• Sonuç bulunamadı

1.4. BASKI GRUBU OLMA ÖZELLİĞİ İLE CİNSEL AZINLIKLARIN

1.4.3. Cinsel Azınlıklara Yakından Bir Bakış

1.4.3.1. Eşcinsellik Kavramı ve Kimliği

Eşcinsellik, tarih boyunca var olmuş ancak toplumdan topluma farklılıklar göstermiş bir olgudur. Fransızca kökenli homosexsual sözcüğünün dilimizdeki karşılığı eş cinselliktir. Türk Dil Kurumu Sözlüğü, eşcinsel sözcüğünün karşılığını; “kendi cinsinden kimselerle cinsel ilişkide bulunan kimse, oğlancı, luti, homoseksüel” olarak ifade etmektedir.56 Eşcinsellik (homoseksüellik), erkek veya kadın, bireyin kendi cinsinden insanlara cinsel, erotik veya duygusal yönden yönelimidir.

Francis Mark Mondimore’a göre, eşcinsellik sözcüğü ilk kez 1869 yılında kullanılmıştır. Almanya Adalet Bakanı’na yazılan açık bir mektup biçimindeki broşürde görülmüştür.* Eşcinsellik sözcüğü, Almancada “homesexualität” olarak kullanılmıştır. 57 Bu tarihe kadar eşcinselliğin var olmadığını söylemek yanlış olmaktadır. Binlerce yıllık yazılı tarih, karmaşık ve görkemli toplumların yükselişi ve çöküşü hepsi eşcinselliğin bir sözcük olarak doğmasından önce gerçekleşmiştir. Eski Yunan ve Latin dillerinde eşcinsellik olarak çevirebileceğimiz bir sözcük bulunmamaktadır. Bunun başlıca nedeni bu toplumlarda, bizim toplumumuzda var olan cinsel kategorilerin bulunmamasıdır.58

Bununla birlikte günümüzde pek çok toplumda anılmayan ve yok sayılan bu gerçeklik, her şeye rağmen var olmuştur. Toplumsal kurumların bu gerçekliği ele alma ve denetleme ihtiyacı, din ve hukuk kurumlarının yanı sıra, tıp ve psikiyatrinin

56 www.tdk.org.tr, (10.05.2008).

* Kuzey Alman Federasyonu için hazırlanan yeni bir ceza taslağına, Prusya’da aynı cinsten kişiler arasındaki cinsel ilişkiyi suç sayan bölümünün konulup konulmayacağı tartışılmıştır ve Karl Maria Kertenby adındaki hukuk bilgini, yazdığı broşürde; kişinin kendi cinsinden olanlara cinsel istek duymasının kalıtsal ve kişiliğinin değişmez bir boyutu olduğunu ileri sürmüştür.

57 Francis Mark Mondimore, Eşcinselliğin Doğal Tarihi, çev: Berna Kılınçer, İstanbul: Sarmal

Yayınevi, 1999, s. 25.

de eşcinselliği, kendi yaklaşımları çerçevesinde, bir takım sınıflandırmalar altında ele almalarına yol açmıştır.

Eşcinselliği; cinsel kimlik bozukluğu, cinsel nesneyle ilgili bir sapma olarak tanımlayan tıp literatürlerine göre, cinsel kimlik bozukluğunda kişi, cinsel rol karmaşası yaşamaktadır. Yani kişinin kendisine ve diğerlerine ne derecede erkek veya kadın olduğunu göstermek için yaptığı davranışlarında bir tutarsızlık söz konusu olmaktadır.59

Eşcinselliği açıklayan teorilere baktığımızda ise, ilk olarak karşımıza 1840’lı yıllarda Almanya ve Avrupa’daki eşcinsellik karşıtı tutumları değiştirmeye çalışan Karl Heinrich Ulrichs çıkmaktadır. Ulrichs, cinsel eğilim kavramını modern anlamda kullanan ilk kişidir. Ona göre, cinsel eğilim doğuştan, değiştirilemez ve bu nedenle de doğaldır. Kendisinin de başka erkeklere duyduğu cinsel arzuyu titizlikle inceleyen Ulrichs, cinsel eğilimin sabit ve kalıtımsal bir nitelik taşıdığına ve eşcinselliğin de cinsel ifadenin geçerli ve doğal bir biçimi olduğuna inanmıştır. Bu nedenle ceninde cinsel organların oluşumunun ayrıntılarını araştırarak; hem erkek hem de kadında cinsel organların henüz cinsiyeti belirlenmemiş ceninde aynı hücrelerden geliştiğini öğrenen Ulrichs, ruhun da başlangıçta biçim almadığını ve herkeste erkek ya da kadın olarak gelişebileceğini varsaymıştır. Bu doğrultuda, dişi ruhun erkek bedeninde var olabileceğine inanarak, böyle bir kişinin “üçüncü cinsiyeti” temsil ettiği sonucuna varmıştır.60

