• Sonuç bulunamadı

Davete Karşı Olumsuz Tepkilerin Sebepleri

Toplumlann sahip oldukları inançlar, gelenekler ve ya­

şam tarzları onların kimliğini, varlığını ve sürekliliğini ifade etmektedir. Bundan dolayı hiçbir toplum yerleşik yapısını de­

ğiştirmek istemez. Özellikle kendisinin bu yapısına karşı te­

melden bir eleştiri ve farklı bakış açısı getiren yeni söylemleri varlığına yönelmiş bir tehdit olarak algıladığı için toplumun geneli içe doğru kapanır ve savunma durumuna geçer. Ancak az sayıdaki insan yeniyi dikkatli bir şekilde dinler ve doğrul olduğuna kanaat getirdiğinde onu kabul eder.

Mekkeli müşrikler de çok güvendikleri, sevdikleri ve “emin”

diye tavsif ettikleri Hz. Peygamber’den yeni ancak aslında Ha- niflikten dolayı tanıdıkları Kur’an mesajlarıyla muhatap ol­

duklarında farklı sebeplerle farklı tavırlar geliştirdiler. Top­

lumun geneli ilk yıllarda en azından ilgi gösterdiler. Ancak;

gelen vahiylerle anlatılan mesajlar değişip konu putlara, şir-r ke dayandığında özellikle lider takımının tavırları çok değiş}

ti. Toplumu oluşturan insanlar birçok sebepten dolayı davet karşısında olumlu ve olumsuz tepkiler geliştirdiler. Olumlu tepkiler imana dönüşürken, olumsuz tepkiler farklı şekillerde devam etti.

Bu olumsuz tepkilerin sebeplerini genel olarak dini,- kültürel sebepler ve sosyal-siyasal sebepler olarak ikiye ayı-I rabiliriz. Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki bir dine inandığın»

söyleyenlerin hepsi için dinin anlam ve önemi aynı olmamak^]

tadır. Genel olarak toplumun alt ve orta kesimlerinin çoğul­

luğu ve üst zengin, yönetici sınıfın az bir kısmı için din bizatihi anlamlı ve değerli iken; zengin ve yönetici sınıfın geneli ve baz)

45 İbn İshak, es-Siret, s. 128-134; İbn Hişam, es-Siret, I, 265-269; İbn Sad et-Tahakâi, I. 171, 172.

din adamları için din mevcut makam mevkilerini korumanın, devam ettirmenin ve toplumu yönlendirmenin önemli hatta en önemli aracı olarak değerlendirilmektedir. Bunlara göre bizâtihî dinin varlığı ve yaşanması amaç değil bazı konumla- n elde etmek ve korumak için araçtır. Bundan dolayı bu iki kesimin İslam davetine tepkileri, eleştiri ve sorulan da farklı olmuştur.

Araplann İslam davetini reddetmelerinin en önemli sebep­

lerinden biri atalar dinine olan sıkı bağlılıklandır. Her toplum için geleneklerini, atalannın yolunu bırakmak, yeni bir yola girmek zor olmakla birlikte özellikle sözlü kültüre mensubi- yı iten dolayı geleneğin dinleştiği, kabile liderlerinin kutsan­

dığı Arap toplumu gibi toplumlar için daha da zor olmaktadır.

Onlara göre atalan her şeyi en iyi bilen, doğru yolda yaşayıp v, fat eden akıllı, kıymetli insanlardır. Yapılacak en iyi şey on­

lum yolundan ayrılmamaktır. Bundan dolayı Hz. Peygamber tevhidi anlattığında bunu atalarından duymadıklarını, şirki atalarından öğrendiklerini, atalarının yolundan ayrılmaya­

caklarını, Allah dilemeseydi atalarının ve kendilerinin şirk koşmayacaklarım ifade ederek kendilerini savunmaya çalış­

mışlar, körü körüne taklitten vazgeçmeyip onların izinden ayrılmamışlardı.46 Onların bu tavırlarına şirk inançlarının sa­

dece atalan ve kendileri tarafından uydurulduğu, bu konuda­

ki iddialannı destekleyecek ilahi kaynaklı deliller getirmeleri istenerek hep mesnetsiz iddialann peşinden gittikleri ve hep yalan uydurduklan vurgulanarak, doğruyu kabul etmeyip batılda ısrar ettiklerinde de helak edilen toplumlar gibi helak edilmekle uyanldılar.47

