• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM

4.4. Eğitim Bilimleri Alanlarına ĠliĢkin Sorunlar

4.4.1. Eğitim Programları ve Öğretim

Dergide eğitim programları ve öğretim alanına ilişkin 58 makale yer almaktadır. Bu makalelerde eğitim programlarının içerik ve süreç boyutlarına değinilmektedir. Bunun yanında dergide uygulanan programların esneklik ve uygulanabilirlik özelliklerine ilişkin makalelerde bulunmaktadır.

Eğitim Hareketleri Dergisi’nde uygulanan programların aşırı derecede yüklü olması, dergide dile getirilen sorunların başında gelmektedir (Çakmakçıoğlu, 1956; Pars, 1956; Öymen, 1955c; Karal, 1956). Ortaöğretim kurumlarında yapılan

tartışmalarda eğitim sisteminde verimin azalmasına neden olan faktörler arasında sınıfların aşırı kalabalıklığı, çalışma ortamının kötülüğü, okul dışı zamanların kontrol altına alınmaması gibi faktörlerin öne sürüldüğü dergide bu faktörlerin öğretmen okullarında bulunmamasına rağmen başarının yine de istenen düzeyde olmadığını ifade etmektedir (Çakmakçıoğlu, 1956). Dergiye göre başarısızlığın asıl nedeni müfredatın aşırı yoğun olmasıdır. Okullarda verilen ders konuları süzgeçten geçirilmedikçe verimin istenen düzeye ulaşamayacağı dile getirilmektedir. Dergiye göre müfredatın oluşturulması sürecinde çocuğun kapasitesi, bilgi edinme kabiliyeti, düşünme ve muhakeme etme çabası dikkate alınmalıdır (Çakmakçıoğlu, 1956; Pars, 1956).

Okullarda aktif metodun kullanılabilmesi için öncelikle programların yoğunluktan kurtarılmasının gerektiğini olduğu vurgulanmaktadır. Eğitim Hareketlerinde yer alan bir makaleye göre aktif metodu kullanan okullar bu konuda reform yaparken müfredatlarını aşırı yoğunluktan kurtarmak için de çaba göstermişlerdir. Türkiye’de de programların aşırı yüklü olduğu, bu yoğunluğun ortaokul ve lise programlarında daha çok görüldüğü bildirilmektedir. Dergide aktif metodun kullanılabilmesi öğretmen ve öğrencinin aktif olması anlamına geldiği için aynı zamanda merkezi yönetimden işlerin bir kısmını okullara bırakmasının gerekli olduğuna da yer verilmiştir. Aktif metodun uygulanabilmesi için ortadan kaldırılması gereken durumlardan bir tanesi de sınıfların kalabalıklığı olarak görülmüştür. Çünkü kalabalık sınıflarda değil aktif metodun kullanılabilmesi temiz hava almak dahi zorlaştığı dile getirilmiştir (Öymen, 1955c).

Eğitim Hareketleri Dergisi’nde öğretim programlarının aşırı yüklü olmasının nedenlerinden birisinin de yabancı ülkelerin programlarından faydalanırken aşırı maddeciliğe kapılmamız olduğuna yer verilmektedir. Örneğin Tanzimatla başlayan süreçte ilkokul, ortaokul ve lise programlarımız Fransa’nın etkisi altında kaldığı bildirilmektedir. Bunun yanında tarih ve coğrafya derslerinin içeriği hem dışarıdan hem de kendi tarih ve coğrafya konularımızdan alınmaktadır. Bu nedenle programda yer alan içeriğin dual bir yapı gösterdiği söylenebilir. Dergide ele alınan makaleye göre bir İstanbul’un fethini, Sevr antlaşmasını vb. hiçbir ülkenin programında göremezken biz bu ülkelerin coğrafyalarını, tarihini olduğu gibi almış ve öğrencilerimize yüklemişizdir. Programların gereğinden fazla yüklü olması günümüzde de sorun olmaya devam etmektedir. Bilgi patlamasının yaşandığı günümüzde bireylere kazandırılması gereken temel özellik, öğrenmeyi öğrenmek olmalıdır (Eğitim Hareketleri Dergisi, 1955d).

