• Sonuç bulunamadı

Duygusal ifadeler özellikle yüz ile ifade edilenler, sözel iletişimin neredeyse hiç anlamlı olmadığı bebeklik döneminde iletişim, bağlanma ve sosyal öğrenme için merkezî önem taşıyan sosyal sinyallerdir (Bornstein ve Arterberry, 2003).

Örneğin, bebekler gülen yüzlere daha uzun süre bakmakta (Wilcox ve Clayton, 1968) ve olumlu duygular (mutluluk gibi) davranış için motivasyon oluşturmakta ve davranışı düzenlemekte (Blehar, Lieberman ve Ainsworth, 1977; Cohen, Campbell ve Ross, 1991; Malatesta, Culver, Tesman ve Shepard, 1989), ayrıca bebekle temel bakım veren birey arasında bir etkileşim kurulmasına ve bu

etkileşimlerin sürdürülmesine yardımcı olmaktadır ki bu da güvenli bağlanma gibi olumlu sonuçlara vesile olmaktadır (Barrett, 1993; Campos, Mumme, Kermoian ve Campos, 1994; Cohen ve ark., 1991; Malatesta ve ark., 1989). Bu nedenlerden ötürü, bebeklik döneminden itibaren hangi faktörlerin bireylerin yüz tarafından iletilen duygusal bilgiyi tanımasını ve bunu öğrenmesini etkilediğini anlamak önemlidir.

Yüz ifadelerinden gelen duyguların nasıl sınıflandırılacağını belirlemede, duygu kategorileri ve sınırlarıyla ilgili bilgiye ihtiyaç vardır; bu bilgi ise belirli duygulara maruz kalma sıklığına (Pollak ve Sinha, 2002), deneyime ve öğrenilen beklentilere dayanır (Beale ve Keil, 1995). Duygu gösteren yüzleri işlemleme yeteneğinin gelişimi, büyük ölçüde günlük sosyal etkileşimlerde duygularla normal deneyimlere dayalıdır. Kötü muamele gören çocuklar, kötü muamele görmemiş akranlarına göre farklı türden birçok duygusal ipucuna maruz kalırlar;

başka bir deyişle daha az olumlu (Bugental, Blue ve Lewis, 1990) ve daha fazla olumsuz duyguya (akt. Glaser, 2002) maruz kalırlar. Bu nedenle, kötü muamele gören çocuklar, yüzle ifade edilen farklı duygular arasında sınıflandırma yaparken bu duygular arasında alışılmamış sınırlar oluşturabilirler ki bu da duygu tanımaya yönelik becerilerinin gelişimini zayıflatabilir (Camras, Grow ve Ribordy, 1983; Camras, Ribordy, Hill, Martino, Spaccarelli ve Stefani, 1988;

During ve McMahon, 1991; Klimes-Dougan ve Kistner, 1990).

Çocuklukta yaşanan olumsuz deneyimlerle duygu tanıma arasındaki ilişki bağlamında alanyazındaki çalışmalar incelendiğinde, çocuklara yönelik kötü muamelenin normal duygusal gelişim sürecini bozduğuna yönelik bulguların ağırlıkta olduğu görülmektedir. İlk olarak, kötü muamele gösteren ebeveynlerin çalışmaları, bu ebeveynlerin istismar edici olmayan ebeveynlerden daha az olumlu duygu ve daha fazla olumsuz duygu gösterdiklerini ortaya koymuştur (Bugental, Blue ve Lewis, 1990; Kavanagh, Youngblade, Reid ve Fagot, 1988).

Ayrıca, istismar edici anne babaların kendilerini ve çocuklarını başkalarıyla iletişime girmekten soyutlama eğiliminde olduklarına ve bunun sonucunda

