• Sonuç bulunamadı

Ekonomik performansı, GSMH’deki yıllık artışla ölçülür (Alternatif bir ölçüsü GSYİH). Karşılaştırılabilir olması için GSMH genelde sadece bir para birimi cinsinden olmaktadır, genellikle dolar cinsinden olmaktadır. Dünya Bankası, ülkeler arasında serveti karşılaştırmak için kişi başına düşen GSMH'yi kişi başına düşen

24

gayri safi milli gelirle (GNI) değiştirir. Dünya Bankası hala birçok öne çıkan ekonomik göstergede GSYİH kullanır (World Bank, 2001 a). Bununla birlikte, gösterge yalnızca maddi zenginlik temeline dayanan refah ve kalkınmanın bir ölçütüdür. Daha iyi sağlık hizmeti, eğitim ve yoksul halk için daha fazla barınma gibi refahta iyileştirmeler yapılmamıştır. 1950'ler ve 1960'ların deneyimi, GSMH büyümesinin mutlaka halk için daha yüksek bir yaşam standardıyla sonuçlanmayacağını göstermiştir. Kalkınmanın, bu dar hedefine ulaşmak için ülkeler enerjilerini, mili gelirlerin hızlı bir şekilde büyümesi için yoğunlaştırmıştır. Gelir artışını en üst düzeye çıkarmak için, çevresel hususlar bir kenarda bırakmış; Yaşam standardı önemsenmemiş. Sınıflar, bölgeler ve cinsiyetler arasındaki büyük eşitsizlikler göz ardı edilmiş. Daha fazla azami büyümeyi elde etmek için yoksulluk görmezden gelinmiştir” (Basu, 2000: 61). Dolayısıyla gelişmekte olan ülkelerindeki çoğu akademisyenler ve politika belirleyiciler gelir büyümesinin sadece kalkınmanın bir boyutu olduğunun; kalkınmanın yeni bir ekonomik görünüm kazandığının farkına varmışlardır.

1.4.2. Yaşam Kalitesi

1970’lerde, yoksulluk içinde yaşayan milyonlarca insanın yaşadığı endişe kalkınma ekonomistlerinin ilgilerini gelirlerinden daha çok insanların hayatlarına dönüştürdü. Birçok gelişmekte olan ülke, kişi başına düşen gelirde yüksek büyüme oranlarına sahip olmuş, ancak nüfusun büyük bir kısmının yaşam koşullarında çok az değişiklik olmuştur. Kişi başına düşen gelirin arttığını ancak yoksulluğun, eşitsizliğin ve işsizliğin daha da arttığını belirten kalkınma hedefi olup olmadığını sorgulayan Seers (1969), kalkınma hedeflerinin belirlenmesinde ihtiyaç duyulan değişimi işaret etti. Kalkınmamın hedefi ekonomik büyüme ile sınırlı kalmayıp, yoksulluğun, eşitsizliğin ve işsizliğin azaltılmasına konsantre olmuştur (Seers, 1979: 9). 1990'lı yıllarda iktisatçılar, insanlar gelişmekte olan ülkelerden olup olmadığını belirleyen yaşam kalitesi olduğunu giderek daha fazla fark etti. Gelişmekte olan ülkelerden gelenlerin günlük yaşamlarında meydana gelen hastalıklar, kötü beslenme ve ölüm, kalkınma hedeflerinin görünümünü dramatik olarak değiştirdi. Gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanların günlük yaşamlarında meydana gelen hastalıklar, yetersiz beslenme ve ölümler, kalkınma hedeflerinin bakış açısını önemli ölçüde

25

değiştirmiştir. Daha sonra, dünya çapında birçok araştırmacı, Stiglitz (1998) gibi gelişmekte olan ülkelerdeki hükümetlerin belirlediği kalkınma hedeflerini gelir dağılımı, çevre, sağlık ve eğitim alanındaki gelişmeler de dahil olmak üzere daha geniş hedeflere kaydırmaya (değiştirmek) katkıda bulunmuştur. Kalkınma hedefleri daha geniş bir perspektif geliştirmek gerekmektedir ve bu nedenle, Dünya Bankası’nın Kalkınma Raporu’nda (1991) “yaşam kalitesini iyileştirmek” olarak belirti. Özellikle, dünyanın fakir ülkelerinde, daha iyi bir yaşam kalitesi genellikle daha yüksek gelirler gerektirmektedir, ancak daha fazlasını içerir. Kendileri daha iyi eğitim, daha yüksek sağlık ve beslenme standartları, daha az yoksulluk, daha temiz bir çevre, daha fazla fırsat eşitliği, daha fazla bireysel özgürlük ve daha zengin bir kültürel yaşam gibi amaçları kapsamaktadır.” Sen'in (1985, 1992, 1999) çalışmaları belki de en geniş perspektif kalkınma hedeflerini ortaya çıkardı. Sen'e göre (1985), kalkınmanın nihai hedefi insan yeteneklerini geliştirmektir. Daha yüksek gelir gereklidir, ancak yaşam kalitesi açısından yeterli değildir. Yaklaşımına göre, ekonomik kalkınma hedefleri, büyümenin teşvik edilmesinden refahı teşvik etmeye doğru değişmektedir. Kalkınma hedeflerinin tanımındaki bu değişiklikler, yaşam kalitesini yansıtacak alternatif birleşik endeksler oluşturma ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu endeksler, sadece para göstergelerini değil, aynı zamanda elde edilen gelişme düzeyini yansıtacak parasal olmayan göstergeleri de dikkate almalıdır. Hayat standardı ve yaşam kalitesini ölçen göstergeleri oluşturma girişimleri olmuştur ve bu göstergeler sağlık, eğitim, çevre ve maddi refah gibi niceliksel ve niteliksel yönlere odaklamaktadır (Berenger ve Verdier-Chouchane 2007: 1259). Sen’in (1985) yaklaşımını kullanarak, İnsani Gelişme Endeksi (İGE), 1990 yılından beri Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından, yaşam beklentisi, eğitim ve gelirin toplam ölçüsünü sağlama girişimi olarak yayınlanmıştır (Elkan, 1995).

