• Sonuç bulunamadı

2. Araştırmanın Amacı

1.3. Din Kavramı Ve İnsan

Din kavramının en eski ve en yaygın tanımı şöyledir; Din, insan ve Allah arasındaki bağdır. Din, insanın bütün davranışlarını etkileme gücüne sahiptir. İnsanın bütün anlam dünyasını kuşatan dini değerler; biliş, duyuş ve davranışın her türünde, bireysel ve ilişkisel tecrübelerimizin her alanında kendilerini göstermektedir. Aynı dine mensup insanlar bile dinlerini farklı derinlik ve boyutlarda yaşamaktadırlar. Bu nedenle, dinî yaşayışın kişiden kişiye değişen tipolojileri ve derecelendirmeleri yapılmaktadır.61

Fertlerin karakter ve şahsiyet yapılarındaki farklılıklar, aldıkları eğitim, geliştirdikleri dini anlayış ve davranış şekilleri aynı dine inandıkları halde, değişik dindarlık tiplerinin oluşmasına sebep olmaktadır. İnsanların, dinî inanç ve davranışlar aracılığıyla dinden beklentileri olduğu gibi, her dinin de kendisine inanan insanlardan beklentileri vardır. Dinin sosyal yapı ile bütünleşmesine ve kişide derin etkiler uyandırmasına bağlı olarak, inanan

58 En’am 6/43 59 Zumer,39/45 60 Yunus,7/179

19

İnsanlardan beklentileri hayata geçmektedir.62 Başka bir deyişle günlük hayat, dini emir, norm ve değerlere göre tanımlanmakta, dini irade sayesinde dinin emir ve yasaklarına uygun bir yaşantı gerçekleşmektedir.63

Böylece, dindarlık kişinin yaşamında tezahür etmektedir. Dindarlığın kişinin yaşamında tezahür etmesi, dinin etki boyutu olarak ifade edilmektedir. Dinin etki boyutu, insanın kendi hayat düzenini, geleceğe dönük tasarılarını, başkalarıyla olan ilişkilerini, kısacası bütün davranışlarını, dinin etkileme potansiyeline işaret etmektedir.64 Belirli değer, inanç, ritüel ve duygular bütünlüğüne sahip olan din, bunlar aracılığı ile inanlara belli bir yaşam tarzı ve bir dünya görüşü sunmaktadır. Böylece dindar insan, dini değerlerin ve inançların etkisi altında davranışta bulunmaya başlamaktadır. Kararlarını dini değerlere göre almakta ve davranışlarını dini değerlere göre düzenlemektedir.65

Değişik bakış açılarına göre dinin pek çok tanımı yapılmıştır. İlâhiyatçılar, filozoflar ve sosyal bilimciler tarafından yapılan, bu değişik tanımların üzerinde şimdiye kadar bir görüş birliğine ulaşılmış değildir. Dinin çok yönlü ve karmaşık bir yapı olması, onun tam bir tanımını yapmayı zorlaştırmaktadır.66 Psikolog ve sosyologların verdikleri çoğu din tanımları, tek yönlü bir bakış açışını esas almış olmaları bakımımdan tatmin edici olmaktan uzaktır. Bununla birlikte, biz yeni bir tanım oluşturmak yerine az çok maksada uygun düşen belli bir tanım üzerinde yürümeyi tercih ediyoruz.

Örnek olarak; Antropolog Geertz, dinin sosyal ve sübjektif kutuplarını göz önünde bulundurarak şöyle bir tanım vermektedir “Din, varoluş konusunda genel mahiyette kavramlar dile getiren ve insanlarda güçlü, derin ve kalıcı motivasyonlar ve ruhi eğilimler uyandıracak tarzda etkide bulunan bir semboller sistemidir. Dile getirdiği kavramlara öyle bir gerçeklik özelliği sağlar ki, bunların etkisiyle yaşanan motivasyonlar ve ruhi eğilimler ancak gerçeğe dayanmakta gözükürler.’’

Bu tanımın önemi, sosyolog ve psikologların hesaba katmak zorunda oldukları dinin statüsünü açıkça ifade etmiş olmasındandır. Yazarın “genel mahiyette kavramlar” ifadesinden biz kendi hesabımıza “tabiatüstü varlık (ya da varlıklarla kurulan ilişki”yi dile getiren kavramları anlayabiliriz. Nitekim insanüstü, tabiatüstü varlıklara inanç dinde merkezî bir öneme sahiptir. Dini, kültürel temelli diğer kurumlardan ayıran ve kendine has özellik

62 Şentürk, Habil, Din Psikolojisine Giriş, İstanbul, 2010. s.123-124 63 Certel, Hüseyin, Din Psikolojisi, İstanbul, 2003. s. 165-167

64 Topuz, İlhan, Dinî Değerlerin Karar Alma Süreçlerindeki Etkisi, Marife Derg., Kış 2013, s. 71 65 Topuz, İlhan, a.g.m, s.71

20

kazandıran da onun bu özelliğidir.67 Sembol kelimesi, ayrıcı özelliklerin geniş anlatımını içine alır. Bunlar söz ve ifadeler, ibadet ve ayin, eşya ve yapılar, dinin mensubu bulunan ve onu görünür kılan temsil edici şahıslardır. Dini meydana getiren semboller sistem oluştururlar. Meselâ, bir ibadetin ancak ibadetler bütünü içerisinde bir anlamı vardır ve ibadetlerin mahiyeti, dinî öğretinin dünya ve ahiret konusunda bildirdiği şeyle ilişki kurularak anlam kazanır. Eğer dinin bir unsurunu tek başına ele alarak bütününü anlamak mümkün değilse, bir tek unsurdan hareket ederek, doğuş yoluyla dini incelemek de mümkün olmayacaktır. Zaten bir araştırmacının inceleyebildiği din, insanların ve toplumların dinidir ve bu din de sembolik sistemden ibarettir.

