• Sonuç bulunamadı

DANIŞMANINI AYARTIYOR

Belgede YUSUF 2. KİTAP. Ramazan Demir (sayfa 159-187)

Yusuf 12/30

ۖ اًّبُح اَهَفَغ َش ْدَق ۖ ِه ِسْفَن ْنَع اَهاَتَف ُدِواَرُت ِزيِزَعْلا ُتَأَرْما ِةَنيِدَمْلا يِف ٌةَو ْسِن َلاَقَو

ٍنيِبُم ٍل َل َض يِف اَهاَرَنَل اَّنِإ

Şehirde birtakım kadınlar, “Aziz’in karısı, (hizmetçisi olan) delikanlısından mu-rad almak istemiş. Ona olan aşkı yüreğine işlemiş. Şüphesiz biz onu açık bir sa-pıklık içinde görüyoruz” dediler (DİB meali)

ِهِسْفَن ْنَع اَهاَتَف ُدِواَرُت ِزيِزَعْلا ُتَأَرْما ِةَنيِدَمْلا يِف ٌةَوْسِن َلاَقَو Şehirde birtakım kadınlar, “Aziz’in karısı, (hizmetçisi olan) delikanlısından murad almak istemiş. (DİB Meali) Ayet-teki bu cümle yine tek bir istisnası dahi olmadan tüm meal ve tefsirler tarafından yukarıdaki gibi çevrilmiştir. Özellikle ayette geçen ُدِواَرُت turavidu fiilinin geniş/

şimdiki/gelecek zamanı gösteren muzari bir fiil olmasından dolayı cümleye bu anlamın verilmesi imkânsızdır. Yüce Allah’ın muzari olarak indirdiği bir kelime-ye, hiçbir kurala dayanmadan mazi bir anlam verilmesi en hafif deyimle ilkesiz-lik olup gerçekten çok tuhaftır. Arapça bilgilerinden şüphe duyulmayacak ulema, iş Kur’an’a gelince sanki birden bire Arapçayı unutmakta, hiç olmayacak şekilde kelimelere manalar vermektedirler. Kendi yazdıkları kitaplarında Arap dil kural-larına uymak konusunda bir hayli becerikli olan ulema(!) nedense Kur’an’daki Arapçanın herhangi bir kuralının olmadığına hükmetmiş olacaklar ki ibarenin;

mazi olanına muzari, isim olanına fiil, müennes olanına müzekker (ya da ter-si) anlamlar yüklemede herhangi bir beis görmemişlerdir. Aslında tefsir ve meal uleması bu ilkesizliği tüm Kur’an’da uygulamışlardır ama herhalde bu kadar çok tahrifin ard ardına ve inanılmayacak derece de çok yapılması sadece Yusuf sure-sine has bir durumdur.

23. ayeti incelerken ُدِواَرُت turavidu kelimesi üzerinde detaylıca durmuştuk. İs-temek, arzulamak, ayartmaya çalışmak, ısrarla sorgulamak manalarına gelen bu kelime belirttiğimiz gibi müennes ve muzari bir fiildir. Bu durumda ayetin ilk cümlesinin anlamı şu şekilde olmalıdır.

ِه ِسْفَن ْنَع اَهاَتَف ُدِواَرُت ِزيِزَعْلا ُتَأَرْما ِةَنيِدَمْلا يِف ٌةَو ْسِن َلاَقَو

Şehirdeki kadınlar “Aziz kadın, nefsi hakkında danışmanını ayartıyor” dedi.

Ayette geçen ُدِواَرُت turavidu kelimesinin işteş (müşareket) vezinde olması aynı zamanda “danışman” olarak nitelenen Yusuf’un da yönetici kadının (kadın Aziz) ayartmalarına cevap verdiğini göstermektedir. Yani kadınlar sadece Aziz kadına suçlama getirmemiş aynı zamanda Yusuf’un da ayartmalara olumlu cevap vere-rek kadının işlediği fiilde ortak olduğunu söylemişlerdir. Aynı zamanda ُدِواَرُت tu-ravidu fiilinin muzari bir fiil olması kelimeye “ayartıyor” manası vermeyi zorun-lu kılmaktadır. Kelimenin şimdiki zamanı gösteren bir anlamda olması kadınların

“aziz kadına” atfettikleri “ayartıyor” suçlamasının hali hazırda devam ettiğini, şu an yaşandığını göstermektedir.