Krafft Ebing, eşcinselliği yozlaşma teorisi ile açıklamıştır. Ebing’e göre, psikoseksüel duygudaki bu anormallik, klinik olarak işlevsel bir yozlaşma belirtisidir. Yozlaşma teorisi, geri zekalılıktan şehir suçlarına varana dek her türden insan kusurunun açıklanması için kullanılmıştır. Ebing’e göre, toplumun yozlaşmalardan arındırılmasıyla suçların ortadan kalkması mümkün olmaktadır. Alkol bağımlılığı, yoksulluk hatta işteki huzursuzluklar, kentleşme ve sanayileşmenin insan soyu üzerindeki yozlaştırıcı, zayıf düşürücü etkileridir.61

59 Oğuz Arkonaç, Psikiyatrik Semptomlar ve Sendromlar, 2. b., İstanbul: Nobel Tıp Kitapevi, 1978,

s. 440.

60 Mondimore, a.g.e., s.57-59. 61 A.g.e., s. 68-69.

30

Krafft Ebing, yapısal antipatik cinselliğe sahip kişilerin, cinsel yaşamlarının küçük yaşta başladığına ve cinsel duygularının daha güçlü olduğuna inanmaktadır. Aynı şekilde fiziksel aşkın da abartılmış ve yükseltilmiş olduğunu düşünmektedir. Bu kişiler, nevroz ve nevrasteninin yanı sıra cinnete de yakındırlar. Böylelikle Krafft Ebing, eşcinseller hakkında yaklaşık yüz yıl boyunca varlığını sürdürecek kalıplaşmış örneklerin bilimsel temelini atmıştır: Eşcinseller cinsel duyguları aşırı ama güçleri sığ, olgun ilişkiler kurma yetisine sahip olmayan, zihinsel hastalıklara kapılmaya yaktın kişilerdir. Kuramını kanıtlamak için polis kayıtlarından, akıl hastanelerinden ve başka psikiyatrislerden aldığı 46 vakayı kullanmış ve sonuçlarını tam oturmamış bir yozlaşma teorisi ve mastürbasyona bağlı nevrasteni ile desteklemiştir.62

İngiliz doktor Henry Howelock Ellis, yozlaşma kuramını eşcinselliği açıklamada geçersiz görmekte, hatta bu kuramı önemsiz sayarak yozlaşmanın bilimsel terminolojiden çıkmaya mahkum olduğunu ileri sürmektedir. Ellis, Krafft Ebing’in mastürbasyonun eşcinselliğe yol açtığı fikrini de kabul etmemekte ve eğilimin ergenlik çağından önce genellikle 7 ve 9 yaşları arasında başladığını öne sürmektedir. Eşcinselliğin doğuştan değil de edinilmiş olduğu fikrini sorgulamakta ve önermenin etkisini azaltmaktadır. Çocukluk deneyimlerinin rolünü göz ardı etmese de bunları eşcinselliği harekete geçirici öğeler olarak görmektedir. Ellis’e göre eşcinsellik, çevresel etkiler ve yaşantıların yoğurduğu doğuştan gelen biyolojik eğilimlerdir.63

Westpal (1870) “ters cinsel duyarlılıklar” üzerine yazdığı makalesinde, ruhbilimsel, psikiyatrik ve tıbbi açıdan eşcinselliğin bir cinsel ilişki türü değil de, belirli bir cinsel duyarlılık özelliği olduğunu ve bu duyarlılığın kişinin kendisinde var olan dişi ve erkek özelliklerini etkileyerek belirli bir biçimde yer değiştirmeye yönelttiğini söylemektedir. Westpal’e göre o andan itibaren eşcinsellik gerçek bir şekilde oluşmaktadır.64