Müfredatın aşırı yoğun olması nedeniyle eleştirilen derslerden birisi de Tarif dersidir. Dergiye göre bunun en önemli nedeni, Türk tarihinin çok geniş bir alana yayılmış olmasıdır. Öğretmenler uygun yöntemlerle bu müfredatı hafifleterek verebilirler. Fakat dergiye göre, öğretmenler müfettiş korkusu nedeniyle müfredatı harfi harfine vermek zorunda kalmaktadır. Çünkü müfettişlerin öğretmenin güzünde “öğretmeni değerlendiren ve terfi etmesi sağlayan bir kişi” olarak görüldüğü belirtilmektir (Karal, 1956).

Dergide öğretmenlerin ders işleme yöntemleri eleştirilmektedir. Demiray (1974), sınıf içersinde öğretmenlerin daha çok anlatma, öğrencilerinde genelde dinleme yolunu tercih ettiğini ifade etmekte, bu durumun öğrenme-öğretme ortamını pasif kıldığını dile getirmektedir. Ona göre öğrenme öğretme sürecinin başarılı bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için iyi planlama gerekmektedir.

Öğretmen adaylarına okullarda verilen meslek kültürüne rağmen öğretme ve öğrenme, öğrencileri ve öğretmenleri başarısızlığa götüren iki yol olarak görülmüştür. Bunun temel nedeni, öğretme ve öğrenme faaliyetlerinin içeriğinin değişmesi olarak gösterilmektedir. Çünkü dergiye göre öğrenci öğretim sürecinde artık pasif kalmamakta, aktif olmaktadır. Öğrenciler öğrenme işinden sorumluluk alarak, isteyerek öğrenmektedirler. Yeni öğretim şartları içinde öğretmen, öğretimi ders vermek yerine iş vermek anlayışına göre ve öğrencileriyle birlikte planlamalı, ders konularını birer iş ünitesi haline getirmelidir (Aytuna, 1965).

Eğitim Hareketleri Dergisi’nde içerik bakımından eleştirilen derslerden birisini de Coğrafya dersi oluşturmaktadır. Bu eleştirilerde ilkokullarda çocuklara coğrafya öğretilirken yakın çevreden işe başlamanın gerekliliğine vurgu yapılmaktadır (Özdemir, 1957; Sarıkaya, 1960) . Dergiye göre Coğrafya dersinin aktif metotlarla işlenmediğini, bu dersin öğrenciyi aktif kılacak bir şekilde işlenmesinin önemli olduğunu vurgulamaktadır. Bu konuda programlarda geziler için yeteri kadar zaman ayarlanması, senede bir defa kilometrelerce yolu bir defa kat etmek zorunda kalınmaması vurgulanmaktadır. Dergiye göre yakında bulunulan şehir ve köylere geziler yapılmalı, planlı olarak bir fabrikaya ve çiftliğe gidilmelidir. Öğretmenlere programlarının aksamasından doğan korkuları giderilmelidir (Özdemir, 1957).

Mustafa Sarıkaya (1960), Eğitim Hareketleri Dergisi’nde ele aldığı makalesinde hocası Fuat Baymur’a da atıfta bulunarak yurt dışında yakın yurt coğrafyası, bu arada çevre, köy, bucak, ilçe ve il coğrafyaları yazıldığı halde Türkiye’de 1960’lara kadar bu yönde herhangi bir kitabın yazılmadığını ifade etmektedir. Denizli iline ait böyle bir

