• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM

3.8. Eğitimde Görsel Algı

İnsanın dünyaya geldiği toplum içinde sağlam ve sağlıklı olarak yaşayabilmesi, büyüyüp gelişmesi için; fizyolojik, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarının dengeli olarak karşılanması ile mümkün olmaktadır. İlk insan, beslenme ve korunma ihtiyaçlarını gidermek için çevresini incelemiş, araştırmış, kendisine gerekli besinleri, onların kaynaklarını, yaşamasını kolaylaştıran ya da zorlaştıran şeylerin neler olduğunu öğrenmeye başlamıştır. Bu arada aralarında yaşadığı diğer insanlarla işaret ve sesler yardımıyla iletişim kurma yollarını da geliştirmeye başlayan birey, öğrendiklerini başka insanlara ve kendi çocuklarına da öğretme çabasına girmiştir. İnsanların, kendi öğrendiklerini başkalarına da öğretme çabasında olmaları ise eğitim denilen sürecin ortaya çıkmasını sağlamıştır (Çilenti,1984, s. 4).

“Eğitim, kişiyle belli bilgi ve beceriler aktarıp, değer yargıları aşılayarak onda istenen davranışları geliştirme sürecidir” (Yörükoğlu, 2000, s. 119).

Bir başka tanıma göre; yeni kuşakların toplum yaşayışında yerlerini almak için hazırlanırken, gereken bilgi, beceri ve arayışlar elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine yardım etme etkinliği ya da önceden saptanmış amaçlara göre insanların davranışla2rında belli gelişmeler sağlamaya yarayan planlı etkiler dizgesidir (Oğuzkan, 1976, s. 61).

Eğitim, birçok eğitimci tarafından değişik ifade ve farklı biçimlerde tanımlansa da; ana temada eğitimin, bireyin ulaşması istenilen amaca yönlendirme ve yol gösterici olma özelliği dikkat çekmektedir.

“Eğitimin amacı, çocukta olumlu davranış değişikliği geliştirmek ve davranış seviyesinde kullanılabilir bilgiler kazandırmaktır” (Ertürk, 1972, s. 16).

Çocuğun, olumlu davranış değişikliği geliştirmesi ve davranış seviyesinde kullanılabilir bu bilgileri kazanmasında, görsel algının da etkililiği vardır denebilir.

“Duyu organlarımız aracılığı ile bedensel alandan ya da dış çevreden toplanan uyaranın uyandırdığı tepkiye “duyum”, bir ya da birden çok duyu organının beyinde kaydettiği bir uyaranın yorumlanmasına da “algı” denilmektedir” (San, 1979, s. 42).

“Algı, görme duyularımızın duyusal uyarıların anlamlı deneyimlere çevrilme süreci olarak gerçekleşmektedir. Algılama sürecinin özellikleri; ışık, ses gibi değişik

uyaranlardan doğan deneyimler ya da algılar arasındaki ilişkilerden çıkartılabilir” (İnce, 1991, s. 54).

Kişinin kendine özgü, psikolojik ve fizyolojik bir iç dünyası vardır. Etkenler ve sonuçları tamamen sinir sistemiyle ilgilidir. Bir de objelerden, insanlardan, atom ve enerjiden oluşan bir dış dünyası vardır. Dış dünyadaki fiziksel değişmelerden bizim duyarlı olduğumuz titreşimler duyu organlarında sinir değişimleri bir tür elektrik akımı haline dönüşüp beyne gider ve çevre hakkında bilgi verirler. Buradan anlaşıldığı gibi duyu organlarını etkin eden varlıkların tümü uyarıcı bir etkidir. Bu etkilerin zihne gelmesi duyumdur. Duyumun zihin tarafından başka duyumların da yardımıyla toptan kavranması anlaşılması demek, algılamak demektir. Baktığımız her şeyi görürüz, fakat bir objeye dikkati topladığımızda, obje diğerlerinden ayrı olarak bir nitelik taşımaya başlar. Daha önceden de bu objeye ait bilgilerimiz ve deneyimlerimiz de devreye girer. Bu durumda algı, geçmişte edindiğimiz deneyim, zihinde depo ettiğimiz model ve tarzların bileşimi ile bunlara ilave edilen kişisel yetenekle ilgili bir mozaiktir de denebilir ( Gürer, 1990, s. 58).