1.4.3. Sürdürülebilir Kalkınma

Zamanla akademisyenler ve toplumlar, insan davranışlarının çevreye olan etkilerini farkına varmaktalar. Hızlı ekonomik büyüme elde etme yolunda, dünyadaki ülkeler doğal kaynak rezervlerini endişe verici oranlarda kullanmaktalar. Her ne kadar geleneksel iktisatçılar doğal çevreyi ekonomik analizlerine dahil etseler de çevrecilik sadece 1960'lı yıllarda uluslararası düzeyde dikkat çekmiştir (Pearce ve

26

Turner, 1990: 24). Kalkınma ve çevre arasındaki ilişki, sürdürülebilir kalkınma kavramını doğurmuştur. Sürdürülebilir kalkınmanın ana fikri, küresel ekosistemler ve insanlığın çevreyi ihmal ederek tehdit edilebilir. Çevresel iktisatçılar, çevresel varlıkların uzun vadeli ihmalinin ekonomik büyümenin dayanıklılığını tehlikeye atacağından endişe duymaktadır (Thampapillai, 2002). Sürdürülebilir kalkınma bu nedenle “zaman içinde doğal kaynakların hizmetlerini ve kalitesini koruyarak ekonomik kalkınmanın net faydalarını en üst düzeye çıkarmayı içerir” (Pearce ve Turner, 1990: 24). Bu husus ekonomik büyüme hedefleri ile çevresel hususlar arasında bir denge sağlanması noktasındadır. Daha geniş bir anlamda, sürdürülebilir kalkınma, resmi olarak Çevre ve Kalkınma Dünya Komisyonu olan Brundtland Komisyonu tarafından “gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneğinden ödün vermeden mevcut ihtiyaçları karşılayan ilerleme” olarak tanımlanmaktadır (World Commission on Environment and Development, 1987). Her ne kadar bu standart tanım “sürdürülebilir kalkınma” kavramını standartlaştırsa da uygulamada belirsizlik yaratmıştır (Payne ve Raiborn 2001: 157). Tanımlamadaki tartışmaların çoğu “ne yapılmalı” ve “ne geliştirilmelidir” sorusunu yanıtlamayı amaçlamaktadır (Kates vd., 2008: 367). Günümüzde sürdürülebilir kalkınma, ekonomik refah, sosyal eşitlik ve çevre koruma dahil olmak üzere yaşam kalitesini kapsamlı bir şekilde geliştirmeyi amaçlamaktadır. Ekonomik, sosyal, çevresel ve kültürel yönler, nesiller arası iyiliği arttırmak için uyumlu bir şekilde bütünleştirilmelidir (World Bank, 2002 a).

1.4.4. Binyıl Kalkınma Hedefleri

2000 yılı Eylül ayında Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler tarafından sekiz Binyıl Kalkınma Hedefi (MDGs) kabul edilmiştir. Binyıl Kalkınma Hedefleri, yoksulluk ve açlık, kapsamlı ilk okul eğitim, cinsiyet eşitliği, çocuk sağlığı, anne sağlığı, HIV/AIDS, çevresel sürdürülebilirlik ve küresel ortaklık gibi gelişmekte olan ülkelerdeki en acil sorunları ele almak üzere geliştirilmiştir. Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler, 2015 yılına kadar yoksulluğa son verme ve diğer kalkınma hedeflerine ulaşma konusunda kendilerini taahhüt etmişlerdir. Daha sonra bu hedeflerin nicel hedefleri, geçmiş uluslararası kalkınma başarıları oranlarına göre tahsis edilmiştir (UN, 2011). Bununla birlikte, Binyıl Kalkınma Hedefleri, yoksulların yasal ve insan

27

haklarının iyileştirilmesi, küresel ısınmanın yavaşlatılması ve özel sektörün katkılarından yararlanma gibi, diğer kalkınma hedeflerini içermedikleri için eleştirildi. Eleştirmenler ayrıca, MDG hedeflerinin yeterince iddialı olmadığını ve öncelik verilmediğini ileri sürdüler (Todaro ve Smith, 2009: 120). En son 2012 raporu, Sahra-altı Afrika'dakiler de dahil olmak üzere ülkeler tarafından dikkate değer bir gelişme gösterdi. İnceleme, Binyıl Kalkınma Hedefleri ‘nin hala erişilebilir olduğunu ileri sürmüştür. Binyıl Kalkınma Hedeflerine ulaşmak için ulusal hükümetler, uluslararası toplum, sivil toplum ve özel sektörden artan desteklerin gerekli olduğu düşünülmektedir (UN, 2012).

1.5. AZGELİŞMİŞLİK VE AZGELİŞMİŞ ÜLKELERİN