• Sonuç bulunamadı

Edebiyat ve eğitim, insanla ve insan topluluklarıyla ilgilenip uğraĢma bakımından birbirini tamamlayan, birbiriyle yakından iliĢkili olan iki alandır. Her ikisinin konusu da insandır. Ġnsanoğlunun dünyadaki serüveni, doğal ve toplumsal çevresiyle iliĢkileri vs. bu iki alanın ortak konusunu oluĢturur. Birbirinden habersiz ve kendi dünyalarında yaĢayan insanları ruh ve zevkçe birleĢtiren köprüyü edebiyat kurar (Kavcar, 1982, s. 2).

Edebiyatın toplum hayatında bir sorumluluğunun olup olmadığı Batı‟da ve bizde hep tartıĢılagelmiĢtir. Onun ahlâkla ilgisizliğini ileri sürerek güzel sanatlar içine alanlar (Bilgegil,1997, s. 269) olduğu gibi edebiyatın ahlâkî bir sorumluluğunu savununlar da olmuĢtur. Tevfik Fikret, Servet-i Fünûn Dergisi‟nde 19 Eylül 1312‟de “Muhasebe-i Edebiye” baĢlığıyla çıkan yazısında edebiyatın bu sorumluluğu hakkında Ģu düĢünceleri dile getirmektedir:

Ben edebiyâta bir san‟at-ı nefîsedir diyebilirim ve ona dair olan mütâlâtımı hep o noktadan idâre etmek isterim. Birçokları derler ki edebiyât tasfiye-i ahlâka, tenvîr-i vicdâna hizmet eder. Edebiyâtın en büyük hizmeti iĢte budur. Acabâ edebiyât o büyük, o mukaddes hizmeti okumağa, okuya okuya lezzet almağa alıĢtırıyor. Zihin o sâyede tatlı tatlı çalıĢıyor; çalıĢtıkça bir keyif, bir huzûr, bir teceddüd hissediyor. Gitgide fikir daha ziyâde rikkat buluyor; nihâyet en ince mülâhazât, en dakîk hissiyât kolayca kabûl ve telakkî edilmeye baĢlanıyor. Felsefenin, ulûm-ı ictimâiyyenin derin, haĢin bir takım ahkâm ve gavâmızı, Ģiirler, hikâyeler, tiyatrolar ...

22

hâsılı âsâr-ı edebiye ve edebiyât sâyesinde zihinlere giriyor. Birçok fezâil-i ahlâkiye bu sûretle intiĢâr ve tekarrür ediyor. Birçok beyinlere yorgunluklarını o âsârın mütaâlâsıyla alıyor. Birçoğu aradığını onlarda buluyor. (Bilgegil, 1997, s. 269-270).

Edebiyat tarihimizde edebe, daha doğrusu edebiyata ayrı bir önem veren ve onu sıkça gündeme getiren sanatçılarımızdan birisi de Namık Kemal‟dir. Ona göre edebiyatsız millet, dilsiz bir insana benzer. Milleti oluĢturan fertlerin kenetlenmesinde edebiyat önemli bir rol oynar. Milletin güzel terbiyesi hususunda da büyük tesiri vardır. Yüzyıllar boyunca fikirlerin terbiyesine hizmet etmiĢ olan edebiyat, okuyanı da “ıslah” eden faydalı bir eğlencedir. Namık Kemal, en iyi terbiyenin edebiyat sayesinde kazanılacağı görüĢündedir (KarataĢ, 2011).

Ataç, edebiyatla beslenmeyen çocuk ve gençlerimizin ahlak eğitimi bakımından da eksik kalacaklarını vurgulamaktadır. Ona göre, baĢkalarının sıkıntılarını kendimizinmiĢ gibi sahiplenmemizi, o sıkıntıya ortak olmamızı sağlayan edebiyattır:

Bencildir insanoğlu, bencil olduğu için yalnız kendi dertlerini düĢünür, yalnız onlara inanır, baĢkalarında gördüğü dertleri kendisininkiler gibi kavrayamaz.(...) Bizi bencillikten edebiyat kurtarır, Ģiirler, hikâyeler, romanlar, tiyatro eserleri, denemeler kurtarır. Öteki insanların içlerini bize onlar açıverir, bize baĢkalarını onlar duyurur.