çocuklarına duygusal iletişime dair ebeveynsel bir model sağlayamadıklarına inanılmaktadır (Salzinger, Feldman, Hammer ve Rosario, 1993). İkincisi, tutarsız veya katı bir temel bakım alan çocuk, davranışının sonuçlarını tahmin etmede güçlük çeker (Dadds ve Salmon, 2003) ve bu, duygusal bilginin işlenmesindeki eksiklerde açıkça belli olur. Örneğin, kötü muameleye uğramış çocukların duyguyu anlamada (Shipman ve Zeman, 1999), tanımada (Pollak, Cicchetti, Hornug ve Reed, 2000) ve ifade etmede (Gaensbauer, 1982) belirli eksiklikler gösterdikleri ve eşduyumda yetersizlik (Beeghly ve Cicchetti, 1994) ve daha az olumlu sosyal davranışta bulunma riski altında oldukları bulunmuştur (Koenig, Cicchetti ve Rogosch, 2004). Ayrıca, istismar edilen çocukların istismar edilmeyen çocuklara kıyasla, farklı uyaranlarla sunulan duygusal bilgiyi yorumlamada zorlandıkları gösterilmiştir (Barahal, Waterman ve Martin, 1981; Camras, Grow ve Ribordy, 1983; Camras ve ark., 1988). Örneğin, ses kasetlerinde duyguları betimleyen senaryolar sunulduğunda, altı ila sekiz yaş arasındaki istismara uğrayan çocuklar, istismar edilmeyen yaşıtlarına göre doğru duyguyu tanıyamamış ve bağlam ve duygu durumdaki değişimleri fark edememişlerdir (Barahal ve ark., 1981). Benzer şekilde fiziksel istismara uğrayan çocuklar; istismar edilmemiş çocuklardan oluşan bir gruba göre mutluluk, üzüntü, öfke, korku, tiksinme ve şaşırmadan oluşan altı evrensel duygunun yüz ifadelerini tanımada önemli ölçüde daha az doğruluk göstermişlerdir (Camras ve ark., 1983).

Fiziksel istismar, cinsel istismar ve ihmali de içeren çocuğa yönelik kötü muamelenin etkileri üzerine yapılan araştırmalar, bazı çevresel olayların, duygulanımın yüzdeki ifadesinin doğru bir şekilde tanınması başta olmak üzere bazı kilit gelişimsel süreçleri nasıl bozabileceğinin önemini vurgulamıştır (Pollak, 2008). İstismar edilmiş çocuklar diğer insanların yüz ifadelerinden duygu tanımada anormal örüntüler gösterirler ve belirli duygu ifadelerini travmatik deneyimlerle ilişkilendirebilirler (Pollak, Cicchetti ve Klorman, 1998).

Araştırmacılar çocukluktaki istismarın, deneyimle ilgili bilgi işlemlemede yanlılıkların gelişmesinde etkili olduğunu önermektedir (Pollak, 2003). Başka bir deyişle araştırmalara göre, istismar kurbanı çocuklar duyguların yüzsel

ifadelerini, özellikle olumsuz olanları, anormal bir şekilde işlemlemektedir (Pollak, Cicchetti, Hornung ve Reed, 2000; Weiss, Dodge, Bates ve Pettit, 1992). Özellikle, kötü muamele görmüş çocuklar olumsuz duygu ifadelerine yüksek bir hassasiyet göstermektedir. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse istismar geçmişi olan çocukların duyguyla ilgili yüz ifadelerini sınıflandırırken bu duyguları olumsuz olarak sınıflandırmaya daha yatkın oldukları (Pollak ve Kistler, 2002), kontrol grubuna kıyasla tehditkâr yüzleri daha az duyumsal bilgiye dayanarak tanıdıkları (Pollak ve Sinha, 2002) ve tehditkâr yüzlere yönelik seçici dikkat gösterdikleri (Pollak ve Tolley-Schell, 2003; Pollak, Messner, Kistler ve Cohn, 2009) bulunmuştur. Bu hipotezleri destekleyen çalışmalarda, istismar geçmişi olan çocukların kızgın yüzlere yönelik dikkatle ilişkili yanlılıklar gösterdiği öne sürülmüştür (Pine ve ark., 2005; Pollak ve Tolley- Schell, 2003).

İstismar edilmiş çocukların belirsiz yüz ifadelerini kızgın olarak yorumlama ihtimalleri oldukça fazladır (Pollak ve Kistler, 2002). Bu dikkat ve yorumlama önyargıları, diğer duygulardan ziyade (örn. üzüntü ya da mutluluk gibi), özellikle kızgın yüzlere özgü gibi görünmektedir çünkü bu çocukların ev ortamlarında öfke ifadesiyle karşılaşma sıklıkları çok daha fazladır (Pollak ve Kistler, 2002).

