• Sonuç bulunamadı

Doğrudan Yabancı Sermayeye Đktisadi Okulların Bakışı

I. BÖLÜM

I.2. Yabancı Sermaye

I.2.2. Doğrudan Yabancı Sermaye

I.2.2.2. Doğrudan Yabancı Sermayeye Đktisadi Okulların Bakışı

Sanayi Devrimi öncesinde büyük ölçüde tarımsal üretime dayalı olan uluslararası ticaretin temelinde Merkantilist düşünce yer almaktadır. Merkantilizm, 17. y.y.da ve 18. yüzyılın başlarına kadar dünyada ticaret yapan ülkelerce benimsenen hazinenin altın ve gümüş mevcutlarını arttırmak için ihracata ağırlık veren müdahaleci bir düşünce akımıdır. Bu düşünceye göre, bir ülkenin refahı sahip olduğu değerli madenler genellikle altın ve gümüş miktarı ile ölçülmektedir (Seyidoğlu,2003:12-13).

Đthal ettiklerinden daha fazlasını ihraç etmek için hükümetler, ithalat işlemlerinin çoğuna kısıtlama koyup, yerel pazarda ya da ihraç pazarında rekabet edemeyecek birçok ürünün üretimine destek vermiştir. Đngiltere gibi bazı büyük ülkeler, bu ticari amaçlarını gerçekleştirmek için sahip oldukları sömürgeleri kullanmışlardır. Sömürgeler ana ülkenin diğer ülkelerden almak zorunda kalacakları birçok maddeyi temin etmeyi başarmışlardır.

Böylece hem bir hammadde ve gıda maddeleri kaynağı, hem de ana ülkenin üretimi için bir pazar konumuna gelmişlerdir. Bu nedenle ana ülkeler, sömürgelerle olan ticareti tekellerine almanın yanı sıra üretim faaliyetlerini de engelleyerek; oralardaki endüstriyel gelişimin önüne geçmeye çalışmışlardır. Sömürgecilerin işine yarayacak şekilde planlanan Merkantilist teori, 1800 yılından sonra zayıflamaya başlamıştır (Seyidoğlu,2003:12-13).

Klasik uluslararası ticaret teorileri, esas olarak, ülkelerin dış ticarete yönelmelerinin nedenlerini ve dış ticarette oluşacak olan değişim oranı ile sağlanacak faydaları açıklamaya yöneliktir. Đlgili alandaki teorilere katkılar öncelikle Adam Smith’in Mutlak Üstünlükler Teorisi ile sağlanmıştır. Adam Smith, dış ticaretin yapılış nedenlerini ve uluslararası uzmanlaşmanın yararını mutlak üstünlük teorisi ile açıklamaktadır. Đktisadi insan, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ve görünmez el ile klasik liberalizme yön veren Smith, merkantalistlerin aksine, her iki ülkenin dış ticaretten yarar sağlayacağı ve dünya kaynaklarını bu sayede en optimal biçimde kullanılmış olacağını ileri sürer (Bayraktutan,2003).

Bu teoriye göre, her ülke diğerlerinden daha düşük maliyetle ürettiği mutlak üretim üstünlüğüne sahip olduğu malları üretmeli, bunların üretiminde uzmanlaşmalı ve bu malları ihraç etmeli, pahalı ürettiği malları ise ithal etmelidir. Bazı ülkeler, belli ürünlerin üretiminde sahip oldukları uygun iklim koşulları, doğal kaynaklara ulaşım kolaylığı ya da belirli özelliklere sahip işgücünün varlığı dolayısıyla doğal üstünlüğe sahip olabilmektedir (Bayraktutan,2003).

Sonrasında ise, David Ricardo’nun Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi ve bu teoriye karşılıklı talep prensibi olgusunu kazandıran J. Stuart Mill’in yaklaşımları takip etmiştir. 1817 yılında David Ricardo, “Eğer bir ülke tüm ürünlerde mutlak üstünlüğe sahipse ne olur?” sorusu üzerinde durmuş ve Adam Smith’in mutlak üstünlük teorisini geliştirerek karşılaştırmalı üstünlük teorisini ortaya atmıştır. Uluslararası ticaretin mutlak üstünlüklere dayandırılmasının kapsamı daraltacağını gören Ricardo, ülkeler arasında üretim maliyeti farkı yerine, farklılığın derecesi üzerinde durmuştur. Diğer bir ifadeyle, karşılaştırmalı üstünlük teorisi, uluslararası ticaretin, mutlak değil karşılaştırmalı üstünlüklere dayanması gereğini ortaya koymuştur. Bir ülke, bütün mallarda, diğerine göre daha üstün olsa da, karşılaştırmalı olarak en fazla üstünlüğe sahip olduğu mallarda uzmanlaşıp; daha az üstün olduğu malları ithal ederek daha fazla refaha ulaşabilir (Bayraktutan,2003).