Arap halkının geneli Allah’a inanmakla birlikte tevhidin tahrif edilmiş şekli olan şirk inancım benimsemişlerdi. Bu durum ayette: “Onların çoğu şirke bulaşmaksızın Allah’a iman etmemektedirler.”48 şeklinde açıklanmaktadır. Kabileler

46 Sa’d, 38/7; Enbiya, 21/53; Şuara. 26/74; Lokman, 31/21; Zuhruf, 43/23; En’am, 6/148; Saffet, 37/69-70.

47 Araf, 7/71; En’am, 6/148; Zuhruf, 43/24. 25.

48 Yusuf, 12/106.

102 ... Mû'min Kimliğinin Oluşumu ve Gayrimüslimlerle İlişkili

arasında bazı ortak ilahlar, putlar olmakla birlikte kabileler farklı farklı varlıkları da ilahlaştırmışlardır. Müşrikler put­

ların kendilerini Allah’a yaklaştırdıklarını ve ahirette şefaat edeceklerine inanmışlar, bu anlayışlarına göre Allah’ı büyük1, baş tann, diğerlerini de yardımcı tanrılar konumunda gör­

müşlerdir. Bundan dolayı Kur’an’da Allah'ın varlığı değil tek gerçek ilah olduğu ve insanları yeniden dirilterek hesaba çe*?

keceği anlatılmaktadır.

Böyle bir zihin yapısına ve bireysel, toplumsal hatta ticar^

ve siyasi hayatlarını da bu anlayışa göre şekillendirmiş bir toplum olan Mekkelilere tevhid anlaüldığmda gösterdikleri tavır Kur’an’da, “Şimdi o müşrikler bütün bunları bile bile [tıpkı geçmişteki kâfir toplumlar gibi] içlerinden bir uyarıcı/

peygamber gelmesini yadırgayıp, “[Allah’ın elçisi olduğunu id­

dia eden] bu adam bir sihirbaz, tam bir yalancı. Baksanız^, onca tanrıyı bir tek tanrıya indirmiş. Hayret ki ne hayret!"

diyorlar. Onların ileri gelenleri hemen harekete geçip yandaş­

larına şöyle dediler: “Durmayın, kalkın! [Atalarımızın dininfl sahip çıkalım]; taunlarımıza daha sıkı bağlanalım. Şimdi ya;

pılması gereken tek iş budur. Doğrusu biz bugüne kadar bir tek tanrıdan söz edildiğini de duymadık. Bu düpedüz uydur­

ma bir inançtır. Hem sonra içimizde başka biri yokmuş gibi vahiy Muhammed’e indirilmiş, öyle mi?!” Yoo! Gerçek şu ki bu sözleri söyleyenler, [Muhammed’i peygamberliğe layık gör­

memekten çok] benim vahyimden şüphe etmektedirler. İşin doğrusu, onlar benim azabımı henüz tatmadıklan için böyle aüp tutuyorlar.”49 şeklinde anlatılmaktadır. Müşrikler hem.

Allah’a inandıklan hem de başka varlıklan ilahlaştırdıklan ve melekleri Allah’ın kızlan kabul ederek Allah’ı hakkıyla tak;

dir edememişler, anlayamamışlardı. Bundan dolayı da birçok ayette, “Allah’ı layıkınca tanımamakla” da eleştirilmişlerdir.50

Toplumun genelinin Allah’a ve ahirete, meleklerin şefaat edeceklerine, Hz. İbrahim’in yolundan gittiklerine inandıkla^- m, hac, umre, kurban gibi ibadetleri yaptıklannı ve arayış

için,-49 Sa'd, 38/4-8.