Örneğin, yüz ifadelerinden duygu tanıma testlerini kullanarak Pollak ve Sinha, fiziksel istismar öyküsü olan çocukların, fiziksel istismar geçmişi olmayan çocuklara kıyasla öfkeli yüzleri daha iyi tanıdıklarını bulmuştur (2002). Başka bir deyişle fiziksel istismara uğrayan çocuklar, kötü muamele görmemiş çocuklarla karşılaştırıldığında daha az duyusal bilgi ile bile öfke ifadelerini daha doğru bir şekilde tespit edebilmişlerdir (Pollak ve Sinha, 2002). Diğer birkaç çalışma da fiziksel olarak istismar edilmiş çocukların öfkeyi algılamada bir duyarlılık geliştirdiğini, istismar edilmemiş çocuklara göre kızgın bir yüze daha hızlı tepki gösterdiklerini ve bu tarz yüzlerden dikkati uzaklaştırmada zorlandıklarını göstermiştir (Pears ve Fischer, 2005; Pollak ve Tolley-Schell, 2003; Pollak ve Sinha, 2002; Pollak, Vardi, Pultzer-Bechner ve Curtin, 2005; Shackman, Shackman ve Pollak, 2007; Curtis ve Cicchetti, 2011, 2013; Leist ve Dadds, 2009; Masten ve ark., 2008; Pollak, Klorman, Brumaghim ve Cicchetti, 2001).

Bu bulguları açıklamak amacıyla Pollak ve ark. istismar edici ev ortamlarında çocukların öfke ifadelerine daha sık ve daha yoğun bir şekilde maruz kaldıkları

için öfkeyi zarar tehdidi ile ilişkilendirmeyi öğrendiklerini ve bu nedenle çevrelerinde öfkeye karşı aşırı duyarlı bir hale geldiklerini öne sürmüşlerdir (Pollak ve ark., 2005; Pollak, Messner, Kistler ve Cohn, 2009). Masten ve ark.

(2008), bu görüşü desteklemiş ve kötü muameleye uğramış çocukların, duygulara bu şekilde aşırı bir duyarlılık geliştirerek tehdit edici durumları tespit etmeye daha hazırlıklı hale geldiklerini öne sürmüştür (Masten ve ark., 2008).

Bu kuramlarla tutarlı olarak Shackman ve ark. (2007), kötü muameleye maruz kalmış çocukların, annelerinin öfkeli yüz ifadelerine karşı seçici bir dikkat geliştirdiklerini göstermişlerdir. Bu nedenle bu araştırmalar, çocukluk çağı fiziksel istismar öyküsü olan bireylerin, olumsuz duygusal ifadelerin işlemlenmesinde eksiklik gösterme ihtimallerinin daha düşük olabileceğini ve olumlu ve yansız ifadelerde eksiklik göstermelerinin daha yüksek bir ihtimal olduğunu ileri sürmektedir. Cinsel tacize maruz kalanlar ve genel olarak kötü muamele görmüş çocuklarla yapılan bir çalışmada da bu çocukların yüz ifadesinden duygu tanımada daha az bir doğruluk göstermezken kötü muamele görmemiş olan çocuklara kıyasla önemli ölçüde daha hızlı tepki süresi gösterdikleri bulunmuştur (Masten ve ark., 2008). Bu bulgu da kötü muamele görmüş çocukların mevcut ortamlarında belirli olumsuz duyguları tanımaya duyarlı hale geldikleri görüşünü desteklemektedir. Dolayısıyla, çocuklara kötü muamele hem biyolojik sistemleri hem de yüz ifadesinden duyguların doğru tanınması için merkezi olan öğrenme süreçlerini etkileyebilir. Sonuç olarak, tehdide karşı artan dikkat, duygusal bozuklukların gelişmesinde ve sürdürülmesinde önemli bir rol oynayabilir (Gotlib, Krasnoperova, Yue ve Joormann, 2004; Mathews ve MacLeod, 2002; Van Bockstaele, Verschuere, Tibboel, De Houwer, Crombez ve Koster, 2014).

