• Sonuç bulunamadı

Der-Sitâyiş-i ‘yân [u] Eşrâf [u] Kibâr Tabirinin Kullanımı

Evliya Çelebi’nin Amasya için verdiği “der-sitâyiş-i a‘yân [u] eşrâf [u] kibâr” (seçkinlerin, eşrafının ve ileri gelenlerin anlatılması) ifadesinde de görüldüğü gibi hem Amasya’daki yaşlı, itibar sahibi kişiler hem eşrâfı hem de ileri gelenleri aynı yerde aktarılmıştır. Aslında bunların hepsine birden o toplumun önde gelenleri diyebiliriz. Fakat bu önde gelen kişilerin toplumun içindeki konumları farklıdır. Bazıları ekonomik yönden zengin olduğu için, bazıları o toplumun büyükleri, yol göstericileri olduğu için, bazıları da devlet görevlisi oldukları için ya da bir medrese müderrisi, iyi bir kadı olduğu için bu grup içinde sayılmış olabilir. Evliya Çelebi Seyahatname’sini günümüz Türkçesine çeviren Yücel Dağlı ve Seyid Ali Kahraman, Amasya’nın ileri gelenlerinin anlatıldığı yeri “seçkinlerin, eşrafının ve ileri gelenlerinin anlatılması”76

76 Evliyâ Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî, “Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi”,

şeklinde bir çevirmiştir. Bizce çevirinin günümüz Türkçesine tam olarak aktarılması “yaşça büyük en saygın kişilerin, şeref ve îtibar sahibi kimselerin ve zengin önde gelenlerin övülmesi” şeklinde olursa daha doğru olacaktır. Aksi taktirde bizler “âyan, eşrâf, kibâr” kelimelerini aynı anlamda kullanırsak, Çelebi’nin hemen hemen her yerde vermiş olduğu “âyan-u eşrâf” ifadesinde iki kez aynı grubu ifade eden kişiler için ileri gelen dediğimiz için tekrara düşmüş oluruz. Evet her iki kelime de ileri gelen demek fakat kastettiği kişiler arasında fark vardır. Seyahatname’de buna benzer örnekler oldukça fazladır.77 Seyyahımız, Amasya dışında Konya’da da “Evsâf-ı kibâr [u] eşrâf

[u] a‘yân, Kayseri’de Ta‘rif-i kibâr [u] eşrâf [u] a‘yân, Aksaray’da Kibâr [u] eşrâf [ü] a‘yân” şeklinde bu üç kelimeyi ayrı bir sınıfı ifade eder şekilde kullanmıştır.

Halil İnalcık’ın dört ayrı grupta incelediği âyan zümresi içerisinde toplumun farklı kesimleri içerisinde yer alan kişilerin aslında âyan, eşrâf ve kibâr içerisinde yer aldığını görmek mümkündür. Âyan, eşrâf veya kibâr dediğimiz bu kişilerin belli bir zümreyi ifade etmesi bu dönem için düşünülemese de devlet görevlisi olan, ulema, molla, müderris dışında kalan esnaf ve diğer ticaret ehli ileride güçlenerek toplum içerisinde farklı bir konuma sahip hale gelerek âyan olacaktır. Bir vilayetin eşrâfı o şehrin âyanı olabilmek için mücadele eden kişilerdir. Âyan olan eşrâf daha sonra baş âyan olmak için çalışır. Âyan ve eşrâf arasında böyle bir hiyerarşinin olduğunu düşünmek de mantıklı bir yaklaşım olacaktır.

