• Sonuç bulunamadı

Delillere Yöneltilen Eleştiriler ve M Sabri’nin Cevapları 105 

Delillere yönelik eleştiriler olarak sınırlamaya çalıştığımız reddiyelerden doğrudan Ateizmi ya da Deizmi savunmayı hedefleyenler olduğu gibi, genel olarak ya da bazı yönlerini yetersiz ve yanlış bularak eleştiren Teist düşünceler de bulunmaktadır. Birinci bölümde din-bilim ve akıl-bilim ilişkisi başlıklarında genel olarak değinilen yaklaşımlar burada özellikle itiraz oluşturan yönleri dikkate alınarak tekrar eleştiri konusu yapılarak değerlendirilecektir. Mustafa Sabri, öncelikle natüralistler tarafından konuyla ilgili ileri sürülen itirazları değerlendirmektedir. Doğal olarak burada konu edilen natüralistlerle amaçlanan aktif ya da pasif şekillerde ateizmden yana olanlardır. En azından evrenin kendi içerisinde kapalı devre açıklanması gerektiğinden hareketle metafizik konusunda nötr vaziyette olmak ve duyarsız kalmaktan yana düşünceler taşıyan

doğa bilimcileridir. Naturalist düşünürlerin yanı sıra teorik akılla delillendirmenin mümkün olmadığını savunan Kant ile ereksellik konusunda farklı yaklaşımları olan Leibniz ve Spinoza gibi düşünürlerin de delillerle ilgili bazı değerlendirmeleri eleştiri konusu yapılacaktır.

3.1- Naturalizmin Tezlerine Karşı Cevaplar

Öncelikle natüralistlerin görüş ve düşüncelerini geniş şekilde alıntılayan Mustafa Sabri, bu tezleri birer birer ele alarak değerlendirme ve eleştirilerini ortaya koymaktadır. Özetle belirtmek gerekirse natüralistlerin düşünceleri şu şekildedir: Evren bir tasarımın sonucu olarak var olmamıştır. Dolayısıyla bir amaç ya da düzenden söz edilemez. Bulunduğu durum tesadüfen gerçekleşmiş halidir. Yüzyıllardır gerçekleşen olaylar değişmeyen doğa yasalarına bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Bu yasalara bağlı olan madde dışında bir varlık ile de karşılaşılmamıştır. Evrene bu yasaların dışında mûcize gibi bir müdahale söz konusu değildir. Kimsenin evrenin kendisi dışında akıl, irade ve güç sahibi bir varlık ile bağlantı kurmaya hakkı olmadığı gibi bunun bir anlamı da yoktur. Esasen iradesi doğa yasaları ile uyum içerisinde olan bir Tanrı tasavvurunun herhangi bir etki ya da katkısından söz etmek de mümkün değildir. Bilimsel yöntemle araştırılan olaylar ve sonuçlarına odaklanırken bunların gerçek sebebi ve işleyişinde devamlılık gösteren yasaların koyucusu, araştırma konusu yapılamaz. Bunlar doğa biliminin kapsamı dışında kalan konulardır. Uzun asırlar geçmesiyle her türlü sorunu çözüme kavuşturan doğanın, ne yeryüzünün oluşmasında ne de evrendeki varlıkların kendi aralarındaki ilişkilerinde bir yaratıcıya ihtiyaçları bulunmamaktadır (Köroğlu, 2010: 327-328).

İradesi doğa yasalarıyla uyumlu olan bir Tanrı kabulünün herhangi bir yarar sağlamayacağı tezine karşılık Mustafa Sabri, sözü edilen yasaların olmayan doğanın yasaları değil Allah’ın yasaları olduğunu ve evrendeki düzenin bu yasalarla gerçekleştiğini savunmaktadır. Yasayı koyanın onun düzenli olarak sürmesini istemesi akla en uygun gelen alternatiftir. Dilediği an kaldırma ve değiştirme gücüne de sahiptir. Onların yasa-irade bağlantısı olarak söz ettikleri uyumluluk durumu, yasaların iradeye bağlılığıdır. Tanrı yasalara değil, yasalar Tanrı’nın iradesine bağlıdır (M. Sabri, 2012: II/351).