kitap yazdığını dile getiren Sarıkaya, bu uygulamanın ülke geneline yayılması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Sarıkaya ayrıca, ilkokul programında da coğrafya dersine çocuğun bulunduğu çevrenin inceletilmesiyle başlanması ve aşama aşama yakından uzağa, görünenden görünmeyene geçerek çocuğun görüş ve ufkunun genişletmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Öğretim programları ile ilgili olarak ele alınan sorunlardan birisi de programların içinde bulunan şartlara uymadığı için yenilenmesi gerektiğidir (Kanad, 1956c; Özuğur, 1957; Ülkülü, 1962; Hatipoğlu, 1963). 6 Ocak 1961 – 15 Ekim 1961 tarihleri arasında yaklaşık 10 ay Millî Eğitim Bakanlığı yapan Şevket Raşit Hatipoğlu, ortaokul ve lise programları ile ilgili açılış konuşmasında programlarla ilgili önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Hatipoğlu (1963), ortaokul ve lise programlarının günün ihtiyaçlarına cevap vermemesi nedeniyle yenilenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Yurt dışında konu ile ilgili çok tecrübelerin olduğunu ve bunlardan yararlanmamız gerektiğini ifade eden Hatipoğlu, bu yararlanma batıda yapılan program değişikliklerini taklit etme biçiminde değil, kendi ülke gerçeklerimize göre olması gerektiğine vurgu yapmaktadır.

Dergide eğitim alanında yayınlanmış kitapların tanıtımı da yapılmaktadır. Bu şekilde ülkemizde eğitim alanında yapılan faaliyetlerin eğitim camiasına duyurulması sağlanmış bulunmaktadır. Tanıtılan kitaplardan bir tanesi de Refik Durlu (1957)’nun “Öğretimde Çevre-Aktüalite-Bütünlük” kitabıdır. Refik Durlu, bu eserinde okullarda uygulanan müfredatımız ve öğretim yöntemleri konusunda problemlerimiz olduğunu dile getirmektedir. Ona göre müfredat programımızın temel konuları çevreye intibak ettirilmemekte, çocuklarda yurt ve dünyada meydana gelen olaylara karşı ilgi uyandırmamakta ve dolayısıyla öğretimde bir hareket noktası yapılamamaktadır. Okullarda klasik metotların uygulanması nedeniyle çocukların şahsiyetleri tam olarak gelişemediğine işaret eden Durlu, Amerika ve Avrupa’da uygulanan metotların ülkemizde gözü kapalı taklit edildiğini dile getirmektedir.

Dergide, uygulanmakta olan eğitim programlarının esneklik özelliği göstermediğine yönelik eleştirilere de yer verilmektedir (Morkaya, 1965; Pars, 1956; Çımrın, 1958b; Özuğur, 1957). Bu konuda özellikle öğretmenlerin programın yörenin ihtiyaçlarına uygun olmamasından şikâyet ettiklerine yer verilmektedir. Oysa dergide yer verilen bir makaleye göre programlar; çevrenin tabii, sosyal, ekonomik ve psikolojik ihtiyaçlardan doğmalı, bu ihtiyaçlara cevap vermelidir (Morkaya, 1965). Hazırlanan programın çevre şartlarına göre hazırlanmaması, programın uygulanma şansını çok azalttığı gibi, programda yer alan bilgilerin hayatta işe yaramamasına da neden

olmaktadır. Bir ülkede uygulanan eğitim programları; eğitim politikasının uygulanması sürecinde önemli bir görev üstlenmekte, ülkenin felsefesinin rengini taşımakta ve içinde faaliyette bulunduğu toplumun ihtiyaçlarından doğmaktadır.

