• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM:

1.2. DİN KAVRAMI

1.2.2. Dinin Özsel ve İşlevsel Tanımı

Sosyolojik pozitivizmin öncüsü Auguste Comte’un bu olumsuz varsayımına rağmen dinin mahiyeti ve işlevlerine dönük tanımlama çabası devam etmiştir. Thomas Luckmann, dinin modern toplumda yüklendiği anlam ona sırtımızı dönmemizi engellemektedir. Çünkü din alanı tüm toplumu kaplayan bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır135

.

Modern toplumda dinin yeri onun özsel ve işlevsel olmak üzere iki şekilde tanımlanmasına yol açmıştır136

. Özsel (substansive: özsel) tanımın en tipik örneğini E. Tylor ortaya koymuştur. Ona göre din, ruhi varlıklara inançtır. Ruhi varlıklara inanç gibi dine içkin temel kategorileri din tanımlamasında veri almaktadır. Oysa sosyolojik bakış dinin ne olduğu veya ne olması gerektiği konusunda değer bildiren bakış açısından uzak durmaktadır137

. Dinin özsel tanımını yapan diğer bir düşünür Aydınlanma düşüncesinin öncüllerinden kabul edilen David Hume aittir. O, insan- tanrı ilişkisine bakarak dini ferdin doğasına ve tecrübesine bağlamaktadır. Din ona

134

Rudolf Richter Sosyolojik Paradigmalar, s.44.

135 Thomas Luckmann, Görünmeyen Din: Modern Toplumda Din Problemi, çev. Ali Coşkun-Fuat Aydın, Rağbet Yay., İst. 2003, s. 50.

136 Ejder Okumuş, Sosyolojinin Din Sorunsalı, Din Sosyolojisi, Mehmet Bayyiğit (der.), Palet Yay., Konya 2013, s.81.

göre insanın korku ve ümitlerinden doğan aşkın bir güce duyulan ihtiyaç olarak değerlendirilmiştir138

.

Bu yaklaşım 19. yüzyıl materyalist filozofu Feuerbach’ta da görülmektedir. Feuerbach tarafından din ‘insanın doğal güçler önündeki korkusunun fantastik bir yansıması’dır. 19. yüzyıl materyalist filozofu dini doğal güçlerin üstesinden gelecek bir tanrı tasarımı olarak değerlendirilmiştir139. Bilim alanında dini ferdin doğasına

götürme girişimlerin en popüleri Freud tarafından dile getirilmiştir. Freud, dini ferdin bilinçaltı dünyasında tatmin olmamış duyguların bir yansıması olarak tanımlamıştır140

. Bütün bu söylenenler dinin aşkın bir güce ve bu güce başlanma ihtiyacı duyan insana vurgunun ötesinde bir anlam taşımaktadır. Her şeyden önce bu açıklamalar dinin ne olduğunun ötesine geçip ne olması gerektiğine yönelmektedir. Ne olması gerektiğine yapılan vurgunun da vardığı yer ise dini patolojik bir ürün olarak görülmesinin felsefi alt yapısını oluşturmaktadır. Sosyolojik yaklaşım özsel din tanımlamalarının bilimsel olmadığından hareketle dinin ne olması gerektiğini tartışmalarından uzak durmaktadır141

.

İnsanın doğuştan getirdiği özellikleri onun üstün bir güce bağlanma duygusu içerisinde olduğunu göstermektedir. Doğuştan gelen bu duygudan dolayı din insana üstün bir güç olan Tanrı ile iletişim kurma olanağı sunmaktadır. Dua ve ibadet gibi

138 Ünver Günay, Din Sosyolojisinin Tarihsel Gelişimi ve Temel Sorunları, KÜSB Enstitüsü Dergisi Sayı: 12 Yıl: 2002, s.5.