50 En’am, 6/91; Zümer, 39/67; Hacc, 22/74.

de olan kişilerin varlığını dikkate aldığımızda aslında din konu­

sunda kafalarının karışık olduğunu söyleyebiliriz. Bu bilgi ve durumlarına göre bunların Hz. İbrahim'in ve diğer peygamber­

lerin yolundan gittiğini açıklayan Hz. Peygamber’in anlattık- lanna kısa bir sürede inanmaları gerekiyordu. Ancak bunlara özellikle de tevhide, herkesin kendi yaptıklarından hesaba çe­

kileceğine inanmak yüzyıllardır atalarının inandığı putlan, me­

leklerin kesin şefaatçileri olacaklarını da reddetmek demekti.

Liderlerin putların inkârıyla dini, ticari ve siyasi imtiyazlarının tehlikeye gireceği düşünceleri tüm hayat algısını ve yaşamını şit k üzerine kuran toplumun diğer fertleri için de geçerliydi.

Kureyşten Nadr b. Haris, Abdullah b. Ümeyye ve Nevfel b.

Hüveylid’in insandan peygamber mi olur, bu ne biçim pey­

gamber, bizim gibi yiyor, içiyor, çarşı pazarda dolaşıyor, ya­

mada melek olsaydı veya kendine hazine verilseydi51 şeklinde- k? sözlerine, iddialarına genel olarak baktığımızda zihnimizde bunların peygamberlik hakkında bilgilerinin olmadığı şeklin­

de bir düşünce oluşmaktadır. Hâlbuki Arap toplumunun Hz.

İbrahim ve İsmail’e inandıklarını, onları atalan kabul ettik­

lerini, Kâbe’nin içine bu iki Peygamber’in yarımda Hz. İsa ve Meryem’in resimlerini çizdiklerini, Yahudilerle ilişkilerinden dolayı Hz. Musa ve Harun hakkında bilgi sahibi olduklarını ve helak edilen arab-ı bâide toplumlannı bildiklerini düşündü­

ğümüzde bu düşüncenin pek de isabetli olmadığı anlaşılmak­

tadır. Bu ayetler ve Hz. Peygamber’e yapılan itirazların vahyin ilk dönemlerinde sorulması gerekirken bunlar Mekke’de Ebu Talib’in himâyesinde davet faaliyetlerine devam eden ve her gün iman edenlerin arttığı bir ortamda Nadr b. Haris, Ebû Süiyan, Ebu’l-Bahterî, Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia, Velid b.

Muğire, Ebu Cehil, Abdullah b. Ümeyye, Âs b. Vâil, Ümeyye b. Halef, Nubeyh b. Haccac, Münebbih b. Haccac ve Esved Muttalib b. Esed gibi mele-mütref takımının, İslam davetinin muhaliflerinin Hz. Peygamber’le aralarında geçen tartışma,

51 Furkan. 25/6-8; Mukâtil, Tefsir. II. 430, 431. Nadr b. Haris’in Hz.

Feygamber'e en çok eziyet ve baskı uygulayan olduğu, hakkında inzal edilen ayetlerle ilgili olarak ve Bedir’de esir düştükten sonra Mekke’de İslam davetine aşın düşmanlık yaptığı için boynunun vurulmasıyla ilgili olarak bkz. Belâzuri, EnsâbuTEşrâf, I, 139, 140; 143.

104 ... Mü’min Kimliğinin Oluşumu ve Gayrimüslimlerle ilişkileri

polemik ortamlarında onu sıkıştırmak, toplumun kafasın!

karıştırmak amaçlı olarak gündeme getirildikleri anlaşılmak­

tadır. Yine aynı ortamda ölüleri diriltmesi, yanında bir mele-;

ğin olması, hâzinelerinin, cennet gibi güzel bağ bahçelerini^

olması gerektiği veya azap olarak gökyüzünü parçalar halinde üzerlerine düşürmesi52 gibi konular da aynı şahıslar tarafuf dan gündeme getirilmiştir.53 Hz. Peygamber’le polemiğe giren bu lider takımından Ebu'l-Bahterî, Esved Muttalib b. EsedP, Abdullah b. Ümeyye, Utbe b. Rebia ve Şeybe b. Rebia dışın­

dakilerin Mekke’nin Dehrî/Zmdık grubundan olmalarını dik­

kate aldığımızda bunların risalete hiç inanmadıklarını kabul etsek dâhi, bu insanlar Mekke’nin en akıllı ve bilgili kişileri oldukları, bu konuda bilgisiz olmaları da mümkün olmadığı için ayetlerde nakledilen görüşlerinin polemik amaçlı söylen­