Kadınların “danışmanını ayartıyor” şeklinde bir söylem içinde olmaları, ha-liyle “neye dayanarak böyle konuştular” sorusunu beraberinde getirmektedir.

Hatırlanacağı üzere 23. ayeti işlerken özellikle ayette geçen يِتّلا elleti ismi mevsulünden dolayı ayetin öncesi olması gerektiğini söylemiş ve şu meali uygun görmüştük.

Yusuf 12/23

َلاَق ۚ َكَل َتْيَه ْتَلاَقَو َباَوْبَ ْلا ِتَقَّلَغَو ِه ِسْفَن ْنَع اَهِتْيَب يِف َوُه يِتَّلا ُهْتَدَواَرَو

َنوُمِلاَّظلا ُحِلْفُي َل ُهَّنِإ ۖ َياَوْثَم َن َسْحَأ يِّبَر ُهَّنِإ ۖ ِ َّللا َذاَعَم

O esnada, (Kadın) kapıları sıkıca kilitleyip “haydi anlatsana” diyerek onu (Yu-suf’u) kendisi hakkında ısrarla sorguladığında, o (Yusuf), onun (kadının) evin-deydi. (Yusuf da) Şüphesiz ki konumumu ihsan eden rabbim, kendisine sığınılan Allah’tır. Bundan dolayı o zalimler (kardeş-ler) asla başaramayacaklar” de-mişti.

Bu mealde ilk cümleyi “O esnada…” şeklinde belirtmemizin sebebi ayette geçen يِتّلا elleti ismi mevsulünden dolayıdır. Çünkü Arapçadaki ismi mevsulle-rin ana görevi iki cümle arasında bağ kurmaktır. Yine ismi mevsullemevsulle-rin iki cümle arasında bağ kurdukları kendilerinden sonra gelen ve “sıla cümlesi” denilen cüm-leden anlaşılmaktadır. İsmi mevsullerin müennes olması durumunda kendilerin-den sonra gelen cümlenin de müennes olması gerekmektedir. Ayete bakıldığında يِتّلا elleti ismi mevsulünden sonra, olması gereken sıla cümlesinin olmadığı görü-lecektir. Bu yüzden 23. ayetin hangi ayete bağlandığı bir soru işareti olarak kal-mış ve bizde bunu “O esnada…” şeklinde meale yansıtkal-mıştık.

İşte o ayet 30. ayete bağlanmaktadır ve kıssa kronolojik olarak 25, 26, 27, 28, 29, 23, 24, 30 şeklindedir. Yani 23 ve 24. ayetlerde anlatılan olaylar 30. ayette bahsedilen olaylarla aynı anda yaşanmıştır. İki ayeti birleştirerek okuduğumuzda şu anlam ortaya çıkmaktadır.

(23. Ayet) O esnada, (Kadın) kapıları sıkıca kilitleyip “haydi anlatsana” diyerek onu (Yusuf’u) kendisi hakkında ısrarla sorguladığında, o (Yusuf), onun (kadı-nın) evindeydi. (Yusuf da) Şüphesiz ki konumumu ihsan eden rabbim, kendisine sığınılan Allah’tır. Bundan dolayı o zalimler (kardeş-ler) asla başaramayacak-lar” demişti.

(30. Ayet) (O esnada)… “O (Mısır’ın) yönetimindeki kadınlar, “Aziz kadın nefsi hakkında danışmanını ayartıyor. (Yusuf) bir sevgiyle onun (Aziz kadının) aklı-nı başından almış. Şüphesiz ki biz elbette onu (kadıaklı-nı) açık bir sapkınlık içinde görüyoruz” dedi.

Hatırlanacağı üzere 23. ayeti işlerken sorgulayan kadın hakkında اَهِتْيَب beytiha kelimesinde اَه ha zamirinin kullanıldığını ve bu zamirin marife bir ismi göster-mesi gerektiğini ama ayette ve ayetten önce herhangi marife bir ismin geçmedi-ğini, dolayısıyla 23. ayette geçen kadının kimliği ile ilgili açıklamamın sonradan gelmesi gerektiğini de belirtmiştik. İşte 30. Ayetten, 23. ayette Yusuf’u sorguya çeken kadının Aziz kadın olduğunu öğrenmekteyiz. Bu kadın Yusuf’u sorguya çekerken, şehirdeki kadınlar onun bu durumunu Yusuf’u ayartmak olarak nitele-mişlerdir.

Peki kadınlar neden bu şekilde bir nitelemede bulunmuşlardır?

