• Sonuç bulunamadı

DUA - AMEL MÜNASEBETİ

Güzel ahlâka ait esasları fıtrata mâl edip onlarla bütünleşebilmenin yolu veya yolları nelerdir?

İhlâs, sadakat, vefa, gıybet etmeme ve suizanda bulun-mama gibi hasletler, inanan her insanın, hayatına hâkim kılmak zorunda olduğu, güzel ahlâka ait esaslardandır.

Şahsî kanaatim itibarıyla ben, herkesin de bu düşünce ve kanaatte olduğunu zannediyorum. Ne var ki benim hüs-nüzannım, bu konuda fazla bir şey ifade etmez. Mühim olan, teker teker her şahsın bu anlayışı benimsemesi ve onu topluma kazandırmak için mücadele vermesidir. Tabiî bu hemen birden olacak bir şey değildir. Ahlâk-ı âliyeye ve mesaviye ait bu esasların hayata intikali, şahsın fıtratı ile bütünleşmesi, çok uzun bir süreç ister. Bu süreçte dik-kat edilmesi gerekli olan en önemli şey, şahsın gerçekten bu konudaki azmi ve kararlılığıdır. Meselâ ihlâsı ele ala-lım; ihlâs, namaz kılan hemen herkesin sabah-akşam dua-larında istediği bir husustur. “Allahım, beni ihlâsa eren veya ihlâsa erdirdiğin kullarından eyle!” hemen her gün çokları-mızın tekrar ettiği dualardandır. Ancak, biz bu isteğimiz-de acaba ne kadar samimiyiz? Allah’a hâlis bir kul olmak,

ubûdiyette ve ubûdette hulûsu yakalamak, bizim için ne kadar önemlidir? İhlâsın bir başka buudu olan Allah’ın rı-zasını ne kadar talep ediyoruz? Kavlen istediğimiz bu şey-leri, fiilen isteme hususunda neredeyiz? Evlenmekten, ço-cuğumuzun olmasına, ondan memuriyetimize devam et-meye veya son veret-meye, Allah rızasının bulunduğunu zannettiğimiz alternatif işlerimizde tercih konumuna gel-diğimizde, acaba gönül rahatlığı içinde “rıza-yı Bâri’yi ter-cih ediyoruz” diyebilir miyiz? Hatta “rıza” mertebesini, Cennet’e ya da -ikisi ayrı şeylerse- Cenâb-ı Hakk’ın cema-lini müşâhedeye tercih edebiliyor muyuz? Bu çizgide so-ruları uzatabiliriz. Şimdi bu meselelerin bütününde, ihlâsı ve rızayı tercih edemiyorsak ve kavlen istediğimiz husus-ların fiilen peşinde değilsek, hiç şüphesiz Allah’a karşı say-gısızlık yapıyoruz veya “kezib alallah”ın içindeyiz demek-tir. Hâlbuki bu son husus, “Allah’a karşı yalan söyleyenden daha zalim kim olabilir?”8 âyeti ile küfre denk tutulmuştur.

Ben rica edeyim, evlenme, çocuğumuzun olması, araba, ev, yazlık-kışlık gibi dünya mallarına sahip olmak, işle-rimizin kesada ve fesada gitmemesini istediğimiz ölçüde, ihlâs, rıza, sadakat, vefa vb. şeyleri istemiyorsak veya gö-nüllerde bunlar, birinciler kadar yer tutmuyorsa, Allah’a karşı saygısızlık yapmayalım ve dil ucuyla ben muhlis ve muhlas olmak istiyorum demekten sakınalım. Allah’ın rı-zası, dünyevî ve uhrevî hiçbir şeyle tartılmayacak kadar büyüktür. Öyleyse biz de, ayaklarımızın dibinde olma-sı gereken bu meselelerle, Allah’ın rızaolma-sını aynı seviyede

8 Bkz. En’am sûresi, 6/21

tutmamalıyız. Çok tekrar ettiğim bir söz içinde, dünyaya dünya, ukbâya da ukbâ kadar, yani dünyevî meselelere o kadar, uhrevî meselelere de gereği kadar değer vermeli-yiz. Buraya kadar arz ettiklerim meselenin bir yönünü teş-kil ediyordu. Diğer yönüne gelince; ahlâk-ı âliyeye ait bu esasları dualarımızda yâd etmekten hiçbir zaman dûr ol-mayalım. Burada bazıları önceki söylenenlerle, bu cümle arasında bir çelişki var zannedebilir. Aslında herhangi bir çelişki söz konusu değildir. Bizim önceki arz ettiklerimiz, bir ufka işaret etmekte ve bize bir hedef göstermektedir.

