• Sonuç bulunamadı

2.2. KÜRESELLEŞMENİN TEMEL BOYUTLARI

2.2.1. Ekonomik Boyut

Küreselleşmenin ekonomik boyutu, üzerinde en çok durulan konuların başında gelmektedir. Küreselleşme esasen, küresel kapitalist gücün bütün ülkelere yaygınlaştırılması olarak ifade edilebilir. Küreselleşmenin ekonomik boyutu yaklaşımı, ulus-devletlerin kendi belirlemiş olduğu sınırlarını ortadan kaldırmaktadır.

37

Böylece ekonomik anlamda karar alma gücünü, işbirliği yaptığı ülke ve örgütlerle paylaşmaktadır. Ulus-devletlerin ekonomileri bağımsız ve ayrı birer ekonomi olmaktan çıkıp, küresel finans kuruluşlarına bağlanmaktadır (Göngen, 2013: 117). Bu şekilde teknoloji, finans, sermaye, iş gücü, mal ve hizmet gibi tüm unsurların ülkeler arasında anında ve serbestçe dolaştığı ifade edilebilir. Küresel finans sermayesinin dünya üzerinde sürekli bir hareket içinde olduğu ve günlük olarak yer değiştirdiği bilinmektedir.

Küreselleşmenin en dikkat çeken yönünün, dünya ticaretinde son yüzyıl içinde meydana gelen büyüme ve gelişmeler olduğu söylenebilir. 1970’li yıllardan sonra dünya ekonomisinin büyüme hızında düşme yaşandığı belirtilmektedir. 1970 yılından önce uluslararası ticari faaliyetlerin büyük bir çoğunluğu mal ve hizmetlerin değişimi biçiminde yapılıyorken; 1970 yılından sonra küresel sistem içerisinde sermaye hareketinin öneminin giderek arttığı ifade edilmektedir (Steger, 2006: 49). Dünya ekonomisine ve ticaretine yön veren uluslararası kurumlar, sermayenin dijital ortamda hızla akması, dünyanın birçok ülkesinde iş yapan firmalar, finansal krizler ve kapitalizmin yaygınlaşması, küreselleşmenin etkilemiş olduğu ekonomik alanlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Dijital teknolojinin ortaya koymuş olduğu imkânlar sayesinde elektronik para ve sermayenin tek bir tuşla dünyanın etrafında hızla hareket ettiği bilinmektedir. Dünya ekonomisine, bazı güçlü aktörlerin yön verdiği dikkat çekmektedir. Teknolojinin gelişmesi ve ticari alandaki serbestlik anlayışı sayesinde ekonomik piyasaların giderek küreselleştiği ifade edilmektedir. Teknolojinin getirdiği imkânlar sayesinde finans piyasalarında bütün gün işlem yapılmakta ve sermaye akışı her yere ulaşılmaktadır. Küreselleşmenin kültürel ve siyasi alandaki gelişmeleri hızlandıran, sorun ve değişmelerin temelinde ekonomik küreselleşmenin olduğu ifade edilmektedir (Külünk, 2006: 51). Günümüz dünyasında tüketim kültürünün küreselleşmesi, geri kalmış geleneksel toplumların daha fazla mal, hizmet ve kültüre erişme imkânı sunmaktadır.

‘Merkez’ olarak ifade edilen ve ileri derecede sanayisi gelişmiş ülkelerin dışında kalanlar ‘Çevre’ olarak tanımlanmaktadır. 2001 yılı öncesi Çevre, Merkez’in uygulamış olduğu tepeden inme çok boyutlu politikaların etkilerine maruz kalmaktaydı. Uluslararası sermaye ve finans kuruluşlarının karlılığı için Dünya

38

Bankası ve IMF Çevre’nin gelişme ve kalkınma amacını tamamen göz ardı etmektedir. DTÖ ise, Merkez’in çıkarları için daha güçlü dayatmalarla yola çıktığı değerlendirilmesi yapılabilir. 2000’li yıllarda ise, dünyanın yeni direnişlere tanık olduğu gözlenmektedir. Tabii ki bunların en önemlisi, küresel sermayenin Çevre’yi de içine alan düzenlemeleri gösterilmektedir. Bir başka ifadeyle; Çevre’yi Merkez’i sermayenin karlı yatırım alanlarına dönüştürmek ve hızla büyüyen dış borç stokların ödenmesini garanti altına almak için getirilen birtakım düzenlemeler halen geçerli gözükmektedir (Kazgan, 2015: 118). Küreselleşme ile birlikte sermaye ve finans sektörünün zamana ve mekâna karşı özgürleştiği söylenebilir. Aynı zamanda

toplumsal kategoriler arasında ki eşitsizliği de beraberinde getirdiği

vurgulanmaktadır.

