• Sonuç bulunamadı

Mustafa Kutlu, edebiyata dair görüĢlerini pek çok yazısında dile getirir. Bu yazılarından biri de Edebiyatın Akıbeti (Yġ, 04.02.1997) baĢlıklı yazısıdır. Bu yazısında Kutlu, yaklaĢık otuz yıldır edebiyat ağırlıklı yazdığını söyler. Edebiyat âleminde ilerlemenin, bir Ģeyler üretmenin zorluklarının farkında olan Kutlu, bu vadide “çabalar, tutkular ve umutlar” içinde ömrünün gelip geçtiğini ifade eder. Dergi çalıĢmaları açısından altmıĢlı yıllarla yazının yazıldığı günleri (yazı 1997 tarihlidir) karĢılaĢtıran Kutlu, altmıĢlı yıllarda teknolojinin yetersizliğinden, dem vurur. Oysaki günümüz dünyasında teknoloji geliĢmiĢ edebi çalıĢmalara birçok olanak sağlamıĢtır. Mustafa Kutlu, bu konudaki görüĢlerini Ģöyle ifade eder:

Bizim gençliğimizde (altmıĢlı yıllar) dergi çıkarmak güçtü. Hele taĢrada büsbütün imkânsız denecek gibiydi. ġimdilerde imkânlar geniĢledi;

elektronik dizgi, ofset baskı artık liselere kadar yaygınlaĢtı. Üniversiteleri bir yana bırakın, liselerin bile dergileri var. Peki geçen bu sürede edebiyata ne oldu?

Aynı yazıda edebiyatın yerini ve durumunu sorgulayan ve bu sorgulamadan edebiyatın yıldızının söndüğü kanaatine varan Kutlu, medyanın ve televizyon kültürünün edebiyatı nasıl etkilediğini ise Ģöyle ifade eder: “…geçen süre içinde edebiyatın yıldızı söndü, Türkiye (belki de bütün dünya) baĢka noktalara geldi, medyanın ıĢığı parladı. Televizyon hemen her Ģey demek oldu.”

Mustafa Kutlu, aynı yazıda Namık Kemal‟i, Mehmet Akif‟i, Yahya Kemal‟i Peyami Safa‟yı Yakup Kadri‟yi kısacası altmıĢlı yılların sonuna kadar gelen nesilleri düĢünür ve o dönemlerde “tirajın değil; fikir, eser ve mücadelenin önemli olduğu”nu söyler. ġairlerin o dönemlerde her mecliste saygı uyandırdığını da söyleyen Kutlu, üniversite yıllarında bir mecliste bir arkadaĢtan “Ģairdir” diye bahsedildiğinde baĢların ona döndüğünü ve o arkadaĢın bir sevgi ve saygı halesi içinde kaldığını da özellikle okuyucu ile paylaĢır.

Aynı yazıda Kutlu, edebiyatın o dönemlerde “sadece düĢünce taĢıyıcısı, irĢat vasıtası, mücadele silahı, estetik haz menbaı, kiĢilik belirteci, mevki ve mansıp aracı” olmadığını, “hayatın fokurdayan kazanında esaslı bir yer tuttuğu” nu da ifade eder. Kutlu‟ya göre edebiyat; tıpkı mektubun iĢlev ve itibar kaybettiği gibi “teknolojik yeniliklerin biçim verdiği yeni hayat tarzı içinde erimeye” baĢlamıĢ ve “edebiyat kendi varlık ve gücünü baĢka unsurların beslenip büyütülmesine vakfetmiĢ”tir. Mustafa Kutlu, netice olarak edebiyatın “reklam spotlarında, afiĢlerde, sesli ve görüntülü medyanın metin ihtiyacında kullanılmaya baĢlandığı”nı ve pek çok edebiyatçının reklamcı olduğunu veya çeĢitli televizyon ve radyolarda görev aldığını söyler.