62 A.g.e., s. 71. 63 A.g.e, s. 86-87.

Freud (1909), cinsel çekim yapan kimseye “cinsel nesne” adını vererek, eşcinselliği cinsel nesneyle ilgili bir sapma olarak ele almıştır.65 Freud, Ulrichs’in üçüncü cinsiyet teorisini reddetmekte, eşcinselliğin anormal bir çocukluk deneyiminden, cinsel bir çatışmanın zayıf çözümünden ve bu çatışmanın yetişkinlikte acımasızca sürdürülmesinden kaynaklandığını savunmaktadır. Freud’a göre, aynı cinse ilgi duyan erkekler, çocukluklarında anneye karşı kısa süreli ancak yoğun bir tutku duydukları bir dönemden geçmektedir. Bu dönem atlattıktan sonra kendilerini kadınla özdeşleştirmekte ve cinsel nesne olarak kendilerini alarak, kişilik olarak kendilerine benzeyen ve annelerinin onları sevdiği gibi genç erkekler aramaktadır. Freud’a göre erkeğe karşı duydukları saplantılı tutkunun kadınlardan sürekli kaçışlarıyla belirlendiği ortaya çıkmaktadır.66

Alfred Kinsey ise, “Sexual Behavior in the Human Male” (1948) adlı çalışmasında farklı eğitim, etnik, din ve sosyo-ekonomik ortamlardan gelen 100.000 kişinin cinsel geçmişini toplayarak; erkeklerde, kadınlarda, evlilikte görülen cinsel davranışlar, cinsel davranışların yasal yönleri, heteroseksüellikle eşcinsellik dengesi, fahişelik ve cinselliğin özelleşmiş konuları üzerine yaptığı araştırmalarını yayınlamıştır. Kinsey’e göre eşcinsellik, kişinin olduğu bir şey değil, yaptığı bir şeydir. Aynı cins erotizmden zevk alan kişilerden psikopat damgasını silerek eşcinselliği aklama çabasıyla, cinsel eş seçiminin bir seçimden ibaret olduğunu ve bu seçimde bireyin taşıdığı doğuştan gelen hiçbir özelliğin rol oynamadığını öne sürmüştür. Biyolojik faktörleri, özellikle de kalıtımsal faktörleri göz önüne almamış ve eşcinsellerin gelişim şemalarında ya da heteroseksüel açığa çıkmalarda kültür ve toplumsallaşmanın rolünü vurgulamıştır.67

Kinsey, cinsel eş seçiminin büyük ölçüde gelenek, toplumsal baskı, fırsat ve elverişlilik tarafından belirlendiğine inanmaktadır. Kinsey’in eşcinsellik konusunda vardığı en önemli sonuç ise; aynı cins erotizmin ve cinsel davranışın kişiye bir

65 Sigmund Freud, Cinsiyet Üzerine, çev. Ali Avni Öneş, 5. Baskı, İstanbul: Say Yayınları, 1989, s.

24-25.

66 Mondimore, a.g.e., s. 118-119. 67 A.g.e., s. 131-137.

32

canavar damgası vurmadığı ve bunun ne bir suç ne de kişileri toplumdan dışlamak için bir bahane olarak düşünülmemesi gerektiğidir.68

Eşcinsellikle ilgili yapılan tanımlamalar ışığında, eşcinsel kimlikleri oluşturan alt kimlikler olarak nitelendirebileceğimiz gey, lezbiyen, biseksüel, transeksüel ve travesti kimliklerini de kısaca açıklamakta yarar görülmektedir.

Bireyin cinsel ilgi ve isteğinin kendisiyle aynı cinsten kişilere yönelmesi olarak tanımlanabilen eşcinsellikte, bu kişinin erkek olması, cinsel ve duygusal bağlamda başka bir erkekle birlikte olma isteği taşımasına “gey” ya da “eşcinsel erkek” diyebilmekteyiz. Lezbiyenlik, eşcinselliğin kadın için tanımlanmış şeklidir. Kadının duygusal ya da cinsel bağlamda başka bir kadına yönelmesi olarak açıklanabilmektedir. Biseksüellik, cinsel ve duygusal anlamda hem kendi cinsine hem de karşı cinse ilgi duyan kişileri betimlemektedir. Transeksüel, eşcinsel gibi kendi cinsine ilgi duymakta, ancak cinsiyetini değişmek için hormon tedavisi ya da cerrahi müdahalelere başvuran kişileri ifade etmektedir. Travesti ise, bir erkeğin kendi cinsine ya da karşı cinsine duyduğu istek ile kadın kıyafetleri giyerek, kadın gibi davranmasını tanımlamaktadır.