• Sonuç bulunamadı

1.2. YÜZ İFADELERİNDEN DUYGU TANIMA

1.2.2. Duygu Olgusunu Açıklayan Kuramlar

1.2.2.1. Evrimsel Duygu Kuramı

Evrimsel duygu kuramı ve bu kurama yönelik araştırmaların kökeni Darwin’in 1872 yılındaki ‘İnsan ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi’ adlı kitabına

dayanmaktadır (akt. Cornelius, 2000). Bu kuramın merkezinde yer alan temel düşünceye göre duygular önemli sağkalım işlevleri dolayısıyla evrilmiştir çünkü tür olarak karşılaştığımız belirli problemlerin çözümüne katkıda bulunmuşlardır.

Tüm insanlarda az ya da çok aynı duyguları görmemiz de bu sebeptendir.

Ayrıca bu görüş, insanlar diğer memelilerle ortak bir evrimsel geçmişe sahip olduğu için yakın türlerin duygularıyla insanlarınki arasında benzerlikler bulunmasının oldukça olası olduğunu ileri sürer. Darwin’in psikoloji ve biyoloji alanına duygular konusundaki mirası, doğal seçilimle evrim teorisini duyguları ve duygusal ifadeleri anlamaya yönelik bir çerçeve olarak kullanması ve duygusal ifadelerin, işlevlerine yani hayatta kalma değerine göre anlaşılması gerektiğindeki ısrarıdır (Cornelius, 2000).

Duyguları evrimsel bir perspektiften anlamaya çalışmada Darwin'in öncülüğünü takip eden birçok çağdaş araştırmacı bulunmaktadır fakat bu araştırmacılar Darwin'in duygusal ifadelerin nasıl evrildiğine yönelik anlayışını her zaman ayrıntılarıyla takip etmemişlerdir. Bunların başında Paul Ekman, Carroll Izard, Alan Fridlund ve Sylvan Tompkins gelir, Joseph LeDoux'un (1996) çalışmaları da bu perspektife uymaktadır (akt. Cornelius, 2000). Tompkins'in etkisi altında, Ekman ve Izard ve diğer meslektaşları ile öğrencileri, son 30 yılda belirli duyguların yüz ifadelerinin evrenselliğini göstermeye çalışmışlardır (Cornelius, 2000). Bu bulguların nihai olarak ne anlam ifade ettiğini sorgulayan Alan Fridlund ve James Russell (1994) gibi araştırmacılar olsa da Ekman ve ark.

(1987) mutluluk, üzüntü, korku, tiksinme, öfke ve şaşırma ifadelerinin evrenselliği için etkileyici sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bu tür evrensel duygu ifadelerinin sayısı, araştırmacılara göre değişiklik göstermektedir. Ekman altı (ya da yedi- bazen küçümsemeyi de katmaktadır), Izard on, Robert Plutchik ise sekiz tane olduğunu söylemektedir. Ekman’a göre bunlar; öfke, mutluluk, korku, üzüntü, şaşkınlık ve tiksinmedir; bazı makalelerinde küçümsemeyi de bu listeye eklemektedir (Ekman, 1955). Izard’a göre mutluluk, heyecan, ıstırap, hiddet, irkilme, tiksinme, küçümseme, aşağılama, pişmanlık ve dehşet duygusudur (Izard, 1992). Plutchik ise güven, korku, şaşırma, tiksinme, öfke ve beklenti olarak listelemiştir (2001). Genel olarak bunların "temel", "esas" veya "birincil"

duygular olarak adlandırıldığı görülmektedir. Bu duygular temel kabul edilmektedir çünkü sağkalımla ilişkili tepki örüntülerini temsil ederler ve bu örüntüler evrimsel geçmişimiz boyunca dünyadaki olaylara yönelik seçilmiş tepkilerimizdir. Plutchik’in 1980’de ifade ettiğine göre her temel, esas ya da birincil duygu, organizmaların çevre tarafından oluşturulan temel hayatta kalma sorunlarıyla başa çıkmasına yardımcı olarak belirli bir "adaptif rolü" yerine getirmektedir (akt. Cornelius, 2000). Örneğin, ilgi duymak oynamayı, keşfetmeyi ve öğrenmeyi güdüler (Renninger ve Wozniak, 1985); üzüntü empatik ve özgecil davranışı ortaya çıkarır (Barnett, King ve Howard, 1979); tiksinme kirlenmeden kaçınmayı sağlar (Rozin ve Fallen, 1987). Hayvanlarla ve insanlarla yapılan sayısız çalışma, öfke duygusunu savunma girişimleri ile (Berkowitz, 1990) korkuyu ise güvenliği en üst düzeye çıkaran kaçma veya korunma davranışları ile ilişkilendirmektedir (akt. Izard, 1992). Bu duyguların temel kabul edilmesinin bir diğer nedeni ise diğer duyguların bir şekilde onlardan türediğinin düşünülmesidir.