İşte bu soru 23 - 30 arasındaki ayetleri yeniden gözden geçirmemizi gerekli kılmaktadır. 23 ila 30. ayetler arasında anlatılan olayların başlangıcı 25. ayettir.

Çünkü tüm olaylara o ayette anlatılanlar sebep olmuştur.

Yusuf 12/25

اَم ْتَلاَق ۚ ِباَبْلا ىَدَل اَهَدِّي َس اَيَفْلَأَو ٍرُبُد ْنِم ُه َصيِمَق ْتَّدَقَو َباَبْلا اَقَبَت ْساَو

ٌميِلَأ ٌباَذَع ْوَأ َنَج ْسُي ْنَأ َّلِإ اًءو ُس َكِلْهَأِب َداَرَأ ْنَم ُءاَزَج

O konuda ikisi rekabet etti. (İkisinden kadın olanı) Onun (Yûsuf’un) görevine bir tedbirle son verdi. Aradıkları ülkenin (Mısır’ın) Seyyidini makamında bul-dular. (Kadın) “sadece acı veren bir işkence veya geçici olarak tutuklanması, senin (yönetim) ehline herhangi bir kötülük tasarlamış kişi için (henüz) bir ceza değildir.

Yusuf kraliyet sarayında Aziz kadının danışmanı olarak bulunmaktadır. Mı-sır’lı olmayan birinin ülkenin yönetim merkezinde dolaşması elbette her zaman hakkında soruşturma yapılması gereken bir durumdur. Nihayetinde birinin kadın olduğu iki soruşturmacı Yusuf hakkında iki farklı konuma sürüklenmiş ve ikisin-den kadın olanı, belki de Yusuf’un iç dünyasında kraliyet ailesine karşı bir kö-tülük tasarısı içinde olup olmadığını anlamak için hayali bir suçlama getirmiş ve

Yusuf’un görevine son vermiştir. Bu kadın böyle yapmakla kendisini değil Yu-suf’un danışmanlık yaptığı Aziz kadını korumak istemiştir. Açık bir suçlama ge-tirmemiştir. Sadece kötülük tasarladı demiş ve bunun açığa çıkması için bizzat ülkenin Seyyid’inden Yusuf’un sorgulanmak üzere geçici olarak tutuklanmasını veya işkence edilerek itiraf etmesinin sağlanmasını istemiştir.

Yusuf 12/26-27

ْنِم َّدُق ُه ُصيِمَق َناَك ْنِإ اَهِلْهَأ ْنِم ٌدِها َش َدِه َش َو ۚ ي ِسْفَن ْنَع يِنْتَد َواَر َيِه َلاَق

َنيِبِذاَكْلا َنِم َوُه َو ْتَق َد َصَف ٍلُبُق

(26) (Yûsuf) “Ama o (kadın) benim hakkımda soruşturma yapmıştı” dedi. Ve oranın (Mısır’ın) eh-linden bir şahit (şu) tanıklığı yaptı. Eğer herhangi bir iti-raftan dolayı onun görevi iptal edilmişse (kadın) isabet etmiş, o ise yalancılar-dan biridir.

َنيِقِدا َّصلا َنِم َوُه َو ْتَبَذَكَف ٍرُبُد ْنِم َّدُق ُه ُصيِمَق َناَك ْنِإ َو

(27) Eğer görevi bir tedbir ile iptal edilmişse (kadın) yalan söyledi, o ise (krali-yet ailesine) sadıklardan biridir.

Yusuf ise kendisinin daha önceden bizzat danışmanlığını yaptığı kadın tara-fından sorgulandığını ve bir kötülük tasarısı içinde olmadığının Aziz kadın ta-rafından bilindiğini söylemiştir. Nihayetinde Aziz kadın Yusuf lehinde tanıklık yapmış, eğer Yusuf tarafından yapılmış bir itiraf yoksa Yusuf’un ülke yönetimine sadık bir kişi olduğunu belirtmiştir.

Yusuf 12/28-29

ٌمي ِظَع َّنُكَدْيَك َّنِإ ۖ َّنُكِدْيَك ْنِم ُهَّنِإ َلاَق ٍرُبُد ْنِم َّدُق ُه َصيِمَق ٰىَأَر اَّمَلَف

(28) (Seyyid) Onun (Yusuf’un) görevinin tedbiren iptal edildiğini anladığında

“Şüphesiz ki bu, sizin yönteminizdir. Sizin yöntemleriniz kesinlikle çok zorlu-dur” dedi.

