• Sonuç bulunamadı

Kent ve Suç: Suç Ekolojisi

2.3. Suçluluğu Göç ve Kentleşme Bağlamında İzah Eden Kuramsal Yaklaşımlar

2.3.2. Kent ve Suç: Suç Ekolojisi

Chicago Okulu’nun suçu fizik ve sosyal çevreyi oluşturan faktörlerin bir sonucu olarak ele alan yaklaşımı ile bütün dikkatler, Rodney Stark’ın ifadesiyle, “belli özellikteki insanlar” perspektifinden “belli özellikteki yerler” perspektifine kaymıştır (Dolu, 2012: 210). Toplumdaki rekabet ve ihtilaf fikri üzerine temellendirilen bu yaklaşıma göre, piyasanın ekonomik baskısı altındaki insanlar çalışmak, faaliyette bulunmak ve eğlenmek için kentin farklı bölgelerinde iskana zorlanırlar. Böylece kent, yaşama yeri için yapılan bir mücadeleye sahne olur ve sosyal problemler bu mücadelede kaybetmiş olanların çoğunlukta olduğu yerlerde yoğunlaşır (Wilson’dan aktaran Korkmaz, 1988: 136).

İnsanların ve kurumların bir sosyal çevre içindeki dağılışlarının davranışlar üzerindeki etkilerini inceleyen ve suçu bu etkilere bağlayan görüş tarzına “Ekolojik Okul” demekteyiz (Yıldırım, 2004: 114). Bu yaklaşıma göre, tabiatta canlıların birbiriyle çatışması veya uyum içinde yaşaması gibi, insanlar da kentte tabiat kurallarına benzer kurallar içinde yaşamaktadır. Tabiatta görülen istila, rekabet, birbiri ardına gelme, yoğunlaşma, merkezileşme, ayrılma, yerine geçme vb. eylemler kentsel mekanda insanlar tarafından tekrar edilmektedir (Karasu, 2008: 259). İnsanların kentsel alanda dağılımı hakimiyet ilişkilerinin bir sonucudur. Tıpkı tabiatta olduğu gibi, belli bir tür veya türler diğerlerine üstün gelmektedir. Bir bitki topluluğunda hakimiyet, farklı türlerin ışık için yapmış oldukları mücadelenin neticesiyken, kentte hakimiyetin simgesi üst gelir grupların elindeki kent merkezidir (Yörükan, 2006: 79). Ekolojik görüş; yoksulluk, göç, rekabet, işsizlik gibi sosyal sebeplerle insanların belirli bölgelerde dağılışı ile suç arasındaki ilişkileri araştırmaktadır. Harita metotlarını uygulayarak suçluluğun coğrafi dağılışını saptamayı ve bu dağılışın sonuçlarını göz önüne alarak suçu, yoğunlaştığı bölgelerin özellikleriyle birlikte değerlendirip izah etmeyi amaçlayan kriminolojik etütlere ise “suç ekolojisi” adı verilmektedir (Yıldırım, 2004: 114).

Ekolojik yaklaşım, Ernest W. Burgess’in “Çemberler Teorisi”nden yoğun bir şekilde etkilenmiştir. Burgess, suçun toplumsal kökenlerinin izahına temel teşkil etmek üzere bir kent modeli ortaya koymuştur. Kentlerin hacimsel genişlemeye koşut biçimde sosyal olarak da geliştiğini savunan Burgess, kentsel alanların ortak

merkezli dairesel bölgeler dizisi şeklinde genişleyerek büyüdüğünü belirtmiştir. Burgess, beş farklı bölgenin altını çizmiş ve insanların bu bölgeler arasındaki mekansal dağılımının rekabete dayalı bir süreçle belirlendiğini öne sürmüştür. Modele göre ticari kuruluşlar, ulaşım ve taşıma imkanlarına yakın, en içteki merkezi iş bölgelerinde yerleşmişlerdir. Pahalı yerleşme alanları ise, kent merkezindeki koşuşturmadan, fabrikaların yol açtığı çevre kirliliğinden ve yoksul yerleşmelerden uzak en dış bölgelerde bulunmaktadırlar. Ancak çalışmanın özel odağında “geçiş bölgeleri” yer almaktadır (Burke, 2002: 103).

