• Sonuç bulunamadı

DİNİN TOPLUMSAL GÖRÜNÜMLERİ

3. BÖLÜM: GÜRAY SÜNGÜ’NÜN ESERLERİNDE TOPLUMSAL İRONİ

3.2. DİNİN TOPLUMSAL GÖRÜNÜMLERİ

Çağımızda Batılılaşmayla beraber Batı’ya özenme süreci, toplumsal değişimi gerçekleştirmede en etkili kırılma noktalarından biri olmuştur.274 Bu durumda geleneğin karşısında yer alan modernizm de geleneği oluşturan dini yozlaştırma ve tahrip etme ilkesiyle hareket etmektedir. Modern çağda geleneksel kültürümüzün kodlarını oluşturan ahlaki değerler yerini özgür, maddiyata bağımlı, rekabetçi, bencil, faydacı ve tüketici bir birey olma anlayışına bırakmaktadır. Ahlaki değerlerin temel belirleyicisi olan din; tarihsel süreç içerisinde meydana gelen kentleşme, sanayileşme, demografik alt üst oluşlar, siyasi ve ideolojik hareketlilikler, ailenin küçülmesi, ekonomik rekabetin artması gibi faktörlerin tetiklemesi sonucunda değer ve kimlik kaybı yaşamaktadır. Anadolu ve mahalle kültürlerinde merkezi bir konumda olan din, yirmi birinci yüzyılda ekonomik çıkar ve rekabet ortamı olan kent kültüründe geri plana atılarak sekülerleşmiştir.275

Dini değerlerimizin bilincinde olan Güray Süngü de Batı’nın etkisiyle geleneksel kimlik ve değerlerimizin yozlaşarak modern bir zemine inşa edilme sürecini ironinin katı ve sert yönüyle eleştirmektedir. Özellikle 2019’da çıkardığı son romanı Az Kalan Gölge’de toplumun dini yaşayış ve algılayış biçimi üzerinden eleştirel bir anlatım gerçekleştirdiği görülür. Osman; babası hacıyken kendisi dini değerlere çok önem vermeyen bir karakterdir. Askerlikte yaralanınca kaldırıldığı

273 Süngü, İ.K.B., s. 62-63.

274 Mehmet Karakaş, “Türkiye’de Toplumsal Değişme ve Kimlik İnşa Etme Öğesi Olarak Din”, Yeni

Türkiye Dergisi, İslam Dünyası Özel Sayısı I, S. 95, Mayıs -Haziran 2017, s. 426.

275 Behçet Batur, “Sekülerleşme Türkiye’de”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C. 8, S. 38,

107 hastanede tanıştığı gayrimüslim olan Levo’yla diyaloğu yirmi birinci yüzyılda yaşayan Müslüman ailelerin bir özeti olarak okunabilir:

“’Benim babam hacı,’ diyorum. ‘Hımm,’ diyor.

‘Şaşırmadın mı?’ diyorum. ‘Niye şaşırayım?’ diyor.

‘Ne bileyim, benim dinle filan aram yok ya,’ diyorum. ‘Ama siz böylesiniz genelde,’ diyor.

‘Nasıl,’ diyorum. Hem ‘Siz derken...’

‘Siz Müslüman anadolulu alt ve hatta orta sınıf. Büyük şehre göçenlerin çocukları. Dinine bağlı gözükürsünüz ama lafta. Babanız da hacı filandır ama camiye gider gelir başka bir şey yoktur. Düşünce, tefekkür, inşa filan yani. İçersiniz mesela. Kendinize acırsınız. Babalarınızı pek sevmezsiniz. Osmanlı efekti. Yıkılmış ya. Baba devlet, sizi yüzüstü bırakmış. Annenize çile çektirirsiniz. O sizi sever, bunu sonuna kadar kullanırsınız.’”276

Geleneksel kodlarımızın belirleyicisi olan dini ve manevi değerler, çağımızda modernleşmenin etkisiyle aşınmaya uğrayarak tamamen görüntüye dayalı ve içi boş bir algı üzerine oturmuştur. Manevi düşüncenin değişerek yozlaşması sonucunda dini algılayış ve yaşayış şekli de maddi ve somut bir kimliğe bürünmektedir. Bu bağlamda Müslüman bir kimlikle Anadolu’dan kente göç etmiş muhafazakâr aileler de geleneğe bağlı toplumsal kültürümüzün ahlaki birçok değerlerini kaybederek Müslüman bir görünüş elde etmektedir. Bu Müslüman görünüş; maneviyattan uzak, tamamen görüntüden ibarettir. Güray Süngü de Müslüman olmayan Levo üzerinden babasının hacı olduğunu fakat kendisinin dinle pek alakası olmadığını söyleyen başkarakterimiz Osman’ı eleştirirken aslında toplumumuzda dışarıdan Müslüman görünenleri içeriden bir gözle ironik bir şekilde eleştirmektedir.

