• Sonuç bulunamadı

DEHŞET SALONLARI

Belgede l a b i r e n t i S ü B â s h (sayfa 194-200)

Dengeler Salonu’nda bir şeyler olmaya başlamıştı.

Altın yaldızlı insanlar arkalarına bile bakmadan yan koridor­

larda gözden kayboldular ve kurul bir çırpıda mutlak bir sessizliğe gömüldü. Hayali ülkelerin temsilcileri, hiç vakit kaybetmeden kendilerine ayrılan yerlere oturdular. Şimdi hepsi koca salonun içine saçılmış tohum ları andırıyorlardı.

Qwerty kürsüye tırmandı. “Toplantı başlasın!” diye ağırbaşlı bir şekilde bağırdı.

Bir çan sesi duyuldu.

“Başkanımıza hoş geldin diyelim.”

Salonda bulunan birkaç kişi alkışlamaya başladılar.

A nita’nın gözleri birkaç dakika önce Zefiro’nun durduğu

altın yaldızlı koridora kaydı. Ama devin olduğu yerde yeller esiyordu.

Jason m ektubu okumayı bitirdikten sonra dizlerinin üzerine koydu. “H em en buradan tüymeliyiz!” dedi endişeyle etrafına bakarken.

A nita’nın yüzünde anlaşılması imkansız bir ifade vardı. “Sana ait olmayan bir m ektubu okudun.”

“N e olmuş yani?”

“Bu çok kötü bir şey.”

“Şu anki sorunum uz bu değil.”

“Hayır, bu... yaptığın... kabul edilemez bir şey. Bundan sonra sana güvenemem.”

“A nita böyle yapma. M ektubu kim in yazdığını biliyorsun.

Penelope!”

“Sen de kime yazdığını biliyorsun. Kocasına. Bu özel bir m ektup ve sen onun mahremiyetine saygı göstermedin.”

“N e olmuş göstermediysem? Yıllardır kapıların ustalarını arıyoruz. Ve biz daha ‘Zaman Kapısı’ demeden çok önce Ulysses onların gizemini çözmeye başlamıştı.” M ektubu Anita’nın katı bakışlarının önüne koydu. “Burada ne yazdığını biliyor m u- sun:

“Hayır. Senin de bilmemen gerekirdi.”

Jason öfkeyle sandalyesini itip ayağa kalktı. Az önce yaşadıkları ve Penelope’nin mektubu onu o kadar etkilemişti ki etraflarında neler olduğunun farkında bile değildi.

Yerleri süpüren uzun bir pelerin ve şaşkınlık uyandıracak kadar

f i 190 111 ;; I

tır ] II

tuhaf bir kavuk takmış ihtiyar bir adam hafakanlar bastıracak kadar yavaş hareketlerle kürsüye ulaşmaya çalışıyordu. Kıyafetlerinden, yürüyüş şekline kadar her şey onun ne kadar yaşlı ve kırılgan olduğunu belli ediyordu. Sonunda salonun merkezine ulaştığında ve salondakileri selamlamak için başını salladığında az daha kavuğu yere yuvarlanacaktı.

Ç elik gibi sert am a sinek vızıldaması kadar acı ve kulak tırmalayıcı bir sesi vardı. “Değerli dostlarım! Labirent’e hoş geldiniz!” diye bağırdı. “İnsanlığın hatıralarının korunduğu yere!

Burada toplanmamızın nedeni...”

“Okumamalıydın,” diye fısıldadı Anita. Oğlanı rahat bırakmaya hiç niyeti yoktu.

“H iç de bile! İyi ki okudum !” diye karşılık verdi Jason alçak sesle.

“Hayır, okumamalıydın!”

“Penelope hala yaşıyor olabilir.”

“Eee?”

“Eee mi? Nasıl ‘eee’ dersin? O nu n uçurum dan aşağı düşüp öldüğünü zannediyordum. Hepimiz öyle zannediyorduk. Kocası onun için bir cenaze düzenledi ve onu aile mezarlığına defnetti, lanet olsun!”

“Gene de çoktan ölmüş ve başka bir yere gömülmüş olabilir,”

diye karşılık verdi Anita.

“O ku şunu!”

“Bunu yapacağımı düşünm e bile!”

“Penelope, Labirent’e inmiş!” diye ısrar etti Jason. “Böyle bir

^ ______ D EH ŞET SALONLARI______ ^

j ğ ^

-1—

yerin varlığını keşfetmiş ve...”

“Falan filan!” diye söylendi Anita, Jason’ı durdurmaya yetecek kadar yüksek bir sesle. Sonra ellerini kulaklarına koydu ve buz gibi bakışlarını ayak uçlarına dikip sessizce bekledi.

“...ve bundan büyük bir gurur duyuyorum,” diye cızladı hayali ülkelerin kuruluna başkanlık eden ihtiyar adamın sesi. “Bugün burada bulunm am ın nedeni, ülkelerimize yeni kurallar ve yeni adetler kazandıracağını um ut ettiğim bu vazifeleri...”

Jason yeniden saldırıya geçti. “Penelope buraya Z am an Kapıları’nı kullanmadan gelmiş.”

“İlgilenmediğimi söyledim.”

“Ve çok korkuyormuş. Kim olduğunun öğrenileceğinden korkuyormuş. Bir daha eve dönemeyeceğini düşünüyorm uş.

M ektubu işte bu yüzden bırakmış. Bu cümleler on senedir burada birilerinin onları okumasını bekliyormuş.”

“Sense burnunu başka insanların işlerine sokmadan on dakika bile duramıyorsun, öyle değil mi?”

“Öyle. Ama sen de öyle yapmalısın.”