Geçiş bölgeleri, genellikle eskimiş fabrikaların gölgesinde kurulmuş olan berbat durumdaki kiralık mülkleri kapsamaktadır. Yaşamak için en az arzu edilen yerler olan bu bölgeler, başka bir yere yerleşemeyecek kadar yoksul olan ve dalgalar halinde kente göç eden insanların ilgi odağı olmuştur (Burke, 2002: 103). Başka bir deyişle, konut kiralarının düşük olması nedeniyle göçmenler, yoksullar ve suçlular bu bölgelerde toplanmıştır (Gölbaşı, 2008: 77). Fiziki bozulma, gerileme, sosyal çözülme durumunda olan işte bu bölgeler, sefaletin, sağlıksız meskenlerin, dağılan ailelerin ve suçluluğun yoğunlaştığı yerlerdir. Merkezdeki iş yerleri bölgesinden hemen sonra gelen ve ikinci bölge olarak nitelenen bu geçiş bölgeleri, sürekli bir göç akınına, fiziki hareketliliğe, toplumsal değişmeye, sosyal yapının dağılması ve çözülmesine maruz kalmaktadır. Suçluluk bölgeleri olarak vasıflandırılan bu yerlerde, sosyal ve fiziki hareketliliğin yüksek olması nedeniyle halk, toplumsal dayanışma, birlikte yaşama organizasyonu ve kamuoyu bakımından zaruri olan kültürel geleneklere ve kurumlara sahip değildir. Geçiş bölgelerinde yaşayanlar ihtilaf halinde bulunan davranış standartlarıyla karşı karşıya kalmaktadırlar. Sabit değerlerin yokluğu veya ihtilaf halinde bulunan değerlerin çokluğu karşısında bireyler yasaya ve toplumun hakim değerlerine ilgisizdirler. Dolayısıyla buralarda sosyal kontrolü sağlayan faktörlerin yokluğu söz konusudur (Korkmaz, 1988: 137- 138).

Burgess’in yoğunlaşma bölgeleri modelinin Anadolu kentleri için de geçerli olabileceğini düşünen Korkmaz (1991: 76-77), Malatya’yı üç bölgeye ayırarak bu bölgelerde ikamet eden nüfus miktarını, özelliklerini ve suçluluk oranlarını incelemiştir. Buna göre birinci bölge, ticaret, siyaset ve sosyal hayatın yoğunlaştığı iş

merkezidir. Bu bölgeyi çevreleyen ikinci bölge ise, orta ve üst tabakanın yerleştiği, sosyal yaşantının hareketli olduğu mesken alanlarını ihtiva eder. Üçüncü bölgeyi, imar izni olmayan, devamlı göç alan yeni yerleşim alanlarının oluşturduğu gecekondu bölgesi oluşturmaktadır. Korkmaz, yaptığı çalışmada üçüncü bölgede yaşayan insanların daha çok suç işlediğini tespit etmiştir. Ona göre üçüncü bölge, hızlı göç ve değişmenin sebebiyet verdiği, sosyal kontrol değerlerinin göçen nüfusun heterojenliği dolayısıyla yerli yerine oturmamasından kaynaklanan kentle bütünleşememiş bölge özelliği arz etmektedir.