Toplu tedris, Cumhuriyetin ilanından sonra eğitim programları alanında görülen önemli gelişmelerden birisi olarak değerlendirilmiştir. Bu yaklaşıma göre Hayat Bilgisi, Sosyal Bilgiler ile Fen ve Teknoloji dersi mihver derstir. Turgut Çımrın (1958b), Eğitim Hareketleri Dergisi’nde Hayat Bilgisi dersinin okullarda yeteri kadar ele alınamadığı dile getirilen sorunlardan birisidir. Buna göre diğer dersler Hayat Bilgisi dersinden konularını almalı ve bu ders daha çok deney, gezi, gözlem gibi aktif metotlarla işlenmelidir. Dergiye göre mevcut programlar Hayat Bilgisi dersinin bu şekilde işlenmesini gerektirmektedir. Fakat Hayat Bilgisi dersi öğrenciyi derste aktif kılacak bir anlayışla işlenmediği belirtilmektedir. Dergiye göre öğretmenler, görev yaptıkları yerlerde çevrelerini inceleyip öğretimi mahallileştirmek yerine, kitaba bağlı kalmakta ve takrir yöntemini ağırlıklı olarak kullanmaktadır. Bu nedenle Hayat Bilgisi dersinden istenen verimin elde edilememektedir (Çımrın, 1958b).

Fikret Özuğur (1957), özellikle ilkokul programlarımızın yeni okulun ihtiyaçlarına cevap vermekten çok uzak olduğunu ifade emektedir. Ona göre eğitim programlarımız merkezi bir anlayışla hazırlandığı için esneklik özelliğinden oldukça uzaktır. Mahalli şartlar, çocukların psikolojik durumlarının farklı olması, aynı kalitede öğretmen yetiştirme şansımızın olmaması, merkezi bir anlayışla hazırlanan eğitim programlarının başarı şansını azaltmaktadır. Ayrıca ilkokul programlarımız genellikle vatandaşlarımızın büyük çoğunluğunun ilkokul sonrası eğitime devam etmeyecekleri gerçeğinden hareketle gereğinden fazla yoğundur. Özuğur’a göre programların hazırlanması sürecinde öğretmen ve ailelerin görüşlerinden de yararlanılmalıdır. Ayrıca Özuğur’a göre programlarımızı hazırlarken şu hususlara dikkat edilmelidir:

Hayat Bilgisi: Bu ders tamamen mahalli ünitelerden oluşmalı, öğretmene esneklik konusunda önemli haklar sağlanmalıdır.

Türkçe: Dilbilgisi nazari olmaktan kurtarılmalı, okuma kitapları ile üniteler arasında paralellik sağlanmalıdır.

Matematik: Matematik konuların daha çok hayatla iç içe olan konulardan seçilmesine önem verilmelidir.

Tarih: Kronolojik bir tarih öğretimi çocuk psikolojisine uygun değildir. Bunun yanında ikinci devre derslerinde toplulaştırma unutulmuş

gibidir. Örneğin 4. sınıflarda tarih konusunda Orta Asya Türklerini okuturken, Coğrafya dersinde Karadeniz Bölgesi’ni okutabilmekteyiz. İki konu arasında bağ kurmak zordur.

Dergide, uygulanan programın esnekli özelliği göstermesini gerekli kılan faktörlerden birisinin de bazı yörelerde Türkçe bilmeyen insanların bulunması olduğu ifade edilmektedir. İlkokul programları Türkçe bilmeyen yörelerdeki okullar sorununa yer vermemiş, bu okulları diğer okullarla aynı çerçevede görmüştür. 1962 programının şehir okulları ile birleştirilmiş sınıflı okulları ayrı tutması gibi, Türkçe bilmeyen okullar özel bir şekilde ele alınmalı ve bu durum ilkokul programına yansımalıdır (Gündem, 1966).

Ülkülü (1962)’ye göre uygulanan eğitim tarım ve sanayiye hizmet etmelidir. Bu beklentiye cevap vermesi için eğitim programlarında değişiklikler yapılması gerekmektedir. Ona göre köy okullarında daha çok tarımla ilgili konulara yer verilirken şehir okullarında sanayiye yönelik konulara yer verilmelidir.