139 Yumni Sezen, Sosyoloji Açısından Din, 3. bs., MÜİF Yay., İst.1998, s.30. 140

Yumni Sezen, Sosyoloji Açısından Din, s.44. 141 Abdurrahman Kurt, Din Sosyolojisi, s, 41.

formlar sayesinde Tanrı ile iletişimi somutlaştıran din, tabiattaki bütün varlık âlemiyle olduğu gibi insanla ilgilenen üstün bir gücün olduğunu vazetmektedir.

Aynı zamanda din insanı bir sistem ve amaç etrafında bir araya getirmektedir. Bu sayede din, insanın hemen hemen tüm eylemelerine bir şekilde müdahale ederek ona dünyadaki yeri hakkında açık bir fikir vermektedir. İnsanın edindiği bu fikir hayatını anlamlandırmakta; annesinden hiçbir şey bilmeden doğan bir varlık olarak din ile bilmediklerini öğrenmiş olmaktadır. Böylece insan yaşamı boyunca karşılaştığı yeni durumları kavramasına da ön ayak olup bu dünyayı güvenle yaşanılacak bir yer şeklinde tasavvur edebilmektedir142

.

Muhakkak anlamlı ve bilimsel bir din tanımı ferdin aşkın bir güçle ilişki biçimini reddetmemelidir. Bununla birlikte günümüzde sosyolojinin dine yaklaşımı daha çok dinin toplumda tezahür şekillerine odaklanmaktadır. Çünkü din sadece ferdin üzerinde değil diğer insanlarla ilişkilerine de el atmaktadır. Bundan dolayı din sosyal bilimlere özellikle sosyolojiye konu olmayı başarabilmektedir. Din sadece ferdin diğer insanlar ile ilişkilerini ilgilenmekle kalmayıp topluma bir bütün halinde kurallar koymaktadır. Bu dininin inanlarını (mü’minleri) bir ‘cemaat’ şeklinde tasavvur ettiği anlamına gelmektedir. Cemaat, bütün dinlerde anlamlı bir inanç topluluğu şeklinde anlaşılmaktadır. Bu inanç topluluğu Hrıstiyanlıkta bir kurum şeklinde temsil edildiği düşünülmüştür143

.

Semavi dinlerin sonuncusu olan İslam ise cemaati toplum içinde yaşayan canlı bir organizma olarak görülmüştür. Dinlerde cemaate yüklenen anlamın farklı olmasının en önemli sonucu dinin iki merkezi kavramı olan tanrı ve insan arasındaki

142

Mustafa Aydın, Kurumlar Sosyolojisi, s.99. 143 Mehmet Özay, Sekülerleşme ve Din, s.83.

aracı kurumların ortaya çıkmasında kendini belli etmektedir. Tanrı ile insan arasındaki aracı kurumun varlığı dinin tecrübe edilme şekillerini de etkilemektedir. Hrıstiyanlıkta din aracı kurum olarak kabul edilen kilise ile birlikte tecrübe edilirken semavi dinlerin sonuncu olan İslam’da bu tecrübe toplumda adeta canlı bir organizma olarak var olan cemaat ile tecrübe edilip yaşanan bir canlılık arz etmektedir144.

İster aracı kurum aracılığıyla tecrübe isterse de toplumda yaşanan canlı bir organizma olarak cemaat içinde tecrübe edilsin bütün dinler varlığını cemaate vazettiği değer ve normlar ile sürdürmektedir. Bu sayede din toplum üzerinde denetim gücü kazanmaktadır145. Dinin toplum üzerindeki denetim iddiası ona hayatın bütün yönlerini düzenleme yetkisini vermektedir. Her dinin ilahiyatında bulunan günah ve haram kavramları dini hayat üzerindeki egemenliğini pekiştirecek bir mahiyet kazandırmaktadır.