Burgess’e göre kent hayatının suçluluk doğurucu özellikleri, birbiriyle çelişen değer ve normların yaratmış olduğu uyum sorunları ve kent yaşamının hareketliliğidir. Hareketlilik; değişimi, yeni tecrübeleri ve bireylerin çevrelerindeki arzu yaratan nesnelere verdikleri tepkilerdeki artışı içerir. Bu tepkilerin yoğunluğundaki artış, bireylerde bir karmaşaya ve dejenerasyona yol açar. Yapılan araştırmaların, suçluluğun en yoğun olduğu bölgelerin, hareketliliğin de en fazla olduğu bölgeler (geçiş bölgeleri) olduğunu göstermesinin nedeni budur (Gölbaşı, 2008: 77). Bu yapı içinde, insanlar ekonomik durumları iyileştikçe daha dıştaki bölgelere taşınmakta ve bu süreç kente yeni göç edenlerin eskilerin yerini almasıyla belli bir süreklilik arz etmektedir. Sonuç olarak kentin merkezinden dışa doğru gözlemlenen hareketlilik, kent merkezinde ve geçiş bölgelerinde yerleşik bir kültürün ortaya çıkmasını, insanlar arasında sağlıklı ilişkilerin ve sosyal bağların oluşmasını engellemekte, ailevi bağları zayıflatmaktadır (Dolu, 2012: 213).

Clifford R. Shaw “Delinquency Areas” (Suçluluk Bölgeleri) isimli kitabında çocuk ve yetişkin suçluluğunun, Chicago kentinin her yanına eşit bir biçimde dağılmadığını, belirli bölgelerde yoğunlaştığını belirtmiştir. Shaw, kent merkezine uzak yerleşim alanlarının düşük suç oranlarına sahip olduğunu, buna karşılık merkezi iş bölgelerine ve büyük endüstriyel merkezlere komşu alanlarda suçun yoğunlaştığını tespit etmiştir. Ona göre, suçluluk geçiş bölgelerinde ve fiziksel bozulma, nüfus değişimi, kültürel ve örgütsel parçalanma ile karakterize edilen alanlarda daha yaygındır. Sanayileşme ve ticaretin girdiği bölgelerde cemiyetteki sosyal kontrol işlevini yitirmektedir. Geçiş bölgelerine sırayla giren çeşitli kültürel ve etnik gruplar değer çatışmaları yaratmakta ve sosyal kontrolde azalmaya yol açmaktadırlar. Ticaret

ve sanayinin yığılmasına ek olarak yeni kültürel ve ırksal grupların da kentlere akın etmesi buralarda düzensizliğe sebep olmaktadır. Bazı toplum üyeleri kent ortamındaki bu düzensizlik sürecine karşı koymakta ve kabul edilemez davranış kalıplarına karşı son derece duyarlı hale gelmektedirler. Düşük toplumsal direnç ise suçlu davranış kalıplarının diğer kültürel ve sosyal normlara aktarılmasına izin vermektedir. Sonuç olarak, suçlu davranış kalıpları kentsel alana hükmettiği takdirde, toplum üyelerinin tutum ve davranışlarının baskın suçlu davranışlarca biçimlendirilmesi muhtemeldir (Knudten, 1970: 249-250).

Ekolojik Kurama göre, üst sınıfların oturduğu bölgelerde var olan benzer davranış standartları ve geleneksel değerlere uyum, buralarda suçluluk oranlarını düşürmektedir. Bu bölgelerdeki suçluluk oranının düşük olması, çocukluk döneminden itibaren fırsat ve olanakların yeterliliği ile yakından ilgilidir. Yüksek ve orta statülü bölgelerde, sosyal kontrol vasıtaları olarak tutum ve değerlerin benzerliği, bu değerleri korumak ve devam ettirmek için tasarlanmış kurumlarda ve gönüllü birliklerde dışa vurulmaktadır. Toplum üyelerinin bu tip kurum ve birliklere katılımı, müştereklerin artmasına ve davranış standartlarının belirginleşmesine hizmet etmektedir. Bu durum, orta ve yüksek statülü bireylerin yaşadığı bölgelerde suç ve sapmanın düşük olmasına zemin hazırlamaktadır. Buna mukabil düşük ekonomik statülü insanların ikamet ettiği bölgelerde, suç ve sapma oranı yüksektir. Davranış standartlarındaki ve normlardaki büyük farklılıklarla tanımlanan bu bölgeler, fırsat ve olanakların yetersizliğinin yanı sıra toplumda ortak anlayışların oluşturulması ve geliştirilmesine zemin hazırlayacak birim ve kurumlardan da yoksundur. Yüksek ekonomik statülü insanların oturduğu bölgelerde birlik ve kurumlar tarafından yerine getirilen fonksiyonlar, bu bölgelerde aileler tarafından gerçekleştirilmektedir (Korkmaz ve Kocadaş, 2006: 238-239).