Aynı yazıda Mustafa Kutlu, ülkemizde seksen sonrası kültür ve sanat faaliyetlerinin gerilediğini ise Ģöyle ifade eder:

Ülkemizin kendi Ģartları dâhilinde, bilhassa seksen sonrasında kültür ve sanat iyice gerilere çekildi. Üniversite sayısı, öğrenci sayısı, öğretim üyesi sayısı, dergi sayısı, gazete sayısı, yayınevi sayısı fazlalaĢtı ama gerçek okuyucu kalmadı, kitap baskı adetleri beĢ binden üç bine kadar düĢtü. Satan

edebiyat eserleri (mesela romanlar) medyatik ortamın oynadığı piyeste birer rol kaptılar, Ģapkadan tavĢan çıkarma moda oldu.

Söz konusu yazıda “Bunca yıl emek verdiğimiz meslek hakkında kötümser sözler ettiğimin farkındayım. Ne yazık ki gördüğüm gerçek bu” diyen Kutlu, bir Ģiir dergisinin dergiye Ģiir gönderenler kadar satmadığı için kapanmak zorunda kaldığını söyleyerek durumun vahametini ortaya koyar. Daha sonra Kutlu, bu durumun hep böyle gidip gitmeyeceğini “Bu durum ilanihaye böyle sürer gider mi dersiniz? Bilmiyorum. Peki hiçbir umut ıĢığı yok mu yani?” Ģeklinde sorgular. Bunca yıl emek verdiği meslek hakkında hep kötümser cümleler kurduğunu söyleyen Kutlu, bir umut ıĢığının olduğunu ise Ģöyle müjdeler:

Öncelikle kendi düĢünce ve inanç çevremizde, medeniyetimizin ruh verdiği ortamlarda Ģimdilik belki sadece kemiyet olarak yükseliĢin, ilginin uç verdiği müĢahede ediliyor. Bu geç kalan uyanıĢ, bu beklenmedik ilgi ileride kendi seçkinlerini çıkarabilir. Sistemin medyasına bambaĢka bir istikamet tayin edebilir, onunla bir hesaplaĢmaya girebilir. Bakarsınız bir Ģair çıkar, söylenmedik bir söz söyler.

Mustafa Kutlu, Bir Hikâye Yazarını Arıyor (Yġ, 13.05.1997) baĢlıklı yazısında da toplumun edebiyattan yavaĢ yavaĢ nasıl koptuğunu ve koparıldığını ele alır. Bu yazıda Türkiye‟nin ellili yıllara kadar esas itibari ile bir tarım ülkesi olduğunu daha sonra çarpık bir ĢehirleĢme ve sanayileĢmenin kurbanı olduğunu söyleyen Kutlu, edebiyatın toplumun sıkıntılarını dile getirmekten uzak kaldığını ise Ģöyle ifade eder:

Ülkemiz edebiyatında roman ve hikâyenin yüz yılı aĢan bir geçmiĢi olmasına rağmen, bu türlerde verilen eserler toplumu layıkı veçhi ile yansıtmaktan uzak kaldı. Sanatın „yansıtmak‟tan ibaret olmadığı biliniyor ama nihayet toplumun siyasi, iktisadi, dini, kültürel ve geleneksel unsurlarının sanat eserlerine zemin teĢkil ettiği de bir gerçek. Ellili yıllardan sonra bilhassa Köy Enstitüsü mezunu yazarlar tarafından sıkça iĢlenen „köy‟, Ģematik Kemalist veya Marksist yaklaĢımların neticesi olarak kof bir edebiyata kurban oldu. Daha sonra bu yazarların gözden düĢmesi ile büsbütün unutuldu.

Adı geçen yazıda tarım toplumunun temsilcisi olan köylerin “içine kapalı cemaat ruhunu barındıran yapısı da sayısız sanat eserini besleyecek bir zenginliği barındırdığı” görüĢünde olan Kutlu, “bu zenginliğin yitip giden nesiller ile nisyana gark edildiği”ni söyler. Bu birikimin belgelenip arĢivlere bile girememesinden yakınan Kutlu, konuyla ilgili olarak Ģu örneği paylaĢır. “Erzurumlu son halk hikâyecisi Behçet Mahir, bir tanesi bir Ramazan anlatılsa bitmeyecek olan kırk hikâye biliyordu. Bunlardan sadece (ve galiba) Köroğlu yayımlandı.”