Bir toplumda ahlakın irdelenmesini, düzelmesini istiyor musunuz? O toplumda edebiyat, sanat merakı uyandırmağa, geliĢtirmeğe çalıĢın. Çocuklara, gençlere Ģiirler, hikâyeler, romanlar okutturun, onları tiyatrolara, sinemalara gönderin. O hikâyelerin, romanların, oyunların insanlarıyla tanıĢsınlar, onların hayatlarını hayallerinde yaĢasınlar, öğrensinler onların içlerini, böylece gerçekteki insanları da daha iyi anlarlar. Çocuğunuz büyüyünce ne olacaksa olsun, küçükken siz ona edebiyatı sevdirmeye bakın; ilim, bilgi sonradan gelecektir; önce insanlığını kurmak, hayalini iĢletmek gerekir (Ataç, 1991: 187- 188).

Edebî eserler insanı ve çevresini tanıtır. Bu sayede önceki asırlarda yaĢamıĢ insanlara karĢı bir sevgi duyabileceğimiz gibi, bizden çok uzaklarda yaĢayan insanlarla da bir yakınlık kurabiliriz. Çünkü edebî eser zaman ve uzaklık engellerini aĢarak ruhlar arasında bir yakınlık ve birlik kurar. Bu yolla yaĢantımızı zenginleĢtirir, güzelin farkına varma gücünü geliĢtirir (Kavcar, 1982, s. 5-6).

Edebiyat, aynı zamanda Batı‟da Conscience Linguistique denilen “dil duygusu”nun kazanılmasında da etkin bir vasıtadır. Dil duygusu, ferdin ana diline uygun olanla olmayanı seçme duygusudur. Ana dili, fertte çocukluktan baĢlayarak bir dil duygusu meydana getirir. ġuur altında bulunan bu duygu ve çok küçük yaĢlardan itibaren karĢılaĢtığı irili ufaklı edebî metinler sayesinde kiĢi, dili bakımından doğruyu ve güzeli, çeĢitli yönlerden ana

23

diline uygun olanla olmayanı, hiçbir gramer veya mantık çözümlemesine baĢvurmadan ayırt edebilir (Ertem, 1977).

Edebiyat, toplumu ve onu oluĢturan ferdi konu alan bir kurumdur. Bundan dolayı toplumun yapısındaki değiĢime bağlı olarak o da değiĢir. Bir taraftan toplumdan ve toplum düzeninden etkilenen edebiyat diğer taraftan toplumu da etkiler. Çünkü edebiyat ürünleri sadece hayatı yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda hayatı biçimlendirir (Kavcar, 1982, s. 4).

Varlığının biricik değil ama birinci amacı “güzellik” olan edebiyat eserinden, elbette estetik haz vermesinin dıĢında pek çok “fayda” da temin edilebilir. Onun insan eğitiminin vazgeçilemez objelerinden biri olmasında, edebiyat eğitimcisinin geniĢ ölçüde faydalandığı ve faydalanması gerektiği bu tür iĢlevlerinin önemli bir rolü vardır(ÇetiĢli, 2006).

Bubağlamdaedebî eserler tarih, psikoloji, sosyoloji, filoloji, ilâhiyât ve mitoloji gibi baĢka araĢtırma alanlarıyla da sıkı bir iliĢki içerisindedir. Edebiyat araĢtırmacısı, eserin yazıldığı dönemin tarihî, sosyal ve siyasî Ģartlarını, kültürel değiĢimlerini, bu bilim dallarının araĢtırma metotlarıyla tespit imkânı bulurken, elde edilen sonuçlarla da bu alanlarda çalıĢma yapan araĢtırmacılara malzeme sunmaktadır. Bu yönüyle edebî eser, toplumu eğitip ona estetik bir haz vermekle kalmaz, geçmiĢle ilgili belgeler de sunar. Çünkü “herhangi bir edebiyatın -ne kadar mücerret olursa olsun- bulunduğu devrin hayatının aksettirmemesi kâbil değildir. ġairler ve sanatkârlar, hatta farkında olmayarak, içinde yaĢadıkları devrin ve muhitin tesirlerinden mülhem olurlar.” (Levend, 1984, s. 259). “Edebî metin, geçmiĢ dönemlerin olduğu kadar, bu günün sosyal hayatına ve bu sosyal hayat içinde yaĢayan insanların zihniyetine tutulan bir aynadır.” (Önal, 2010, s. 17).