Dinin toplumsal yönüne dikkat kesilen bu tanımlama çabalarının özsel tanımlardan üstün olduğu görülmektedir. Fakat en az özsel din tanımların düştüğü indirgemecilik hatasından dinin toplumsal yönüne vurgu yapan işlevsel tanımlarında nasibini aldığı görülmektedir. Dini toplumun doğasına indirgeyen bu yaklaşımın en iddialı savunucu Durkheım’dır146

.‘Dini Hayatın İlksel Biçimleri’ adlı eserinde Durkheım dinin doğaüstü (Tanrı) ile açıklanamaz bir olgu olduğunun altını çizmektedir. Çünkü ona göre Totemizm’de bir doğaüstü güç olmadığı gibi Budizm

144

Mümtaz’er Türköne, Siyasi İdeoloji Olarak İslamcılığın Doğuşu, Etkileşim Yay., İst. 2011, s.21. 145 Binnaz Toprak, Türkiye’de Dinin Denetim İşlevi, Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme, Ersin Kalaycıoğlu- Ali Yaşar Sarıbay, Alfa Yay., İst. 2000, s.310.

ve Jainizm’de bir Tanrı fikri bulunmamaktadır. Buradan hareketle Durkheım dini ‘kutsal şeylere bağlı inanç ve pratiklerin tutarlı bir sistemi’ olarak tanımlamaktadır147

.

Muhakkak Durkheım, bu yaklaşımla dinin özsel tanımlarına haklı bir eleştiri getirmektedir. Dinlerin kaynağını ruhu temel sayan animizmi ve doğal güçleri çıkış noktası yapan naturizmi reddetmektedir. Fakat yine de bu eleştirisi onu dini toplumsal olana indirgemekten alıkoyamamıştır. Durkheım’a göre dinin kaynağı toplumun kendisidir. Bu yönüyle aşkınlığın toplumsala indirgemesi söz konusu olmaktadır148

.

Durkheım’ın açtığı çığır din sosyolojinde dine yaklaşımın bir nevi çerçevesini çizmiş, uzun süre din sosyologları bu yaklaşım eşliğinde dini değerlendirmişlerdir. J. M. Yinger, özsel yaklaşımın tanımlamaya çalıştığı din tanımının sürekli değişime uğradığını ve bu sebepten dinin ne olduğu üzerinde yapılan spekülatif değerlendirmelerden uzak durulması gerektiğinin altını çizmektedir. O, Durkheım gibi dinin ne olduğundan çok ne yaptığına bakmanın en faydalı yaklaşım olduğunu savunmaktadır. İşlevsel açıdan Yinger dini, “insanların hayatındaki -hayatın anlamı, ölüm, ıstırap, kötülük ve adaletsizlik gibi- nihai problemlere karşı mücadelede gerekli anlamlandırmayı sağlayan inanç ve pratikler sistemi” olarak tanımlamıştır149

.

147 Niyazi Akyüz-İhsan Çapçıoğlu, Ana Başlıklarıyla Din Sosyolojisi, Gündüz Eğitim ve Danışmanlık, Ank. (t.y.), s.87.

148 Mustafa Aydın, Kurumlar Sosyolojisi, s.100. 149

J.Milton Yinger, Religion, Society and The Individual, The Macmillan Company, New York, 1957, s.7.

Dini işlevsel açıdan tanımlayan günümüz sosyolojisinin önde gelen isimlerinden biri olan Clifford Geertz’dir. Ona göre din bir inanç sistemidir. Bununla birlikte insanın tutum ve davranışlarında etkin rol oynayan sembollerinde din olarak görülebileceğine dikkat çekmiştir. Clifford Geertz, dinin insana bir dünya modeli sunduğunu ahlak, motivasyon ve hayata bakış tarzı kazandırdığını belirtirken işlevsel yaklaşımın örneğini sunmaktadır150

.

Durkheım’dan bu yana din sosyolojisinde önemli ölçüde belirginleşen işlevsel din tanımı dikkatimizi dinin sosyal sisteme ve toplumsal sistemdeki işlevlerine yoğunlaştırmıştır. Yeni toplum arayışı içinde dine işlevsel bir konum atfedilerek toplumu bütünleştirme ve modern devlet sistemine eklenebilme yolları gösterilmiştir.