َنيِئِطا َخْلا َنِم ِتْنُك ِكَّنِإ ِكِبْنَذِل يِرِفْغَت ْسا َو ۚ اَذَٰه ْنَع ْضِرْعَأ ُف ُسوُي

(29) “Yûsuf! Sen bunun hakkında bir açıklık getir, (kadın) sen de ithamın için (Yusuf’tan) özür dile. Çünkü sen hatalılardan biri olmuşsun.”

Seyyid kendisiyle beraber Mısır yönetiminde söz sahibi olan Aziz kadının de-diklerini dikkate almış ve Yusuf’un görevinin iptalinin tedbiren olduğu kanaati-ne ulaşmıştır. Bu komplonun Yusuf’a yapılmış bir kötülük değil, kadınların bilgi toplama yöntemleri olduğunu belirtmiştir. Sonuçta Yusuf’a hakkında oluşan bu şüpheli duruma bir açıklık getirmesini ve kadından da Yusuf’tan özür dilemesini söyleyerek olayı sürünceme de bırakmıştır.

Yusuf 12/23-24

َلاَق ۚ َكَل َتْيَه ْتَلاَقَو َباَوْبَ ْلا ِتَقَّلَغَو ِه ِسْفَن ْنَع اَهِتْيَب يِف َوُه يِتَّلا ُهْتَدَواَرَو

َنوُمِلاَّظلا ُحِلْفُي َل ُهَّنِإ ۖ َياَوْثَم َن َسْحَأ يِّبَر ُهَّنِإ ۖ ِ َّللا َذاَعَم

(23) O esnada, (Kadın) kapıları sıkıca kilitleyip “haydi anlatsana” diyerek onu (Yusuf’u) kendisi hakkında ısrarla sorguladığında, o (Yusuf), onun (kadının) evindeydi. (Yusuf da) Şüphesiz ki konumumu ihsan eden rabbim, kendisine sığı-nılan Allah’tır. Bundan dolayı o zalimler (kardeşler) asla başaramayacaklar”

demişti.

َءو ُّسلا ُهْنَع َفِر ْصَنِل َكِلَٰذَك ۚ ِهِّبَر َناَه ْرُب ٰىَأَر ْنَأ َل ْوَل اَهِب َّمَهَو ۖ ِهِب ْتَّمَه ْدَقَلَو

َني ِصَل ْخُمْلا اَنِداَبِع ْنِم ُهَّنِإ ۚ َءا َش ْحَفْلاَو

(24) Andolsun, kadın ona (yapılanlara) çok üzülmüştü. Eğer (Yusuf) Rabbinin burhanını görmemiş olsaydı, o da (başına gelenlere) çok üzülmüştü. Bunun (ba-şına gelenlerin) olması o fuhuş ve o kötülüğü ondan uzaklaştırmamız içindir.

Çünkü o, bizim (o fuhuş ve o kötülükten) arındırılmış kullarımızdandır.

Bizzat kendi danışmanı hakkında oluşan şüpheli durum Aziz kadının da dik-katini çekmiş ve Yusuf’u evine götürerek kapıları kilitlemiş ve Yusuf’tan hak-kında ne varsa her şeyi anlatmasını istemiştir. 23. ayette Yusuf’un kurduğu 3 cümle onun kardeşleri ile arasında yaşadığı olayların özeti mahiyetindedir. Yani Yusuf hayatının Mısır’a gelmeden önceki bölümünü anlatmıştır. Yusuf’un kur-duğu cümleler üzerine kadının buna çok üzülmesi o olayları ilk defa duykur-duğunu göstermektedir. Bu durumda Yusuf hakkında şüpheli durumun oluşmasının se-bebi de kimseye anlatmadığı belli olan Mısır’dan önceki hayatıdır. Hatırlanacağı üzere Yusuf daha gulam denilen bir yaştayken Mısır’lı bir adam tarafından satın alınmış ve evlat edinme umuduyla kölelikten azat edilmişti. Bu demektir ki Yu-suf’un bir zamanlar köle olduğu gizlenmiştir.

Bir zamanlar köle olmak demek aslında hadım edilmiş olmak demektir. Çün-kü köleliğin en bariz alameti hadım edilmiş olmaktır. Yusuf kendisini sorgulayan Aziz kadına hadım olduğunu dahi anlatmıştır. Çünkü anlatırken kardeşleri hak-kında Bundan dolayı; “o zalim (kardeş)’ler asla başaramayacaklar” şeklinde bir söylemde bulunmuştur. Kardeşlerinin onu hadım etmesi Resullüğün ona verilme-sini engellemek içindi...