Plutchik, duyguların amipten insana kadar tüm organizmalar için geçerli olduğunu söyler çünkü duyguları işlevsel eş değerlikleri açısından karşılaştırır (2001). Bir sıçanın ve bir insanın korku tepkisine eşlik eden davranışları çok farklı olabilmekte ve sıçandan sıçana ve insandan insana değişebilmektedir fakat bu davranışların başardığı şey aynıdır (akt. Cornelius, 2000). LeDoux'un 1996’da sıçanların beyinlerinden, insanların beyinlerine duyguların sinirsel mimarisi hakkında çıkarımlar yapmasına izin veren şey de budur: Korkunun ayrıntıları farklı olabilir, ancak işleve aracılık eden beyin sistemleri farklı türlerde aynıdır (akt. Cornelius, 2000).

1.2.2.2. Bilişsel Yorumlama Kuramı

Bilişsel yorumlama yaklaşımının kökeni Nussbaum’a göre neredeyse Helenistik filozoflara kadar uzanmaktadır (akt. Cornelius, 2000). Bu kuramın temel varsayımı ve buna bağlı araştırma geleneği, düşünce ve duygunun birbirinden ayrılamaz olmasıdır. Başka bir deyişle, bu yaklaşım tüm duyguların Arnold'ın

(1960) yorumlama olarak adlandırdığı, çevredeki olayların iyi veya kötü olarak değerlendirildiği sürece bağlı olduğunu ileri sürer (akt. Cornelius, 2000).

Yorumlama, bireyin iyilik hali için çevrenin önemini tespit eden ve değerlendiren bir süreçtir. İyilik hali için çevrenin önemi ise endişelerin giderilmesi ve engellenmesi olarak kavramsallaştırılmıştır (Frijda, 2009). Endişeler bireyin ihtiyaçlarını, bağlanmalarını, değerlerini, mevcut hedeflerini ve inançlarını (Moors, Ellsworth, Scherer ve Frijda, 2013) kısacası bir kişinin umursadığı her şeyi içerir (Moors, Ellsworth, Scherer ve Frijda, 2013). Duygular, olay ve durumların değerlendirilmesi (yorumlanması) sonucu ortaya çıkar (Scherer, Schorr ve Johnstone, 2001). Örneğin, romantik bir ilişki sona erdiğinde hissedilen üzüntü, arzu edilen nesnenin kaybı ve kesinlikle geri kazanılmayacağı şeklindeki bir yorumlama sonucunda oluşuyor olabilir (Roseman, 1984; Oatley ve Johnson-Laird, 1987; Scherer, 1993; Smith ve Lazarus, 1993). Yorumlamanın doğal olarak etkileşimsel olduğu sonucuna varılmıştır çünkü olay ve yorumlayan arasında bir etkileşim söz konusudur (Lazarus, 1991).

Bilişsel yorumlama kuramına göre her duygu belirli bir yorumlama modeli ile ilişkilidir, eğer yorum değişirse duygu da değişir (Cornelius, 2000). Bu modeller, kişinin belirli özellikleri, öğrenme geçmişi, mizacı, kişiliği, fizyolojik durumu ile içinde bulduğu durumun belirli özellikleri arasındaki bağlantıyı sağlar (Cornelius, 2000). Lazarus ve öğrencilerinin bilişsel yaklaşım içerisindeki ilk araştırmaları, tehdit edici olaylara yönelik duygusal tepkilerde bu tarz olayların yorumundaki bir değişikliğin kısa devre yaratabileceğini göstermeyi hedeflemiştir (Cornelius, 2000). Bu çalışmalardan birinde genç erkeklerin bir korku filmine yönelik duygusal tepkilerinin, filmdeki olayları yorumlamada farklı yollar sunulduğunda önemli ölçüde değiştiğini göstermiştir (Spiesman, Lazarus, Mordkoff ve Davison, 1964). Bu çalışma, yorumlamanın değiştirilmesinin duygusal tepkileri yeniden şekillendirmedeki gücünü göstermektedir.

