• Sonuç bulunamadı

Dursun Akçam’ın eğitim ile ilgili hikâyeleri Öğretmeni Kim Öptü? kitabında yer alan “Rotkäppchen”, “Film” ve “Bizim Sınıf Gibisi Yoktur”dur.

“Rotkäppchen”de sınıftan ara sınavı notu yerine geçecek bir ödev hazırlamaları istenir. Herkes kendi ülkesinden bir masal yazacaktır. Sınıfa her gelen öğretmenin okuttuğu tek masal vardır: “Rotkäppchen” (Kırmızı Başlıklı Kız). Son gelen öğretmen başka masal okuyup okumadıklarını ve bir masal kitabı olan var mı diye sorar.

“Masal kitabı olan yok mu?”

Kimseden ses çıkmadı. Yineledi:

“Bir masal kitabı diyorum!”

Bayan Gayda boğazını temizledi:

“Masal çocukların işi evladım, biz kendimiz masal olmuşuz!”

Öğretmen ayıpladı Gayda’yı. Masal insanlığın ortak kültürüydü. Bu kültürden kaynaklanmayanlar, toprağın derinlerinde damarları kurumuş ağaca benzerlerdi.

Renkten, güzellikten yoksun insanlardı onlar! (Akçam, 1997: 80-81).

Öğretmen masallara çok önem verir. Günlerce “Rotkäppchen”i okurlar. En ince ayrıntısına kadar incelerler. Sonrasında başka masallar da okurlar. Bir gün öğretmen “Tavşan ve Kirpi” masalının evde çocuklara okutulması ödevini verir.

Fakat ödevi 27 kişilik sınıftan sadece bir kişi yapmıştır. O da Bayan Sinyora’dır.

Çocukları masalı çok sevmişler ve “tavşan gibi aptal olmayalım” demişlerdir.

Öğretmen diğerlerinin okumamaları yüzünden çok sinirlenmiştir. Dambala söz alarak kendi çocukluğundan örnek vererek bir öneride bulunur.

“Çocukluğumda büyükannem, büyükbabam bana çok güzel masallar anlatırlardı. Aradan yıllar geçti, ben o masalları daha unutmadım!...”

Öğretmen sözünü kesti Dambala’nın:

“İnsanlar yaşlandıkça çocuklaşır, güzelleşirler ve güzelin daha çabuk farkına varırlar. O nedenle de masalı severler. Masal sevmek, güzeli anlamak ve sevmek demektir.”

Dambala:

“Ben de sözü oraya getirmek istiyorum. Aramızda yaşlı insanlar var, büyükannemiz, büyükbabamız yaşında olanlar var. Onlar neden bizlere masal anlatmazlar? En güzel masalların kaynağı onlar. Bize masal anlatsınlar lütfen!”

Öğretmen çok olumlu buldu bu öneriyi. Özellikle Bayan Gayda, Bayan Modeja, Bay Mischowski, Bay Gayda gibileri tam masal anlatacak yaştaydılar.

Böylece masal çalışmalarımız o günden sonra daha başka boyutlar kazandı. Sıra ile her gün bir iki kişi masal anlatıyordu. (Akçam, 1997: 86-87).

Hikâyede masalların eğitici yönüne değinilmiştir. Akçam’ın çocukluğundan gelen masal birikimi ve kendisine kattıklarının farkında olan Akçam bu hikâyesinde masalların çocukların gelişimindeki ve hayal dünyalarının zenginleşmesindeki önemine dikkat çekmiştir.

Öğretmeni Kim Öptü? kitabının onuncu hikâyesi olan “Film”de sınıfın eğitim konusundaki yaptıklarına değinilmiştir. Yeni bir “jokey” olan Bayan Kristina çok güzel bir kadın olmasıyla sınıfın ilgisini çekmiştir. Hatta öyle ki devamlı öğretmenleri olması için sınıf müdüriyete toplu imza vermeyi düşünür.

Bayan Kristina sınıftan kitaplarını açmalarını ve en son hangi konuda kaldılarsa oradan devam edeceklerini söyler. Fakat sınıf kitaptan konu işlememekte her gün hemen hemen aynı konuları tekrar etmektedir. Kursiyerler pek önemsenmedikleri için her gün aynı konuları görmektedirler. Dil konusunda da pek yol kat edememişlerdir.

“Öyleyse Akkusativ-Dativ!”

Daha başka ders konuları da önerildi:

“Einkauf.”

“Setzen, sitzen, stehen, stellen, liegen, legen…”

“Rotkäppchen!”

Öğretmen ders defterinin sayfalarını karıştırdı yeniden. Bir süre sonra başını kaldırdı:

“Söylediğiniz konuların hepsini geçmiş derslerde öğrenmişsiniz!”

Miladowiç:

“Bir haftadan beri hiç tekrarlamadık vallahi!”

Öğretmen şaşkınlık içinde:

“Neyi?”

“Geçmişteki konulardan hiçbirisini…”

“Yani siz hep aynı şeyleri mi tekrarlıyorsunuz?”

“Evet!”

“Komik!” diyerek başını salladı.” (Akçam, 1997: 95)

Dambala film salonuna gitmeleri önerisini ortaya atar. Oradaki filmlerin öğretici olduğunu ve onlardan çok yararlandıklarını söyler. Film salonuna gidilir.

Salonda üç film vardır. Üçü de izlenir. Sınıf artık izleye izleye tüm filmleri ezberlemiştir.

Diyalog teklemeden sonlamıştı. Öğretmen şaşırdı:

“Siz görmeden, işitmeden konuşuyorsunuz!”