miş olduğu anlaşılmaktadır.54

Yine bunlara göre Urve b. Mes’ud es-Sekafî ve Velid b. Mu- ğire gibi önemli şahıslar varken peygamberlik gibi önemli bir görevin Muhammed gibi birine, üstelik muhalif bir kabileden olan birine verilmemesi gerekmekteydi. Toplumun akıllıla­

rı, liderleri kendileriydi, bundan dolayı da peygamberliğin de kendilerine ait olması gerekirdi.55 Bunların bu beklentilerine,

52 İsra, 17/90-96.

53 Bkz. îbn İshak, es-Sîret, 179-181; İbn Hişam, es-Siret, I, 295-298:

Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, I, 142, 143; Suyuti, Celaleddin, ed-Dum^l- Mensur JVt-TeJsiri bi’l-Me’sur, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî, Ka­

hire. 2003. XI, 136-140. Maun suresi 107/1-7. ayetlerde hesap gününü yalan saymak, yetimi horlayıp, itip kakmak, fakir-fukarayı doyurmam®

ve gerçek ibadetten bihaber olmak gibi konularda eleştirilen kişi/kişiler de Mekke toplumunun geneli değil Âs b. Vâil es-Sehmî, Hubeyra b. Ebı Vehb el- Mahzümi gibilerdir, bkz. Mukâtil, Tefsir, III, 527.

54 Bu konuyla ilgili olarak bkz. Kayacan, Murat, Kur'an'da Peygamberler] ve Karşıt Tavırlar, İstanbul, 2004, s. 156, 157.

55 Mukâtil, Tefsir, n, 502; III, 189; Belâzurî, el-EnsâbuTEşrâf, I, 134; ez- Zemahşeri, el-Keşşâf, II, 59; Vahidî, Ebu'l-Hasen Ali b. Ahmed, el-Vasit Jı TefsiriTKur’ârdTMecM, thk. Komisyon, Beyrut, 1994, IV, 70; Zuhruf, 43/31.

ayette sözü edilen iki kişiden birinin Mekke'nin ileri gelenlerinden Utbe b.

Rebîa, diğerinin ise Tâifin ileri gelenlerinden Hubeyb b. Amr olduğu da nak­

ledilmektedir. Bkz. İbnül-Cevzî, ZâdüTMesîr, VII. 311. Müşriklerin pey gani ber algılan ve bu konuda Yahudilerden etkilendikleriyle ilgili olarak bkz. Bal­

cı. İsrafil, “Erken dönem Arap Kültüründe Peygamberlik Tasavvuru," Ekeu Akademi Dergisi, Yıl: 10. Sayı: 29 (Güz, 2006), s. 111 -134.

iddialarına cevap olarak: “[Şu lafa bak!] Rabbinin rahmetini paylaştırmak, kimin peygamber olacağını belirlemek onlara mı kalmış?! Hâlbuki dünya hayatında onlann nzıklannı tak­

sim eden, birbirlerinin işlerini görmeleri için kimini kiminden üstün kılan biziz. [Şu halde, nzıklannı dahi bize borçlu olan­

ların peygamber tayin etmek ne haddine!] [Ey Peygamber!]

Bilesin ki rabbinin sana lütfettiği peygamberlik, onlann üs­

tünlük sebebi saydıklan mallanndan-mülklerinden çok daha hayırlıdır.”56 ayeti nazil olarak kendilerinin kimin peygamber olacağını belirleme gibi bir yetkilerinin olmadığım açıklamıştır.

Mekkî surelerde Kur’an’ın en temel konusu olan tevhitten s; tıra en fazla ahiret konusu, müşriklerin yeniden dirilişle ilgili it» razlan ve bunlara verilen cevaplar yer almaktadır. Kur’an’m genelinde olduğu gibi bu konudaki ayetlerde de ayetlerin doğ­

rudan muhatabalan olan şahısların isimleri Kur’an metninde belirtilmediği için doğal olarak Mekkelilerin genelinin ahirete inanmadıkları şeklinde bir düşünce oluşmaktadır.