Bu din, psikolog ve sosyologların inceledikleri insanlar ve toplumlar üzerinde bir etkide bulunur. Eğer psikoloji, bilimsel tarafsızlık bahanesiyle dine, dini meydana getirenin insan olduğu varsayımı içerisinde yer verirse, o zaman din “psikolojizm” içerisinde yok olup gider. Sembolik sistem olarak din, motivasyonlar, eğilimler ve dini tecrübeler meydana getirir. Eğer ruhi hâller dinden önce mevcut olmasaydı ve kendi hayatını dine vermeseydi bunu yapması mümkün olmazdı. Din insanın ruhunda önceden kararlaştırılmış ve bir iç sebeplilikle davranışı idare etmekte olan tek boyutlu ve zorlayıcı bir psikolojik tezahür değildir. Dinin, insanın ruhi hâllerinin dışında belli kültürlerin izini taşıyan dış varlığı gözden uzak tutulamaz. Sembolik bir sistem olarak kültürde mevcut olan dini unsurlar insanı, kendi bilinen hayat tarzına uymaya, onlarsız veya onlara karşı olmaya davet ederek, insan üzerinde belirleyici fakat zaruri ve zorlayıcı olmayan bir etki icra eder.68

Din kavramı insanın içinde fıtratında var olan bir olgudur. İnsan her ne kadar bunu inkar etmek istese de içindeki dine karşı mutlaka bir istek, arzu bulunmaktadır. Onun için önce insan faktörünü ele almak doğru olacaktır. Kuran-ı kerime baktığımızda yüce Allah kendi büyüklüğüne delil olarak insanın bizatihi kendi varlığını, yaradılışını çok güzel bir şekilde anlatır. Allah’ın varlığının belgelerinin, işaret ve alametlerinin insanın bizzat kendisinde olduğu beyan edilir. İnsanın yaratılışı üzerinde düşünmesi gerektiği sık sık ona hatırlatılır, ne olduğu ve ne olması gerektiğinin bilincinde olması insanı bırakılır. Günümüze baktığımızda insanı anlamaya çalışan farklı bilim dallarının olduğunu görürüz. Örnek olarak, insanı beden ve ruh bütünlüğü içerisinde inceleyerek, onun rahatsızlık ve hastalıklarına çare aramaya çalışan tıp ilmini, insanın bireysel davranışlarını konu edinen psikoloji ilmini, insanı toplumsal bir varlık olarak ele alan sosyoloji ilmini, insanı ekonomik açıdan değerlendiren iktisat ilmini sayabiliriz. Peki, bu bilgiler bize neyi verir? İnsanı, kültür ve medeniyetler kuran

67 Hökelekli, Hayati, a.g.e,s.70 68 Hökelekli, Hayati, a.g.e.s.71

21

bir gücün sahibi olarak kabul eden, pek çok bilim dalının araştırmalarının verilerine bakıldığında, insanın ne denli büyük ve karmaşık bir yapıya sahip olduğu görülür.

Bununla birlikte beden ve ruh ahenginin nasıl tesis edilerek onun şuurlu, düşünen bir varlık olarak hayatını sürdürdüğünü gözlemleyebiliriz. İnsan bu haliyle diğer varlıklar arasında çarpıcı özelliklere sahiptir. Bunları sıralarsak şu şekildedir:

1- İnsan, asil, soylu bir varlıktır. Yani, bütün doğal ve metafizik varlıklar arasında, bağımsız, benlikli ve soylu bir öze sahip tek varlıktır.

2- İnsan, bilen, kavrayan bir varlıktır, insanın en gözde, şaşırtıcı niteliği bilmesi ve kavramasıdır. İnsan hem geçmişini, hem de geleceğini. Bulunduğu halden haşlayarak kavramaya, idrak edip anlamaya çalışır.

3- İnsan, benliğinin şuurunda olan varlıktır. Kendisi hakkında şahsi bilgisi olan insan, kendisi hakkında şahsi değerlendirme yapabilir, böylece kendisini değiştirme imkânına sahip olabilir. 4- İnsan, mefkûresi, hedef ve amacı olan bir varlıktır. İnsan hiç bir zaman "mevcut" la "olan" la yetinmez, gönlünü daima "olması gerekene" çevirir.

5- İnsan, ahlak sahibi bir varlıktır. O, bir değerler manzumesi içinde varlığını sürdürür.

6- insan irade ve güç sahibi bir varlıktır. Özet olarak İnsan, kutsal bir varlık olarak, gerek iç dünyasıyla, gerekse dış dünyasıyla Allah'ın varlığının en açık ve belirgin delilidir. İnsandan Allah’a, yine Allah'tan insan’a giden bu yol gerçeği ortaya koymaktadır.69

Tüm davranışların kaynağı, insanda var olan duygular olduğuna göre dinin kaynağı da duygudur diyebiliriz. İnsanda mevcut tüm duygular, onda dini bilincin doğması ve gelişmesinde rol oynarlar. Aslına bakıldığında din ve insan birbirinden ayrılamaz bir tabiata sahiptir. Onun için insanlık tarihi boyunca bu iki kavram sürekli beraber anılmıştır.