• Sonuç bulunamadı

2.2. Modern Toplum Anlayışında Yaşlılık

2.2.1. Ekonomi ve Yaşlılık

Pre-Endüstriyel dönemde insan ve hayvan gücüne dayalı üretim yöntemleri kullanılıyorken, insanoğlunun buhar ve makine gücünü kullanmayı keşfetmesiyle birlikte seri üretimin ve üretimde verimliliğin artması, toplumda hem ekonomik hem de sosyal değişimler yaratmıştır. Kol gücünden ziyade makinelerin üretimi gerçekleştirmesi nedeniyle şehirlerde tesisler ve fabrikalar kurulmuş, iş bulmak isteyen kitlelerin şehirlere göç etmesi köylerin boşalmasına, köylerde yaşayan yaşlıların yalnızlaşmasına ve şehirlerin

kalabalıklaşmasına sebep olmuştur. Tüm bunlar sonucunda da toplum dengelerinde değişimler meydana gelmiştir. Hiç şüphe yoktur ki yaşlı birey de bu değişmelerden payını almıştır.

İngiltere’de başlayıp Avrupa’ya hızlı bir şekilde yayılan endüstrileşme, sosyal yaşamı değiştirmiştir. Toplumsal bilinçlenme bu dönemde hız kazanmış, insanlar sosyal haklar kazanmak için protestolar düzenlemiş ve sokaklara dökülmüşlerdir. Bu girişimler neticesinde çalışma şartlarının insan sağlığına ve onuruna yaraşır şekilde olması amacıyla iyileştirmeler yapılmıştır. Çocuk işçiliği başlangıçta kısmen, daha sonra tamamen ortadan kaldırılmış ve çalışma çağında olan kişilerin çalışma süresi kısaltılmıştır. Yine bu dönemin en önemli gelişmelerinden biri yaşlılıkta sosyal güvenlik hakkının elde edilmiş olmasıdır (Tufan, 2016b: 118). Fordist üretim sisteminin getirdiği seri üretim şekli ve tam istihdam sayesinde toplumların gelir düzeyi yükselmiş, sigorta sistemlerinin geliştirilmesi sayesinde insanlar çeşitli sosyal haklara sahip olarak emekli olmuştur. Bu durum yaşlıların lehine olan bir gelişme olarak ortaya çıkmıştır.

Emeklilik olgusunun kökleri ve gelişimi 20. yüzyıla kadar uzanır. Endüstri devrimi ve gelişen sağlık teknolojileri ile birlikte insan ömrü uzamış ve çalışma yaşamında kalan bireylerin yaş ortalaması yükselmiştir. 1990’lı yıllara değin 65 yaşın üstünde olan ve halen çalışan erkek oranı %70’lerdeydi. Bu çalışanların birçoğu yüksek statülü ve prestijli işlerde istihdam ediliyordu. Çünkü yaşlıların tecrübe ve bilgi sahibi olması işverenler açısından büyük bir önem arz etmekteydi. Bu sebeple çalışma hayatının içinde bulunmaları desteklenirdi. Dünya ekonomik krizi ile beraber 1930’larda ABD’de ilk zorunlu emeklilik uygulaması gerçekleştirildi. Emekli olan yaşlıların maaşlarını alamamaları ve yoksulluk içinde yaşamaları 1935’deki sosyal güvenlik hareketine kadar sürdü. İş yaşamındaki bu değişmeler batı dünyasında 1960’lı yıllara kadar olumsuz etkisini devam ettirdi.

Emekliliğe ait ön yargılar da genellikle olumsuz bir şekilde etkisini sürdürdü. 1970’lerde gelirlerin artması ve sosyal güvenlik haklarıyla birlikte emeklilik daha kabul edilebilir bir hale bürünmeye başladı (Canatan, 2008c: 110).

Sanayileşmenin toplumsal yaşamda yarattığı değişim ve dönüşüm, iş ve aile ilişkisi üzerinden de okunabilir. Bilindiği üzere geleneksel toplumlarda “aile yaşamı” ve

“iş” iç içeydi. Oysa modern toplumlarda bunun ayrıldığı görülür. Geleneksel aile birçok işlevini diğer toplumsal kurumlara devretmiştir. Emeklilik artık kurumsallaştırılmış ve emeklilere yönelik politikalar oluşturulmuştur. Emeklilik döneminin yaşlılık için önemi ise bu döneme geçişi belirleyen önemli bir ölçüt olmasından kaynaklıdır. Sosyologların gözünde bu durum “iş ve işle ilgili etkinlikleri” devretme şeklinde betimlenir (Emiroğlu, 1995: 51)

Endüstri öncesi toplumlarda insanlar yaşamlarının sonuna kadar çalışmak zorundaydılar, bu sebeple çalışma hayatından çekilmeleri söz konusu olmamaktaydı.

