• Sonuç bulunamadı

Dilekçelerin Ön İncelemesinde Husumet

Belgede İdari Yargıda Ehliyet ve Husumet (sayfa 128-131)

A. İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda Husumet

1. Dilekçelerin Ön İncelemesinde Husumet

2577 sayılı İYUK’un (14)’üncü maddesinde, dilekçelerin ilk incelemesi aşamasında mahkeme tarafından hangi hususların ele alınarak dilekçe üzerinde değerlendirme yapılacağı düzenlenmiştir. Buna göre, (14)’üncü maddenin üçüncü fıkrası uyarınca, dilekçeler konularına göre Danıştay’ın ilk derece mahkemesi olarak görev yaptığı davalar ile idare ve vergi mahkemelerinde açılmış olan davalarda ilk incelemeye ilişkin hükümler öncelikli olarak yerine getirilecektir. Buna göre, dilekçeler, sırasıyla görev-yetki, idari merci tecavüzü, ehliyet, dilekçe konusu olan işlemin bir idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu

idari işlem olup olmadığı, süre aşımı, husumet ve İYUK’un (3)’üncü ve (5)’inci maddelerine aykırı olup olmamaları bakımından incelenmektedir.

Görevli idari yargı organı tarafından, husumet açısından yapılacak olan ilk inceleme, altıncı sırada yer almaktadır. İdari yargıda görülmekte olan davalar, önceki bölümlerde de bahsedildiği üzere, iptal ve tam yargı davası olarak ikiye ayrılmaktadır. Bir idari işlemin iptal edilmesi amacıyla açılan iptal davalarında, husumet, dava konusu idari işlemi yapan idareye yöneltilmektedir. Tam yargı davalarında ise, söz konusu durumun iki farklı görünümü olabilmektedir. Şöyle ki, birinci olarak idarenin işlem ya da eylemlerinden dolayı oluşan zararların giderilmesini sağlayan tam yargı davalarında, husumetin yöneltileceği Devlet ya da kamu tüzel kişiliğinin, aynı zamanda dava konusu zararı karşılayabilecek bir bütçesinin de olması gerekmektedir. Yine burada dikkat edilmesi gereken bir husus da, iptal davalarının aksine, tam yargı davalarında davalının her zaman idare olmayabileceğidir. İşte ikinci durum da bu noktada devreye girmektedir; idari sözleşmelerden dolayı açılacak olan tam yargı davalarında, bazen özel kişiler de davalı olabilmektedir.

İdari yargılama yolunda açılan davalarda, dilekçelerin dosyanın esasına girilmeden önce usulen yapılan ilk incelemesi, mahkemenin yararına gibi gözükse de, aslında ilk incelemeye ilişkin ilgili hükümlerin uygulanması daha çok taraflar yararınadır370. Çünkü, dosyanın böylelikle bir takım usul hatalarından arındırılması ya da görevli yargı organına gönderilmesi ya da somut uyuşmazlığın tarafı olarak gösterilen davalının doğru bir şekilde belirlenerek husumetin olması gereken kişiliğe yönlendirilmesi sağlanacaktır. Bu durum, özellikle, idarenin tek yanlı ve üstün konumu karşısında zaten altta olan gerçek ya da tüzel kişi davacının elde etmek istediği sonucun daha kolay ve hızlı bir şekilde incelenebilmesi sonucunu doğuracaktır.

İdari yargılama yolunda, dilekçelerin idari yargı organlarınca yapılan ilk incelemesi üzerine verilecek kararlar, 2577 sayılı İYUK’un (15)’inci maddesinde düzenlenmiştir.

Dilekçenin ilk incelemesi sonucunda hasmın yanlış gösterilmesi ya da hiç gösterilmemesi üzerine idari yargı organının yapması gereken, İYUK’un (15)’inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde ifade edilmiştir. Buna göre, görevli idari yargı organı, davacı tarafından husumetin yanlış kişiliğe yöneltilmesi ya da husumetin yöneltildiği bir kişiliğe hiç

yer verilmemesi durumunda, dava dilekçesini bizzat kendisinin tespit edecek olduğu doğru tarafa (hasma, kişiliğe) yönlendirecektir.

