• Sonuç bulunamadı

Doğu Akdeniz Hidrokarbon Rezervleri ve Diğer Ülkelerle İlişkiler

3.10. Doğu Akdeniz Hidrokarbon Rezervleri

3.10.1. Doğu Akdeniz Hidrokarbon Rezervleri ve Diğer Ülkelerle İlişkiler

Güvenliğin kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgenin sınırlandırmasına doğrudan etkisi olduğunu illeri sürmek şuanda olanaklı değildir. Bu kapsamda güvenliğin sınırlandırmada, bir etkiye sahip olmayacağı, fakat destekleyen ya da güçlendiren unsurlar olacağı kabul görmektedir. UAD, Ukrayna - Romanya Davası Kararı’nda tarafların yasal güvenlik unsurlarının, nihai sınır belirlenmesinde etkili olabileceğini fakat bu uyuşmazlıkta geçici sınırın tarafların yasal güvenlik unsurlarına tam anlamıyla saygılı olduğunu söyleyerek herhangi bir değişikliğe ihtiyaç duyulmadığını ileri sürmüştür. Devlet yönetiminde güvenlik düşüncelerini sınırlandırmada dikkate alındığına dair olaylar vardır. 1988 tarihli İsveç-SSCB arasında yapılan anlaşmada, İsveç’in ulusal savunmasında kayda değer bir yeri olan Gotland Ada sınırının yerinin belirlenmesinde önemli olmuştur. 1980’de yapılan

Norveç ve İzlanda arasında yapılan anlaşmada, Norveç, güvenlik mülahazaları sebebiyle İzlanda’nın 200 mil ekonomik bölgesini kabul etmiştir (Doğru, 2015).

Sınırlandırmanın yönü her zaman politiktir ama deniz sınırlarının yerinin saptanmasında politik faktörün olduğunu anlamak oldukça zor bir süreç olmaktadır. BM’nin ana şartı olan ‘devletlerin egemen eşitliği’ ilkesince, tüm devletlerin deniz yetki alanı konusundaki hakkı aynıdır. Hiçbirinin diğerinden farklı deniz yetki alanına sahip olma hakkı yoktur. ayrıca, UAD’nin Malta-Libya anlaşmasında da söylendiği üzere, “‘eşit hak sahipliği’, hukuken ve fiilen, sahil devletlerine ‘eşit deniz alanı’ vermesi demek değildir. BU sebepten dolayı, sınırlandırmaya politik faktörün etkisi beklendiği gibi değildir. Yargıdan çıkan kararlarda, özellikle adaların statüsü konusunda alınan kararlarda politik etkenler ön plandadır. Örneğin, İngiltere ile Fransa arasındaki davada da, Kanal Adaları’nın politik statüsü coğrafi etkenlerle de birlikte sınırlandırmaya etki eden ‘ilgili durum’ olmuş ve daire içine alma çözümüne sebebiyet vermiştir. 1982’de yapılan Avusturya ve Fransa arasındaki anlaşmada ve 1980’de İzlanda ve Norveç arasında yapılan anlaşmada, politik faktörlerin dikkate alındığı görülmüştür (Doğru, 2015).

Kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge terimlerinin gerçek amacının kıyıdaş devletlerin doğal enerji kaynakları üzerinde onlara has haklar sağlamak olduğu söylense, ilgili durumlardan birisi ‘ekonomik faktörler’, diğeri de ‘doğal kaynaklar’dır. Münhasır ekonomik bölge sınırlandırması durumunda doğal enerji kaynaklarından olan akıntılar ve rüzgâr enerjisi gibi faktörler de fsöz konusu olmaktadır. Taraflar için doğal kaynakların ekonomik değeri çok önemlidir. Bu yüzden bu durum ikili anlaşmalara yansımaktadır. Öte yandan, doğal kaynakların dikkate alınacağı durumu yargı kararlarınca da kabul görmüştür. Kabul gören bu unsurlar sadece doğal kaynaklar değil calı türleri ve diğer mineral kaynaklar da olabilmektedir. Örneğin, Grönland - Jan Mayen Davası’nda olduğu gibi, balıkçılık yapılan bölgenin sınırlandırılmasında ortay hat, ekonomik faktörler dikkate alınarak düzeltmiştir. Bölgede var olan doğal kaynakları açıkça orantısız şekilde paylaştıran bir sınırlandırma çizgisi hakkaniyete uygunluk kabul göremez (Doğru, 2015).

Ekonomik etkenler, devlet uygulamalarında doğrudan sınırın belirlenme sürecini etkilemese bile yapılan bazı anlaşmalarda etkili olduğunu göstermiştir. 1969 yılında yapılan Katar-BAE Anlaşmasıyle belirlenen sınır çizgisi al-Bunduq petrol alanını ile çakışacak biçimde ayarlanmıştır. 1958 yılında Bahreyn - Suudi Arabistan Anlaşması’yla da yine sınır çizgisi petrol alanı ile çakışacak biçimde ayarlanmıştır. 1988 yılında İsveç - SSCB Anlaşması da balıkçılık alanı meselesinde örnek olarak verilebilir. 1978 yılında Hollanda - Venezüella Anlaşmasıyla sınır Hollanda’nın Aruba üzerindeki egemenliğini koruyacak biçimde ayarlanmıştır. 1989 yılında Trinidad Tobago - Venezuela Anlaşmasıyla sınır var olan petrol rezervinin bütünlüğünü sağlayacak biçimde düzenlenmiştir (Doğru, 2015).

AB’nin enerji anlamında Rusya’ya bağımlı bir ülke olması, onu yeni alternatif enerji kaynakları aramaya mecbur kılmıştır. AB’nin Rusya ile olan ekonomik bağlarını, son dönemlerde meydana gelen doğal gaz kesintileri ve Doğu Avrupa devletleri ile yaşanan sorunlar sebeiyle dengelerin değişmesi ve durumun siyasi ilişkilerine de yansımasıyla AB’nin enerji güvenliğini tehlikeye girmiş ve birliğin yeni enerji alanları aramasına sebebiyet vermiştir. Bu kapsam doğrultusunda, Doğu Akdeniz bölgesinde son dönemlerde yapılan doğal gaz keşiflerinin, AB’nin ihtiyacını karşılamakla berber Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgede dengeleri değiştirebilecek bir görünüme sahip olabileceği ileri sürülmektedir. Özellikle bölgesel ve küresel güçlerin söz konusu bölgede çıkarlarının olması ve bu keşiflerden pay alma çabaları nedeniyle bölge ülkelerinin ulusal ve miili çıkarlarını destekleyen siyasi, askeri ve ekonomik politikaları farklılık göstermektedir. Bu nedenden dolayı yeni enerji alanı ilan edilmesi üzerine Türkiye bakımından Doğu Akdeniz Bölgesin’in devam etmekte olan AB üyelik sürecini ve ekonomik ilişkileri olan Rusya ile olan bağlarını hangi yönde etkileyebileceğiyle beraber yakın vadedeki olası tehdit ve fırsatların tekrar gözden geçirilmesi büyük önem arz etmektedir. Öte yandan, enerji bakımından işbirliği içerisinde olan Doğu Akdeniz’e komşu olan ülkelerden Yunanistan, İsrail ve Mısır arasında gelişen Doğu Akdeniz Bölgesi’nde enerji alanındaki bağların Türkiye’nin millî çıkarlarına uygun olup olmadığının gözden geçirilmesi açısından önemlidir (Güneş ve Arslan, 2018: 33).