Cinsel istismarın dinamiklerinin fiziksel istismardan farklı olduğu, fiziksel istismara göre psikolojik olarak daha yıkıcı ve örseleyici olduğu düşünülmektedir. Psikolojik ve duygusal etkileri, fiziksel istismara göre daha belirgin olma eğilimindedir (Cicchetti ve Carlson, 1989). Hartman ve Burgess (1989), cinsel istismara uğrayan çocukların çözülme (dissosiyasyon) vasıtasıyla duygusal ifadelerden gelen bilgiler de dâhil olmak üzere, tehdit edici olarak

algılanabilecek bilgileri engelleyebileceklerini veya göz ardı edebileceklerini öne sürmüştür (akt. Sullivan, Kirkpatrick ve MacDonald, 1995). Bu nedenle cinsel istismara uğrayan çocukların cinsel istismar eylemiyle ilişkili duyguları yorumlamada daha az doğruluk göstereceği tahmin edilebilir. Sullivan, Kirkpatrick ve MacDonald’ın (1995) çalışması Camras ve ark. (1983; 1988;

1990) tarafından yapılan araştırmanın bir uzantısıdır. Cinsel istismara uğrayan çocuklar mutluluk, üzüntü ve öfke duyguları karşısında yüksek bir doğruluk gösterirken istismar edilmeyen çocuklar korku ve şaşırma duygularında daha yüksek bir doğruluk göstermişlerdir. Cinsel istismara uğrayan beş yaşındaki çocuklar öfke ve şaşırma duygusunu doğru bir şekilde tanırken istismar edilmeyen çocuklar, üzüntü ve tiksinme duygusunu doğru bir şekilde tanımıştır (Sullivan, Kirkpatrick ve MacDonald, 1995). Kısacası, tek başına cinsel istismar öyküsü, genel doğruluk üzerinde hiçbir etkiye sahip değil gibi gözükmektedir, ancak belirli duygulardaki performansı özellikle belirli yaşlarda etkilemiştir (Sullivan, Kirkpatrick ve MacDonald, 1995). Her ne kadar üzüntü gelişimsel süreçte en son gelişen duygu olsa da cinsel istismara uğrayan çocuklar, üzüntü duygusunu istismar edilmeyen çocuklardan daha doğru bir şekilde tanıyabilmektedir (Sullivan, Kirkpatrick ve MacDonald, 1995). Üzüntüye ek olarak, cinsel istismara uğrayan çocuklar, öfkeyi tanımakta istismar edilmeyen çocuklardan daha iyidirler. Cinsel istismar tecrübesi, bu iki duyguya odaklanmayı gerektiriyor olabilir (Sullivan, Kirkpatrick ve MacDonald, 1995).

Çocukluk çağı travma yaşantılarının hem tehdit edici içerikle hem de kaygı ve depresyonla ilişkili olduğuna dair kanıtlara rağmen, bu konuda bazı önemli boşluklar bulunmaktadır. Birincisi, yukarıda bahsedilen araştırmalar, sadece fiziksel ve / veya cinsel istismara uğrayan çocuklardaki tehdide yönelik dikkate odaklanmıştır (Pollak ve ark., 2001; Pollak ve Tolley-Schell, 2003; Pollak ve ark., 2005; Shackman ve ark., 2007). Bununla birlikte, birçok araştırmacıya göre çocukluk dönemi duygusal istismarının, yetişkinlerde tehditkâr yüz ifadelerine yönelik artmış bir sinirsel tepki oluşturması (van Harmelen ve ark., 2013) ve psikopatoloji riskini artıran bilişsel zafiyetlere katkıda bulunması daha olasıdır (Alloy, Abramson, Walshaw ve Neeren, 2006; Gibb ve Abela, 2008; Gibb, Alloy,

