• Sonuç bulunamadı

1.7. KATILIM BANKALARININ AYIRT EDİCİ ÖZELLİKLERİ

1.7.5. Ekonomik İstikrara Katkı

Katılım bankacılığı finansman yöntemlerinde finansmanın mutlaka bir alışveriş veya gerçek bir ekonomik faaliyet sonucunda yapılması ve bu durumun fatura ile belgelendirilme zorunluluğu bu bankaların yaptığı finansmanlarla ilgili işlemlerin kayıt altına alınması sonucunu doğurmakta ve bu suretle kayıt dışı ile mücadelede devlete yardımcı olunmaktadır.

Günümüzde daha çok gelişme trendini sürdüren ekonomilerdeki yaygın ekonomik istikrarsızlık türü enflasyondur. Günümüz Türkiyesinin de en önemli sorunu olan enflasyonun önemli nedenlerinden birisi arz ile talep arasındaki dengesizliktir. Esasen üretimi teşvik eden katılım bankaları enflasyonu azaltıcı etkisinin yanında yeni istihdam alanlarının oluşmasında doğrudan ya da dolaylı olarak katkıda bulunmaktadır (Güngör, 2009: 240).

Faizsiz bankaların krizlere karşı daha önceki bölümlerde anlatıldığı gibi daha dayanıklı olması ülke kaynaklarının daha az ziyan olması sonucunu doğurmaktadır. Nitekim 2001 krizinde batan bankalardan ekonomimize ve halkımıza 50 milyar dolar civarında bir fatura yüklendiği halde o zamanki adları ile özel finans kurumları gerek ülkemize gerekse halkımıza hiçbir fatura yüklememiş, kendi iç dinamikleri sayesinde krizi atlatabilmişlerdir. 5411 sayılı bankacılık Kanunu ile katılım bankaları da faaliyet izinlerinin iptali, fona devir ve tasfiye konularında mevduat bankalarının tabi oldukları mevzuata tabi tutulmuşlardır.

Şimdiye kadar yaşanmış en önemli ekonomik kriz olan 1929 Dünya Ekonomik Bunalımına yol açan faiz, 1990’lı yıllarda da Türkiye’yi çok ciddi ekonomik bunalımlara sürüklemiştir. Hatırlanacağı üzere gecelik faizlerin % 6.200’lere çıktığı (www.riskcenter.com.tr, 2009), devletin sadece üç aylık ve

% 450 borçlanabildiği, “rant ekonomisi” kavramının sıradan halkın gündemine girdiği, üretim yapmanın son derece riskli, ama devlete borç vermenin son derece karlı olduğu… söz konusu dönemde klasiklerin iddia ettiği gibi yüksek faiz oranlarının aslında tasarrufu, dolayısıyla yatırımları teşvik ettiği iddiasının ne kadar da yanlış olduğunun somut bir kanıtı olarak ortaya çıkmıştır. Faizsiz bankacılıkta bunun yaşanması mümkün değildir. Bu tür krizlerin önlenmesi bile tek başına faizsiz bankacılığın piyasalara ne kadar büyük bir güvence verdiği göz ardı edilemez. Ancak hadiseye Türkiye açısından baktığımızda henüz % 4’ler civarındaki bir katılım bankası payı ve ekonominin temeli faiz üzerine kurulduğundan bu tür krizlerin önüne geçilemez (Güngör, 2009: 240). Katılım bankaları bir taraftan cari ve katılma hesapları yoluyla fon toplayan, daha sonra da bu fonları murabaha, mudaraba ve muşaraka yoluyla ekonominin hizmetine sunan kuruluşlardır. Bunların dışında yine icara olarak finansal kiralama hizmeti sunmaktadırlar. Bu ürünlerin hepsi de ekonomiyle ilgilidir ve ortak özellikleri sanayi kesimi denilen reel sektörü fonlamayı amaçlayan hizmetler olmalarıdır. Bu hizmetler katılım bankalarının sanayi kesimini ayakta tutması ve finansal krizlerin derinleşmesinin önüne geçilmesi bakımından önem taşımaktadır (Şanlı, 2007).