Mustafa Kutlu, aynı yazıda ülkemizde yurt içine ve yurt dıĢına göçlerin baĢlamasıyla edebiyatın garip bir Ģekilde toplumdan koptuğunu ve toplumsal olana sırt çevrilip ferdi olanın öne geçtiğini ise Ģöyle dile getirir:

Göçün bir ucu Avrupa‟ya ulaĢtı. Ülke zelzeleye uğramıĢ gibi bir uçtan ötekine sallanmaya, yıkılmaya, yapılmaya, değiĢmeye durdu. Büyük çalkantı dönemi yaĢanıyordu. AltmıĢ-doksan arasında bu çalkantıların siyasi, iktisadi, kültürel boyutlarını yaĢadık, yaĢıyoruz. Durum böyle iken edebiyat garip bir biçimde toplumdan koptu. ġematik de olsa toplumsal-gerçekçi açıdan meselelere yaklaĢmak durumunda olan sosyalistler de (Dünyadaki değiĢime paralel) meydanı terk ettiler. Meydan medyanın illüzyonik hâkimiyetine girdi. Okur-yazarlar, sanatçılar BatılaĢmacı tutumlarını bir kez daha sergileyerek, Batı‟da revaç bulan, gündemde olan akımlara kapıldılar. Toplumsal olana sırt çevrildi, ferdi olan öne geçti. Oysa bizim “fert” meselemiz, hala Tanpınar‟ın düĢündüğü, yazdığı, tespit ettiği noktada duruyordu. Ve mutlaka Batılı fertten her manada ayrı bir hüviyet arz ediyordu.

Aynı yazıda Kutlu, köyden kente göçen insanların yaĢadıkları çalkantının, acıların, yokluk ve yıkıntının ıstırabını hâlâ cemaat ruh ve dayanıĢmasının dindirmeye çabaladığını ve bu çabanın sanatkâr ve kendi içimizden çıkacak yazarlarını beklediğini söyler.

Mustafa Kutlu, DiĢimizi Sıkıyoruz (Yġ, 04.07.2001) baĢlıklı yazısında yoklukla mücadele eden, kimsenin kimseye güvenmediği bir toplumda edebiyatın yerini Ģöyle sorgular:

Kimse kimseye güvenmiyor, inanmıyor. Oysa tutunacak bir dala ne kadar ihtiyacımız var. Niçin yoksulluktan bahsedince insanların yüzü buruĢuyor, niçin bazıları „edebiyat yapma‟ diyor. Edebiyatın kanı kurumuĢ zaten, kabuğuna çekilmiĢ inliyor. Ne yapsın fukara, gözü görünür bir yanı yok. Sahaya inse ne dediğine, kim olduğuna bakılacak. Bakılacak ki iyi resim veriyor mu; haber değeri var mı? ġu seyir toplumuna seyirlik bir Ģey sunabiliyor mu? Bütün bunlardan gına geldi. Zaten kimsenin takmadığı bir mesele. Piyasa için bir hiç.

Mustafa Kutlu‟nun edebiyatın bittiğine dair görüĢlerini paylaĢtığı yazılarından biri de Edebiyat Bitti mi? (Yġ, 15.01.2003) baĢlıklı yazısıdır. Kutlu, bu yazıda dünyaya görselliğin hâkim olduğunu dolayısıyla okumanın külfet olduğunu, kültürün “eğlence sanayiine eklemlenmiĢ bir unsur olduğu”nu ele alır. Teknolojinin ideolojiyi, ideolojinin de teknolojiyi beslediğini söyleyen Kutlu, bu bağlamda dünyanın bütün Ģehirlerini birbirine benzetir. Kutlu, bu teknolojik geliĢmelerin ve değiĢimlerin edebiyata etkilerini ise Ģöyle dile getirir: “Bu konforlu ortamda edebiyat fındık-fıstık yiyerek hoĢça vakit geçirmeye yarayan bir etkinliktir. Kitabın piyasa değeri taĢıması lazımdır. Gizemli, ĢaĢırtıcı, ilginç Ģeyler anlatmalıdır. Roman bu çerçevede bir „ruh soyunması‟ dahi olabilir.”