Yüce Allah İbrahim’e onun zürriyetinden imamlar çıkaracağına dair söz ver-miştir.299 Resullük hep resul olanın soyundan devam edecektir. Yusuf hadım ol-duğunda, Yüce Allah ya kendilerinden birini resul seçecek ya da İbrahim’e ver-diği sözden dönecektir. Bu şekilde Yüce Allah’ı kendilerine mecbur ettiklerini zanneden kardeşler Yusuf’u hadım etmişlerdir. Yusuf ise onların asla başarıya ulaşamayacaklarını söyleyerek kadına hadım edildiğini anlatmıştır. Tüm o zorlu süreçleri ise Yüce Allah’a sığınarak geçirdiğini belirtmiştir.

299  Bkz. Bakara 2/124

İşte kapalı kapılar ardında bunlar olurken Aziz kadınının kilitli kapılar arka-sında danışmanı ile kaldığını öğrenen kadınlar;

Yusuf 12/30

ۖ اًّبُح اَهَفَغ َش ْدَق ۖ ِه ِسْفَن ْنَع اَهاَتَف ُدِواَرُت ِزيِزَعْلا ُتَأَرْما ِةَنيِدَمْلا يِف ٌةَو ْسِن َلاَقَو

ٍنيِبُم ٍل َل َض يِف اَهاَرَنَل اَّنِإ

“Şehirdeki kadınlar “Aziz kadın danışmanını nefsi hakkında ayartmaya çalışı-yor, bir sevgi onun aklını başından almış, şüphesiz ki biz onu açık bir sapkınlık içinde görüyoruz” dedi”.

şeklinde bir söylemin içine girmişlerdir. Onların bunu demeleri Yusuf hakkında onun korumacı bir tavır içinde olmasındandır. Aslında kadınlar zaten Aziz kadını korumak için Yusuf hakkında bir kötülük tasarladı suçlamasını getirmişlerdir. Ama Aziz kadın kendisini koruyanlara inat Yusuf lehinde tanıklık yaparak onu korumuş üstüne Yusuf’u evine alarak kilitli kapılar ardında onunla baş başa kalmıştır. Kadınlar onun bu durumunu Yusuf’a aklını baştan alan bir sevdaya tutulmuş şeklinde yorumlamış ve Yusuf’un kadını çok olumsuz yönde etkilediğini söylemişlerdir. Yanısıra kadınların bu söylemi Aziz kadının Yusuf lehinde yaptığı tanıklığı da zan altında bırakmıştır. Aslında kadınlar “aklını baş-tan alan bir sevdaya tutulmuş” derlerken Aziz kadının danışmanı hakkında doğ-ru düşünemediğini, onun bir kötülük tasarlamış olduğunu göremeyecek kadar aş-kına kapılmış olduğunu söylemişlerdir. Bu durumda olan birinin yaptığı tanıklık elbette şüpheli bir tanıklık olacaktır. Çünkü bu tanıklık aklını kaybedecek dere-cede âşık olduğu adamı korumak için yapılmış bir tanıklık anlamına gelecektir.

Burada gözden kaçırılmaması gereken bir soru çıkmaktadır. Hatırlanacağı üzere 23.ayetin başında gelen ُهْتَد َوا َر ravedethu kelimesine “(kadın) onu sorgula-dı” manası vermiştik. Fakat 30. ayette ُدِواَرُت turavidu şeklinde muzari olarak ge-çen aynı kelimeye “ayartmaya çalışıyor” manası verdik. Dikkatli okuyucu bunu bir çelişki olarak görecek ve aynı kelimeye neden iki farklı mana verdiğimizi sorgulayacaktır. Aynı kelimeye iki farklı manayı tercih etmemizin sebebi şunlardır.

Öncelikle bu kelimenin temel anlamı “bir şeyi kibarca tekrar tekrar istemek, yani kişiyi bir şeye ikna etmektir.” Bu anlamdan yola çıkıldığında herhangi bir zorlamanın olması durumda iş kibarlıktan, ikna etmekten çıkmakta ve kaba kuvvete, zorlamaya dönüşmektedir. 23. ayete bakıldığında kadının kapıları kilit-lediği ve Yusuf’u zorladığı görülmektedir. İşte bu durum 23. ayetteki kelimeye soruşturma manasının verilmesini zorunlu kılmaktadır.