Bu hedefe ulaşıncaya kadar, başta da söylediğimiz gibi, tabiî ki bir sürecin yaşanması gerekir. İşte bu süreç içinde hedefe doğru yol alırken, insanın kat’iyen vazgeçmeyeceği bir husus varsa o da dua olmalıdır. Dualar bize hedef ve-rir, şuuru besler, gönüllerimizi kanatlandırır, kudretimi-zin sınırlılığını idrak ettirir ve “her şeye gücü yeten biri-sine” sığınma ihtiyacını hissettirir. Zaten Bediüzzaman’ın ifadesiyle böylesine yürekten ve hâlisane yapılan dualar, bizatihi derin bir ubûdiyettir. Allah (celle celâluhu) da böylesine inanmış kişilerin dualarını er veya geç mutlaka kabul buyurur. Duaların bizlere hedef vermesi ile alâkalı iki misal arz etmek istiyorum. Birincisi: Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir gün mescitte Ebû Ümame el-Bâhilî’yi, gayet sarsık şekilde otururken görür. Sebebini sorduğunda “Fakirlik!” cevabını alır. Bunun üzerine Hz.

Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona şu duayı öğ-retir: Mealen “Allahım, tasadan ve hüzünden, tembellikten ve

âcizlikten, korkaklıktan ve cimrilikten, borç altında ezilmekten ve insanların bana galebesinden Sana sığınırım.”

Bu cümleleri tek tek ele alarak, fakirlikle ilgisini ve-ya insana hedef göstermesini birlikte inceleyebiliriz:

“Allahım, tasadan, gamdan, hüzünden Sana sığınırım”: Şimdi tasa, gam ve hüzünden Allah’a sığınan bir insan, -affeder-siniz- gidip yan gelip yatar mı? Tasa ve hüzne sevk ede-cek şeylere kendini hiç kaptırır mı? Aksine kalkar, bun-lardan kurtulmanın yollarını mı araştırır? “Tembellikten ve âcizlikten Sana sığınırım”: Fakirlik deyip bir kenarda -velev ki bu mescit, hatta Mescid-i Nebevî bile olsa- oturmak ve elâlemin avucuna bakmak tembellik ve âcizlik değil mi-dir? “Korkaklıktan ve cimrilikten sana sığınırım” ve son ola-rak “Borç altında kalmaktan ve insanların baskısından (gale-besinden) Sana sığınırım.” Görüldüğü gibi bu duanın bü-tün unsurları, fakirlikten mescide sığınan bir insana, on-dan kurtulma yolları göstermenin yanında aynı zamanda hedef veriyor. Artık bu safhada kula düşen, dua ettiği şey-leri fiiliyata dökmekten ibarettir. İkinci misal, çocuk iken başımdan geçen bir olaydır: Babam bana, “Gece iki bin defa Nasr sûresini okuyan, Hz. Peygamber’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) rüyasında görür.” demişti. Çocukça kal-bimle buna inandım ve o gece iki bin defa Nasr sûresini okudum, öyle yattım. O gün, bu okuma işi, sabaha kadar sürseydi, yine okurdum. Çünkü benim Resûlullah’ı görme iştiyakım, değil bir geceyi, belki yüzlerce geceyi feda et-tirecek çaptaydı. Demek insan, bir şeye Dilbeste ise onu

elde etme yollarını mutlaka araştırmalıdır. Hâsılı, güzel ahlâkın unsurları ile bezenmeyi kavlen isteme kadar, on-ları hayata geçirmede yapılması gerekli olan fiiller de çok önemlidir. Bu ikisi, bir bütünün parçalarından ibarettir ve dua, birçok açıdan yeri başka bir şeyle doldurulamayacak önemli bir hâdisedir.