Kutlu, aynı yazıda dünyanın en önemli müzelerinden Ġtalya‟daki Uffizi ile Ġngiltere‟deki National Gallery‟nin kaynak yetersizliğinden kapanacak hale geldiğini söyler ve sözü bizim müzelerimize de getirerek acı gerçekleri okuyucu ile Ģöyle paylaĢır: “Bizim Arkeoloji Müzesi de kapalı. Eleman sıkıntısı varmıĢ. Yani açıkçası o dünya çapındaki eserleri kimsenin iplediği yok.” Ġfadelerine küresel kapitalizmin “eski dünya”yı çöp sepetine süpürdüğünü de ekleyen Kutlu, “Burada bildiğimiz has edebiyata yer yok” der ve edebiyatın nelere dayandığını ise Ģöyle ifade eder: “ O ki, netice itibarı ile bir inanca, bir fikre, bir felsefeye, bir meseleye, bir davaya dayanır.” Kutlu, daha sonra edebiyatın inkiĢafı ve iĢlevine dair Ģunları söyler: “Kitap vasıtası ile vücut bulur, kitapla haĢır-neĢir olan kiĢide bir ruh yüceliği, bir ahlak inkiĢafı, bir metafizik derinlik, bir aksiyon hamlesi hissedilir. Edebiyat bunu yapar.”

Mustafa Kutlu, aynı yazıda madalyonun bir yüzünde dünyaya hâkim olan görselliğin olduğunu, diğer yüzünde ise edebiyatın olduğunu Ģöyle izah eder:

ġimdi madalyonun öteki yüzüne bakalım.(Bu iĢ için Hece dergisinin DiriliĢ Özel Sayısı bire birdir). Üstat Sezai Karakoç Ģöyle diyor: „ġiir ve Ģair ölmeyecektir. Çünkü hakikat ölmeyecektir. Ne onu görüntüye öncelik veren teknik, ne de alt insan doktrinlerinin soy duyarlığı öldüren yalancı zaferleri yok edebilir.‟ Ġdeolojileri öldüren, tarihin sonunu getiren küresel kapitalizme karĢı kim bir bayrak kaldırıyorsa onun bir edebiyatı olacaktır. Bu iĢe „dava‟ karıĢtırmayın diyenler Ģapkadan tavĢan çıkarmaya devam etsin.

Mustafa Kutlu, daha sonra kaleme aldığı Elveda Ankara (Yġ, 20.04.2005) baĢlıklı yazısında da Sakine Akça‟nın Elveda Ankara adlı eserini değerlendirirken edebiyatın gidiĢatı üzerine Ģunları söyler:

Edebiyatın bir „oyun‟a dönüĢtüğü, bununla yetinmeyip Ģapkadan tavĢan çıkarmakla uğraĢtığı günlerde, bir edebi iddia taĢımayan; sevginin, dostluğun, meĢakkatin, paylaĢmanın, dayanıĢmanın sahih ve samimi bir örneği ile karĢılaĢmak çok iyi geldi bana.

Mustafa Kutlu‟nun edebiyat üzerine görüĢlerini ifade ettiği yazılarından biri de Edebiyatın Ġpi (Yġ, 16.06.2004) baĢlıklı yazısıdır. Kutlu, bu yazısını modern teknolojinin dünya ve içindekilere özellikle de edebiyata etkileri üzerine Ģekillendirir. Ġnsanoğlunun cahil ve nankör olduğunu, dünyaya kazık çakma ihtirasının, ahlaki yönelimin önüne geçtiğini söyleyen Kutlu, bu bağlamda sözü edebiyata getirir. Ekonomik yönelim sözün ipini çekmiĢtir artık Kutlu‟nun deyimiyle. Kutlu, bu konudaki görüĢlerini Ģöyle ifade eder:

Burada kalmayalım dibe kadar inelim: Bu teknolojiyi ne belirliyor (Kim belirliyor, hangi zihniyet?) Kim bilir? Belki de insanoğlunun dünyaya kazık çakma ihtirasıdır. Ġnsanoğlu cahil ve nankördür. Epeyce bir zamandan beri ekonomik-yönelimi ahlaki-yönelimin önüne koymuĢtur. (Bizde bariz olarak seksenden sonra ivme kazandı.) Bu tercih sözün ipini çekti, yerine görüntüyü ikame etti.