Belirtmek gerekir ki, İYUK’un (15)’inci maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca, husumetin doğru hasma yönlendirilerek dilekçenin tebliğ edilmesine yönelik kararlara karşı, taraflarca istinaf ya da temyiz yoluna başvurulamayacağı da belirtilmektedir.

Usul ekonomisi ilkesi çerçevesinde davaların hızlı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi, beklenen ve amaçlanan bir olgudur. Bununla birlikte, hangi erk ya da organ olursa olsun, hukuk devletinin temel ilkeleri uyarınca alınan kararlara karşı itiraz edebilme hakkının olması ve söz konusu kararlara karşı hukuki denetimin yapılabilmesi gerekmektedir. Esasen, bu unsurun, zorunlu bir şekilde kabul edilmesi yerinde olacaktır. Çünkü, ülkemizde dahi, ne yazık ki her organın aldığı karara karşı itiraz hakkı tanınmamakta ve ilgili organların verdiği hükümler de taraflar açısından (zorunlu olarak) kesin birer hüküm kabul edilmektedir.

İdari yargılama yolunda dilekçelerin ilk incelemesi esnasında husumetin doğru kişiliğe yönlendirilmesine ilişkin kararlara karşı da, hak düşürücü süre niteliğinde bir itiraz yolu tanınmalı, fakat düzenlenecek olan süre yedi günden fazla olmamalıdır. Bu sayede, hem hukuk devletinin gereklerinden olan denetim yolu ve itiraz hakkı sağlanmış olacak hem de karara karşı yedi günlük hak düşürücü sürenin kabul edilmesi ile yargılamanın daha hızlı ve doğru yapılmasını sağlayan ilk inceleme aşamasının gereksiz uzaması gibi bir ihtimal de meydana gelmeyecektir.

Belirtmek gerekir ki, medeni yargılama yolunda ve idari yargılama yolunda dilekçelerin bir takım koşulların araştırılması çerçevesinde bir ön/ilk incelemeye bağlı kılınmasının karşısında ceza yargılamasına ilişkin hükümlerde ne gibi bir usulün uygulanacağı sorusu zihinlerde oluşabilecektir. Ceza yargılaması yolunda, söz konusu incelemeye ne 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda371 ne de 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda372 yer verilmemiştir. Burada, dilekçelerin kapsamlı bir ön/ilk inceleme ile zorunlu tutulmaması, ceza yargılaması yolunda bir eksiklik olarak değil, aksine ceza yargılamasının daha süratli bir şekilde görülebilmesi fikriyle yorumlanmalıdır. Çünkü, ceza yargılaması öncesinde, görevli savcılık bilgisi ve gözetiminde çalışan adli kolluk birimleri ile,

371R.G., S. 25611, T. 12.10.2004 372R.G., S. 25673, T. 17.12.2004

dosyaya ilişkin yapılan hazırlık, araştırma ve soruşturma süreçleri373, husumetin de doğru kişiye yönlendirilebilmesi (sanık) için gerekli şartları sağlayacak sonuçların elde edilmesini sağlamaktadır. Dolayısıyla, ceza yargılamasında dosyaların bu süreçlerin ardından ön/ilk incelemeye dahil edilmesi, yargılamanın hızının da olumsuz yönde etkilenmesine neden olacaktır.

Medeni yargılama ve ayrıksı bir uygulama ile idari yargılamada (ayrıksı uygulama olması sebebiyle sadece idari yargılamada idari sözleşmelerin konu olduğu davalarda), husumet hem gerçek hem de tüzel kişilere yönlendirilebilmektedir. Ceza yargılamasında ise, husumetin yönlendirildiği ve hakkında kamu davasının açılmasının söz konusu olduğu ya da açıldığı kişi (duruma göre şüpheli ya da sanık) mutlak bir şekilde gerçek kişi olmalıdır, tüzel kişilerin ceza yargılamasında şüpheli ya da sanık konumunda olmaları olası değildir374.

Belgede İdari Yargıda Ehliyet ve Husumet (sayfa 128-131)

Benzer Belgeler