Güray Süngü’nün Az Kalan Gölge’de ironisini yaptığı bir başka mesele de bir felaket sonrasında toplumun Müslüman olduğunu hatırlaması ile ilgidir. İnsanlar karşılaştıkları bir felaketle beraber ibadet etmeye, dua ve Kur’an okumaya başlar:

108 “Üç ablam depremle beraber namaza başladı. Bu geldi aklıma. Bir süre Hatboyu’nda çadırda kaldık ya. Orada gördüm. Mırmırmır. Dua okurlarken. Kur’an okurlarken.”277

Dinin toplumsal hayatımızdan zayıflayarak uzaklaştığının bir başka göstergesi de toplumun dini günlere verdiği değer ve ilginin azalmasıdır.278 Her şeyin tüketildiği bu çağda geleneksel değerlerimizi oluşturan bayram, kandil gibi kıymetli günlerin de artık bir önemi kalmamıştır. Eskiden bu özel günlerde ziyaret edilen aile büyükleri de teknoloji çağının vermiş olduğu büyük bir nimet olan telefon aracılığıyla sadece âdet yerini bulsun diye aranarak tebrik edilir. Güray Süngü de bu durumu İbrahim’in Kaybettiğini Bulmasıdır romanında İbrahim’in düşünceleri üzerinden ironik bir şekilde eleştirir:

“Arayabilseydi de kurbanda telefon etseydi. İkinci gün akşam. Âdet yerini bulsun diye. Âdet yerini buldu mu, sorulmaz tabii, onu sormak yerine nasılsın baba, denirdi, bayramın kutlu olsun dendikten sonra. O ne lan, kutlu mutlu, mübarek olsun denir deseydi babası da.”279

İçinde bulunduğumuz çağda dini algılama ve yaşama noktasındaki eksiklik, kutsal kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’i okumamak, evlerde onu bir süs eşyası gibi kullanmak olarak görülebilir. Kur’an-ı Kerim; insanın ulaşamayacağı yüksekliğe bir çivi çakılarak asılmakta ve evleri süsleyen bir eşya olarak insan hayatında yerini almaktadır. Güray Süngü, “aklımızın anahtarı” dediği Kur’an-ı Kerim’i duvara asarak, içindeki faziletlerden yararlanamayışımızı Sayıklar Bir Dilde’de “…aklımızın anahtarını heybeye koyup, duvara bir çivi, heybeyi çiviye takıp, aklımızı asmadık mı?”280 şeklinde retorik ve ironik bir soruda gözler önüne serer. Kur’an-ı Kerim’i nereye koyacağını, nasıl tutacağını tartışan insan; yine her şeyin görüntüye

277 a.e., s. 80-81. 278 Batur, a.g.m., s. 569. 279 Süngü, İ.K.B., s. 22. 280 Süngü, S.B.D., s. 83.

109 indirgendiği bu çağda Kur’an-ı Kerim’in de sadece dışıyla ilgilenerek içindeki ahlaki değer ve güzelliklerden kendisini muaf tutmaktadır. Güray Süngü de toplumun bu yüzünü Kış Bahçesi romanında başkarakterlerden biri olan ve aldığı afişi asmak için nalbura çivi almaya giden Harun’un düşünceleri nazarında ironik bir tavırla eleştirir:

“…bey amca, çekiçle zor olur, duvarı parçalar çivi, durmaz orda, matkapla delcen ki, bi de dübel sokcan, sonra çiviyi çakcan, sağlam durur, tablo da taşır, raf da, dolap da. Sen ananın evinde matkapla mı doğdun, baban odanın duvarına heybe içindeki Kuran’ı matkapla mı delip astı?”281

Genel olarak Güray Süngü’nün eserlerine baktığımızda karakterlerin dini bir yaşama biçimi olarak seçtiği görülmemektir. Yazarın bunu bilinçli tercih edip etmediği bizim nazarımızda belirsiz olmakla beraber hayatı anlamsız bulan bu karakterlerin inanç bağlamında yüce bir varlığa sığındıklarına da rastlamayız. Bu bağlamda çağın dayattıklarına karşı bir mücadele içerisinde olan birey için toplumsal bir kurum olan din de çözülmeye uğramıştır diyebiliriz.282 Bu çözülme de Güray Süngü’nün eserlerinden verdiğimiz örneklerde ironikleştirilerek eleştirilmektedir.