Kutlu, bu düĢüncesini destekler mahiyette bazı tespitlerde bulunur. Bu tespitlerinden ilki H.B. Kahraman‟ın Güzellik Kurtaracak Dünyayı (Radikal, 03. 06 2004) baĢlıklı yazısıdır. Kutlu, bu yazıdan Ģu ifadeleri okuyucu ile paylaĢır:

… ansızın fark ettim ki, içinde bulunduğumuz çağ, kendisine özgü ve Ģüphesiz etkili, hatta görkemli bir görsellik üretirken ve bunu bir „emperatif‟ (buyruk) haline getirirken edebiyatı hayattan uzaklaĢtırmıĢtı.

Hele Türkiye‟de bu kesin bir durumdu. Kimsenin edebiyatla ilgisi kalmamıĢtı. Oysa edebiyat, bütün öteki sanatlardan önce ve daha fazla metafizik demekti. Bu da gördüğümüz, açık ve hatta sıradan olanın içerdiği fiziğin ötesine geçmekti. Ona metafizik bir anlam ve boyut eklemekti. Güzelliğin bir üst kategorisi olarak hayatımıza girebilmesi görsellik yoluyla değil ancak edebiyat yoluyla gerçekleĢebilirdi. ġimdi hem edebiyat yok olmuĢ hem de sanat güzellik duygusunu kökünden kurutmuĢtu. Hele Türkiye‟de…

Aynı yazıda Mustafa Kutlu‟nun edebiyatın akıbeti üzerine birkaç tespiti de Kökler dergisinin 3. sayısını ayırdığı Devamsızlar dosyasından gelir. Kutlu, ilk olarak dosyada yer alan Ģairlerden Hüseyin Atlansoy‟ un Ģu sözlerine yer verir: “ġiirin canlılık arz edebilmesi için „söz‟ün değerinin yürürlükte olması umulur. Günümüz edebiyat ortamında „görüntü‟ baskısı sanırım kimi Ģairleri Ģiir „yazma‟ya veya „yayımlama‟ya yöneltmiĢ olabilir.” Mustafa Kutlu, “Ahmethan Yılmaz ise kendi kuĢağını eleĢtiriyor” diyerek Yılmaz‟ın Ģu sözlerine yer verir:

KuĢağım edebiyat yapan bir kuĢak oldu zannımca. Yani çok mu abartılı olur Ģöyle dersek „hevâ vü heves‟inin peĢinde koĢtu; malayani ile uğraĢtı. Bizden bir Ģeylerin kalacağına inanmıyorum; olmasak da olurdu, diye düĢünüyorum. Yani bizim kuĢak milleti için Ģiir söyleyemedi; mezkûr sorumluluğu hissedemedi.

Kutlu, yine aynı dosyada yer alan Ayhan Kurt‟un Ģu sözlerine yer verir: Vardığım sonuç Ģudur: Bu topraklarda eskiden az miktarda bulunduğu rivayet edilen Ģiir okurunun artık nesli tükenmiĢtir. Bunun doğal sonucu olarak Ģiir tüm zamanların en itibarsız noktasına inmiĢtir.

Mustafa Kutlu, aynı yazıda tespitlerine Hece dergisinin Haziran-Temmuz- Ağustos (2004) sayılarında yazan Süreyya Berfe‟nin Ģu sözlerine yer vererek devam eder:

Günümüz edebiyatı hayattan, edebiyattan ve siyasetten uzaklaĢıyor, tezahür edemiyor… Edebiyat eserleri, ürünleri meta muamelesi görüyor. Dayanıklı dayanıksız tüketim mallarıyla Ģiir, roman arasında fark kalmadı.

Aynı yazıda tespitlerine devam eden Mustafa Kutlu, bu kez de Türkiye‟ye gelen ÇağdaĢ Fransız Edebiyatı‟nın altın çocuğu olarak gösterilen Frederic Beigbeder‟in Ģu konuĢmasına (Radikal-Kitap 4 Haziran 2004) yer verir:

Sizin bir de televizyoncu yayınınız var. Fransa‟da edebiyat eleĢtirisi konulu bir televizyon programı yapıyorsunuz. Pek çok insan için TV ile edebiyat arasında bir uyuĢmazlık vardır. Yani televizyondaki bir edebiyat programı ya çok yüzeysel olmak zorundadır ya da çok sıkıcı… Ya da her ikisi birden! Bu eleĢtirilere tamamen katılıyorum. Televizyon edebiyatın düĢmanıdır! Edebiyata zarar veriyor. Ġnsanlar iĢten yorgun argın eve gelip de kitap okumak ve TV seyretmek arasında bir seçim yapacakları zaman genelde TV izlemeyi tercih ediyorlar. Çünkü bu daha kolay. Hiçbir çaba sarf etmenize gerek yok. Oturup izlersiniz, arada bir patlamıĢ mısır yersiniz. Ben de bazen aynı Ģeyi yapıyorum oysa kitap okumayı seçenler, beyinlerini daha çok çalıĢtırıyorlar.

