak, parçalamak.332
Kelimenin lügat anlamlarında ve Kur’an kullanımlarında ön plana çıkan an-lam bir şeyi kesip ayırmaktır.
316 R. El İsfahani; El Müfredat KTA md.
317 Bkz. Vakıa 56/33
318 Bkz. Neml 27/32
319 Bkz. Hicr 15/66
320 Bkz. Hicr 15/65; Hud 11/81; Yunus 10/27
321 Bkz. Rad 13/4
322 Bkz. Ankebut 29/29
323 Bkz. Bakara 2/166
324 Bkz. Bakara 2/27
325 Bkz. Hac 22/15; Enam 6/94
326 Bkz. Hac 22/19
327 Bkz. Enam 6/45
328 Bkz. Haşr 59/5
329 Bkz. Araf 7/72
330 Bkz. Muhammed 47/15; Tevbe 9/110
331 Bkz. Tevbe 9/121
332 Bkz. Araf 7/168; Rad 13/31; Enbiya 21/93
Kelimenin bu anlamlarına göre Yusuf suresindeki ّنُهَيِدْيَأ َنْعّطَقَو ve katta’na ey-diyehunne ibaresine maddi anlamda bir şeyi kesmek anlamı verilecekse bu anlam
“ellerini kesip kopardılar” şeklinde olmalıdır. Tüm meal ve tefsirler bu kelimeye ellerini kestiler manası verirlerken aslında kast ettikleri anlam “ellerini yaraladı-lar” anlamıdır. Hiç kimse bu kelimeden ellerini kesip kopardılar sonucunu çıkar-madığı gibi bunu ima bile etmemiştir. Bu ayetteki َنْعّطَقَو ve katta’na kelimesine yüklenen anlam “yaraladılar” olmuştur. Oysa kelimenin yaraladılar şeklinde bir anlamı bulunmamaktadır. Biraz önce belirttiğimiz gibi bu kelimeye fiziki anlam-da kesmek manası verilmesi durumunanlam-da ayette belirtilen ellerin kesilmesinin, ke-silip koparılma anlamında olması gerekmektedir.
Mesela, hırsızın elinin kesilmesini bildiren ayette kelime Yusuf suresinde-ki ibareye benzer şesuresinde-kilde geçmiştir. اَمُهَيِدْيَااوُٓعَطْقاَف faktau ve eydiyehunne “İkisinin ellerini kesin.” (Maide 38) Bu ayet gayet açık bir şekilde hırsızların ellerinin ke-silip koparılmasını bildirmektedir. Yoksa Yusuf suresinde meallerin verdiği şek-liyle ellerinin yaralanmasını kast etmemektedir. Eğer Yusuf suresinde geçen keli-meye elleri yaralamak manası verilebiliyorsa, hırsızın elinin kesilmesini bildiren ayetteki kelimeye de ellerin yaralanması manası verilmesinin önünde hiçbir en-gel kalmamaktadır. Nasıl ki bu kabul edilemez ise Yusuf suresindeki ayette ge-çen kelimeye de yaralama anlamın verilmesi doğru değildir. Yusuf suresine baş-tan aşağı verilen yanlış anlamlara, bu ayet de misal olmaktadır...
Yine bu kelime bir organı belirtir şekliyle Enam 45. ayette ُرِباَدَعِطُقَف fekutia dabiru şeklinde geçmektedir. Burada geçen “dabir” kelimesi, insanın arkasını ve arkasındaki organı kast etmesine rağmen burada kelimenin bir mecazı kast ettiği gayet açıktır.
Dolayısıyla Yusuf suresindeki kullanımın da mecazi bir kullanım olması ge-rekmektedir. Bu durumda ّنُهَيِدْيَأ َنْعّطَقَو ve katta’na eydiyehunne ibaresinin manası
“ellerini çektiler” şeklinde olmak durumundadır.
Bu anlamlandırmaya şu şekilde bir itiraz gelebilir. Madem Yusuf suresindeki ibareye mecazi anlamda ellerini çektiler manası verdiniz, o halde hırsızın elleri-nin kesilmesini emreden ayetteki (Maide 38) اَمُهَيِدْيَااوُٓعَطْقاَف faktau ve eydiyehunne ibareyi neden mecazi anlamda anlamayalım?..