Nüfusun büyük bir kesiminin köylü vatandaşlardan oluştuğuna işaret eden Hüseyin Çolak (1957), köy okullarının kitaplık sorunlarından söz etmektedir. Ona göre köylerde okul kitapları yetersiz durumdadır. Okullarda okuma alışkanlığı ona göre sadece ders kitaplarıyla geçiştirilmekte, bu durum ise bu çocukların ileriki yıllarında önemli gedikler açmaktadır. Farklı köy okullarından örnekler veren Çolak, bazı köy okullarında çok az kitap varken bazı okullarda hiç okuma kitabının olmadığını ifade etmektedir. Günümüzde ise okuma alışkanlığı önemli bir sorun olarak kendini göstermeye devam etmektedir. Ona göre, basım evleri genellikle kültür kitapları basmanın kendilerine külfet getirdiğini, daha çok sınav ve ders kitaplarının rağbet gördüğünü ifade etmektedirler.

Eğitim Hareketleri Dergisi’nde eğitim programlarının önemli özelliklerinden birisisi olan uygulanabilirlik özelliğine de yer verilmiştir. Öğretim programlarının yazılı olarak bir kitap içinde kalması, uygulama imkânı bulunamaması, programın amaca hizmet edememesi sonucunu doğurmaktadır. Dergide 1950’li yıllarda öğretim programında Beden Eğitimi Dersinin hangi faaliyetlerle yapılacağı ifade edilmiştir. Programa göre Beden Eğitimi Dersleri; sabah jimnastikleri, büyük ve küçük teneffüslerde uygulanacak eğitsel oyunlar, Çarşamba günleri öğleden sonra yapılacak eğitsel çalışmalar ve Cumartesi ve Pazar günleri yapılacak gezilerle yapılması öngörülmüştür. Beden Eğitimi dersi şehir okullarının birinci devresinde haftada iki saat, ikinci devresinde ise bir saat olarak öngörülmüştür. Beden Eğitimi dersi için verilen

ders saatleri bu dersin verilmesi için yetersizdir. Şehirlerde bulunan okulların ikili, üçlü öğretim yapılması nedeniyle sabahları jimnastik yapılamadığı, teneffüslerin çok kısa olmasından dolayı oyun oynanamadığı, çarşamba ve cumartesi günleri öğleden sonra ise öğretim yapıldığı için Beden Eğitimi dersinden yeterince verim alınamamaktadır (Sel, 1959).

Dergide öğrencilerin başarısızlıklarının önemli bir nedeni olarak, okuma problemine dikkat çekilmektedir. Dergiye göre okumanın gelişimi zihni ve bedeni gelişimle birlikte yürümekte ve öğrenmeye hazır olmayı gerektirmektedir. Bu nedenle her yaşta öğrencilere kazandırılacak okuma tekniklerinin bulunduğu vurgulanmaktadır. Okuma; yazılı sembollerin, kelimelerin tanınmasından, telaffuz edilmesinden, gözlerin ritmik olarak satırlar üzerinde gezdirilmesinden ibaret bir şey olarak anlaşılmaması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Buna göre okuma öncelikle zihinle yapılan bir etkinliktir. Bunda kritik düşünme ve problem çözme faaliyetleri esas alınmalıdır. Dergiye göre okumada geri kalan çocuklar derslerde de geri kalmaktadırlar. Özgüven, 1957d).

Ders kitapları eğitim programlarının içerik boyutu çerçevesinde değerlendirilebilir. İçerik öğesinde görülen bir sorun, eğitim programının diğer öğelerini olumsuz etkilemekte, eğitim programının başarısız olmasına neden olmaktadır. Dergide okullarda tek kitap uygulamasından 1950’li yılların başında vazgeçildiği dile getirilmektedir. Fakat bu durum bazı sorunları da beraberinde getirmiştir. Serbest kitap uygulamasına değinilen bir makalede, bu uygulamadan sonra kitapların gerek muhteva gerekse biçim açısından kalitesiz hale geldiğine dikkat çekilmektedir. Ders açısından nitelikli kitap bulmak zor olmuştur. Bu durumun üniversitelerde daha da kötü olduğu belirtilmekte, üniversitelerde öğrencilerin kitap bulmakta zorlandığı, ders notlarıyla idare edip ve ezberi bir eğitim anlayışına yöneldikleri bildirilmektedir. Bu makalede kitap basan yayınevlerinin üniversitelere yönelik kitapları ortaokul ve ilkokullarda olduğu kadar fazla satılmadığı gerekçesiyle basmadıkları, bu durumun üniversitelerde dersler açısından kaynak sıkıntısı yarattığı dile getirilmiştir (Eğitim Hareketleri Dergisi, 1955c).