“Jason. Beni ayağa kalkmaya zorlama.”

“Aslına bakarsan yapmamız gereken şey tam da bu!” diye

^ D EH ŞET SALON LARI______

Bir çan sesi oğlanı kendine getirdi.

“Gençler! Biraz sessiz olun lütfen!” diye seslendi Q w erty kürsünün olduğu yerden.

Jason ve A nita utana sıkıla özür dilediler. Bunu takip eden sessizliğin ardından başkanın tekdüze sesi yükseldi, “...ve temsilcisi olduğumuz gelenekler varmak istediğimiz amaçlarımıza...”

“Çok utandım !” diye fısıldadı Anita, dişlerinin arasından.

“Şimdi utanm anın zamanı değil! H em en buradan tüymemiz gerekiyor! Yoksa sıkıntıdan öleceğiz.”

“Nereye gitmeyi düşünüyorsun?”

“Penelope’nin yazdıklarına göre...”

“Penelope’nin ne yazdığını bilmek istemiyorum! Sana nereye gitmeyi düşündüğünü sordum. H em ayrıca toplantı bitmeden kimseyle konuşamayız.”

“Öyleyse buna her zamanki gibi tek başımıza karar vereceğiz.

Haydi gidelim.”

“Böyle, herkesin ortasında mı?”

“Ben şimdi kalkıyorum ve sen de benimle geliyorsun.”

“Jason, neden?”

“Ç ünkü yanımda sen olmadan hiçbir yere gitm em .”

A n ita oldu ğu yerde sıçradı ve Jason fırsattan istifade kızın dudaklarına bir ö p ü cü k k o n d u rd u . Bu içgüdüsel bir davranıştı. A nita’yı öpmeyi önceden planlamamış ama kendini durduram am ıştı.

“Biliyor musun, bu, hayatta duyduğum en güzel şeydi,” diye fısıldadı kız.

193

S>|. j

Tam bu esnada onlar için çalan ikinci bir çan sesi salonun içinde yankılandı.

“O la la, gençler! Kendinize biraz hakim olun!”

Jason ayağa fırladı. Anita da onu izledi.

“Affedersiniz, lütfen bizi affedin!” diye bağırdı Jason herkesin duyabileceği kadar yüksek bir sesle. “Endişelenmenize gerek yok!

Sizi daha fazla rahatsız etmeyeceğiz! Bay Qwerty! Bay Başkan!

Meslektaşlar! Görüşm ek üzere!”

Ve sonra aceleyle Anita’ya döndü. “Şimdi ya da asla!”

Yüzleri utançtan kıpkırmızı bir halde basamakları ikişer ikişer inmeye başladılar.

“N e tarafa?” diye sordu Anita, aşağı iner inmez.

“Sağa,” diye karar verdi Jason.

Qwerty’nin çanı delirmiş gibi çalıyordu, içeridekilerin hepsi bu durum dan hoşnut değildi. Ama iki çocuk durmadı.

Uzun bacaklı bir adam peşleri sıra koşmaya başladığında bile durmadılar.

“Zefiro!” diye gülümsedi Jason, onu tanır tanımaz.

“Kaçtı fareler, geride kaldı tüm peynirler! Kimse bilmez neden kaçtık çünkü kaşla göz arasında sırra kadem bastık! O h, özür dilerim! Galiba eski alışkanlıklarımı geri kazandım...”

“Üzülme,” diye cevap verdi Jason, anlayışla. “Acaba bir şeyler öğrenmiş olabilir misin?”

“Ç ok soru sordum, arkadaşım.”

“İyi. Ç ünkü şu anda bazı cevaplara ihtiyacımız var.”

Jason, A nita’yı peşi sıra sürükleyerek aceleyle yürüyordu.

Zefiro’ya onları götürmesini istediği yerin ismini söyledi. Dev, ona endişeli bir bakış attı.

“Harabeler mi?”

“Kesinlikle. H arabelere gidelim. Sen harabelerin D ehşet Salonları’nda olduğunu söylemiştin, öyle değil mi?”

“Bu pek de akıllıca bir davranış değil, evladım. En azından neden sizi oraya götürm emi istediğini söyleyebilir misin?”

“Aradığımız şey orada olabilir.”

Zefiro hayır anlamında başını salladı. “Aradığınız şeyi Dehşet Salonları’nda bulabileceğinizi hiç sanmıyorum. O rada hiçbir şey yok. Sadece sonsuz bir döküntüler yığını.”

“Orası ustaların salonu, öyle değil mi?” diye ısrar etti Jason.

Kılavuzlarının kaçırdığı bakışlarını yakalamaya çalışıyordu. “Kapıları orada yapıyorlardı, öyle değil mi? Yoksa haksız mıyım?”

Zefiro cevap vermeden yaylanarak yürümeyi sürdürdü.

Bir kez daha Fikirler Salonu’na vardılar ve oradan altın yaldızların gri tozlara dönüştüğü koridora saptılar.

Burası öteki koridorlar gibi tertemiz değildi. H er yer m o­

lozlarla kaplıydı. Kısa zaman içinde harabeler yollarını kesmeye, onlara mani olmaya başladı. Bu yüzden iki büklüm bir halde yürümeye başladılar.

“Burada neler yaşandığını biliyor m usun?” diye sordu Ja­

son, m oloz yığınları arasında zorlukla ilerleyen uzun boylu kılavuzlarına.

“Tam olarak bilmiyorum. H ayır.”

“Kapıların ustaları hakkında neler biliyorsun peki?”

v ______ D EH ŞET SALON LARI_______ ^

Belgede l a b i r e n t i S ü B â s h (sayfa 194-200)