Bu mümkün değildir. Asıl olan bir kelimenin maddi anlamıdır. Mecaza çev-rilmesi için cümle içinde başka karineler olması gerekmektedir. Ellerin kesilip koparılması büyük bir acıya neden olacaktır. Bu durumdaki insanın hiçbir şey hissetmemiş olmasının imkânı yoktur. Oysa Yusuf suresinde “kadınlar ellerini kestiler” dedikten sonra, ellerini kesen kadınların büyük bir acı içinde olduklarını belirten hiçbir karine yoktur. Tam tersi hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya de-vam etmişlerdir. İşte bu durum ayette geçen ّنُهَيِدْيَأ َنْعّطَقَو ve katta’na eydiyehunne ibaresini mecaz olarak ve “ellerini çektiler, onunla uğraşmayı bıraktılar” şeklinde anlamamızı zorunlu kılmaktadır.
Maide 38 ayetinde ise yukarıdaki durumun tersine mecaz anlamak için bir ka-rine yoktur. (.. ِ ّالل َنِم ًلاَكَن اَبَسَك اَمِب ًءاَزَج ..) Üstelik ayete göre cezanın, nekel olması yani başkalarının da görüp ibret alması gerekmektedir. Bu durumda ibareyi mad-di anlamın dışında anlamlandırmak olanaksızdır.
Olaya mantık çerçevesinde yaklaşıldığında bile ayette geçen ibarenin fiziki anlamda “ellerini kestiler” anlamına gelemeyeceği kolayca anlaşılır. Bir insan, kesmek veya soymak üzere eline aldığı bir meyveyi parmaklarıyla kavrar. El diye tabir edilen kısım parmakların haricinde olan kısımdır. Bıçağın meyveyi kavra-yan parmakları değil de meyveden ve bıçaktan daha uzak elleri kesmesi akla ya-kın bir yaklaşım olmasa gerektir. İşte tüm bunlar ibareye zorunlu olarak mecaz anlamda ( ّنُهَيِدْيَأ َنْعّطَقَو) “ellerini çektiler, uğraşmayı bıraktılar” şeklinde bir an-lam vermeyi zorunlu kılmaktadır.
ÇIK!
ّنِهْيَلَع ْجُرْخا ِتَلاَقَو Ve kalet’ihruc aleyhinne ibaresi tüm meallerde “karşılarına çık veya yanlarına çık” şeklinde çevrilmiştir. İbareye bu anlamın verilmesi de kıssanın israiliyat kurgusundan dolayıdır. Bu kurguya göre, Aziz’in karısı, şe-hirde dedikodusunu yapan kadınları yemeğe davet etmiş, her birinin eline bıçak vermiş ve Yusuf’a başka bir odadan yanlarına gelmeyi emretmektedir. Bu kurgu-ya göre ibarenin aldığı anlam “kurgu-yanımıza gel” şeklindedir. Şu durumda ْجُرْخا ihruc kelimesine yüklenilen anlam “buraya gel” olmuştur.
جرخ Ehruc h+r+c kök harflerinden türemiş ْجُرْخا kelimesi ayette emir fiil for-mundadır. Bu kelime Kur’an’da 182 defa kullanılmaktadır. “Fiilin asıl anlamı, bulunulan bir yerden veya durumdan dışarı çıkmaktır; bu yerin ev, şehir veya el-bise olması ile durumun, psikolojik bir durum olması veya dış sebeplerinin de-ğişmesi arasında fark yoktur.”333 Rengi siyah beyaz olmak, çıkmak, dışarı çık-mak, mahir olçık-mak, sinirlenmek, terk etmek, ödeme yapçık-mak, karşı çıkçık-mak, isyan etmek, sapmak, sonuç çıkarmak, vergi ödemek, sahnelemek, bitki bitirmek, kov-mak, neşretmek, ortaya koykov-mak, değişik, mezun olkov-mak, diploma, ayrılkov-mak, dışa-rısı, apse, tümör, çıkış, mezuniyet anlamlarına da gelmektedir
Kelime Kur’an’da 26 kez isim olarak, 156 kez ise fiil olarak şu
anlamlar-333 R.El İsfahani; El Müfredat HRC md.
da geçmektedir; çıkmak, çıkarmak,334 çıkarılmak,335 çıkış,336 çıkan,337 çıkış yolu,338 çıkaran,339 çıkarılan kişi veya kişiler,340 vergi, ödenek.341
Bu kelime fiil olarak kullanıldığında önüne gelen harfi cer ile farklı anlamla-ra gelmektedir.