Walshaw, Comer, Shen ve Villari, 2006). Çocukluk çağı kötü muamelesi ile tehdide yönelik dikkat arasındaki ilişkiyi araştıran az sayıda araştırma, duygusal istismarı çalışmaya dâhil etmektedir. Bu çalışmalarda, duygusal kötü muamele deneyimi, çocukların duygusal ipuçlarını nasıl işlediğine ilişkin farklılıklar ile ilişkilendirilmiştir (Gervai, 2009; Joseph, 1999). Bebeklik döneminin başlarında bile duygusal olarak kötü muamele gören bebeklerin öfkeli yüzlere bakarken daha az bilişsel kaynak kullandıkları bulunmuştur ve Curtis ve Cicchetti (2013) altta yatan mekanizma olarak kötü muamele gören bebeklerin öfke görüntüsüne aşina olmalarını öne sürmektedir. Ayrıca duygusal istismarın, depresyon ve kaygı başlangıcı ve şiddeti için diğer istismar türlerinden daha güçlü bir öngösterge olduğu düşünülmektedir (Bernet ve Stein, 1999; Chapman, Whitfield, Felitti, Dube, Edwards ve Anda, 2004; Gibb, Chelminzski ve Zimmerman, 2007; Simon, Herlands, Marks, Mancini, Letamendi, Li ve Stein, 2009). Yüzden duygu ifadesini işlemlemede kötü muamelenin etkisine değinen geniş bir alanyazın bulunsa da önceki araştırmaların büyük çoğunluğu duygusal istismar ile diğer istismar türlerinin etkileri arasındaki farkı sistematik olarak tanımlamamıştır. Dahası, araştırmalar çoğunlukla çocukların yüz ile iletilen duygu ifadelerine verdiği tepkileri incelemeye odaklanmış, yetişkinlikteki etki ve ilişkileri belirsiz bırakmıştır.

Çok az araştırma ihmal edilen çocuklarda duygu tanımayı incelemiştir. Daha önceki araştırmalarda, Bousha ve Twentyman (1984), ihmalkâr ebeveynlerin daha az dışavurumcu olduklarını ve çocuklarıyla etkileşimlerinde duygu bağlamındaki bilgi iletişiminin daha kısıtlı olduğunu, bu nedenle duyguları anlamada çocuklarına genellikle daha az destek sağladıklarını bulmuşlardır.

İhmal durumlarında sık rastlanılan kısıtlı sosyal ve duygusal ortamlar, normal duygusal becerilerin gelişmesini engeller (Pollak ve ark., 2000) ve körelmiş bir duygusal tepki modeline neden olabilir. Pollak ve ark. (2000) ihmal edilen çocukların ihmal edilmemiş ya da fiziksel istismara uğramış çocuklara göre duygusal ifadeleri tanımakta daha çok zorlandıklarını bildirmişlerdir. Başka bir deyişle, farklı duyguların yüz ifadeleri arasındaki benzerliği değerlendirirken, ihmal edilen çocuklar diğer iki gruba kıyasla duygular arasında daha az fark

görmüşlerdir (Pollak ve ark., 2000). Bununla birlikte, ihmal edilen çocuklara özgü duygu algılama eksikliklerini araştırmak için yapılan tek çalışma budur.

Çoğu çalışma sadece fiziksel olarak istismara uğrayan çocukları veya kötü muameleye maruz kalmış çocukları içermiştir. İhmal edilmiş çocuklar üzerinde çok az çalışma yapıldığı söylenebilir.

Birçok araştırma, çocukluk çağı travma yaşantısının olumsuz duygulara ek olarak olumlu duyguların tanınmasında yaşanan zorluklara etkisine odaklanmıştır. Araştırmalara göre kötü muamele gören çocuklar olumlu duygu ifadelerini tanımakta zorlanmışlardır. Bunun aksine, kötü muamele görmemiş çocukların olumlu ve olumsuz olarak değerlendirilmiş yüz ifadelerini (Camras ve ark., 1988; During ve McMahon, 1991) tanımada yüksek bir doğruluk gösterdikleri bulunmuştur. Yaş ve cinsiyet etkileri kontrol edilerek yapılan bir başka çalışmada da istismar edilmenin olumlu duyguları tanıma yeteneği üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olduğu bildirilmiştir (Koizumi ve Takagishi, 2014). İstismar edilen çocuklar yüz ifadelerinden olumlu duyguları tanımakta neden zorlanmıştır? Bir açıklama, istismara uğrayan çocukların, istismar edilmeyen çocuklara kıyasla anne babalarının olumlu duygularına daha az ve olumsuz duygu ifadelerine daha sık, hatta belki de aşırı derecede maruz kalmaları olabilir (Koizumi ve Takagishi, 2014). Bu nedenle istismara maruz kalan çocuklar, en az istismar edilmeyen çocuklar kadar olumsuz ifadeleri tanımış ancak olumlu ifadeyi tanıyamamışlardır. Bu sonuç Pollak ve ark. (2000) daha az öğrenme fırsatının ihmal edilmiş bir çocuğun başkalarının duygularını ayırt etme yeteneğini etkileyebileceği görüşünü desteklemektedir. Somutlaşmış biliş kuramına göre (Wilson, 2002), insanlar kendi duyusalmotor deneyimlerini kullanarak başkalarının duygularını anlarlar. Bu nedenle, istismara uğrayan çocuklar, olumlu duygular ile daha az deneyime sahip oldukları için bu duyguları tanımakta zorlanıyor olabilir. İkinci olası açıklama, ebeveynin yüz ifadesi ile gelecekteki sonuçlar- istismar edici bir ailede çocuğun maruz kalacağı istismar gibi- arasındaki tutarsızlığa dayanmaktadır (Koizumi ve Takagishi, 2014). Kişiler arası ilişkilerde yetişkinler ve çocuklar, başkalarının yüz ifadelerinde bulunan ipuçlarından gelecekteki sonuçları tahmin ederler. Eğer diğerleri mutlu