Yaşamak çalışmak anlamına gelmekteydi ancak endüstriyel toplumlarda kişisel hayat ve iş kavramları ayrışmış ve “yaşayabilmek için çalışmak” anlamı ön plana çıkmıştır. Belli bir zaman çalışıp birikim elde ettikten sonra insanlar iş hayatından çekilip ömürlerinin geri kalanını dinlenerek veya farklı uğraşlara zaman ayırarak geçirmek istemektedirler. Bugün 65 yaşında olup, çalışma hayatının içinde olan yaşlıların sayısında gözle görülür derecede azalma mevcuttur. Ancak sigorta sistemlerinin kişilere sağladıkları sınırlı olduğu için emeklilikten sonra maddi yetersizlik içinde kalanlar değişik iş alanlarında sigortasız işlerde çalışmaya başlamışlardır (Tufan, 2003: 48-49). Yaşlı bireylerin emekli olması sadece gelirin düşmesi anlamına gelmez. Bu durum beraberinde statü kaybını da getirir. Birçok yaşlı bireyin bu yeni sosyal statüye uyum sağlamada zorluk çektiği görülür (Giddens, 2008: 226). Fiziksel aktivitelerin ve gelirin azalmasına eşlik eden güvensizlik duygusu,

yaşlı bireylerin toplumsal hayata sınırlı düzeyde katılmasındaki etkenlerdendir (Emiroğlu, 1995: 41). Yani emeklilik yılları aslında birçok kişi için altın yıllar değildir. Toplumsal hayata sınırlı katılım yaşlı bireyleri intihara da sürükleyebilmektedir.

Modernleşme süreciyle gelen emeklilik dönemi yaşlı bireylerin yararına gözükse de ekonomik sistem içerisinde yaşlılar ve çocuklar bağımlı nüfus olarak nitelendirilir. Bunun sebebi çalışan nüfusun çocuklar ve yaşlılara bakmaları gerekmesi, dolayısıyla çalışmayan kesimin gençler üzerinde ekonomik bir yük oluşturmasıdır. Yaşlı bireylerin bağımlı nüfus olarak görülmesi anlayışına son dönemde eleştiriler yöneltilmiştir.

Çünkü bir grubu bağımlı olarak nitelendirmek onların toplum için problem olduğu anlamına da gelmektedir (Giddens, 2008: 233). Sosyal kaynakların yetersizliği ya da mevcut kaynakların yaş grupları arasındaki dağıtımının iyi planlanmaması sorunlara yol açmıştır. Bu durum özellikle yaşlı ayrımcılılığı (ageism) doğurmuş ve yaşlı bireylere karşı önyargı oluşmasının da temellerini atmıştır (Canatan, 2008c: 111).

Yaşlı nüfusun arttığı ve artmaya devam etme eğiliminde olduğu göz önüne alındığında, sağlık ve bakım harcamalarının artacağı, emeklilik sistemlerinin ekonomiyi zorlayacağı birçok ekonomist tarafından öngörülmektedir. Fakat yaşlıların sadece tüketen bir grup olduğu düşüncesi doğru mudur? Günümüzde yaşlılar kendileri gibi yaşlanan eşlerinin bakımını üstlenerek devleti bu masraftan kurtarmakta, torunlarını büyüterek kızlarının ve gelinlerinin iş hayatına katılmalarını sağlamakta, çocuklarına mülkiyet edinmede ekonomik yardımda bulunmakta, çocuklarının zor zamanlarında onlara destek olmaktadırlar (Giddens, 2008: 235-236). Bu açıdan bakıldığında yaşlıların gençlere yük olan bağımlı nüfus değil onların yüklerini hafifleten ve ekonomiye katkıda bulunmalarına destek olan bir grup olduğu savunulabilir.

Giddens'a göre yaşlı kişiler maddi açıdan dezavantajlı olmaya eğilimlidirler.

Bunun sebebi, herkesin emeklilik sisteminden yararlanabilir olmayışı, emekli olsa bile aldığı maaşın çalışırken aldığı maaşla orantılı oluşu yani geçmişteki meslekler arası eşitsizliğin devam edişidir. Artık çalışma hayatından çekilmiş bireylerin ruhsal durumları içinde bulundukları maddi olanakları yorumlama şekillerinden etkilenir. Kişi diğer emeklilerin gelirleri ya da hayat standartlarıyla kendisi arasında kıyaslama yapabileceği gibi, geçmişindeki hayatı ile bugününü de kıyaslayabilir. Yaptığı yorumlar sonucunda kişinin duygu durumu etkilenir (Giddens, 2008: 228-229). Yine sosyoekonomik durum sosyal temas ve katılımı etkileyebilmekte, bu durumda kişinin yaşam kalitesini önemli ölçüde şekillendirebilmektedir.