30. ayete dikkatlice bakıldığında ise kadının Yusuf’a aklını baştan alan bir sevdaya tutulduğundan bahsedildiği görülecektir. Kelimenin işteş olması zımnen kadının aşkına Yusuf’un da cevap verdiğini, aslında bu aşkı beraberce yaşadık-ları anlamını da beraberinde getirmektedir. Yani bir zorlama yoktur. Tam tersi

hem kadın hem de Yusuf bu aşka ikna olmuşlardır. İşte bu durum دِواَرُت turavidu kelimesine “ayartıyor” anlamını vermeyi zorunlu kılmaktadır. Aynı kelimeye iki farklı anlam vermemizin sebebi budur.

Ayette geçen ve genelde “aklı baştan almak” manası verilen اَهَفَغَش şeğafeha kelimesi Kur’an’da sadece bir kere geçmektedir. Kelime ف غ ش ş+ğ+f kökünden türemiştir. Çok sevmek, kara sevdaya tutulmak, gönlünü çalmak, aşırı derecede sevmek, merak etmek, âşık olmak, vesveseye sevk etmek manalarına gelmekte-dir.

Kelime ayette fiili mazi, müfred, müzekker, gâib sigasında gelmiştir. Yani bu fiilin faili erkektir. Bu durumda ayette geçen اًّبُح اَهَفَغَش ْدَق ifadesi “(O) Bir sevdayla onun gönlünü çalmış” şeklinde olmak durumundadır. Yani kadınlar direk olarak Yusuf’a bir suçlama getirmiş, onun bir sevdayla danışmanlığını yaptığı Aziz ka-dının gönlünü çaldığını yani kandırdığını söylemişlerdir. Bu durumda ayetin me-ali şu şekilde olmalıdır.

Yusuf 12/30

ۖ اًّبُح اَهَفَغ َش ْدَق ۖ ِه ِسْفَن ْنَع اَهاَتَف ُدِواَرُت ِزيِزَعْلا ُتَأَرْما ِةَنيِدَمْلا يِف ٌةَو ْسِن َلاَقَو

ٍنيِبُم ٍل َل َض يِف اَهاَرَنَل اَّنِإ

(O esnada)… “O (Mısır’ın) yönetimindeki kadınlar, “Aziz kadın nefsi hakkında danışmanını ayartıyor. (Yusuf) bir sevgiyle onun (Aziz kadının) aklını başından almış. Şüphesiz ki biz elbette onu (kadını) açık bir sapkınlık içinde görüyoruz”

dedi.

Bu ayette son olarak genelde “şehirdeki kadınlar” şeklinde mana verilen ٌةَوْسِن

ِةَنيِدَمْلا يِف nisvetun fil medineti ifadesi üzerinde durmak istiyoruz. Çünkü bu ifa-denin “şehirdeki kadınlar” şeklinde çevrilmesi ortaya tuhaf bir durum çıkar-maktadır. Dikkat edilirse ifadede “kadınlar” kelimesinden, sınırlı sayıda ka-dınları anlamamızı gerektirecek bir ibare yoktur. Şu halde bu ayette bahsedilen kadınlar, şehirdeki tüm kadınlar olmak durumundadır ki böyle bir şeyin olma-sı imkanolma-sızdır. Çünkü kadınlar “Aziz kadın danışmanını nefsi hakkında ayar-tıyor” şeklinde, hali hazırda devam eden bir şey hakkında konuşmaktadırlar.

Bu durumda “şehirdeki kadınlar” kelimesinde bir sınırlama olmadığına göre, şehirdeki tüm kadınların Aziz kadının ayartmasını görüyor, biliyor ve şehirdeki tüm kadınların aynı şeyi söylüyor olmaları gerekmektedir. İşte bu imkânsız bir şeydir. Şu hâlde ِةَنيِدَمْلا يِف ٌةَوْسِن nisvetun fil medîneti ifadesi başka bir şeyi ifade edi-yor olmak zorundadır. Ayrıca ayetin başındaki ِةَنيِدَمْلا يِف ٌةَوْسِن َلاَقَو ve kale nisvetun fil medîneti bu cümleye “şehirdeki kadınlar dedi” manası verilmesi durumunda, ayetin sonundaki ٍنيِبُم ٍل َلَض يِف اَهاَرَنَل اّنِإ “Şüphesiz ki biz elbette onu açık bir sa-pıklık içinde görüyoruz” cümlesi içinde iki defa geçen “biz” zamirinin şehirdeki tüm kadınları içine alması gerekmektedir. Yani koca bir şehirdeki tüm kadınlar aynı anda “Aziz kadın danışmanını ayartıyor” demekte ve şehirdeki tüm kadınlar aynı anda “elbette biz onu açık bir sapıklık içinde görüyoruz” demiş

olmaktadır-lar ki böyle bir şeyin olması mümkün değildir.

