• Sonuç bulunamadı

Devletçilik ve Ümmetçilik Arasındaki Dengenin Nasıl Kurulacağı Hususu

BÖLÜM 3: CEMAAT İÇİ FİKRÎ AYRILIKLAR

3.2. Devletçilik ve Ümmetçilik Arasındaki Dengenin Nasıl Kurulacağı Hususu

Halifeliğin son dönemi olan Osmanlı’nın yıkılışı ile Müslüman aleminin başsız ve lidersiz kaldığını düşünen Arap dünyası475, 25 Mart 1925 tarihinde Ezher Şeyhi liderliğinde halife seçimi için Kahire’de düzenlenecek olan İslam Konferansı’na bütün İslam alemini davet etmiştir. Her ne kadar alimler Mayıs 1926 yılında toplanabilse de kimin halife olacağı hususunda ihtilafa düştükleri için konferans başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Bu başarısızlığın ardından Ezher alimlerinden Şeyh Abdurrazık Nisan 1925 tarihinde bir kitap yayınlayarak hilafetin İslamiyet’te bulunmadığını, çünkü İslamiyet’in dünyevi işlerle ve siyasetle uğraşmayan ibadet ve dini meselelerle ilgilenen bir din olduğunu açıklamıştır. Peygamberden sonraki ilk halifeler dönemini ise saltanatın başlangıcı olarak niteleyen Abdurrazık, hilafetin Müslümanların başına gelecek en büyük kötülük

474 Eymen el-Zevahiri kitabında Benna’yı ayetler ve hadisler ışığında eleştirdiği için cemaatin kendisine kızdığını, ancak Benna’nın bir peygamber gibi masum olmadığı için hatalarının da tartışılmasın da bir beis olmadığını belirtmiştir. Benna’nın Osmanlı Hilafeti yıkıldığı zaman Mısır toplumunda ilk defa cihad olgusunu yeniden ortaya çıkardığını ve İslami eğitim için büyük çaba sarfettiğini, ancak siyasi İslam hususunda büyük hatalar yaptığı için bu çabasının heder olduğunu belirten Zevahiri, Kuran ve Sünnet ışığında Benna’yı tahkim etmek için cemaate çağrıda bulunduğunu, ancak bu çağrısına cemaatten kimsenin yanaşmadığını belirtmiştir. Bkz. Eymen el-Zavâhirî, el-Hasâdu’l-murri el-İhvânu’l-muslimûne fî sittîne ʻâmen, s. 4.

475 Enver ʻAbdulhadi, el-Ahzâbu ve’l-harakâtu ve’l-cemâʻâtu’l-islâmiyye, c. I, The Arab Center for Strategic Studies, Şam 2000, s. 27.

olduğunu beyan etmiştir. Bütün dünya alimlerinden büyük tepki çeken bu fetvaya yine Mısır’dan Reşid Rıza Hilafet ve İmamet adlı kitabıyla cevep vermiştir. Kral Fuad’ı Halife olarak gören Ezher de bu kitaba sessiz kalmayarak, 17 Eylül 1925 tarihinde Şeyh Abdurrazık’ın Ezher’den çıkarıldığını ilan etmiştir476.

Hasan el-Benna, bu iki hadise karşısında 1927 tarihinde bir şeyler yapması gerektiğini düşünerek, Müslüman Gençler Cemiyeti’nin kurulmasında öncü olmuş, aradan bir yıl geçmeden 1928 yılında Müslüman Kardeşler Cemaati’ni kurmuştur. Bazı kaynaklarda Benna’nın Müslüman Kardeşler Cemaati’ni kurmasının nedeninin tamamen dini kaygılardan ötürü olduğu, hilafetin yeniden diriltilmesi için önce halkın buna dini açıdan bilinçli bir şekilde hazırlanmasının amaçlandığı belirtilse de477, bazı kaynaklarda Benna’nın hilafet düzenini savunmadığı, hatta İslam Devleti’ni ana hedef olarak görmediği, bu düşüncenin o yaşarken oldukça mübhem olduğu belirtilmiştir478. Hilafetin kurulmasının ana gaye olduğu birçok yerde işlenirken479, buna giden araçların ve metodların mübhem olması, özellikle de Benna’nın şiddetle desteklediği Arap Birliği’nin İngilizlerin denetiminde olması ve bu birliğin ümmet mefhumuyla nasıl bir orta yol içinde olacağının netleştirilmemesi cemaat içi hoşnutsuzlukları tetikleyen başka bir unsur olmuştur.