görünüyorsa, olumlu sonuçlar beklenir; eğer kızgın görünüyorlarsa, olumsuz sonuçlar beklenir (Koizumi ve Takagishi, 2014). Klasik bir psikoloji deneyinde, bebekler kendi güvenlik durumlarını ebeveynlerinin yüz ifadesinden tahmin etmişlerdir (Sorce, Emde, Campos ve Klinnert, 1985). Ebeveynlerinin kızgın ya da üzgün gibi olumsuz yüz ifadeleri çocukları üzerken neşe ve mutluluk gibi olumlu yüz ifadeleri ise rahatlatmıştır (Sorce, Emde, Campos ve Klinnert, 1985).

Bununla birlikte, ebeveynlerin olumlu yüz ifadeleri, istismar edici aile ortamında her zaman olumlu bir sonuca işaret etmez. İstismar edici anne babalar bazen gülümseyerek çocuklarına zarar verdiklerinden çocuklar olumlu bir ifade ile olumlu bir sonucu ilişkilendiremeyebilirler ve sonuç olarak olumlu ifadeleri tanımayı öğrenmekte zorluk çekebilirler (Koizumi ve Takagishi, 2014). Bu nedenle istismara uğrayan çocuklarda görülen sosyal bilişlerdeki eksiklikler, istismar edilen bir ailede yaşamaya uyum sağlamalarının bir sonucu olabilir (Koizumi ve Takagishi, 2014). Üçüncü olası açıklama, bilişsel sinirbilimden gelmektedir. Manyetik rezonans görüntüleme (MRI) kullanarak yapılan güncel araştırmalar istismara uğrama deneyiminin bir çocuğun beyninin bazı alanlarını etkilediğini göstermiştir (örn., Teicher, 2002; Tomoda, Polcari, Anderson ve Teicher, 2012). Tomoda ve ark. (2012) aile içi şiddete tanık olma deneyiminin, çocuklarda gri madde hacmini ve görsel korteksin kalınlığını azalttığını göstermiştir. Diğer çalışmalar çocuklukta anne-babaları tarafından istismar edilen erişkinlerde hippokampusta, istismara uğramış çocuklarda ise medial orbitofrontal korteks ve orta temporal kortekste gri madde hacminin azaldığını bulmuştur (Teicher, Anderson ve Polcari, 2012; De Brito, Viding, Sebastian, Kelly, Mechelli, Maris ve McCrory, 2013). Medial orbitofrontal korteks, beynin duygu tanımayı işleyen alanıdır (Shamay-Tsoory, Tibi-Elhanany ve Aharon-Peretz, 2006; Leopold, Krueger, dal Monte, Pardini, Pulaski, Solomon ve Grafman, 2011) ve yakın tarihli bir fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) çalışması, katılımcıların Revize Edilmiş Gözlerden Akıl Okuma Testi (RMET) üzerinde olumlu duyguları tanırken orbitofrontal korteks alanının etkin hale geldiğini ortaya koymuştur (Frick ve ark., 2012), bu bulgu istismar edilen çocukların RMET performansının medial orbitofrontal korteksteki bir eksiklikten etkileniyor olabileceğini düşündürmektedir.