Ancak Müşriklerin yeniden dirilişi, ahireti inkârlarını, bu konudaki şüphelerini ve kafa karışıklıklarını en yoğun şekilde içeren ayetlerin muhataplanmn genelde dehri/zmdık grubu olduğu nakledilmektedir. Müşrik toplumun Allah’a, yeniden dirilişe inandıklarım, ölülerini kefenlediklerini, onlara dua et­

tiklerini, dirildiğinde binmesi için devesini mezarın başında öldürdüklerini, meleklerin şefaatçiliklerine inandıklarını dü­

şündüğümüzde ahireti (peygamberlik de dâhil) toplumun ge­

nelinin değil, İslam davetine muhalif, düşman olan Mekke’nin mele ve mütref takımından iman etmeyi kibirlerine yedireme­

yen belli sayıdaki şahısların inkâr ettiği anlaşılmaktadır. Aynı zamanda ilgili ayetlerden bu şahısların bazılarının bu konuda kararsız, şüphede oldukları da anlaşılmaktadır. Müşriklerin kâfirlere yakın bir zihniyete sahip oldukları şeklindeki eksik bilgilerimiz, ön yargılanınız, lider, zındık/dehrî takımının aşı­

rı düşmanlıklannı, polemiklerini toplumun genelinin

düşün-56 Zuhruf, 43/30-32; Kasas, 28/ 68. Bu konuda Yahudilerle aynı düşün­

dükleri ve onlarla benzer tavır gösterdikleriyle ilgili olarak bkz. Bakara, 2/105, Al-i İmran, 3/74.

7 106 ... Mümin Kimliğinm Oluşumu ve Gayrimüslimlerle İlişkileri

çeleri gibi algılamamıza, bu ve benzeri konulan eksik, yanljş değerlendirmemize sebep olmaktadır. Hâlbuki genel anlamda şirk tevhidin, müşrik ise hanifln tahrif olmuş şeklidir.

Ahireti inkâr eden bu lider grubuna zenginliklerine, güç ve kuvvetlerine dayanarak inadma inkâr ettikleri için ahirette her grubun, kabilenin en günahkârlannın, liderlerinin cehen­

neme atılacaklan ifade edilmiştir.57 Bu ayetler de toplumun geneli ile İslam davetine karşı oluşan muhalefet cephesini^

lider takımını birbirinden ayırmaktadır.

Ayetlerin nazil olduğu o sıcak tartışma ve mücadele or­

tamında hangi ayetin kime işaret ettiği, kime cevap veya tehdit olarak geldiği Kur’an’m doğrudan muhatapları olan mü’minler ve müşrikler tarafından net olarak anlaşılmaktay­

dı. Ancak bu konular, ayetler vahyin nüzul ortamından uzalç olan Kur’an’ın dolaylı ve modem muhatapları tarafından eksik anlaşılmaktadır.58 Bu dumm eksik ve yanlış anlam^

lardan kurtulmamız için Kur’an metninin içinde bulunduğujj tarihî alanı, vahyin nüzul ortamını iyi bilmemiz gerektiği®?

göstermektedir.59 ff

Buraya kadar ele aldığımız İslam davetine olumsuz tepki­

lerin dini, kültürel sebeplerinden olan atalar dinine bağlılık, şirk inancı, ahiret ve nübüvvetin inkârı gibi başlıklardan özel­

likle son ikisinin bir kısmını dehrî, zındıkların oluşturduğu li­

der zümresi tarafından inkâr edildiği, toplumun genelinin bu konuda çok fazla bir sorun oluşturmadığı anlaşılmaktadır.