İbrahim Beyyumi, Hasan el-Benna’nın milliyetçi sayılmaması gerektiğini, onun Arap ırkını yüceltmesini ve Arapları “ilk seçkin İslam ümmeti” olarak tanımlamasının milli duyguları canlandırmaktan öte bir gaye içermediğini savunmuştur480. Ancak bunu savunurken, Benna’nın milliyetçiliğini yumuşatmaktan öteye gidememiştir. Çünkü milliyetçiler, Arapları diğer ırklara üstün görürken bunu İslami kimliklerini ön plana çıkarmadan yaparken, Benna bunu İslami kimliği ön plana çıkararak yapmıştır. Benna, Arapları ümmetin lideri ve bekçileri olarak görmüş ve İslamiyet’in izzetinin Araplar

476 Zekeriyyâ Suleymân Beyyûmî, el-İhvânu’l-muslimûne ve’l-cemâʻâtu’l-islâmiyye 1928-1948, s. 44-48, 149;

ʻAbdulazim Ramadân, Tetavvuru’l-haraketi’l-vataniyye fî mısr 1918-1936, s. 583.

477 Cumʻa Emîn ʻAbdulaziz, Zurûfu’n-neş’eti ve şahsiyyetu’l-imâm, s. 49-54.

478 Fehmi Cedan, Ususu’t-tekaddumi ʽinde mufekkiri’l-İslâmi fi’l-ʻâlemi’l-ʻarabi’l-hadîs, Dâru’ş-şurûg, Kahire 1988, s. 356; Richard Michell, el-İhvânu’l-muslimûne, II. Bölüm, IX. Kısım, Tercemehû Muna Enîs, Dijital kitap: (http://www.ikhwanwiki.com/index.php?title= ا_نا ا_ I J_ J و%(إ), erişim tarihi: 03.Mart.2014;

479 İbrahim el-Beyyumi Ganim, Hasan el-Benna’nın Siyasi Düşüncesi, s. 263-270.

480 Bu düşünceyi Muhammed bin Abdulvahhab ilk defa ifade etmiş, Arapçılığın İslami versiyonunu geliştirmiştir. Türkleri hilafete layık görmemiş ve padişahların koruduğu İslam’ın gerçek İslam olmadığını savunmuştur. Arapların hilafete Türklerden daha layık olduğunu belirterek Arapçılığa İslami bir boyut kazandırmıştır. Bkz. Albert Hourani, Çağdaş Arap Düşüncesi, s. 55; İbrahim el-Beyyumi Ganim, Hasan el-Benna’nın Siyasi

sayesinde olduğunu vurgulayarak, Arapların elinden çıkan hilafetin ardından (Abbasi Devleti’nin yıkılarak Osmanlı Devleti’nin kurulmasıyla), Müslümanların perişan olduklarına işaret etmiştir481.

Beyyumi, Benna’nın Arap Birliği çabasını da o dönemdeki konjonktür gereği elzem olduğunu savunmuştur. Çünkü ona göre bu birliği savunmak işgale karşı mücadelede güç birliğini sağladığı için önemliydi482. Ancak Beyyumi’nin göz ardı ettiği en önemli husus, bu birliğin İngilizler tarafından desteklenmesidir. İngiliz yapımı bir teşkilat olan Arap Birliği’nin desteklenmesi elbette Arapların kara kaşı ve kara gözü için483 ya da bağımsızlığı için değil, kendi nüfuzlarını pekiştirmek ve ulus devlet modelini sömürü çerçevesi içinde sorunsuz şekilde yürütmek için yapmışlardır484. Mahmud, Benna’nın bunu bildiğini ancak buna rağmen Araplar arasındaki bağın kuvvetlenmesi ümidiyle buna göz yumduklarını kitabında şöyle ifade etmiştir:

“Irak başbakanı Nuri Said İngilizlerin baskısıyla bir Arap Birliği’nin oluşturulması için Arap ülkelerine çağrıda bulunur. Bu çağrı yapılmadan önce

İhvan, İngilizlerin bu isteğinden haberdardır. Ancak İngiliz yapımı olup onun

emellerine hizmet edecek bile olsa sırf Arapları birleştireceği için ve bunu kendi lehlerine günün birinde dönüştürecekleri için Arap Birliği’ni desteklemeye karar verirler485”.