Evrenin şu anki durumuna ulaşması milyonlarca yılda gerçekleşmiştir. Bu süre ve oldukça yavaş ilerleyen evrim süreci ile evren üzerinde etkinliği kabul edilen yüce kudret inancı bağdaştırılamaz, yaklaşımına (Topaloğlu, 2003: 137-140) ise Mustafa Sabri, bu

sürecin yüce yaratıcının bir hikmetine bağlı olarak gerçekleşmiş olduğuyla karşılık verir. Ayrıca uzun sürenin geçmiş olması etkin bir gücün müdahalesi olmaksızın değişimleri sağlamayacağını, süre ne olursa olsun muhal olan bir şeyin mümkün hale dönüşümünün kabul edilemeyeceğini belirtir. Temel niteliği atalet (durağanlık) olan maddenin süreç içerisinde akla ve harekete dönüşümünü kabul etmek mümkün değildir. İdrak etme özelliği ve idrak ile birleşmesi konusu bir yana idrak ile aralarında karşıtlık bulunan maddenin yaratıcı nitelik taşıması asla düşünülemez. Maddenin bu niteliği bilindiği için natüralistler sığınabilecekleri bir argüman olarak gerçeği olmayan bir kavrama, doğa kavramına yönelmişlerdir. Fail olmaksızın fiilin olmayacağı gerçekliği karşısında üretilen doğa kavramı sadece sözde fail sayılmanın ötesinde bir işlevsellik taşımamaktadır. Karşılığı olmayan boş bir kavram olduğu açıktır. Materyalistler evrendeki hareketleri etkin bir Tanrı inancı ile açıklamaktan kaçınmak için mekanik evren düşüncesine yönelmişlerdir. Oysa mekanik hareket anlayışı daha fazla etkiye ihtiyaç duymaktadır. Makinenin hem icat edene hem imal edene hem de idare edene ihtiyacı bulunduğu açıktır. Böylelikle üç ayrı etkileyiciye ihtiyaç duyması karşısında aslında acizliklerini itiraf niteliğinde bir yönelime ‘tesadüf’ kavramına sığınmaktan başka çözüm kalmamıştır. Evrendeki muhteşem incelik ve sanatsal yapıların açıklamasına yetmeyen bu kavram ile açıklanamazlık sürdüğünden, onların kavram arayışları da sonlanamayacaktır (M. Sabri, 2012: II/365).

Mustafa Sabri’ye göre natüralistlerin doğa kavramına yükledikleri anlamdan yola çıkarak şöyle bir sonuca ulaştıkları düşünülebilir: Evren içerisinde parçalar halinde idrak taşımayan varlıklar, bir bütün şeklinde düşünülüp doğa olarak adlandırıldıklarında idrak taşıma özelliği kazanmış olabilirler. Bu durum parçaların kendilerinden oluşan bütüne ihtiyaç duymaları anlamına gelir. Oysa bütünün, bütünlük haline gelebilmesi için parçaya ihtiyacı bulunduğu açıktır. Kül olanın cüz olana değil de cüz olanın kül olana ihtiyaç duyması şeklinde olağanın aksine bir yapılanmanın tasavvur edilmesi hali, mantıki bir tutarlılık taşımamakta ve çelişkiyle sonuçlanması kaçınılmaz olan bir anlayışı yansıtmaktadır.

Evren düzeni için gerekli olan idrak ve irade natüralist yaklaşımda ortadan kaldırılmış bulunmaktadır. Bu sebeple açıklama için ancak ‘tesadüf’ kavramı kullanılarak sonuç elde edilmeye çalışılmaktadır. Ancak doğa da denilse, idrak ve iradeyle ilintilendirilmeye çalışılan tesadüf kavramı da tercih edilse, bütün bu denemeler faili olmayan fiil anlayışını ortadan kaldırabilecek bir özellik taşımamaktadır. Dolayısıyla

savunucuları, inatla gerçeklikten kaçma ithamından kurtulamayacaklardır (M. Sabri, 2012: II/367).