1.2.2.3. James-Lange Duygu Kuramı

İlk olarak Amerikalı psikolog James (1884) tarafından önerilen ve daha sonra Danimarkalı psikolog Lange tarafından bağımsız olarak geliştirilen James-Lange duygu kuramı bir duygunun anlık ve temel nedeninin fiziksel olduğunu bildirmektedir (Coleman ve Snarey, 2011). Çevresel uyaranlara bağlı olarak oluşan bedensel değişiklikler ve fizyolojik süreçler, bilinçli zihindeki belirli hisleri uyandırır. Bu anlamda duygular, bedensel olarak çeşitli şekillerde birleştirilen duyum veya süreçlerdir (Coleman ve Snarey, 2011). James-Lange duygu kuramı şu anekdot üzerinden daha iyi anlaşılabilir: Bir çocuk babasının oyuncaklarını taşıyarak odaya girdiğini görür. Gülümsemeye başlar, kalbi biraz daha hızlı atar, göz bebekleri genişler ve ona doğru koşar (James, 1884). Bu bedensel değişiklikler heyecan duygusunu temsil eder. Başka bir örnekte ise gece yarısı ıssız bir caddede yürürken bir adam arkasında ayak sesleri duyar.

Arkasına dönüp bakar ve büyük bir figürün ona doğru yaklaşmakta olduğunu görür. Adam yürüyüşünü koşmaya çevirir, daha hızlı nefes almaya, burun delikleri büyümeye, göz bebekleri genişlemeye ve adrenalin damarlarında akmaya başlar. Bu bedensel değişiklikler korku duygusunu temsil eder. Elbette ki bu iki kişinin yaşadığı duygular farklıdır, ancak bu kişilerin fizyolojik olarak tepki verme şekilleri her iki durumda da önemli bir rol oynamaktadır. Küçük kız heyecanlanmıştır çünkü gülümseyip babasına doğru gitmiştir; adam ise korku hissetmiştir çünkü koşarak uzaklaşmıştır (James, 1884). Başka bir deyişle, James-Lange duygu kuramı, dışsal bir uyaranın kişide fizyolojik tepkiye yol açtığını ileri sürer. Bireyin duygusal tepkisi de verdiği fiziksel tepkileri nasıl yorumladığına bağlıdır (Coleman ve Snarey, 2011).

Psikanalist Ferenczi (1949), James-Lange duygu kuramının yetişkinlerle alakalı olmayıp çocuklarda duyguların oluşumu ile ilgili olduğunu ifade etmiştir (akt.

Coleman ve Snarey, 2011). Ferenczi, erken dönem çocukluk duygularının büyük oranda bedensel duyumlardan kaynaklandığını kabul eder ancak daha büyük çocukların ve yetişkinlerin duygularını kontrol etmek için yeni kapasiteler geliştirmesiyle her şeyin değiştiğine inanmıştır (akt. Coleman ve Snarey, 2011).

Aslında, fizyolojik olaylar ile duygu üretimi arasında doğrudan bir bağlantı mevcutsa, duyguyu sentezlemenin de bir yolu olmalıdır (Coleman ve Snarey,

2011). Karşılıklı bir sebep-sonuç sürecinde, duygular ve bedensel tepkilerin birbirine bağımlı bir ilişkileri vardır (Coleman ve Snarey, 2011).

1.2.2.4. Sosyal Yapısalcı Kuram

Sosyal yapısalcılık antropoloji ve sosyoloji gibi alanlarda oldukça uzun bir zamandır etkili olmasına rağmen psikolojide duygunun incelenmesinde, ancak 1980'lerde, özellikle de James Averill (1982) ve Rom Harré'ın (1986) çalışmalarıyla belirlenebilir bir yaklaşım olarak bir araya gelmiştir. Ayrıca duygunun sosyal yapılanmasına dair görüşlere önemli katkılar antropolog Catherine Lutz ve filozof Claire Armon-Jones tarafından yapılmıştır (Cornelius, 2000).