Arap Birliği hayallerinin, işgalcilerin çizdiği ulus devlet sınırları dahilinde ve kendi tabirleriyle “günün birinde” gerçekleşecek olan bağımsız bir Hilafet Devleti modeline nasıl hizmet edecektir sorusu günümüze kadar cevaplanmamış bir sorudur. Doğrusu, İngilizlerin bu niyetine rağmen bu birliği desteklemek, işgalden kurtulmak isteyen halkı ümitlendirmekten öte bir işe yaramamıştır. 1944 yılında başlayan müzakerelerden günümüze kadar bu birliği savunanlar, hiçbir surette Arap meselelerine çözüm bulmadığı gibi, Batı’nın Müslüman topraklarda idame ettirmek istediği zulmü farklı

481 Mahmûd ʻAbdulhalîm, Ahdâsun sanaʽati’t-târîh, c.II, s. 360.ç

482 İbrahim el-Beyyumi Ganim, Hasan el-Benna’nın Siyasi Düşüncesi, s. 288.

483 Bu ifadeyi Richard Michell kullanmıştır. Bkz. Richard Michell, The Society of the Muslim Brothers, s. 268. 484 Târık el-Bişrî, el-Haraketu’s-siyâsiyyetu fî mısra 1945-1953, s. 330.

485 Mahmûd ʻAbdulhalîm, Ahdâsun sanaʽati’t-târîh, c. I, s. 319;

http://www.ikhwanwiki.com/index.php?title= ) ا-لو% ا_ J_ء - إو_ن ا_نا ا, erişim tarihi: 07.11.2013.

Lord Killearn hatıratında Arapların hiçbir zaman tek bir düşüncede birleşmeyi beceremediklerini, ancak Arap Birliği’nden çekinceleri olduğunu çünkü bu vesile ile tek bir düşünce etrafında toplanabilme ihtimalinin doğduğunu belirterek kaygısını dile getirmiştir. Ibn Suud’un bizzat kendisine bu birliği desteklemesi için çağrıda bulunduğunu belirtmiştir. Bkz. Killearn Miles Lampson, Muzekkirât Lord Killearn 1934-1946, c. II, s. 291.

farklı yönetim sistemleriyle idame ettirerek Batı’nın yarım kalan işgal misyonunu da tamamlamışlardır.

Hasan el-Benna 16 Eylül 1947 yılında Müslüman Kardeşler Gazetesi’nin 421. sayısında Arap Birliği ön komisyonuna yazdığı mektubu yayınladığı zaman bu mektupta kullandığı şu ifadeler cemaat içi büyük tepki almıştır:

“Arap ülkeleri Araplıklarının gereği olan siyasi haklarını ne tarih boyunca ne de günümüzde alabilmişlerdir. Bunun için sizlerden Araplık adına umutlarımızı gerçekleştirmenizi talep ediyoruz. Muhakkak ki İslam Araplığın da ötesinde bir Araplıktır!”486.

“Hilafetin gerçekleşmesi için önce halklar arası kültürel, sosyal ve ekonomik birleşme olması gerekir” ilkesini savunan Benna, bunların ancak anlaşmalarla ve ittifaklarla

gerçekleşebileceğini ifade etmiştir. Filistin meselesinde Müslüman liderlerin bir araya gelmelerinin hilafet için temel oluşturabileceğini savunmuştur487. Ancak, bu hilafetin nasıl uygulanacağı hususu mübhemliğini korurken, ülkeler arası ittifaktan ve anlaşmalardan söz eden Benna, 1946 yılında Vefd’in başını çektiği ve halkın desteklediği milli cepheye katılmaktan çekinmiştir488.