Natüralistlerin uzun zamanın geçmesi dolayısıyla tesadüfün doğurabileceği düzenden söz etmelerini çaresizliklerine bağlayan Mustafa Sabri, evrende görülen nizamın, bilgisi, iradesi ve sonsuz gücü olan bir varlığa açıkça delalet ettiğini belirtmektedir. Shakespeare, Firdevsî ya da Homeros gibi şairlere ait divanların tesadüfî olarak oluşamayacağını söyleyen Mustafa Sabri, milyonlarca yıl geçmiş olmasının düzensizliği düzene dönüştürme yolu olmadığını, bu divanların hiçbir şekilde tesadüfî oluşumlara bağlanamayacağını belirtir. Sürenin uzaması karmaşayı daha da artırmanın dışında bir katkı sağlamaz. Her yeni karmada, sadece bir beytin tesadüfen oluşması şeklindeki düşünceyle savunma yolları da bir çözüm doğurmaz. İkinci karmada birincide oluşan rastgele düzenliliğin koruma altında tutulması mümkün değildir. Yeni seanslarda, yeni rastlantısal düzenlerin öncekilerde oluşan tesadüflere eklenmesi şeklinde bir tasarım yapılamaz (M. Sabri, 2012: II/369).

Evrende erekselliği kabul etmeyen anlayışın evrenin bir parçası olan insanda bu özelliğin varlığını kabul etmeleri ise yadsınacak bir anlayıştır. İnsanın eylemlerini tasarımlarken bir amaç taşıması, bilgi ve deneyimini kimden ve nasıl öğrendiğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bu yaklaşım, görmek için gözün, işitmek için kulağın var olmadığını fakat göz bulunduğu için görme ve kulak bulunduğu için işitmenin gerçekleştiğini savunmaktadır. İlgili organların faaliyetlerinin tamamen tesadüfî olarak gerçekleştiği anlayışını olanca tuhaflığına rağmen savunabilmektedirler. Bu düşüncenin evrenin yüce yaratıcısının ilim ve iradesini reddetmek saplantısı dışında bir açıklaması mümkün değildir. Evren düzenini yaratan Allah’ı göremediği için düzenin sahibi olarak onu kabul etmeyen anlayış, bu düzeni doğaya bağlamayı tercih etmiştir. Oysa doğa kavramıyla kastedilen (olmayan nesne) de görülmemektedir. Buna rağmen yönelimlerinin sebebi gerçekten doğayı var kabul etmeleri de olmamalıdır. O halde bir temele bağlanmasa da düzenin var olduğu gerçekliğinden yola çıkarak gerçek sebep üzerinde umarsız tavırda olmayı seçmiş bulunmaktadırlar. Ancak asıl gerçekliğe karşı bilgisizlikleri böylelikle son bulmamaktadır. Düzenleyici olmaksızın düzenin, faili olmaksızın fiilin olamayacağı gerçekliği karşısında kör ve sağır kalmayı tercih etmektedirler (M. Sabri, 2012: II/373).

Natüralistlerin hakikati bilinemeyen bir Allah yerine, evrenin kendi kendine bağlanması düşünceleri tutarsızdır. Bu anlayış, olmaması da mümkün olan bir evren açısından bakıldığında tercîh bilâ müreccih yoluyla çelişkiye düşmekle sonuçlanacaktır. Başka bir alternatif olarak da evrendeki her şeyin zorunlu varlık olması anlayışına yol açacaktır. Başka bir deyişle evrendeki varlıklar sayısınca Allah’a şirk koşma ile sonuçlanacaktır. Olmayan bir şeyin uzun zamanın geçmesi dolayısıyla olabileceğini düşünmek bu zaman ne kadar uzun olursa olsun tutarlı kabul edilemez. (M. Sabri, 2012: II/375).