Klasik teorilere en önemli katkı ise, Eli Hecksher ile Bertil Ohlin tarafından sağlanmıştır. Bir ülkenin en bol üretim faktörünü üretiminde yoğun olarak kullandığı malları ihraç edeceği prensibine dayalı H-O modeli, klasik uluslararası ticaret teorisine önemli katkılar sağlamıştır. Bu bağlamda, teorinin temelinde faktör oranları kavramından elde edilen karşılıklı avantaj prensibidir. Aynı zamanda, uluslararası ticaretin ilk motivasyonu ulusal ve yabancı fiyatlar arasındaki mutlak farklılıktır. Şüphesiz, bu farkın transfer maliyetlerinden büyük olması gerekmektedir. Fiyatlardaki mutlak farklılık maliyetlerdeki mutlak farklılığa dayansa da maliyet fiyat ilişkilerinin tam rekabet piyasalarında farklılık göstereceği gözden kaçırılmamalıdır (Erken,1986:37).

Maliyetlerdeki mutlak farklılıklar ise, ülkeler arasındaki maliyet oranlarının farklılığından doğmaktadır. Bu sonuç, karşılaştırmalı üstünlükler teorisinin özünü oluşturmaktadır. Böyle bir durumda, ülkelerin fırsat maliyetlerinin belirlediği değişim aralığı limitleri içinde iki taraf içinde kazançlı olabilecek bir değişim oranının ortaya çıkacağı kabul edilmektedir (Erken,1986,37).

Yeni Uluslararası Ticaret Teorileri incelendiğinde ise, Leontief’in araştırmasında, H-O modelinin önerilerinin tersi bir sonuca ulaşması yeni teorilerin gelişmesine neden olmuştur. Bu bağlamda, uluslararası ticarete yeni yaklaşımlar getiren üç teoriden söz edilmesi, faydalı olacaktır. Bunlar; beşeri uzmanlık, teknoloji ve tercih benzerliği teorileridir (Seyidoğlu,2003:28-29).

Beşeri uzmanlık teorileri, gelişmiş ülkelerin özellikle ABD’nin sanayi ürünlerinde karşılıklı avantaj elde etmesinin en önemli nedeni olarak, mesleki ve yüksek derecede uzmanlaşmış diğer emek türlerine, öteki ülkelere nazaran daha bol miktarda sahip olunduğunu ileri sürmektedir. Teknoloji teorileri, araştırma ve geliştirmeye büyük önem veren ve dolayısıyla yüksek teknolojiye sahip ülkelerin yeni ürünleri piyasaya ilk sürenler olarak özel bir avantaj kazandığını ve diğer ülkelerin bu gelişmeyi anında kopyalamalarını engelleyen bir taklit gecikmesinin söz konusu olduğunu ileri sürmektedir. Sonuçta yeniliği yapan ülkenin ihraç monopolünü ele geçirmesine imkân sağlayan bir teknolojik bir açık ortaya çıkmaktadır. Tercih bezerliği teorisi ise, ülkeler arasındaki sanayi malları talebi ne kadar benzerse, potansiyel ticaretinde o ölçüde yoğun olacağını iddia etmektedir (Erken,1986:40).

Neoklasik Dış Ticaret Teorileri’nde doğrudan yabancı sermaye yatırımları klasik dış ticaret teorilerine yönelik temel bir eleştiri, emek-değer teorisine dayanması, emek dışındaki faktörlerin maliyet ve dış ticarete etkisini ihmal etmesidir. Neoklasik iktisatçılar, emek maliyeti yerine, emekle birlikte diğer faktörleri de kapsayan fırsat maliyeti kavramını kullanarak, özüne dokunmadan Ricardo modelini revize etmişlerdir. Alternatif maliyet olarak da anılan fırsat maliyeti kavramı, bir malın üretimini bir birim artırabilmek için gerekli kaynakları serbest bırakmak üzere bir başka maldan vazgeçilen miktarı anlatmaktadır (Erken,1986:40).

Bu açıdan, üretim, kullanılan bütün faktörlerin ortak katkılarıyla ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, verimliliğin tersi olarak maliyet, bir birim mal üretmek için gerekli olan kaynakların toplamı olup; kullanılan faktörlerin parasal değerleri toplanarak hesaplanır. Bir malın fırsat maliyeti ise, o malın üretimini bir birim artırmak için gereken kaynakları serbest bırakmak üzere, başka bir malın, üretiminden vazgeçilmesi gereken miktara eşittir. Marshall, Ricardo modelini iki-mallı olmaktan çıkarmış ve malların değerini karşılaştırırken fayda-değer kuramını kullanmıştır. Emeğin yanı sıra, maliyeti etkileyen bir faktör olarak sermayeyi de dikkate almış, ancak emek değer kuramının etkisinden tam olarak çıkamamıştır (Erken,1986:41).