Küreselleşme süreci, kapitalist sistemin dinamik ve niteliksel yeni dönüşümü olarak tanımlanmaktadır. Kapitalist sistemin niteliksel dönüşüm sürecinde en önemli dinamikleri, bilimde ve teknolojide yaşanan gelişmeler oluşturmaktadır. Yeni ekonomik sistemin yapı taşlarını, bölgesel ticaret sistemleri, uluslararası büyük şirketler ve uluslararası ekonomik kuruluşlar oluşturmaktadır. Ekonomik sistemin yapı taşları, hem ulusal ekonomik ilişkileri hem de küresel ekonomik ilişkileri artırdığı ileri sürülmektedir. Küreselleşme bilinçli bir şekilde başlatılan ve adil olmayan bir süreci göstermektedir. Küreselleşme, ekonomik olarak güçlü tarafı koruyan, sermayenin önünde hiçbir engel istemeyen ve serbest piyasa ekonomisini öngören sistemi ifade etmektedir (Soyak, 2002: 101). Dünya ölçeğinde ağırlığını giderek artıran küreselleşme, kimilerine göre kapitalist sistemin yeni hali, kimilerine göre yeni bir dünya projesi olduğu ifade edilmektedir.

Ulus-devletin koruması altında, uluslararası şirketler daha büyük pazarlara hâkim olmuştur. Uluslararası sermaye, küreselleşme süreciyle birlikte ulusal sınırları aşarak bağımsız bir hal almaktadır. Ulus-devletin, uluslararası sermayeyi ülkeye çekmek için sürekli bir yapılanma süreci içerisinde olduğu ileri sürülmektedir. Uluslararası sermaye için en uygun koşullar nerde oluşmuş ise oraya gitmekte ve ulusal yapıyı kendi çıkarına uydurmaya başlamaktadır. Bir ülkede belli bir süre yerleşik bulunan uluslararası şirketler, zamanla ulus-ötesi şirketlere dönüşmekte ve hiçbir devlete bağlılık duymamaktadır. Ulus-devlet, uluslararası hukuk yoluyla, kendi ülkesindeki ekonomik güçlerin ve uluslararası sermayenin çıkarlarını korumaya

39

yöneldiği ifade edilmektedir. Uluslararası hukuk yoluyla korumanın en güzel örneğinin, çok taraflı yatırım anlaşmaları olduğu söylenebilir. Küresel sermaye şirketlerinin, anayasasının çok taraflı yatırım anlaşmaları olduğu belirtilmektedir. Küresel olarak, tek bir ekonomik sistem için tek ve ortak bir anayasanın olduğunu belirtilebilir (Uygun, 2001: 155). Finansal ve endüstriyel pazarların küreselleşmesi, milli devletin denetimini ve etkinliğini azalttığı görülmektedir. Varsayılan ortak anayasa ise uluslararası sermayeyi koruma anlamında, ulus-devlet için de hukuksal bir geçerlilik anlamına gelebilir.

Tüm dünyada yapılan toplam ticaret hacminin büyük bir bölümünü uluslararası şirketlerin küresel faaliyetleri oluşturmaktadır. Çok uluslu şirketlerin satışları, tüm dünyada yapılan toplam ihracat hacminin iki katı fazla gerçekleştiği belirtilmektedir. Ekonomik olarak güçlü olan uluslararası şirketler, küresel ekonominin kontrolünü de ellerinde bulundurmaktadırlar. Uluslararası şirketler, ulus-devlet yapılanmasının içine girerek ekonomik yapılarda, yaşam tarzlarında, üretim şekillerinde ve tercihlerinde bir dönüşüm yaratmaktadır. Çok uluslu şirketlerin yaratmış olduğu dönüşüm, ulus-devletin meşru gücünü azalttığı ve karar mekanizmasını daralttığı vurgulanmaktadır. Küresel ekonomideki güç dengelerinin, ulus-devletten ulus-ötesi denilen ve hiçbir ulusa bağlı olmayan şirketlere geçtiği ileri sürülmektedir. Ulus-devletin güç dengelerinde ki kayma, ulus-ötesi şirketlerin önemini artırdığı, ancak egemenliğin tamamen ulus-ötesi şirketlere geçmediği söylenebilir. Ulus-ötesi şirket, gelişmemiş veya azgelişmiş bir ülkeye gitti ise, ülkenin ekonomisine katkısı çok daha fazla olacağı ifade edilmektedir. Az gelişmiş ülkenin, ulus-ötesi şirketler karşısında siyasal ve ekonomik güce sahip olmadığı görülmektedir (Dura ve Kılıçarslan, 2011: 94). Ulus-ötesi şirketlerin dünya ekonomisindeki etkinliğinin arttığı belirtilmektedir. Ulus-ötesi şirketlerin gittiği ülkeler, beşeri üretim kanallarını daha verimli alanlarda kullandıkları ifade edilmektedir.