· ۪هِب َجَرْخَاَف ...Onunla çıkardı (2/22)
· ُهْنِم ُجُر ْخَيَف ...Ondan çıkıyor (2/74)
· ْنِم ْمُهوُج ِرْخَا َو ...den çıkarın onları (2/191)
· اًّبَح ُهْنِم ُج ِرْخُن ا ًر ِضَخ ُهْنِم اَنْج َرْخَأَف ٍء ْيَش ِّلُك َتاَبَن ِهِب اَنْج َرْخَأَف Onunla her türlü bitkiyi çıkardık, ondan da yeşillik çıkardık, ondan da dane çıkardık (6/99)
· ْمُكي۪ف اوُجَرَخ ْوَل ...Eğer içinizde (sizinle) çıksalardı (9/47)
· ْمِهْيَلِا َجُر ْخَت ى ّٰتَح ...sen yanlarına çıkıncaya kadar (49/5)
Kur’an’da kelimenin önüne gelen harfi cer’ler çoğunlukla “min”, “bi”, “fi”
şeklindedir. Sadece bir kere kelimenin önüne “ile” gelmiştir. Yusuf suresinde olduğu gibi kelimenin önüne “alâ” harfi cer’in geldiği sadece 2 ayet vardır. Biri Zekeriya ile alakalıdır.
ِبا َرْحِمْلا َنِم ِهِم ْوَق ٰىَلَع َج َرَخَف … “Mihrap’dan kavminin karşısına çıktı…” (19/11) Bu ayette çıkılan bir yer belirtildiği için ِبا َرْحِمْلا َنِم kelimenin önüne gelen harfi cer, “karşılarına çıktı” anlamı vermiştir.
Kelime “ala” harfi cer’i ile ikinci defa Kârun için kullanılmaktadır.
ِهِتَنيِز يِف ِهِم ْوَق ٰىَلَع َج َرَخَف… bu cümle tüm meallerde şu şekilde çevrilmiştir.
“İhtişam içinde kavminin karşısına çıktı.” Ayete verilen bu anlamın, ayette anla-tılmak istenen şeyi ne kadar doğru yansıttığını anlamak için ayetin öncesine bak-mak gerekmektedir. İncelediğimiz kelimenin buradaki anlamı doğru anlaşıldığın-da Yusuf suresindeki kullanımı anlaşıldığın-da doğru anlaşılacaktır.
334 Bkz. Meryem 19/11; Kassas 28/21, 79; Bakara 2/22, 36; Araf 7/27, 32; Enfal 8/5; Tevbe 9/40; Yusuf 12/100; İbrahim 14/32; Nahl 16/78; Ta-Ha 20/88; Nur 24/40; Yusuf 12/76; Bakara 2/243
335 Bkz. Kehf 18/5; Ta-Ha 20/22; Enam 6/148; Tevbe 9/83; Rum 30/25; Haşr 59/11
336 Bkz. Enam 6/122
337 Bkz. Bakara 2/167
338 Bkz. Talak 65/2
339 Bkz. Bakara 2/72; Enam 6/95; Tevbe 9/64
340 Bkz. İsra 17/80; Müminun 23/35; Neml 27/67; Hicr 15/48; Şuara 26/167
341 Bkz. Kehf 18/94; Müminun 23/72
Kasas 28/76-80
ُه َحِتاَفَم َّنِإ اَم ِزوُنُكْلا َنِم ُهاَنْيَتآَو ۖ ْمِهْيَلَع ٰىَغَبَف ٰى َسوُم ِم ْوَق ْنِم َناَك َنوُراَق َّنِإ
َني ِحِرَفْلا ُّب ِحُي َل َ َّللا َّنِإ ۖ ْحَرْفَت َل ُهُم ْوَق ُهَل َلاَق ْذِإ ِةَّوُقْلا يِلوُأ ِةَب ْصُعْلاِب ُءوُنَتَل
(76) Karun Musa’nın kavmindendi; zamanla onları ezmeye başladı. Halbuki ona öyle hazineler vermiştik ki anahtarlarını taşımak güçlü bir topluluğa bile ağır geliyordu. Kavmi ona şöyle demişti: “Şımarma Allah şımaranları sevmez.”
اَمَك ْن ِسْحَأَو ۖ اَيْنُّدلا َنِم َكَبي ِصَن َسْنَت َلَو ۖ َةَر ِخ ْلا َراَّدلا ُ َّللا َكاَتآ اَميِف ِغَتْباَو
َني ِد ِسْفُمْلا ُّب ِحُي َل َ َّللا َّنِإ ۖ ِضْرَ ْلا يِف َدا َسَفْلا ِغْبَت َلَو ۖ َكْيَلِإ ُ َّللا َن َس ْحَأ
(77) Allah’ın sana verdikleri ile ahiret yurduna yönel. Dünyadan da payını unut-ma. Allah sana nasıl iyilikte bulunduysa sen de başkalarına, o şekilde iyilikte bulun. Buralarda bozgunculuk yapmaya çalışma, Allah bozguncuları sevmez.”