Mustafa Sabri’ye göre evrenin kaynağı ne doğa tarafından var edilmesi ne de kendi kendine var olması şeklinde açıklamalarla çözümlenemez. Natüralistlerin aklın kaçınılmaz olarak bu yüce kudrete yönelmesinden duydukları panikle doğa kavramını üretmeleri ve doğa yasaları olarak tesadüfle açıklamalara yönelmeleri yasalarda bulunan amaç ve kasıt unsurunu gözden kaçırmalarını doğurmuştur. Düzendeki düzenleyiciliği, yasalardaki yasa koyucuyu dikkate almayan açıklamalara yönelmişlerdir. Natüralist anlayışın yönelimi koşullanmış olduğu için evrendeki gözlemleyebildikleri onca düzenliliği açıklarken doğa düzeni ya da doğa yasası diyerek geçiştirmekte ve Allah’ın varlığına delil oluşu dikkate alınmamaktadır. Sağlıklı akla sahip bir kişi, evrendeki tasarım ve düzeni görerek bunun bilgi ve hikmet sahibi bir varlık tarafından gerçekleştirildiğini kabul eder. Kendi sınırlı algılarının ulaşmadığı noktada acizliğini kabul eder. Allah’a inanma koşulu olarak kendi istek ve arzularına uyumlu bir yapının bulunmasını istemek ise, ne inanç ne de ilahlık anlayışıyla bağdaştırılabilir. Kaldı ki evren düzeni olarak gözlemlenen pek çok yapı, düzen koyucunun varlığına kanıt olmak açısından yeterlidir. Göreceli olarak düzensizlikle karşılaşan kimsenin durumu ise yokluğun tanığı gibidir. Bilindiği gibi bir olayın varlığını kanıtlayan tanıklar bulunduğunda, yokluğuna tanık olanların ifadeleri bir değer taşımaz. Onların konuyu bilmediklerine ya da konuya tanıklık etmediklerine karar verilir. Mustafa Sabri farklı bir anlayışla da yukarda anılan sorunun çözümlenebileceğinden bahisle düzene uygun olmayan olaylarla karşılaşılmasının, Allah’ın Fail-muhtar olarak dilediğini yapan oluşunun kanıtı olarak değerlendirilebileceğini belirtmektedir (M. Sabri, 2012: II/352).

Mustafa Sabri’ye göre natüralist anlayış sonuç olarak iki çıkmaz arasında kalarak zihin kirliliğini sonlandıramamaktadır. Bunlardan birincisi evrendeki nicelik olarak istisnai sayılabilecek düzeyde bulunan kimi olayları gerekçe göstererek düzenin, tasarımın ve ereksel sebebin bulunmadığı tezini ileri sürmeleridir. Bir yarar sağlamadıklarını düşündükleri kimi

mikroorganizmaların bulunması ve erkeklerde göğüs uçlarının bulunması gibi örneklerden hareketle evren düzeninde ereksel sebebin bulunmadığı gerekçelendirmeye çalışmaktadırlar. İkinci olarak da bilgi ve iradeyi ortadan kaldıracak şekilde evrende sözde bir düzen görüntüsünün bulunduğunu kabul ederek bunun da tesadüfî şekillerde ortaya çıktığını öne sürüp gerçekte bir düzenleyicinin olmadığını savunmaktadırlar (Topaloğlu, 2003: 139). Bu yaklaşım onların, gerçekliği bulunmayan bir doğa kavramı üretmesi sonucunu doğurmuştur. Bu anlayış natüralistlerin zihin karmaşalarını ortaya çıkarırken faili olmayan fiil ve düzenleyicisi olmayan düzen gibi mantık çelişkisine yol açan sonuçlara ulaştırmaktadır. Evrendeki düzenin sözde kaldığı, doğa yasalarının da karşılığı bulunmayan bir söylemden ibaret bulunduğu anlayışları dikkate alındığında natüralist yaklaşıma göre her olayın tesadüfe bağlanarak açıklanması gerekecektir. Buna göre doğa yasası olarak nitelenen kuralların da tesadüfle açıklanması dolayısıyla gözün görmesi, ateşin yakması ya da atılan taşın düşmesi tesadüfî olarak gerçekleşecek ve hiçbir gerçekliği olmayan doğa söylemlerinin de bir değeri kalmayacaktır (M. Sabri, 2012: I/367).