Yukarıda verdiğimiz bilgileri özetlemek gerekirse; âyan, eşrâf ve kibâr kelimeleri seyahatnamede, dönemin kronikleri ayrıca arşiv belgelerinde benzer şekilde kullanılmıştır. Bu üç kelimede Özcan Mert’in söylediği gibi benzer anlamdaki kelimelerdir. Fakat bu kelimelerin temsil ettiği ileri gelenler zümresi birbirinden farklılık göstermektedir. Âyan dediğimiz zümre daha çok zengin ve devlet görevlisi kesimi temsil ederken, eşrâf ve kibâr kelimeleri daha çok onurlu, şerefli, görgülü, halk tarafından sayılan, sözü dinlenen ve halka yol gösteren kişiler için kullanılan ifadeler olmuşlardır. Nitekim eşrâf ve kibar olan kişilerde zengin kişiler olabilirler. Evliya Çelebi, âyan zümresinin sahip olduğu han, hamam, saray ve çiftlikleri sayarken çok az

77 Konya: Evsâf-ı kibâr [u] eşrâf [u] a‘yân, Evliyâ Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî, “age”, c. 3, s. 19.

Kayseri: Ta‘rif-i kibâr [u] eşrâf [u] a‘yân, Evliyâ Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî, “age”, c. 3. s. 106 Aksaray: Kibâr [u] eşrâf [ü] a‘yân, Evliyâ Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî, “age”, c. 3, s. 114. Elazığ: Esmâ-yı â‘yân [u] kibâr-ı Harbît, Evliyâ Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî, “age”, c. 3, s. 132. Edirne: Der-ta‘rîf-i esmâ-i eşrâf [u] a‘yân, Evliyâ Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî, Evliya Çelebi

da olsa bazı yerlerde “eşrâf” ve “âyan” kelimelerini de kullanmıştır. Fakat genellikle kullandığı kelime “âyan” olmuştur. Bunun yanında, “âyan” kelimesinin sadece belli bir zümreyi anlatmak için kullanıldığını görmek de mümkündür. Fakat âyan denen zümre, henüz daha sonraki yüzyıldaki gücüne sahip değildir. Burada yapacağımız başka bir çıkarım da “âyan” zümresinin bu dönemde güçlü olmasına rağmen ya Osmanlı’nın bunların gücünü kırabilecek güçte olması ya da âyan ile Osmanlı arasındaki çıkar ilişkisi her iki tarafın işine gelmektedir. Nitekim Diyarbakır’da eşrâfı üzerine bir çalışma yapan İbrahim Özçoşar, Yavuz Sultan Selim’in Dulkadiroğulları Beyliğine son vermeden önce Diyarbakır eşrafının Sultan Selim’i şehri alması için çağırdığını ve ona yardımcı olduğunu yazar. “Eşrafın, kendisine eşraf özelliği kazandıran sebep ne olursa olsun, ana varlık sebebi olarak gördüğü şehirle arasında özel bir ilişki düzeyi vardı. Kargaşa, siyasi istikrarsızlık ortamları, gelip-geçici hanedanların güvenilmezliği vs. şehri olumsuz etkileyebilecek her türlü gelişme eşrafı da doğrudan etkileyecek gelişmelerdi. Bu tür olumsuzlukların ortaya çıkma ihtimali eşrafın, şehrin güvenliği için kaygı duymasını ve bu kaygıları ortadan kaldıracak gücü hep elinde tutma eğiliminde olmasını zorunlu kılıyordu. Eşraf hem bu sebeple hem de önemli bir güç ve ekonomik gelir kaynağı olduğu için iktidar kim olursa olsun, şehrin idaresinde etkin olma çabası içindeydi. Diyarbekir’in Osmanlı hâkimiyetine girmesi süreci ve sonrasında şehir idaresinde eşrafın etkinliği, eşrafın bu özelliğini gözler önüne sermektedir.”78

İbrahim Özçoşar’ın söylediklerinden yola çıkarak “eşrâf” adı verilen bu kişilerin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeye çalıştıklarıdır. Eşrâf, aslında belli bir otoritenin bulunmasından ve bulunan bu otoritenin bulundukları bölgede asayişi sağlamasından dolayı memnundurlar. Nitekim kaos ortamında en çok zarar gören gene kendileri olacaktır.

1.2. Evliya Çelebi’nin Verdiği Âyân [u] Eşrâf [u] Kibâr