َنِم ِهِلْبَق ْنِم َكَلْهَأ ْدَق َ َّللا َّنَأ ْمَلْعَي ْمَلَوَأ ۚ ي ِدْنِع ٍمْلِع ٰىَلَع ُهُتيِتوُأ اَمَّنِإ َلاَق
َنوُمِر ْجُمْلا ُمِهِبوُنُذ ْنَع ُلَأ ْسُي َلَو ۚ اًعْمَج ُرَثْكَأَو ًةَّوُق ُهْنِم ُّد َشَأ َوُه ْنَم ِنوُرُقْلا
(78) Dedi ki; “Bu bana, bendeki bir ilimden dolayı verildi”. Karun bilmiyor muydu ki, Allah kendinden önce nice nesilleri yok etti; hem de onlar daha güçlü ve daha zengindiler. Suçlulara suçlarını sormaya gerek duyulmaz.
اَم َلْثِم اَنَل َتْيَل اَي اَيْنُّدلا َةاَيَحْلا َنوُديِرُي َنيِذَّلا َلاَق ۖ ِهِتَنيِز يِف ِهِمْوَق ٰىَلَع َجَرَخَف
ٍميِظَع ٍّظَح وُذَل ُهَّنِإ ُنوُراَق َيِتوُأ
(79) Sonra, (aldatıcı) zenginliği içinde kavminin (dediklerine) karşı çıktı. Dün-yalık arzusu içinde olanlar dediler ki, “Ah keşke Karun’a verilenin bir benzeri bizde de olsa? O gerçekten büyük bir paya sahip!”
َل َو اًحِلا َص َلِمَعَو َنَمآ ْنَمِل ٌرْيَخ َِّللا ُباَوَث ْمُكَلْيَو َمْلِعْلا اوُتوُأ َنيِذَّلا َلاَقَو
َنوُرِبا َّصلا َّلِإ اَهاَّقَلُي
(80) Kendilerine ilim verilenler de şöyle dediler: “Yazık size! Allah’ın, inanan ve iyi işler yapanlara vereceği karşılık daha iyidir. O da sabırlı olanlardan baş-kasına verilmez.”
Bu ayetlerde anlatılan Karun kıssasına göre, kavmi, onun sahip olduğu zen-ginlik hakkında bilgi sahibidir. Kavmi ona sürekli uyarılarda bulunmaktadır. O bu uyarılara kulak tıkamakta ve sahip olduklarının kendi bilgisi sonucunda oldu-ğunu söylemektedir. Bu durumda 79. ayette gelen ibareye ِهِتَنيِز يِف ِهِم ْوَق ٰىَلَع َج َرَخَف
“zinetler içinde kavminin (uyarılarına) karşı çıktı” anlamı vermek daha doğru bir anlam olacaktır. Çünkü kavmi onun sahip oldukları hakkında zaten bilgilidir.
Bu durumda ele aldığımız Yusuf 31. ayette incelediğimiz ّنِهْيَلَع ْجُرْخا ِتَلاَقَو iba-resine “onların karşısına çık” anlamı vermek doğru olmayacaktır. İbareye başka bir mekânda bulunan birini yanlarına çağırmak anlamında kullanmak, “çık”
an-lamındaki kelimenin “gir” haline dönüşmesine sebep olmaktadır. Zaten ibarenin ne öncesinde ne sonrasında “çık” ya da “gir” anlamı vermemizi kolaylaştıracak herhangi bir ibare bulunmamaktadır. Kaldı ki kelimeye “çık” anlamında fiziki bir çıkma anlamı verilecekse, önüne gelen “ala” harfi cer’inden dolayı anlamın olumsuz olarak “onlara karşı çık” şeklinde olması gerekmektedir.
Yukarıdaki açıklamalardan sonra ayette geçen ibarenin anlamının, kelimenin göstermek, sahnelemek, gösteri yapmak anlamlarından yola çıkarak ْجُرْخا ِتَلاَقَو
ّنِهْيَلَع “dedi ki, onlara göster” şeklinde olması daha doğru olacaktır.
Bu durumda elbette şu soru gündeme gelecektir. Kadın Yusuf’tan neyi gös-termesini istemiştir?
Sorunun cevabı ayette geçen başka bir kelimede yatmaktadır.