Natüralist anlayışın düşünce karmaşası kavram seçimlerinde de sürmektedir. Bir yanda doğa yasası referans olarak gösterilirken öte yandan aynı sistem içerisinde tesadüf ve çarpışmadan söz edebilmektedirler. Doğa yasası deyimi kuralsız bir şekilde oluşan düzenin açıklaması olarak kullanılamazken natüralistler bunu kullanmaktadırlar Oysa hem doğa yasası hem de tesadüf kavramlarının kullanılması durumunda gerçekte doğa yasası anlayışından vazgeçildiği sonucu çıkartılmalıdır. Mustafa Sabri ısrarlı olarak düzenleyicisi olmayan düzenin oluşmasının muhal oluşundan ve zamanın geçmesiyle bu muhalin mümkün hale dönüşmesinin beklenmeyeceğinden söz etmektedir. Allah bir anda yaratmaya gücü yettiği halde uzun bir zaman diliminde yaratmakla aciz varlık haline gelmez (M. Sabri, 2012: II/375).

Evrende düzenin ve erekselliğin olmadığı tezi ciddiye alınmış olsa evrenin bir parçası olan kendilerinin de yemelerinin açlıklarını sonlandırmak, içmelerinin de susuzluklarını gidermek için olmadığını bunların tesadüfü haller olduğunu ileri sürmeleri gerekir. Ya da kendilerinin evren kapsamının dışında bulunduklarını savunmaları gerekir. Tesadüf kavramı ile ona karşıt olan doğa yasası kavramını kullanan natüralistlerden kimileri, ikinci kavramı mecazi olarak kullandıklarını söyleyerek kavramsal tutarlılıklarını korumaya çalışmışlardır. Bununla birlikte bazıları da doğa yasaları ve içgüdü gibi kavramları gerçek anlamda kullandıklarını, maddenin de duyum ve bilinç gibi niteliklerinin bulunduğunu, yetkinliğe ulaşan maddenin bu gücünü ortaya çıkardığını ileri

sürmüşlerdir. Bu anlayışı veciz şekilde ortaya koyan şu söylem ünlüdür. Maddenin düşme özelliğinin yanı sıra düşünme özelliği de vardır (Saunders, 2009: 69-70).(M. Sabri, 2012: II/401). Sonuç olarak natüralist anlayış çelişkiye ulaştıran bir açıklama ile evreni tanımlamaya çalışmaktadır. Evreni muharrik ve muhassıs olmaksızın varlık kazandığı ve hareket ettiği, düzenleyici olmaksızın bir düzen taşıdığı iddialarını içeren açıklamalara konu ettikleri için iki kez tercîh bilâ müreccih yoluyla çelişkiye düşmüş bulunmaktadırlar. Sebepsiz varlık kazanma tezinin başka bir açıklaması olamaz. Evreni, ondaki hareketi ve düzeni görüp, yaratanını, hareket ettirenini ve düzenleyicisini görmeyen, bunların kendiliklerinden oluştuğu yanılgısına düşer. Bu kimse duyularına konu olanı görmekle onların varlıklarını kabul etmekte fakat duyusal olarak göremediği yaratıcı, hareket verici ve düzenleyici olanı itiraf etmekten çekinmekte ve böylelikle içine düştüğü çelişkiyi de fark edememektedir (M. Sabri, 2012: II/73). Natüralizme karşı bu eleştirilerinden sonra Mustafa Sabri’nin, Büchner’in şahsında materyalizme yönelik eleştirilerine geçelim.