“Allah vergisi!” dedi Miladowiç.

Topu topu üç film vardı göstermelik. Genellikle jokey dediğimiz geçici öğretmenlerle, yorgun olan ya da dalga geçmek isteyen öğretmenler, her fırsatta sınıflarını getirir sokarlardı bu salona. Böylece gürültüsüz, patırtısız zaman doldurmuş olurlardı. Doğal ki bu konuda da rekor bizim sınıftaydı! (Akçam, 1997: 99-100)

Hikâyede kurstaki eğitim sistemi eleştirilmektedir. Öğretmenlerin geçici olması sürekli değişmesi öğrenciler için sıkıntılı bir durumdur. Diğer bir sıkıntı da öğretmenlerin vakit doldurmak için öğrencileri bu film salonuna getirmeleridir.

Akçam burada öğretmenlerin hak etmedikleri, yapmadıkları bir dersin ücretini alıyor olmalarına da bir eleştiri getirmek istemiştir.

Öğretmeni Kim Öptü? kitabında söz konusu kurstaki eğitim sisteminin eleştirildiği bir diğer hikâye ise “Bizim Sınıf Gibisi Yoktur”dur. Sınıfın tek Türk

öğrencisi Ahmet bir dilekçe yazar. Dilekçede kursta Almanca öğrenemediklerini, aylardır doğru dürüst bir ders programlarının olmadığını, sık sık öğretmenlerinin değiştirildiğini, derslerde disiplin olmadığını ve sürekli içki içildiğini yazar. Aynı zamanda Almanya’da neden çok fazla işsiz öğretmen olduğunu ve sürekli çalışacak öğretmenlerin atanmadığını sorar. Amacı dilekçeyi Kurslar Genel Müdürlüğü’ne yollamaktır. Bu duyarlılığında Ahmet’e yirmi yedi kişilik sınıftan sadece iki kişi destek olup dilekçenin altına imzalarını atmıştır: Salami ve Bayan Rodeska.

Salami’nin önerisi ile Ahmet dilekçeyi ilk olarak müdüre Bayan Kambi’ye verir. Bayan Kambi dilekçeyi okuyunca öfkeden sinir küpüne döner. Bayan Kambi’ye göre Ahmet’in yazdıklarının hepsi iftiradır.

“Hele şunlara bakınız bir… Açlıktan, sefaletten kaçarlar. Karınları doyunca da…”

Ahmet’in devrimci onuru yara alıyordu:

“Biraz dikkatli konuşunuz lütfen!” dedi.

“Ya, öyle mi? Emredersiniz beyefendi!”

“Estağfirullah! Ben Müdüre değilim!...”

Ahmet’in ağzından çıkan kazık gibi sözler müdüreyi rahatsız ediyordu. Ters ters baktı Ahmet’e.

“Sen de iş bulmak için geldin ve yüksek politikacı olarak sığınma aldın değil mi?”

“Mahkeme benim niçin geldiğimi, kim olduğumu saptayarak karar verdi!”

“Buraya geldikten sonra hepiniz mutlaka bir şeyci olursunuz!”

“Hakaret ediyorsunuz! Size layık olduğunuz yanıtları verirdim ama burada eşit koşullarda değiliz!”

Kambi, “yeyy, yeyy!” yaparak taklit etti Ahmet’i, “Önce Almanca konuşmasını öğrenin, ondan sonra da…”

Ahmet’in öfkesi iyice kabarmıştı. Askeri cuntaya kafa tutan adam, şimdi bu küçük burjuva taslağına devrimci onurunu mu çiğnetecekti:

“Müdüresi olduğunuz okulda bu denli Almanca öğrenebilmek bile bir mucize!...”

karşılığını verdi. (Akçam, 1997: 143-144).

Ahmet’in bu geri adım atmaz tavrı karşısında Bayan Kambi çaresiz biraz yumuşar ve onu daha çalışkan, titiz bir öğretmen olan Bayan Ursula’nın sınıfına vermeyi teklif eder. Bunca aydan sonra sınıf değiştirmek Ahmet’e çok cazip gelmez.

Fakat o sınıfa bakıp isterse eski sınıfına dönebilecektir. Sınıftan çantasını ve

eşyalarını alan Ahmet yeni sınıfına girer. Disiplinsizlikten kaçan Ahmet bu sınıfta da aşırı disipline tutulur.

“Benden anımsatması!” diyerek başladı yeniden, “Derslerde öğretmeni sinirlendirecek, dikkatini dağıtacak en küçük bir davranış istemem. Ne yerinde uyur gibi oturmak, ne fısıltı, ne de sağa sola aptal aptal bakmak!... Dikkatleriniz bir ibre gibi öğretmenle inecek, çıkacak!”

Soluklandı. Düzensiz oturan bir iki kişiyi uyardı:

“Bayan Browski, sıranın üstüne fazla eğilmişsin! Bay Michail, lütfen kolunu sandalyenin arkasından sarkıtma! Bayan Belova, parmaklarınla oynayıp durma!...”

Ahmet’e takıldı gözleri yine:

“Bay Ahmet, kendinizi kontrol ediniz lütfen. Nedir o duruşunuz, bakışlarınız? Bir hapishane kaçkını gibi!...” (Akçam, 1997: 151)

Ahmet’i fenalık basar. Mamak Hapishanesindeki günlerini hatırlamıştır.

Çantasını aldığı gibi kendini sınıftan dışarı atar. Eski sınıfını ve arkadaşlarını özlemiştir. Dambala, Ahmet’i “otur oturduğun yerde oğlum! Bu okulda bizim sınıf gibisi yoktur!” diyerek karşılar.