Duyguları temelinde biyolojik olarak veya gelişen adaptasyonlar gibi görenlerden ayrılan sosyal yapısalcılara göre duygular, anlam ve tutarlılığını öğrenilen sosyal kurallara borçlu birer kültürel üründür. Averill'e (1980) göre, duygular ne filogenetik geçmişimizin kalıntıları olarak ne de fizyolojik açıdan açıklanabilir. Aksine duygular sosyal yapılardır ve yalnızca sosyal bir analiz düzeyinde anlaşılabilir (akt. Cornelius, 2000). Ekman (1972) gibi Darwinyen kuramı destekleyen araştırmacılar bile kültürün duygusal dışavurumların düzenlenmesindeki rolünü kabul etmiştir; ancak Averill ve diğer sosyal yapısalcılar çok daha radikal bir şey önermektedir. Örneğin, öfke genellikle prototipik olarak ilkel bir duygu olarak görülür. Averill’e göre ise öfke ilkel olmaktan çok, sosyal olarak karar verilmiş yorumlamaların karmaşık bir örüntüsüne dayanan sofistike bir duygudur ve sosyal ve toplumsal açıdan önemli sosyal işlevleri yerine getirir. Kızgın olduğumuz zaman, ilkel ve hayvansı bir şey tarafından ele geçirilmişlik ve kontrolü kaybetme duygumuz bile sosyal yapıdadır. Üstelik genellikle zararlı bir duygu olduğu düşünülen öfke, aslında sosyal ilişkilerimizde olumlu ve yapıcı bir rol oynamaktadır. Başka bir örnek vermek gerekirse romantik veya tutkulu aşk, istikrarlı bir ilişki karşılığında gönüllü olarak bazı ekonomik ve sosyal özgürlüklerimizden feragat etmemize olanak tanır. Korku gibi açıkça uyumsal rolü olan bir duygu bile, önemli sosyal

ve ahlakî işlevlere sahiptir (Cornelius, 2000). Kısacası, sosyal yapılandırmacılar için kültür çeşitli düzeylerde duyguların düzenlenmesinde merkezi bir rol oynamaktadır. En önemlisi, kültür duyguların oluşmasını sağlayan yorumlamaların içerik ve kapsamını belirler. Yorumlama süreci biyolojik bir adaptasyon olabilir, ancak yorumlamalarımızın içeriği kültüreldir. Böylece insanları öfkelendiren şeylerin çeşitliliği kültürden kültüre ve kişiden kişiye farklılık göstermektedir.

1.2.2.5. Duygu Olgusunu Açıklayan Kuramların Entegrasyonu

Evrimsel duygu kuramına göre duygular, çevredeki uyaranlara hızlı bir şekilde tepki vermeye yönelik bir motivasyon sağlayarak bireyin başarı ve hayatta kalma şansını artırmaya yardımcı olmaktadır. Örneğin, korku duygusu insanların tehlike kaynağıyla mücadele etmelerini veya kaçmalarını sağlamaktadır. James-Lange kuramı ise duyguyu açıklayan fizyolojik kuramların en iyi bilinenlerindendir. Bu kurama göre olaylara verilen fizyolojik tepkiler duygulara neden olur. Bilişsel yorumlama kuramına göre ise düşünme, duyguyu deneyimlemeden önce gerçekleşir ve olaylar dizisi şu şekildedir: uyaran, düşünce, düşüncenin eş zamanlı neden olduğu fizyolojik tepki ve ardından duygu. Son olarak, sosyal yapısalcı kuram, duyguların sosyal ve toplumsal açıdan önemli sosyal işlevleri yerine getirdiğini ve yorumlamalarımızın içeriğinin kültür tarafından belirlendiğini savunur.

Bu dört kuramın araştırma gelenekleri farklı kökenlere dayanmakta, kuramcıları duyguları farklı şekilde tanımlamakta, duygunun doğası hakkında genellikle farklı türde sorular sormakta ve zaman zaman da diğer yaklaşımlarla tartışmalar içine girmektedir. Yine de bu yaklaşımların birleşmeye başladığına yönelik kanıtlar da bulunmaktadır. Örneğin, daha çok bilişsel kuramı temel aldığı görülen Lazarus, duygu gösteren yüz ifadelerinin evrenselliğine yönelik görüşler öne sürmüştür. James-Lange kuramı ile evrimsel duygu kuramının da bazı noktalarda birleştiği görülmektedir. Her ne kadar James duygusal deneyimin doğasını, Darwin ise duygusal ifadeyi açıklama gayesinde olsa da her ikisi de

duyguları önemli hayatta kalma işlevi sağlayan çevresel adaptasyonlar olarak görmüştür. James de Darwin gibi, duyguların organizmanın olaylara verdiği otomatik tepkiler olduğunu ve bu tepkilerin organizmanın kendi ortamında hayatta kalmasına yardımcı olduğunu düşünmektedir (Cornelius, 2000). Bu iki kuramın sosyal yapısalcı kuramdan farklılaştığı nokta duygusal deneyim, duygu ifadesi ve fizyolojisinin evrensel biçimleri olduğuna dair ısrarlarıdır.