3.2- Büchner’rin Tezlerine Karşı Cevaplar

Büchner’e (ö.1889 ) göre bilim dinin alanını işgal etmiş ve bu sahasını gitgide genişletmeyi sürdürmüştür. Mustafa Sabri Büchner’in görüşlerine özellikle yer vermiş, o ve onun gibi düşünenlerin düşüncelerinin yanlışlığı üzerinde durmuştur. O, Büchner’in düşüncelerinin üç noktada özetlenebileceğini söyleyerek bunların geçersizliğini belirtir. Birinci olarak Büchner’in iddiası evrende bu kadar şekli çeşitliliğin bulunması bir nizamın bulunmadığını gösterdiği şeklindedir (Ertuğrul, 1928a: 534-536). Bu görüşü reddeden Mustafa Sabri, bu kadar çok çeşitliliğin bunmasının, parmak izleri aynı olan iki kişinin bile olmamasının, her yönden aynı olan iki ağaç yaprağının dahi bulunmamasının yüce yaratanın gücüne bağlı olduğunu ve insanın yaratıcı karşısında acizliğini idrak etmesini gerektirecek bir muhteşemlik olduğunu söyler. Bu çokluk ve çeşitliliğin süreç içerisinde hiçbir zaman bozulma seviyesine düşmediğini ve farklı da olsa bir nizamın hep oluşa geldiğini belirten düşünürümüz bu yapıyı düzen fikri bulunmayan mekanik doğanın bir eylemi ya da ne yaptığını bilmeyen tesadüfün eseri olarak açıklamaya imkân bulunmadığını belirtir. Büchner’in savunduğu görüşleri Mustafa Sabri, İsmail Fenni’nin ‘Maddiyyun Mezhebinin İzmihlali’ adlı kitabından alıntılamıştır. Kendisinin özetlediği görüşler, geniş alıntılar olarak Mevkıfu’l-akl’ da bulunmaktadır. (M. Sabri, 2012: 350). İkinci olarak Büchner’in iddiası evrende bu kadar karmaşık değişiklikler zaman geçtikçe netleşerek kendiliğinden bir gelişim sağlayıp düzene kavuşmuş olduğu

şeklindedir (Ertuğrul, 1928a: 423). Mustafa Sabri, düzen amaçlanmadan eşyanın birbirleriyle çarpışması sonucunda bir düzen oluşacağını savunmak, çarpışma ve tesadüften medet umarak intizamı kargaşaya havale etmek akıllı bir insanın işi olamaz demektedir. Kaldı ki zaman içerisinde tesadüflere bağlı oluştuğu söylenen düzenli yapı, bu halini sürdürebilmeyi de tesadüfen gerçekleştirmiş olacaktır. Bu düşünceyi savunanlar akıl ve idrakin de bir tanzim ve tedbir ile değil sadece maddenin tesadüfen beyin haline dönüşümüyle ortaya çıktığını savunmaktadırlar. (Ertuğrul, 1928: 533-537). Maddenin çarpışmasından tesadüf sonucu aklın oluştuğu iddiası, milyonlarca harfin rastgele bir

araya gelmesiyle bir kitabın oluşmasını iddia etmekten çok daha uzak bir ihtimaldir (M.

Sabri, 2012: II/373).

Üçüncü olarak Büchner’in iddiası, yukarda anılan gelişimin bu kadar uzun süre almasının bir ilahın varlığına ihtiyaç duymaksızın kendiliğinden oluştuğunun bir işareti sayılmalıdır şeklindedir. Allah var olsaydı evrenin bir parçası olan yerkürenin soğumaya başladıktan itibaren bu kadar uzun süreye yayılarak bitkiler, hayvanlar ve insanların yaratılmasına gerek kalmazdı. Mustafa Sabri, kargaşa ve tesadüf nizamın zıddı olduğuna göre süre uzadıkça düzensizliğin daha da artması gerekir diyerek onun bu görüşünü de reddeder (M. Sabri, 2012: II/355). Evrenin bize göre uzun zaman sayılabilecek sürede yaratılmış olması yaratıcının bileceği bir iştir. Kaldı ki zamanın uzunluğu bizim için geçerli olan göreceli bir anlam taşır. Allah’ın, yaratıklarından olan zamana ya da mekâna bağlı olarak tasavvur edilmesi yanlış bir düşüncedir. İnsanların yaratıcıyı nasıl yaratması

gerektiği konusunda aydınlatacak halleri de yoktur(M. Sabri, 2012: II/375). Bu konuda

Mustafa Sabri’nin eleştirdiği bir anlayış da Darwinizmdir.