Clifford R. Shaw ve Henry D. McKay (1971: 87-99), “Juvenile Delinquency and Urban Areas” (Çocuk Suçluluğu ve Kent Bölgeleri) başlıklı makalelerinde, Burgess’in modelini kullanarak Chicago’nun farklı bölgelerindeki suç olgusunu ele almışlardır. Kentin nüfus yapısını ve değişmelerini, yerleşim şekillerini, ekonomik özelliklerini, göçmenlerin iktisadi yapı içindeki durumlarını inceleyerek şu sonuçlara varmışlardır:

1. Suç oranları kentte farklı olarak dağılmıştır. Suç oranlarının yüksek olduğu bölgelerde zihinsel bozukluk ve çocuk ölümü gibi diğer toplumsal sorunların oranı da yüksektir.

2. Suç oranlarında merkeze yaklaştıkça artma, merkezden uzaklaştıkça azalma görülmektedir.

3. Bazı bölgelerde, etnik nüfus yapısı ne olursa olsun suçluluk oranı yüksektir. Bu bölgelerde etnik kompozisyon değişse bile suç oranlarında değişme olmamaktadır. Bu bulgulara göre yüksek suç oranlarında temel faktör etnik değil, grubun ekonomik statü ve kültürel değerler içindeki pozisyonudur. 4. Genç suçlu oranlarının yüksek olduğu bölgelerde, göçmen oranı yüksek, gelir

düzeyi ve ev sahipliği oranı düşüktür.

5. Suç oranlarının yüksek olduğu bölgelerde, geleneksel olmayan normlar genelde kabul edilmektedir. Bu normlar bölge sakinlerinin çoğu tarafından geleneksel normlarla tamamlanmaktadır.

Burgess, tıpkı Shaw ve McKay gibi, suçun yoğunlaştığı belirli bölgelerde yaşayan etnik grupların oranı göçler nedeniyle sürekli değişse de, suç oranının bu durumdan pek etkilenmediğini düşünmektedir. Bu da suç oranı ile etnik kimlik arasında değil, ikamet edilen bölgenin geleneksel olarak yüksek suç oranlarıyla karakterize edilmesiyle bir korelasyon bulunduğunu göstermektedir. Ayrıca ona göre, kentsel çevre yeni bir insan türü yaratmıştır. Bu yeni bir biyolojik tür değildir; ailenin, oyun grubunun ve mahallenin dışında kentsel yaşam tarzının ürünü olan yeni bir kişilik türüdür. Kentleşme süreci kutsal bir toplumdan seküler bir topluma dönüşümü ifade etmektedir. Modern kent yaşamının sekülerleşmesi yeni bir kişilik türünün oluşumu açısından önemli olan dört temel form içerisinde gerçekleşmektedir. Bunlar kentsel çevrenin i) mekanikliği, ii) rasyonelliği, iii) gayrişahsiliği ve iv) ticarileşmiş olmasıdır. Kırsal bölgelerin samimi ve kişisel ilişkilerinin aksine, kentte yüzeysel ve maddi çıkara dayalı ilişkiler egemendir. Toplum artık bir arkadaşlar ve komşular birliği olarak değil, içerisinde kişinin kendisini bir makinedeki dişli gibi hissettiği büyük bir mekanik, rasyonel ve şahsi olmayan düzenlemeler sistemi olarak algılanmaktadır. Buna ilaveten, kentte kültürel ve tinsel olanlar da dahil olmak üzere neredeyse bütün arzu nesnelerinin bir bedeli

vardır. Bu seküler kentsel çevrenin yarattığı ve yukarıda bahsi geçen kişilik yapısı ise naif olmaktan çok sofistikedir (Gölbaşı, 2008: 77-78).