İslam davetine olumsuz tepkilerin bir takım sosyal ve siya:

sal sebepleri de bulunmaktaydı. İnsanların herhangi bir ko­

nuda özellikle de din değiştirme, bir şeye taraf veya muhalif

57 Meryem, 19/68-70; Vâkıa, 56/45-71; MukâUl, Tefsir, II, 318; Taber||

Câmiu’l-Beyân, XV, 588-590; İbnu’l-Cevzî, ZâduTMesir, VIII, 144; İba

Kesir, TefsîruTKur'âniTAzim, IX, 278. i i

58 Kur’an'ın doğrudan, dolaylı ve modem muhataplarıyla ilgili olarak bkz, Cündioğlu, Dücane, Sözlü Kültürden Yazılı Kültüre Anlam'ın Tarihi, İstaj$

bul. 2005, s. 37-145. ^

59 Kur'an’ı anlama ve yorumlamada bilinmesi gereken üç temel alanla ilgiU;

olarak bkz. Albayrak, Halis, Kur'an'm Anlaşılmasında Yöntem, İstanbul.

olma gibi önemli konularda tek yönlü düşünmedikleri ve bu konuların diğer pek çok konuyla doğrudan ilişkisi olduğu için sadece bir etkene dayanarak karar vermedikleri anlaşılmak­

tadır. Bundan dolayı insanın hayatında yer alan dini, siyasi, sosyal ve ekonomik her konu önem derecesine göre verdiği kararda etkili olmaktadır. Mekkeli müşrikler de İslam dave­

tiyle muhatap olduklarında, iman ve inkâr, taraf veya muhalif olma konularında karar verirken kendi hayatlarında değerli olan pek çok etkeni dikkate alarak farklı kararlar verip, tavır­

lar geliştirmişlerdir.

Müşriklerin inanç, düşünce, sosyal, siyasal ve ticari ha­

yadan şirk merkezli olarak düzenlenmişti. Bu hayatın merke­

zinde de Kâbe, putlar, hac, umre, ticaret, Kâbe’nin hizmetkân olmanın kendilerine sağladığı siyasi ve ticari imtiyazlar ve bunlardan elde edilen kazançlar yer almaktaydı. Kabe'de bu­

lurum üç yüz altmış put, kabilelerin kendi özel putlan, şirk m antığı üzerine kurulan tapınaklar da bu hayatta önemli rol o v anmaktaydı. Aynca bütün bu olan biten her şey kabile- cilik yapısı üzerinden uygulanıyordu. Bu dinî yapının veya kabileciliğin sarsılması, bozulması, değişmesi mevcut sosyal yapının çözülmesi, yıkılması anlamına gelmekteydi. Bundan dolayı yapılması gereken en önemli husus bunların korun- masıydı.

Mekke Kâbe ile birlikte şirkin merkezi olduğu, Mekkeli- ler de bu merkezin koruyucuları, hizmetçileri oldukları için saygı görüyorlar ve diğer kabileler saldırıya uğrarken on­

lar emin, rahat bir şekilde yaşıyorlar ve ticari faaliyetlerini gerçekleştiriyorlardı.60 Böylesi bir ortamda tevhide inanmak demek bütün bunların riske girmesi veya yok olması anlamı­

na gelmekteydi.

Bu durumlarını, düşüncelerini Hz. Peygamberle olan ko­

nuşmalarına ve polemiklerine bazen açık, bazen de üstü ör- 6

60 Bkz. Tin. 95/3; Beled, 90/1; Fil, 105/1-5; Kureyş, 106/1-4. Müşrik li­

derlerin inkâr ve muhalefetlerinin sebebleriyle ilgili olarak bkz. Derveze, Kur'cm’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı, II, 190-242; Câbiri, MedhaL, s.

110-112; Kayacan, Kur'an’da Peygamberler ve Karşıt Tavırlar, s. 68-77.

108 ... Mü'min Kimliğinin Oluşumu ve Gayrimüslimlerle İlişkileri

tülü bir şekilde yansıtmaktaydılar. Mutayyebûn grubundan Haris b. Âmir b. Nevfel b. Abdumenaf51 veya diğer müşriklerin tavırları Kur’an'da, “[Ey Muhammedi Gösterdiğin yolun doğ­

ru olduğunu biliyoruz]. Ancak biz seninle birlikte doğru yolu tutarsak yerimizden yurdumuzdan oluruz.” diyorlar. Peki, biz onlara her türlü ürünün katımızdan bir nzık olarak ayakl^

nna kadar getirildiği güvenli ve kutsal/dokunulmaz bir şe­

hirde [Mekke’de] yaşama imkânı vermedik mi?! Lâkin Mekke halkının müşrik çoğunluğu herkesin rızkını bizim verdiğim^

bilmiyor. Biz geçmişte zenginlik ve refah yüzünden şımarip azan nice halkları helak ettik. İşte onların bir zamanlar refah içinde yaşadığı yerler... Onlardan sonra bu yerlerin yurt e di- nildiği de pek vaki olmadı. Şimdi o yerlerin hepsi bize kaldı;