3.3- Darwinizm’in Tezlerine Karşı Cevaplar

Mustafa Sabri nizâm deliliyle ilişkilendirdiği materyalist düşüncelerin eleştirisine geniş bir yer vermekte bu arada bazı teorilerin eleştirisi üzerinde özellikle durmaktadır. Bunlardan biri de Darwinizm teorisidir. Bu teoriye göre insan şimdiki halinden çok ilkel bir durumda bulunan maymunumsu bir varlıktan türemiştir (Bayraktar, 2011: 337-339).

Sabri’ye göre Charles Darwin (ö. 1882) insanın kökünün maymuna dayandığını savunan Jean-Baptiste Lamarck’ın (ö. 1829) görüşlerini geliştirerek ünlenmiştir. Lamarck’a göre bir organ kendisine duyulan ihtiyaca göre oluşmaktadır. Buna göre düşmanlarından kaçma ihtiyacı duyan bir hayvan uçmaya ihtiyaç duyduğu için kanatları oluşur ve kullandıkça gelişim gösterir (Tatlı, 2010: 150). Mustafa Sabri, kullanılan

organın sağlamlaşıp gelişim göstermesinin kabul edileceğini, ancak ihtiyaç dolayısıyla, olmayan bir organın oluşacağını savunmak başka bir şeydir demekte ve eğer kanatların kaçma ihtiyacından oluştuğu savunulursa, onları yakalama ihtiyacı olanların da kanatlarının oluşması gerektiğini belirtir. Ayrıca materyalist anlayışta her şeyin oluşmasını tesadüfe bağlayan görüş ile ihtiyaç sebebine bağlanmaya çalışan görüş arasında karşıtlık vardır.

Darwin teorisinde canlıların tek türden geldikleri, zamanla çoğalan türlerin bu ilk türden çoğaldıklarını, süreç içerisinde bir yığın türlerin oluşup kaybolduğunu ve doğal seleksiyon denilen kural gereği güçlü olanların devam ettiği savunulmaktadır. Ayrıca bu teoriye göre en gelişmiş tür olan insanla maymun arasında bir yığın türün kaybolmuş olabileceği fakat temelde aynı asla varan bir türün iki versiyonu olabileceği savunulmaktadır (Darwin,1976: 57). Mustafa Sabri’nin ifadesine göre bu teoriyi benimseyenler arasında evrimin herhangi bir aşamasında Allah’ın iradesine ihtiyaç duyulmadığını, evrimsel gelişimin doğal yollarla oluştuğunu savunanlar bulunduğu gibi, teorinin ateist bir temele dayanmayıp Allah’ın iradesine bağlı bir evrimi dile getirdiğini ileri sürenler de vardır (M. Sabri, 2008: 15).

Mustafa Sabri’ye göre Darwin hangisini savunmuş olursa olsun öncelikle bu teori ampirik temele bağlı bilimsel bir teori olamaz. Java’da çıkartılan kalıntıların ara form olduğu tezi de bir temele dayanmamaktadır. İki şey arasındaki şekil benzerliği ne kadar olursa olsun bunların bağlantılı oldukları ve aynı kaynaktan türedikleri iddiası deneye bağlı bilimsel bir veri olarak kabul edilemez. Böyle yapılması deney sınırının aşılıp geçilmesi demek olur (M. Sabri, 2012: II/245). Ayrıca şekil benzerliklerinden hareketle bir çıkarıma yönelmek varlıklar arasında mahiyetleri düşünülmeksizin salt derece farkı

Benzer Belgeler