Bu durumun doğru anlaşılması, Arapçadaki tekil kelimelerin çoğula dönüşme kuralları ile alakalıdır.

Arapçada tekil kelimelerin çoğul hale gelmesi üç şekilde olmaktadır.

1- Cem’i müzekker salim.

2- Cem’i müennes salim.

3- Cem’i mükesser.

Bu üç çeşit cem’i (çoğul)’nin ilk ikisinde kelimelerin çoğul yapılması, kelime-lerin sonlarına eklenen harflerle olmaktadır ve bunlar kurallara bağlıdır. Fakat bir kelimenin cem’i mükesser olarak çoğul yapılmasının belli bir kuralı yoktur. Bu tür cem’i lerde tekil kelimelerin yapıları bozularak çoğul yapılırlar. Cemi mükes-serler ise iki alt başlık altında toplanırlar.

a- ِةَرْثَكْلا ُعْمَج - Çokluk Çoğulu: Bu tür çoğullarda eğer cümle içinde çok-luğu sınırlandıran açık bir emare yoksa, mümkün olduğu kadar çok fazla çokluk anlaşılmaktadır.

b- ةَّلِقْلا ُعْمَج - Azlık çoğulu: Bu daha çok 3 ‘den 9’a kadar olan sayıdaki varlık-ları gösteren bir çoğuldur. Bu çoğulda eğer cümle içinde açık bir emare yoksa kelimenin kast ettiği mana en az çoğulu yani 3 gösterecek şekilde anlaşılmak durumundadır. Bu şekilde olan cem’ilerin dört vezni bulun-maktadır. 1)- ٌةَلْعِف -)4 ٌةَلِعْفَا -)3 ٌلاَعْفَا -)2 ٌلُعْفَا

30. ayetin başındaki ِةَنيِدَمْلا يِف ٌةَوْسِن َلاَقَو vekale nisvetun fil medineti bu cümle içinde geçen ٌةَوْسِن (kadınlar) kelimesi azlık çokluğu denilen çoğul sınıfının ٌةَلْعِف fi’letun veznine girmektedir. Bu tür çoğullarda eğer cümle içinde açık bir ema-re yoksa çoğul olarak, çoğul sayıların en azı alınmak durumundadır. يِف ٌةَوْسِن َلاَقَو

ِةَنيِدَمْلا Vekale nisvetun fil medineti cümlesi içeresinde kadınlarının sayısının çok olduğuna dair herhangi bir emare yoktur. Şu hâlde ٌةَوْسِن nisvetun kelimesinin kast ettiği kadınların sayısı, çoğul sayıların en azı olan 3 sayısını göstermelidir. Yani bu ayette konuşanlar sadece 3 kadındır. Yoksa şehirdeki tüm kadınlar değildir.

Daha önce ِةَنيِدَمْلا يِف ٌةَوْسِن َلاَقَو vekale nisvetun fil medineti cümlesinde müennes (dişil) bir faile (ٌةَوْسِن ), müzekker (eril) bir fiil (َلاَق ) atfedildiği üzerinde detaylıca durmuş ve ayetin devamında gelen“Aziz kadın danışmanını nefsi hakkında ayar-tıyor. (Yusuf) bir sevgiyle onun (Aziz kadının) aklını başından almış. Şüphesiz ki biz elbette onu açık bir sapkınlık içinde görüyoruz” bu söylemin, hüküm verme yetkisinde bulunan kadınların hükmü olduğu için dişil bir faile eril bir fiilin gel-diğini belirtmiştik. Çünkü Kur’an’da birçok fiil, faili kadın da olsa sadece eril formda kullanılmaktadır. Mesela, Şahitlik yapmak, iman etmek, hüküm vermek, kafirlik etmek, fasıklık etmek gibi.