Kitapların kalitesi yanında içerik olarak da çağdaş olmalı, toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Halil Fikret Kanad (1956c) öğretmen okullarında ve liselerde okutulan Psikoloji dersini büyük bir üzüntü ile takip ettiğini söylemektedir. Bunlardan birinde Umumi Psikoloji ve Normal İnsan Psikolojisi okutulurken, diğerinde Amerika’dan yanlış bir şekilde ülkemize sokulan modası geçmiş

Davranış Psikolojisi’dir. Kanad, gerek Amerika ve gerekse Avrupa üniversitelerinde ya da liselerinde olsun modern psikolojisinin okutulduğunu ifade etmektedir. Ayrıca ona göre öğretmen okullarının programlarından Pedagoji dersini kaldırıp yerine Eğitim Psikolojisi konmasının, Pedagoji ve Pedagoji Tarihi derslerinin programdan çıkarılması son derece yersiz bir uygulamadır. Kanad’a göre öğretmen okullarımızın yaklaşık 100 yıllık tarihi bulunmaktadır. Bu nedenle uzun bir birikime sahip olan öğretmen okullarının programında değişiklik kaçınılmaz hale gelmiştir.

Yahya Özsoy (1960), dergide yazmış olduğu makalesinde ders kitaplarının eğitim öğretim başında önemli bir sorun olarak kendini gösterdiğini ifade etmektedir. O günün koşullarında ders kitaplarının serbest bırakılmasını ülke eğitimi için olumsuz bir gelişme olarak değerlendiren Özsoy, bu konuda umulan faydaların tersine bir durum ortaya çıktığını ifade etmektedir. Ona göre bunun üç önemli nedeni bulunmaktadır. Bunlardan birincisi; baskısı, mürekkebi kötü ve içinde eksik bilgileri ile birbiriyle yarış halinde olan ders kitapların bulunmasıdır. İkincisi kitabını iyi bir şekilde pazarlamak için yayınevleri arasında mekik dokuyan öğretmenin düştüğü içler acısı manzaradır. Üçüncüsü ise yayınevleri tarafından kazanılmış yüksek paralardır. Fakat bu paraları kitabı yazan öğretmenler değil sadece birkaç yayınevi almaktadır. Özsoy çözüm olarak, daha önce yaptığı gibi yine Bakanlığın ders kitaplarını komisyonlara yazdırması gerektiğini ifade etmektedir. Ayrıca kitapları da ayrıca Bakanlığın kendisinin basması gerekmektedir.

Dergide, öğretim programlarının ayrılmaz bir parçası olan ev ödevleri ile ilgili bir soruna da yer verilmiştir. Fakat ev ödevinin yararlı olup olmadığı, verilip verilmemesi gerektiğine ilişkin tartışmalar sıkça yapılmaktadır. Eğitim Hareketleri Dergisi’nde dünyada ev ödevin verilip verilmemesine ilişkin yapılan araştırma sonuçlarına ilişkin yapılan bir değerlendirmede ev ödevinin verilmesi ile verilmemesi arasında fazla bir farkın olmadığı ifade edilmiştir. Dergiye göre bu konuda akşamları çalışma ortamları iyi olmayan çocuklar daha çok zorlanmakta, anne babaları televizyon izleyen ya da kardeşi oyun oynayan çocuklar bu ortamlarda ödevlerini başarılı bir şekilde yapamamaktadırlar (Ustaoğlu, 1955).

Benzer Belgeler