Görsel algı, ilk çocukluktan itibaren sürekli gelişme durumundadır. Çocuk, dünya ile ilişkisini görsel algılarına dayanarak oluşturmaktadır. Gelişim düzeyindeki çocuk; kendi kişiliği ile dış dünyayı, sübjektif olanla objektif olanı da birbirinden açıkça ayıramamaktadır. Dil ve kavramlar yoluyla görsel olaylara bir çözüm getirerek bu farkları da yavaş yavaş algılayabilmektedir (Özdil, 1979, s. 51).

“Karmaşık olanı görme mekanizmasına bağlı olarak çocuk, görsel dünyasını düzenleme yeteneğine sahiptir” (Bryanj,1974, s. 70).

“Çocuklar görsel algılamadaki yetenekleri sayesinde okumayı yazmayı ve hesap yapmayı öğrenmektedir” (Arıkök,2001, s. 15).

“Görsel öğrenme sürecinde alıcı kişiliğine ulaşan bilgi, kişinin yaşam süreci içinde sürekli yenilenmektedir. Yeni edinilen bilgiler, kişinin gelişimine olanak sağlamaktadır. En önemli öğrenme yolu olarak görme, görsel düzenlemelerin aktardığı bilginin doğruluğunun hassasiyetini beraberinde getirmektedir” (Can,1996, s.93).

Bilgisayar teknolojisindeki gelişmelerde metin, müzik, resim, çizgi film ve video gibi görsel ve ses unsurlarını kolayca işleyebilir hale getirerek bu imkânları bireysel kullanıcı düzeyinde hizmete sunmuştur. Eğitim ortamında geleneksel anlatım metotları yerine değişik ifade biçimleri birbirini engellemeyecek şekilde anlamlandırılarak kullanılması önerilmektedir. Görsel unsurların insanlar arasındaki

iletişimde büyük kolaylıklar sağladığı bilinmektedir. Yüzlerce ciltlik bilgi bir belgesel filmle ifade edilebilmektedir. Görsel unsurlar, dikkat çekme, güdüleme, bilgi kaynağı olma, soru sorma, öğrenmeyi somutlaştırarak anlamlı kılma ve bilgi organizasyonuna yardımcı olma amaçları doğrultusunda kullanılabilmektedir. Çünkü görsel açıklamalar, bilginin ortaya çıkardığı, ilişkilerin somut olarak resimsel ifadeleridir. Çevreyi algılamada ve çevre ile ilgili bilgilere anlam vermede, zihinsel olarak kolay algılanabilen görsel unsurlar tercih edilebilir (Akpınar,1999, s.61,62).

“İnsanın beş duyusu öğrenme ve eğitim sürecinde etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Beş duyunun en etkin şekilde kullanılması eğitim öğretimde daha kalıcı ve etkili olmasını sağlamaktadır. Beş duyunun öğrenme üzerine etkisi tabloda şu şekilde belirtilmektedir” (Küçükahmet, 1997, s. 44);

Görme duyusu %75

İşitme duyusu %13

Dokunma duyusu %6

Koklama duyusu %3 Tat alma duyusu %3

Tablo 1: Beş duyunun öğrenme üzerine etkisi

Bu tablodan da anlaşıldığı gibi görme duyusunun eğitim ve öğretimde en etkili duyu olduğu görülmektedir. İkinci sırada ise işitme duyusu vardır. Her iki duyunun da eğitim öğretim süresince bir arada kullanıldığı düşünülürse, görsel algı açısından ne kadar etkili olduğu görülmektedir.

Benzer Belgeler