Şüphesiz Benna İslam Birliği’ni desteklerken bunun Arapların liderliğinde yürümesi gerektiğini savunmaktaydı. Bu tutumu onu ırkçılık ithamlarından kurtaramamış ve cemaat içi kopuşları tetikleyen bir etken olmuştur. Zira Arap Birliği aracılığı ile İslam Birliği’ni nasıl sağlayacağını netleştirmeyen Benna, Arapları ümmetin birinci derecedeki unsurları olarak görmüş ve onlar olmadan İslamiyet’in yücelik kazanamayacağını savunarak da İslamiyet’in şiddetle reddettiği kavmiyetçiliği desteklemiştir. Ancak bir başka risalesinde bu düşüncenin tam aksini savunmuş ve hiçbir ırkın ve rengin bir diğerine üstün olmadığını belirtmiştir489. Bu kafa karışıklığı

en-Nezir gazetesinin sahibi Osmanî’nin cemaatten ayrılma sebeplerinden birisi

olmuştur. O, Benna’nın bir yandan İslamiyet’i ve ümmetçiliği savunurken diğer yandan milliyetçiliği ön plana çıkaran Arap Birliğin’e destek verdiğini belirterek Benna’yı sert bir dille eleştirenlerden olmuştur.

486 Cumʻa Emîn Abdulazîz, el-İhvânu ve’l-ʻâlemu’l-islâmî 1938-1945, s. 27. 487 Hasan el-Benna, er-Resâil, PDF, s. 96, 111-113, 117,

http://www.2shared.com/document/YGTaaB6V/___.html, erişim tarihi: 12.07.2014.. 488 Mahmûd ʻAbdulhalîm, Ahdâsun sanaʽati’t-târîh, c.I, s.364.

Hilafet hakkındaki düşüncesinin her zaman arkasında duran Benna, bunun Arap Birliği üzerinden gerçekleşeceğine inanmıştır. Ancak ülkesi krallıkla yönetilirken, bunun hilafet sistemine nasıl dönüşebileceğine bir netlik getirememiştir. O dönemde kendisiyle röportaj yapan dönemin Fransız gazetesi olan Le Bors, Mısır’ın babadan oğla geçen veraset sistemi olan krallıkla yönetildiğini ancak Benna’nın ve cemaatinin bir Müslüman olarak hilafete inandıklarını bildiklerini, bu ikisinin arasında nasıl bir yol izlediklerini sorduğunda Benna, “Batı ülkeleri, İslam şeriatının Mısır’da uygulanacak

olmasından çekinmesinler” demekle yetinmiştir. Benna oldukça politik olan bu cevabı

ile hem kralı hem de cemaatini razı etmeye çalışmıştır. Kralı kızdırmaktan ve hışmını cemaatin üstüne çekmekten çekinen Benna, kendisinden ümitli olan cemaatine de ümit vermeyi ihmal etmemiştir490.

Doğrusu Benna her zaman yapılan işin sonucuna değil, gidişatına önem verilmesini, böylelikle hata yapılsa bile sevap kazanacaklarını savunmuştur491. Belki de ümmetçiliği desteklerken bir yandan da devletçiliği destekleyerek bir sonuca varılamayacağını bilse dahi, sıfır kazançlı bu tutumunu en azından sevap kazançlı hale getirmek için çaba göstermiştir492.

Benna, ümmetçilik ve milliyetçilik arasında bir yol izleyerek Neo-Ümmetçi bir çizgi ortaya koymaya çalışmıştır. Dini Milliyetçilik olan bu sentez çabası ne milliyetçileri kendine çekmiştir, ne de ümmetçileri memnun etmiştir. Arap Birliği’ni desteklerken bunun ümmetçiliğe olan hizmeti hususunda ve pratikteki işlevi hakkında doyurucu açıklamalarda bulunmadığı için ne ümmetçilik hususunda ciddi adımlar atılmasına ön ayak olmuş, ne de dini bir milliyetçiliği savunarak Mısır’da laiklikle paralel seyreden milliyetçiliği ümmetçiliğe hizmet eder hale getirmekte muvaffak olamamıştır.