Bütün bu tespitlerden sonra Mustafa Kutlu, günümüzde edebiyatın ipinin çekildiği noktasına gelir ki, artık sözün önemi kalmamıĢtır. Kutlu‟ya göre edebiyatın ve güzelliğin kaybettiği değeri yeniden kazanması için insanlığın ekonomik-yöneliminin ahlaki-yönelime çevirmesi gerekmektedir. “Evet, günümüzde edebiyat ipi çekilmiĢtir. Söze metelik verilmiyor. Ġnsanlığın ekonomik- yönelimi, ahlaki-yönelime çevrilmedikçe dünyamızda ne edebiyatın ne güzelliğin borusu ötecektir.”

Mustafa Kutlu, Hayat ve Edebiyat (Yġ, 18.10.2006) baĢlıklı yazısında edebiyatın toplum üzerindeki etkileri üzerinde durur. Kutlu, Erzincan‟a yerleĢtikleri ellili yılların baĢından itibaren geçen yirmi beĢ yıl içinde tek bir cinayet bile hatırlamaz. O zamanlarda cinayet, hırsızlık, ahlaksızlık, yolsuzluk, kap-kaç, kavga, fuhuĢ, uyuĢturucu ve çete gibi olaylardan hiçbirinin olmadığını söyleyen Kutlu, geçen zaman içinde toplumun değer yargılarındaki çöküĢün, üzerinde durulması gereken çok ciddi bir mesele olduğunu düĢünür.

Aynı yazıda Kutlu, hayal dünyamızı dahi zorlayan olayların sıradanlaĢtığını, dünyaya ve ülkeye yön veren ideolojilerin iflas ettiğini ve bu ideolojiler çerçevesinde vücut bulan edebiyatın saf dıĢı kaldığını söyler. Mustafa Kutlu bunlara, milletin ve ülkenin geleceğine dair fikir üretmek ve fikrinin takipçisi olmanın “kaldırım mühendisliği derekesi”ne indirildiğini ve ortada fikrin kalmadığını da ekler. Dahası “üniversitelerin mevki ve makam kavgasının, yetki iddiasının devletle- hükümetle didiĢmenin arenası” haline geldiğini söyler. Güçlünün zayıfı ezdiği bir dünyada insanların geleceğe güveninin kalmadığını düĢünen Kutlu, televizyonu, gerçek savaĢları sanal âleme naklettiğinden dolayı için “muzır alet” olarak nitelendirir ve eleĢtirir. Dünyada savaĢlar sonucunda ölen ve yetim kalan çocukların, güney yarım kürede açlıktan ölen insanların, çocukların oynadığı bir bilgisayar oyunu gibi algılanmasından da rahatsız olan Kutlu, bu içler acısı olaylar karĢısında insanların vurdumduymazlığını ve bencilliğini hazin bir tablo olarak görür. “Dünyada sanki savaĢ olmuyor, insanlar ölmüyor, çocuklar yetim kalmıyor; kuzey haram lokma ile yiyip ĢiĢerken, güney açlıktan kırılıyor; bütün bu olup- bitenler çocukların oynadığı bir bilgisayar oyunu gibi algılanıyor.”