çünkü baki, ebedî varis biziz.” şeklinde açıklanmış ve “[Ey Peygamber!] Rabbin, [tıpkı seni şehirlerin anası Mekke’ye göndermemiz gibi] bir memleketin ana şehrine, ayetlerimi^

okuyup anlatan bir peygamber göndermedikçe hiçbir merale/

ketin halkım helak etmez. Biz ancak kendilerine peygamber gönderildiği halde şirk ve inkarcılıkta direnen halkları helak ederiz. Size verilen [mal mülk, zenginlik gibi] her şey, şu üç günlük hayatta istifade edeceğiniz gelip geçici bir imkân ve yine bu dünyada kalan bir güzellikten ibarettir. Allah katın­

daki mükâfatlar ise çok daha güzel ve kalıcıdır. Bu gerçeği hiç düşünmez misiniz?!”62 ve “Çevrelerindeki kabileler eşkıya sal;

dınsına uğrayıp dururken bu müşrikler Mekke’yi güvenli ve korunaklı bir belde yaptığımızı görmüyorlar mı? Bunu pekâlâ görmelerine rağmen neden hâlâ aslı esası olmayan şirk inarik

çına bağlılıktan ayrılmıyor ve dolayısıyla Allah’ın kendilerini

61 Mukâtil. Tefsir, II, 501; Zemahşerî, el-Keşşâf, III, 427. Hâris b. Âmir b.

Nevfel toplum içinde Hz. Peygamber’in anlattıklarını yalanlamaktay Güvendiği arkadaşlarıyla baş başa kaldığında ise Muhammed yalancı de ğildir, onun doğru sözlü, doğruyu konuştuğunu biliyorum demekteyı Bunlar Hz. Peygamber’le karşılaştıklarında ise biz senin anlattıkların^

hak olduğunu biliyoruz; ancak biz sana iman ettiğimizde ve ticaret için Mekke’den ayrıldığımızda diğer kabilelerin bize saldırarak zarar vermele rinden korktuğumuz için sana inanmıyoruz. Diğer kabileler bize sal dıklarında bizim onlara gücümüz yetmez, biz onlar için ancak bir öğü lük yemek gibi oluruz demekteydiler. Bkz. Mukâtil. Tefsir, I, 344.

62 Kasas, 28/57-59.

'»»mpsınriri IIMl

güvenli bir belde olan Mekke’de yaşatma lütfuna nankörlükle karşılık veriyorlar!63 şeklinde yer almıştır. Bu ayetlerde kendi durumları anlatılarak şirkte kalmanın emniyet ve huzur sağ­

lamayacağı, her şeyin Allah’ın iradesi dâhilinde gerçekleştiği doğru yolu bulmaları, iman etmeleri hedeflenerek ifade edil­

miştir.

Kökü İslam öncesine dayanan muhalefetin önemli bir sebe­

bi Abduddâr ve onu destekleyenlerin, Abdumenaf ve taraftar­

larına karşı olan muhalefeti diğer ifadeyle Ahlâf-Mutayyebûn çekişmesidir.64 İslam davetine en sert muhalefet, düşmanlık yapanların ileri gelenleri ve çoğunluğu Ebu Cehil, Nadr b. Ha­

ris, Velid b. Muğire, Ubey b. Halef, Âs b. Vâil gibi bu gruba bağlı kabilelerin ileri gelenleridir. Bu grupla birlikte hareket eden Taifli Sakif kabilesinden olan Urve b. Mesud’un kendini peygamberlik için uygun görmesi ve Taiflilerin dinî konular­

ris, Velid b. Muğire, Ubey b. Halef, Âs b. Vâil gibi bu gruba bağlı kabilelerin ileri gelenleridir. Bu grupla birlikte hareket eden Taifli Sakif kabilesinden olan Urve b. Mesud’un kendini peygamberlik için uygun görmesi ve Taiflilerin dinî konular­