Yine ayetin başında geçen ve genelde “şehir” manası verilen ةَنيِدَمْلا El Medine kelimesi üzerinde de durmak gerekmektedir. Bu kelime hepsi de başında Arapça-daki marife takısı olan لا ile beraber 17 defa kullanılmaktadır. Kelimenin başında لا takısı bulunması, kelimenin anlamının bilinir bir şehri kast eder şekilde, “o şe-hir” olmasını zorunlu kılmaktadır. Elbette bu durum beraberinde “o şehir nere-sidir” sorusunu da getirmektedir.

Genelde ayette geçen ِةَنيِدَمْلا el Medineti kelimesinden kast edilen şehrin Mısır olduğu sonucuna gidilmiştir. Fakat bu asla doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü

ِةَنيِدَمْلا el Medineti kelimesinin Mısır ülkesini kast ettiğini kabul ettiğimizde Mısır tek bir şehirden oluşmuş site devletine dönüşmüş olmaktadır. Oysa Firavun kıs-saları bağlamında geçen Mısır’ın birden fazla şehrinin olduğunu görmekteyiz.

Şuara 26/36

َنيِر ِشا َح ِنِئا َدَمْلا يِف ْثَعْبا َو ُهاَخَأ َو ْه ِجْرَأ اوُلاَق

“Dediler ki: “Onu ve kardeşini alıkoy ve şehirlere toplayıcılar gönder.

Kur’an’da çoğul olarak ِنِئاَدَمْلا el Medaini şeklinde gelen şehirler kelimesi-nin tüm çoğul kullanımlarının hepsi de Mısır şehirlerini göstermektedir.300 Yani Mısır bir tek şehirden değil 3 veya daha fazla şehirden oluşmuş bir ülkedir. Bu durumda ayette geçen ِةَنيِدَمْلا el Medineti kelimesinin Mısır’ı göstermiş olması mümkün gözükmemektedir. Haddi zatında Mısır kelimesi bir şehri değil, birçok şehirden oluşmuş bir ülkeyi kast etmektedir. Şu halde başında لا takısı olmasın-dan dolayı bilinen bir şehri göstermesi gereken “o şehir neresidir veya bu kelime-den kast edilen şey nedir” sorusu gündeme gelmektedir.

300  Bkz. Araf 7/111; Şuara 26/36, 53

EL MEDİNE

ةَنيِدَمْلا (El Medine) Kelimesinin kökeni konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.

Medine, dilinde önceleri “mahkeme yeri” daha sonra “şehir” anlamında kulla-nılan “medinta” kelimesinden alınmış ve buradan aktarıldığı İbrani dilinde “bir yöneticinin nüfuz alınana giren yer manasında kullanılmıştır. Medine kelimesi-nin Arapça müdun veya deyn kökünden türediği de ileri sürülmüştür. İbn Man-zur, kelimenin “şehre gelmek, ikamet etmek, yerleşmek” gibi anlamlara gelen

“müdun” kökünden türediğini ve yeryüzünün yerleşmeye uygun ve kale yapılan her yerine medine adı verildiğini kaydeder (Lisanü’l Arab, “mdn” md.).301 Ulema arasında medine kelimesi hakkında ihtilaf olması, bu ihtilafın sebebi-nin Kur’an’daki kelimelerden kaynaklandığını asla göstermez. Zaten ulemanın en iyi yaptığı şey Yüce Allah’ın ihtilaf, şüphe, karışıklık olmasının mümkün ol-madığı apaçık kelimelerinden ihtilaf çıkarmalarıdır.

Hemen belirtelim ki Kur’an’da 17 defa geçen ةَنيِدَمْلا el medine kelimelerinin hiçbiri “şehir” anlamına gelmemektedir. Ayetlerde geçen Medine kelimesi üze-rinde birazdan duracağız fakat bundan önce ne demek istediğimizin tam anlaşıl-ması için, kuruluşu epey eskilere dayanan Mekke şehri üzerinden birkaç örnek vermemiz yerinde olacaktır.

Kur’an’da Kabe’nin bulunduğu yerin adı Bekke olarak geçmektedir.302 Bu ye-rin şehirleşmeye başlaması İbrahim zamanında olmuştur. İbrahim daha ortada bir

Kur’an’da Kabe’nin bulunduğu yerin adı Bekke olarak geçmektedir.302 Bu ye-rin şehirleşmeye başlaması İbrahim zamanında olmuştur. İbrahim daha ortada bir

Belgede YUSUF 2. KİTAP. Ramazan Demir (sayfa 159-187)