Bütün bunlardan sonra sözü edebiyata getiren Mustafa Kutlu, “Edebiyat ne yapabilir? Yere düĢen ruhu tutup kaldırabilir mi? Yoksa Ferrari‟sini satıp yollara mı düĢmeli?” der. “Sanat ve edebiyatın da üzerinde yükseleceği bir kıymet hükümleri skalası”nın olması gerektiğini vurgulayan Kutlu, aksi halde edebiyat ve sanatın “marjinal durum, davranıĢ ve olayları sahneye- satıra taĢımak” suretiyle “insanları ĢaĢırtmak, eğlendirmek, ilgi çekmek” gibi, hazin bir çöküĢe sürükleyeceğini ifade eder. Çareyi önce maneviyatta arayan Kutlu, Papa‟nın sözlerine karĢılık din adına iĢlenen cinayetleri görür. “Biz bu kıstırılmıĢlıktan ancak maneviyat yolu ile kurtulabiliriz. Lakin bakıyoruz da, Papa‟nın sözleri bir yanda, din adına iĢlenen cinayetler öte yanda” diyen Kutlu, bu durumu “aldatıcı bir manzara” olarak değerlendirir. Mustafa Kutlu‟nun maneviyattan kastı ise bu dünyadan öteki dünyaya bakabilmektir. Kutlu, bu konudaki düĢüncelerini ise Ģöyle ifade eder:

Maneviyatla teması biz ancak bu dünya üzerinden öte dünyayı görerek kurabiliriz. Ahlak ve adalet ancak böyle tesis edilir. Estetize edilmiĢ sahnelerin verdiği haz fanidir. „Birey‟ in „ben, ben‟” diye çırpınıĢları bu

dünyanın raconudur. Oysa sanat fiyakadan ibaret değil. O bizi hakikate giden yolda daima diri tutmalı, uyarmalı, güçlendirmeli, umut vermeli.

Aynı yazıda Mustafa Kutlu, bütün bu olup bitenler karĢısında korkar ama yine de umudunu kaybetmez. Bu yüzden sanatın ve edebiyatın hayattan kopmaması gerektiğini Ģöyle dile getirir: “Korkuyoruz, tamam ama umudumuz var. Bu sebeple edebiyat ve sanat bu yüzü kara hayata sırtını dönmemeli.” Gücünü Allah‟tan alan Kutlu, bu yolda yazmaya, eser vermeye devam eder. Burada bir de kendi eseri olan MenekĢeli Mektup‟ tan Hac hikâyesini örnek verir. Bu hikâyedeki olayların ve kiĢilerin gerçek olduğunu söyleyen Kutlu, bu güzel insanların az da olsa aramızda olduğunu ve bize manevi güç verdiğini sözlerine ekler. Kutlu “Evet hayat giderek çekilmez oluyor. Nereye baksak bir haksızlık, bir zulüm. Ġnsanlar dokunsan patlayacak hale gelmiĢ. Yine de biz Ģefkat ve merhametten, feragat ve fedakârlıktan, ahlak ve adaletten bahsetmeye devam edelim” diyerek kurtuluĢun yol haritasını çizer. Ġntikamın karĢısına affı koyan Kutlu, Hz. Peygamberin gerçekleĢtirmiĢ olduğu Mekke‟nin fethini, ebedî bir ibret levhası olarak değerlendirerek edebiyata yüce bir görev yükler.

Edebiyatın yetmiĢli yıllarda bittiğini yeri geldikçe dile getiren Mustafa Kutlu, Kar (Yġ, 17.02.2010) baĢlıklı yazısında Ģunları söyler:

Çünkü yetmiĢlerde ülkemizde ve dünyada „edebiyat‟ bitti. Onun yerini „medya‟ aldı. Acı ama böyle. ġiir artık „bir avuç meraklı‟nın malıdır. Kitleleri harekete geçiren, gençlerin kalplerini titreten, ders kitaplarına geçen, ezberlenen Ģiir defterlerine yazılan (Defter mi kaldı?) metinler dönemi bitti.

Kutlu, “televizyon çıkınca radyonun pabucunun dama atıldığı”nı ve medyanın “iletiĢim alanında edebiyatı reklam aracı kıldığı”nı söyler. Kutlu‟ya göre “artık Ģiirin asaletinden, roman ve hikâyenin ruhu yücelten yanlarından bahsedemeyiz”. Tümüyle sanatın, eğlence endüstrisinin trenine son vagon olarak takıldığını söyleyen Kutlu, yazılan romanların, çekilen filmlerin, ülkesi, mekânı, binası neredeyse bir turizm yatırımı sayıldığını, insanların popüler sanat ürünlerindeki bu yerleri görmek için can

Benzer Belgeler