Bu dönemde yaşanan bir gerçek de atıl olan paraların ekonomiye kazandırılması değil, tam tersine reel ekonominin cazip olmaktan çıkıp daralması, “rant ekonomisinin” ise genişlemesi şeklinde olmuştur. Bir başka deyişle devlete yüksek faizli ve kısa vadeli borç verenler tasarruf sahiplerinden ziyade bankaların da içerisinde olduğu kurumsal kesimdir. Nitekim kimi işletmelerde faaliyet dışı gelirlerin toplam gelirler içerisindeki payının %80’leri geçmesi bunun somut bir kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır (Güngör, 2009: 240).

Katılım bankaları, sosyo-ekonomik dengenin sağlanma işlevini mevduat sahiplerini ve tasarruflarını, dengeli olarak emek ve sermaye lehine yapılacak doğrudan yatırımlara ve istihdama yönlendirmek suretiyle başarırlar. Faize duyarlı olmaları nedeniyle ekonomik hayatın kısmen dışında kalan ve bu sebeple gelir dağılımında da düşük pay alan kesimler, faizsiz bankacılık sisteminin vasıtası ile ekonomiden nispeten adil bir pay alma imkanına sahip olabilirler (İştar, 2009: 83).

Hızlı bir ekonomik ve sosyal kalkınma çabası içerisindeki ülkemizde bu hedefin gerçekleştirilmesi için aşılması gerekli en önemli darboğazlardan birisi, tasarrufları artırma ve bunları yatırımlara aktarmaktır (Çonkar, 1989: 120). Bu kurumlar özellikle petro-dolar sahibi İslam ülkelerinden fon akışını sağlamak bakımından önemli bir fonksiyon üstlenebilirler. Elbette İslam ülkelerinin tamamı bütün fonlarını faizsiz bankacılık esasına göre uluslararası dolaşıma sokmamaktadır. Ancak dünyada halen küçümsenmeyecek bir fon 500 milyar dolar civarındaki bir meblağ katılım bankalarında değerlendirilmektedir. Sözü edilen meblağ faizli alanlarda kullanılmayacağına göre reel sektöre, yani yatırımlara yönlendirilmesi çekilmesi mümkün olacaktır. Bankacılık sisteminde önceden garanti kapsamında olan faizin ödenmesi gerektiğinden kriz dönemlerinde bunların finansmanı sorun olmaktadır. Zira banka ödeyemediği takdirde bu faizlerin devlet tarafından ödenmesi gerekir. Nitekim 2001 krizi bunun bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Devlet, borçları aktiflerini geçen bankalara kriz döneminde el koymuş ve bu bankalara ait anapara ve faiz ödemeleri devletin üzerine kalmıştır (Güngör, 2009: 241).

Katılım bankaları, dini inançlarından dolayı elindeki tasarruflarının klasik bankalarda değerlendirilmesini istemeyen kesimin atıl fonlarını harekete geçirmiş ve ekonomiye kazandırmıştır. Bu bankalar ayrıca Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri ve diğer İslam ülkeleriyle arasında köprü vazifesi görüp, dış ticaret hacminin büyümesine aracı olmaktadır (Özsoy, 1997).

Cumhuriyet tarihinin en büyük krizi olan 2001 bankacılık krizinin ekonomimizin başına ne büyük problemler getirdiği, etkileri hala devam eden acı bir tecrübeyle ortaya çıkmıştır. Oysa katılım bankacılıklarında durum farklıdır. Bir taraftan reel ekonomiyi destekleyerek muhtemel bir krizin oluşması riski azaltılırken, diğer taraftan kar-zarar ortaklığına dayalı sistem olan katılım bankacılıklarında, önceden garanti edilmiş bir faizin söz konusu olmaması devletin bu yükü yüklenmesini gerektirmemektedir (Güngör, 2009: 241).

Katılım Bankaları Müslüman toplumlarda çalışma hayatı ile inanç arasında meydana gelen çatışmayı önleyici olması ve faiz gelirinden sakınanların istihdam edilebileceği çalışma ortamlarının geliştirilmesi bakımından önem taşımaktadır (İştar, 2009: 83).

İKİNCİ BÖLÜM